.
.

Bismillahirrahmanirrahim

İlk Müslüman

Peygamberlik görevini üstlenmeye hazırlıklı olmak amacıyla, kâinatın yaratıcısı ve varlık âleminin yoktan var edicisi olan yüce Allah'a mutlak boyun eğmek, O'nun ulu gücüne ve hikmetinin geçerliliğine tam teslimiyet; tek, ortaksız ve varlığı hiçbir şeye bağımlı olmayan Îlâh karşısında tam ve gönüllü bir kulluk, yüce Allah tarafından seçilen her insan tarafından aşılması gereken ilk zirvedir. Kur'ân-ı Kerîm bu büyük Peygamber'in (s.a.a) bu zirveyi aştığına tanıklık ederek şöyle diyor:

De ki: Rabbim beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrâhîm'in dinine. O, ortak koşanlardan değildi.”

“De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.”

“O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim.” [1]

Bu seçilmişlik, bu müslüman kulun elde ettiği kemâl madalyası oldu. Artık kullukta kendisi dışında kalan herkese üstünlük sağlamıştı. Bu örnek kulluk sözlerinde ve davranışlarında somutlaştı. Öyle ki: "Benim göz aydınlığım namazdadır." dedi. [2] Çünkü o sürekli namaz vaktini bekler, yüce Allah'ın huzurunda durmak için şiddetli bir özlem besler ve müezzini Bilâl'a: "Bizi rahatlat, ey Bilâl!" derdi. [3]

* * *

Allah'a Mutlak Güven

Yüce Allah, Hz. Peygamber'e (s.a.a) hitaben şöyle buyuruyor:

“Allah kuluna yetmez mi?” [4]

Ayağa kalktığında ve secde edenler arasındaki dolaşmanda seni görene, (ayrıca) duyan, bilen, güçlü, çok merhametli olana (yüce Allah’a) güven!” [5] Yüce Allah'ın buyurduğu gibi Hz. Resûl’u Ekrem (s.a.a) Allah'a karşı kayıtsız şartsız güven hâlinde idi.

* * *

Benzersiz Züht

“Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine göz dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı hem de daha süreklidir.” [6]

Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahî el-Yemenî (ö. 179/795) şöyle rivâyet ediyor:

Hz. Peygamber'in (s.a.a) kızı Hz. Fâtıma (s.a) bir bir defasında elinde bir parça ekmekle Resûlullah'a (s.a.a) geldi. Hz. Peygamber (s.a.a): "Ey Fâtıma, bu nedir?" diye sordu. Fâtıma (s.a): "Bir ekmek parçasıdır. Bu ekmek parçasını sana getirmeden içim rahat etmedi." dedi. Peygamber (s.a.a) de: "Bu ekmek parçası üç günden beri babanın ağzına giren ilk yiyecektir." dedi. [7]

* * *

Cömertlik ve Yumuşak Huyluluk

Ebû’l-Abbâs Abdullâh b. el-Abbâs b. Abdilmuttâlib el-Kureşî (ö. 68/687-88) diyor ki:

Resûlullah (s.a.a) hayırda insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu dönem Ramazan ayı idi… Hz. Cebrâîl (a.s) her yıl Ramazan ayında ona gelirdi... Hz. Cebrâîl (a.s) ona geldiğinde, yağmur getiren rüzgârdan daha cömert olurdu. [8]

Ebû Abdillâh Câbir b. Abdillâh b. Amr b. Harâm el-Ensârî (ö. 78/697) diyor ki:

Peygamber efendimizden (s.a.a) hiçbir şey istenmiş değil ki, “Hayır.” demiş olsun. [9]

Hz. Peygamber (s.a.a), Ramazan ayı girdiğinde bütün esirleri serbest bırakır ve her dilenciye sadaka verirdi. [10]

“Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandı. Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın, şüphesiz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah'tan af dile…” [11]

“Andolsun, kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya dümeniz ağırına geliri, size son derece düşkün, mü'minlere şefkatli ve merhametlidir.” [12]

* * *

Hayâsı ve Tevazuu

Ebû’l-Hasen Alî b. Ebî Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî (ö. 40/661) diyor ki: Peygamber'den yapmak istediği bir şey istenince: "Evet." derdi. Fakat kendisinden yapmak istemediği istendiğinde ise susardı. Hiçbir şeye: "Hayır." demezdi. [13]

Ebû Saîd Sa‘d b. Mâlik b. Sinân el-Hudrî (ö. 74/693-94) diyor ki: Resûlullah, evden dışarı çıkmamış utangaç bir kızdan daha utangaçtı. Bir şeyden hoşlanmadığı zaman bu durum yüz ifadesinden anlaşılırdı. [14]

Ebû Nasr Yahyâ b. Ebî Kesîr Sâlih et-Tâî el-Yemâmî (ö. 129/747) diyor ki: Ben her kulun yemek yediği gibi yemek yer, her kulun oturduğu gibi otururum. Ben sadece bir kulum. [15]

Çok yaygın rivâetlere göre o, küçük çocuklara selâm verirdi. [16]

Hz. Peygamber (s.a.a) sahabîleri ile şakalaşır ve kesinlikle doğru olanı söylerdi. [17]

Medine'deki mescidin yapımında sahabîleri ile birlikte çalıştı, [18] bir savaş hazırlığı sırasında hendek kazdı. [19]

* * *

Müjdelenmesi

Kur'ân'da Muhammed ismi dört defa geçmektedir. Muhammed (s.a.a), Resûl-i Ekrem’in en çok bilinen adı olup övgüye değer bütün güzellikleri ve iyilikleri kendinde toplayan kişi manasına gelir.

Kur’ân- Kerîm şöyle buyurmaktadır:

“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz…” [20]

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değil, fakat Allah'ın Elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah herşeyi en iyi şekilde bilendir.” [21]

“İnanıp iyi işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah bağışlamıştır.” [22]

“Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı katı, birbirlerine karşı merhametlidirler…” [23]

Hz. Peygamber’in (s.a.a) en çok kullanılan ikinci ismi Ahmed’dir. Ahmed (s.a.a), Allah’ı herkesten daha iyi ve daha çok öven; herkesten daha çok övülen anlamına gelir. Ahmed (s.a.a) ismi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde geçmektedir.

“Meryem oğlu Îsâ da: ‘Ey İsrâîloğulları, ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrât'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim’ demişti…” [24]

Kur'ân Kerîm, ümmî olan Hz. Peygamber'in (s.a.a) geleceğine ilişkin müjdenin hem Tevrât’ta hem de İncîl'de yer aldığını açık bir dille belirtiyor. Eğer Hz. Peygamber'in (s.a.a) geleceğine ilişkin müjde bu kutsal kitaplarda yer almasaydı, bu kitapların inananları Kur'ân'ın verdiği bu haberi açıkça yalanlarlardı.

Saff Sûresi'nin altıncı âyetinde açık bir dille belirtiliyor ki Hz. Îsâ (a.s), Tevrât'ı açıkça onayladı ve kendisinden sonra Ahmed ismiyle bir peygamberin geleceğini müjdeledi. Bilindiği gibi Hz. Îsâ'nın (a.s) bu hitabı sadece havarîlere değil, İsrailoğulları'nın bütününe yönelik olmuştur.

“Yanlarındaki Tevrât'ta ve İncîl’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri harâm kılar, ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O'na inanan, destekleyerek O'na saygı gösteren, O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler onlardır. [25]

* * *

Doğumu

Câhiliye dönemi Araplar’ında câri olan nesî [26] uygulamasına göre, Hz. Peygamber’in (s.a.a) doğum tarihini hicretten önce 53. yılın 12 Rebîülevvel’i (17 Haziran 569 Pazartesi) şeklinde tespit etmişlerdir. [27]

Farklı rivâyetler arasında genel kabul gören kanaate göre Hz. Muhammed (s.a.a) doğum tarihi, Fil Vak’ası, 17 Rebîülevvel (9 Mayıs 570 Pazartesi) Şi’b-i Ebû Tâib’de Muhammed b. Yûsuf’un evinde dünyaya gelmiştir. [28] Meşhûr görüş budur.

Hz. Peygamber (s.a.a), Fil yılından elli (veya elli beş) gün sonra Rebîülevvel ayının 12’sinde (20 Nisan 571 Pazartesi), tanyeri ağarırken dünyaya gelmiştir. [29]

* * *

Soyu

Muhammed b. Abdullah, b. Abdulmuttâlib (Şeybe/Amr), b. Hâşim (Emîr), b. Abdimenâf (Muğire), b. Kusayy (Zeyd), b. Kilâb, b. Mürre, b. Kâ'b, b. Lüey, b. Gâlib, b. Fihr, b. Mâlik, b. Nazr (Kays), b. Kinâne, b. Huzeyme, b. Müdrike, b. İlyas, b. Muzar, b. Nizâr, b. Maadd, b. Adnân. [30]

Kaynaklar Hz. Muhammed’in (s.a.a), Adnân'a kadar olan atalarının gerek isimlerinde gerek sıralarında, ittifâk hâlindedirler. [31] Ama, Adnân’dan öteye, Hz. İsmâîl’e (a.s) kadar sayı ve isim bakımından ihtilâflıdır. Kesin ve meşhûr görüş budur. [32]

* * *

Kâbilesi

Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. İbrâhîm’in (a.s) oğlu Hz. İsmâîl’e nisbetle İsmâîlîler diye de anılan ve iki büyük Arap topluluğundan birini teşkil eden Adnânîler’e mensuptur. [33]

Mekke halkının Kureyş diye anılması nedeni, Hz. Muhammed’in (s.a.a) onikinci kuşakta yer alan ve ilk kez Kureyş lakabıyla anılan atası Nazr b. Kinâne’den dolayıdır. [34] Kureşî veya Kureyşî nisbesiyle anılan Kureyş, Hz. Peygamber’in (s.a.a) mensup olduğu Arap kâbilesidir.

Kur'ân'da açıklandığına göre kendileri, Hz. İbrâhîm’in (a.s.) soyundan gelme torunlarıdır: “O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir güçlük yüklememiştir, atanız İbrâhîm’in dini(nde olduğu gibi). O, bundan daha önce de bunda da sizi ‘Müslümanlar’ olarak isimlendirdi ki; Resûl sizin üzerinize şahit (örnek ve rehber) olsun, siz de insanlar üzerine şahitler (örnek ve öncü mü’minler) olasınız diye”. [35] Yüce Allah, Hz. Muhammed’i de (s.a.a) onların arasından seçerek, onlara peygamber olarak göndermiştir. “Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitab’ı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi (Resûl) gönderdik.” [36]

Devam Edecek…

- - - - - - - - - - - - - - -

[1] - 6/En’âm: 161-163.

[2] - Şeyh Tûsî, el-Emalî, c. 2, s. 141.

[3] - Meclisî, Bihâru’l-envâr, c. 83, s. 16.

[4] - 39/Zümer: 36.

[5] - 26/Şu’arâ: 217-220.

[6] - 20/Tâ-Hâ: 131.

[7] - İbn Sa’d, et-Tabakât, c. 1, s. 400.

[8] - Sahîh-i Müslim, c. 4, s. 481, hadis: 3308; Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 598, hadis: 3415.

[9] - Sünen-i Dâremî, c. 1, s. 34.

[10] - Hayatu'n-Nebiyy ve Siretuhu, c. 3, s. 311.

[11] - 3/Âl-i İmrân: 159.

[12] - 9/Tevbe: 128.

[13] - Heysemî, Mecmau'z-zevâ’id, c. 9, s. 13.

[14] - Sahîh-i Buharî, c. 3, s. 1306, hadis: 3369.

[15] - İbn Sa'd, et-Tabakât, c. 1, s. 37.

[16] - Hayatu'n-Nebiyy ve Siretuhu, c. 3, s. 313.

[17] - Sünen-i Tirmizî, c. 4, s. 304, hadis: 1990.

[18] - Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 80.

[19] - İbn Sa'd, et-Tabakât, c. 1, s. 240.

[20] - 3/Âl-i İmrân: 144.

[21] - 33/Ahzâb: 40.

[22] - 47/Muhammed: 2.

[23] - 48/Feth: 49.

[24] - 61/Saff: 6.

[25] - 7/A’râf: 157.

[26] - Câhiliye döneminde kamerî takvimin şemsî takvime uyarlanması sûretiyle takvime yapılan müdahale anlamında bir terim’dir.

[27] - TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 30, s. 406.

[28] - Kuleynî, el-Kâfî, c. 1, s. 439; İbn Şehraşûb, el-Menâkib, c. 1, s. 172; Amûli, es-Sâhih min siyreti'n-Nebii'l-Â'zam, c. 2, s. 68.

[29] - İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 30; İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 90; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 26; İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 101; Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 92; Ebû'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 2, s. 261; Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 603; Kastalânî, Mevâhibu'l-le dünniye, c. 1, s. 34; Süheyli, Ravdu'l-unuf, c. 2, s. 159; Şiblî, Sîretü'n-Nebî, c. 1, s. 189; Taberî, Târih, c. 2, s. 125; Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s. 23; TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 30, s. 406.

[30] - İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 25; İbn Asâkir, Târîh, c. 1, s. 279; İbn Abdi Rabbih, Ikdu'l-ferîd, c. 4, s. 249; İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 20; İbn Hacer, Fethu'l-bârî, c. 7, s. 123; İbn Haldun, Târîh, c. 2, s. 2 ve s. 323; İbn İshâk, Sîre, c. 1, s. 1; İbn Hazm, Cevâmiu's- sîre, s. 2; İbn Kayyım, Zâdu'l-meâd, c. 1, s. 29; İbn Kuteybe, Kitâbu'l-maârif, s. 51; İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 55; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 21; Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 12; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, c. 1, s. 179; Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-kârî, c. 16, s. 301; Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 238; Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 76; Kastalânî, Mevâhibu'l-le dünniye, c. 1, s. 18; Mes'ûdî, Mürûcu'z-zeheb, c. 2, s. 272; Mus'abuz-Zübeyrî, Nesebî Kureyş, s. 3; Nevevî, Tehzîbu’l-esmâ, c. 1, s. 21; Taberî, Târîh, c. 2, s. 191; Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 118; Zehebî, Târîhu'l- İslâm, s. 17.

[31] - İbn Haldun, Târîh, c. 2, s. 298; İbn Hazm, Cevâmiu's-sîre, s. 2; İbn Kayyım, Zâdu'l-meâd, c. 1, s. 29; İbn Kuteybe, el-Ma’ârif, s. 51; Bedruddin Aynî, Umdetu'l-kârî, c. 16, s. 303; Kastalânî, Mevâhibu'l-le dunniye, c. 1, s. 19; Taberî, Târîh, c. 2, s. 191.

[32] - Âyetullah Cafer Subhanî, Ferâzhâyi ez tarihî Peyâmber-i İslâm, s. 38.

[33] - TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 30, s. 406.

[34] - İbn Hişam, es-Sîre, c. 1, s. 96; İbn Sa'd, et-Tabakât, c. 1, s. 72; Hasan Tabersî, Mecmâu’l-beyân, c. 10, s. 405; Yâkubî, Târîh, c. 1, s. 232.

[35] - 22/Hacc: 78.

[36] - 2/Bakara: 151.