.
.

Ehlader Araştırma Bölümü


Orucun sayısız maddî ve manevî faydaları vardır. Vücuda şifa verir, cana güç ve kudret kazandırır. İnsanı cismanî rezilliklerden temizler; doğru ve faydalı fertler eğitmede, düzenli ve müreffeh bir toplum kurmada son derece etkilidir. Nefsin arıtılmasında, insanın tek düze bir yaşamdan sıyrılmasında ve vücudun ihtiyaçlarını teminden başka bir şey düşünmeme hastalığından kurtulmasında çok önemli rolü vardır.


Oruç ve Sıhhat


Mide ve sindirim sistemi, insanın en çok çalışan organlarındandır. Günde normal olarak üç defa yemek yenilerek alınan gıdaların sindirimi, ayrımı, gerekli olanların emilmesi ve gereksiz olanların atılması için sindirim sistemi bütün gün boyunca durmadan çalışır. Oruç, bir yandan bu organların çabuk yıpranmasını engelleyerek onların dinlenip yeni güç kazanmalarını sağlarken, diğer yandan sağlık açısından önemli tehlikelere yol açan birikmiş yağların dışarıya atılmasını ve azalmasını sağlar.


Bazı tembel kimselerin tam imanla olmasa da bari sıhhî yararlarını göz önünde bulundurarak oruç farizasını yerine getirmeleri ve onun çeşitli yararlarından faydalanabilmeleri için nakledilen hadislerde apaçık bir şekilde orucun cismani yararlarına da değinilmiştir.


Bu hususla ilgili olarak Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:


"Oruç tutun ki sağlam ve sıhhatli olasınız."1


Yine diğer bir hadiste şöyle buyurmuştur:


"Mide bütün hastalıkların kaynağıdır. Açlık ise, bütün ilaçların başıdır."2


Oruçlu kişinin gün boyunca tuttuğu orucu iftardan sonra aşırı yiyerek telafi etmeye çalışmaması durumunda o sıhhî faydaların daha iyi elde edilebileceği açıktır.


Tıp biliminin gelişmesi sonucu bazı uzman doktorlar yemek ve içmekten perhiz edip oruç tutmanın, tedavi için en iyi metot olduğunu tespit etmişlerdir. Bu konuda bir uzman şöyle demektedir:

"Oruç aracılığıyla tedavi metodu öylesine mucizeler yaratmaktadır ki bu metodun uygulanması hâlinde pratik ve cerrahi tıp alanında birçok metot değişikliği meydana geleceği kesindir. Çünkü oruç tıp bilimine yepyeni ufuklar açmakta, hastalıklarla mücadele alanında bilime çok etkili bir silah kazandırmaktadır.


Bu, çok değişik şekillerde kullanılabilen ve çeşitli hastalıkların tedavisini mümkün kılabilecek bir silah olup çeşitli hastalıklara neden olan birçok şeyle mücadele ve birçok hastalığı iyileştirme alanında olumlu sonuçlar vermiş, istenen amaca ulaştırmıştır."3


Orucun tıbbî ve sıhhî yararları üzerine yapılan araştırmalar bu kadarla bitmiyor. Bu konuda daha pek çok ilginç araştırmalar vardır. Bu konuda daha çok bilgi sahibi olmak isteyenler, bu dalda yazılan kitaplara başvurabilirler. Dar görüşlülerin sanılarının tam tersine sağlıklı kimseler için orucun hiçbir zararı yoktur. Oruç tutamayacak durumdaki hastalar ise, bu emirden muaftırlar. Ayrıca bir hastanın oruç tutması hâlinde hastalığı artacak veya uzun sürecekse, oruç tutmakla günah işlemiş olacağı gibi tuttuğu oruç da Allah katında kabul olmaz. Orucun kendisine zararlı olduğunu bilen birisi oruç tutmamalı, tamamen iyileştikten sonra yediği günler sayısınca kaza etmelidir.


Oruç, sağlığa zararlı olmadığı gibi vücut sağlığı için son derece yararlı bir ibadettir. Kendileri oruç tutmamakla yetinmeyip başkalarının da oruç tutmasını engelleyen ve orucun ülsere yol açtığını sanan bazı mideperestlerin bu iddiaları tamamen geçersiz ve asılsızdır. Bu tür saçma yalanlar, tembel ve midelerinin esiri olan zavallıların tek bahaneleridir. Böyleleri insanoğlunun özelliği olan azim ve iradeden yoksundurlar.


Daha önce de belirttiğimiz gibi, orucun cismani ve sıhhî faydaları inkâr edilemeyecek kadar açıktır. Ancak orucun en önemli yararları onun sadece sağlık üzerindeki etkileri değildir. Ne yazık ki orucun faydaları üzerinde araştırma yapanlardan bazıları sadece onun bu yönüne dikkat çekmişlerdir. Oysa orucun en önemli yararları onun manevî boyutuyla ilgilidir. İnsanın kendisini hata ve kötülüklerden arındırması ve eğitip yetiştirmesi konusunda orucun manevî etkileri, cismani etkileriyle kıyaslanamayacak kadar değerli ve önemlidir. Kaldı ki, söz konusu tıbbî yararları bile, İslâm dininin asaletini göstermektedir. Çünkü bu fıtrata dayalı semavî kurallar, bundan on dört asır önce yüce Allah'tan başkası tarafından gerçekleşmesi mümkün olmayan bir kapsam ve derin görüşlülükle zamanın cahil Arap ortamında öylesine tesis edilmiştir ki çağımızın medenî tıp bilginleri kendi dallarında bunca ilerlemiş olmalarına rağmen her geçen gün onun bilim ve hikmetinin ancak küçük bir kısmını anlayabilmekte ve keşfetmektedirler.


Oruç ve Günahtan Sakınmak


Oruç, takva ve sakınma ruhunun oluşmasında ve onu güçlendirmede önemli rol oynayan bir unsurdur. Kur’ân-ı Kerim orucun bu büyük yararına "Umulur ki sakınırsınız." ifadesiyle işaret etmiş ve bu ibadetin takva elde etmede önemli bir etken olduğunu açıklamıştır.


Takva ve Allah'tan korkarak günahtan sakınma, bir Müslüman'ın kendisini eğitmesinde, ıslah etmesinde ve insana layık bir şahsiyet kazanmasında çok önemli rol oynar. İşte bu pek değerli sonuca ulaşabilmek içindir ki, ramazan ayında günahlardan sakınmak, ibadetlerin en üstünü olarak gösterilmiştir.


Peygamber Efendimiz (s.a.a) bir hutbesinde Müslümanlara mübarek ramazan ayının faziletlerini anlatırken, Hz. Ali'nin kendilerine "Bu ayın en iyi ameli nedir?" diye sorması üzerine şöyle buyurmuştur:

"Ey Ebu Hasan! Bu ayda en iyi amel, takva ve Allah'ın haramlarından kaçınmaktır..."4


Oruç tutan kimse, orucunun mükemmel olmasının tek şartı olan bu ilâhî görevi yerine getirmekle, kendinde takva ruhunu canlandırır. İnsanın kendisini kontrol etmesi bu ayda ve oruç hâlinde çok daha kolaydır. Çünkü açlık, susuzluk ve oruçlu olmanın beraberinde getirdiği diğer kısıtlamalar, isyankâr olan hayvanî içgüdüler ve arzuların yaktığı ateşi önemli ölçüde söndürür. Geçici olsa bile akıl ve canı şehvetlerin pençesinden kurtararak oruçlu kimse için takva ve sakınmaya elverişli bir eğitim ortamı hazırlar.


Böylece bir ay boyunca tekrarlanan bu eğitim, denetim ve sürekli kendini kontrol ediş sonucunda, günahtan sakınmasını sağlayacak bir "koruyucu güç" oluşur. Bunun doğal bir sonucu olarak da o insanda günah, kötülük ve yanlışlıklardan çekinme huyu, bir alışkanlık olarak kök salmaya ve giderek gelişmeye başlar. Bu bir aylık denetimin kendisine kazandırdığı tecrübe sonucu ramazan ayından sonra da söz konusu çekinme ve sakınmayı sürdürür. Böylece Kur'ân'ın tabiriyle insanın kerametinin kendisine bağlı olduğu ‘takva’nın yüce makamına sonsuza dek sahip olmak üzere erişebilmeyi başarır.


Takva, insana birçok şey kazandırır. Örnek olarak;


a) Takvalı kimse, hayatında hiçbir zaman şaşırıp kalmaz. Her türlü hadisede nasıl hareket edeceğini ve ne yapacağını bilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurur:

"Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu kılar."5


b) Takva sahibi insan, karşılaştığı tüm hadiselerde hakla batılı birbirinden ayırt edebilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurur:

"Ey inananlar, Allah'tan korkup-sakınırsanız, O size (hakla batılı, hayırla şerri) ayırt etme kabiliyeti verir."6


c) Takva sahibi insan, işlerinde devamlı kolaylık görür. Nitekim yüce Allah şöyle buyurur:

"Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, Allah onun işine bir kolaylık verir."7


d) Takva, insanlara hem gökten, hem de yerden sayısız bolluklar ve bereketler inmesini sağlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurur:

"Eğer o ülkelerin halkı inanıp kötülüklerden sakınsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluklar ve bereketler açardık; fakat onlar yalanladılar, biz de onları kazandıkları nedeniyle yakaladık."8


Gerçek takvalı insana tahmin edemediği ve hesaplayamadığı yerden rızık ulaşır ve sıkıntısı giderilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurur:

"Kim Allah'tan korkup-sakınırsa... Allah onu ummadığı yerden rızıklandırır."9


e) Kur'ân-ı Kerim bütün insanların hidayeti için gönderilmesine rağmen kendisinden ancak takva sahiplerinin yararlanabileceğini vurguluyor. Kur'ân'ın nurundan ve içermiş olduğu hidayet belgelerinden sadece takvalılar faydalanırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurur:

"Bu, kendisinde asla şüphe olmayan bir kitaptır. Takva sahiplerine yol göstericidir."10


Müminlere şifa ve rahmet olarak indirilen Kur'ân-ı Kerim, zalimlere kendi yaptıklarından dolayı asla yarar sağlamaz. Nitekim yüce Allah şöyle buyurur:

"Biz Kur'ân'dan müminler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiririz. Oysa o, zalimlere ziyan artırmaktan başka bir katkıda bulunmaz."11


Şimdiye kadar söz konusu edilen hususlar, takvanın dünyevî sonuçlarından bazılarıydı sadece. Takvanın birçok uhrevî semereleri de vardır. Bunlardan en önemlisi takvanın keramet ölçüsü olmasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurur:

"Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında sizin en üstün olanınız (ırk ya da soyca üstün olanınız değil), en çok korunanızdır..."12


Bu hususta fazla bilgi edinmek isteyenler, ilgili ayet ve hadis kitaplarına bakabilirler.


Oruç ve Allah'a Tazim


Orucun farz kılınması, insanlara doğru yolu göstermesine ve onları hidayet etmesine karşılık, Allah'a tazimde bulunmak içindir. Oruç tutmak, insanoğluna Kur'ân'ı indiren Allah'ın ululuğunu ve büyüklüğünü fiilen izhar etmek içindir. Nitekim yüce Allah oruçla ilgili ayette şöyle buyurmuştur:


"(Size oruç farz kılındı)... Sizi hidayet etmesine karşılık Allah'ı ululamanız için."13


Oruç, nasıl tutulursa tutulsun, dış görünüş itibariyle Allah'ın büyüklüğüne delâlet eder, yüce Allah'a tazim sayılır. Çünkü orucun ve bedensel ihtiyaçlara bir süre ara verme eyleminin dış görünüşü, halis niyeti içerse de, içermese de, yüce Allah'ın azametine ve ululuğuna delâlet eder.


Oruç ve Allah'a Şükretmek


Oruç, indirdiği kitap vasıtasıyla hak ile batılı birbirinden ayıran Rabbe şükür ifadesidir. Nitekim yüce Allah oruçla ilgili üç ayetin sonunda şöyle buyurmuştur:


"...Umulur ki şükredersiniz."


Orucun Allah'ın nimetlerine, özellikle en büyük nimeti olan Kur'ân-ı Kerim'in indirilmesine karşılık bir şükür ifadesi olarak nitelendirilişi, ancak oruç ibadetinin anlamını, hakikatini kapsamasına bağlıdır. Eğer orucun anlamı tam olarak bilinir ve orucun hakikatine uygun olarak gerçekleşirse, böyle bir oruç şükür olarak nitelenebilir. Başka bir ifadeyle oruç o zaman şükür sayılabilir ki, tabiatın kirliliklerinden arınma ve nefsin en büyük arzu ve isteklerine ara verme eylemi, sırf Allah'ın rızasına yönelik olarak yapılmış olsun.


İnsan orucu tam anlamıyla ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak için tutarsa, o zaman şükür sayılabilir. Ancak sırf Allah'ın rızasını kazanmak için tutulmazsa, şükür ifadesi olarak algılanamaz; çünkü şükür verilen nimetleri kendi yerinde ve amacına uygun olarak kullanmak demektir.


Oruçla ilgili olarak bunun gerçekleşmesi birtakım şartlara bağlıdır. Bu şartların en önemlisi, orucun ihlâsla, halis niyetle tutulması, gerçek anlamının bilinmesi, felsefe ve hikmetlerinin idrak edilmesidir.


Bu yüzden, ayette orucun Allah'ı ululamak için tutulduğunu ifade eden cümleyle onun bir şükür ifadesi olduğunu açıklayan cümle arasında fark vardır. İlk cümlede net bir ifade kullanmıştır; ancak ikinci cümlede "Umulur ki" fiiline yer verilmiştir. Bu, orucun birtakım şartlara bağlı olduğunu gösterir. Nitekim oruçtan amacın takva olduğunu bildiren ayette de böyle bir ifade kullanılmıştı; her iki yerde de verilmek istenen mesaj aynıdır. Yani, ancak şartları gözetilerek tutulan oruç insanın takvalı olmasını sağlar ve böyle bir oruç şükür ifadesi sayılır. Aksi takdirde oruç Allah'a karşı yapılan tazimden başka bir şey olmaz. İnsan böyle bir oruçla ramazan ayının bereketlerinden hakkiyle yararlanamaz.  İnsana açlık ve susuzluktan başka bir şey kalmaz, tabiat âleminden melekler âlemine yükselemez.


Oruç ve İradenin Güçlenmesi


Şehvet ve içgüdülerin insan üzerindeki hâkimiyeti, hâkimiyet türlerinin en tehlikelisi olup insanı tamamen güçsüz ve tutsak bir hâle getirir; insanı alçaklık ve rezalet uçurumuna iter. İslâm'ın şehvetlerin sultasına karşı mücadeleyi, yiğitçe ayak diremeyi ve şehvetlerin zorlayıcı gücü karşısında dağ gibi iradeyle dikilmeyi "büyük cihat" olarak adlandırmasında yatan asıl hikmet de bu olsa gerek.


İlmihâl kitaplarında açıklanan şeylerden kaçınmaktan ibaret olan oruç, gerçekte insanın kendi benliğinin istekleriyle savaşması ve kendinde bulunan içgüdülere karşı direnmesidir. Bunun defalarca tekrarlanması ve insanın kendini sürekli eğitmesi, iradenin güçlenmesine yol açar. Canı, arzu ve isteklerin sultasından kurtararak özgür kılar. Çünkü kendisine önceden helâl olan şeylerden sakınan kimse, Allah'ın haram kıldığı şeylerden de kolaylıkla kaçınabilir.


Nitekim müminlerin emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurur:

"İnsanların en üstünü, nefsinin isteklerine karşı mücadele eden ve en güçlüsü de bu isteklere karşı zafer kazanan kimsedir."14


Dolayısıyla oruç tutanlar, halkın en iyileridirler. Çünkü onlar nefislerinin isteklerine karşı mücadele etmektedirler. Eğer gayret eder de tuttukları bu oruçla nefislerine egemen olmayı becerirlerse, halkın en güçlüleri de onlar olacaklardır elbet.


Oruç ve Gönül Berraklığı


Oruç, insanın derinliklerinde bilgi ve anlayış meşalesini tutuşturur:


"İçini yiyecekten temizle ki onda bilgi ışığını göresin."15


Oruç, şehvetlerin ve şeytanî tutkuların egemenliğinin, yerini takva ve ilâhî emirlere itaat edişe bırakmasıdır. Böylece şehvet ve arzuların ruhta yarattığı karanlık, iç aydınlığına ve gönül nuruna dönüşür.


Oruçtan kaynaklanan bu berraklık ve temizlik sonucu kişi, kendini bilerek sadece ağzını ve midesini yiyecek ve içeceğe kapamakla yetinmez; aynı zamanda elini, ayağını, gözünü, kulağını, dilini ve kısacası vücudunun tüm organlarını ve benliğini, Allah'ın haram kıldığı her şeye kapar.


Böylece günahı düşünmekten çekinen bir takva derecesine ulaşabilir. Bu, orucun yarattığı en doruk noktadır. Emirû’l-Müminin Ali (a.s) de bu yüce mertebeyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:


"Kalbin günah düşüncesine karşı oruçlu olması midenin, yiyecek ve içeceğe karşı oruçlu olmasından daha üstündür."16


Tabi ki bu, orucun dış görüntüsünü teşkil eden yemek ve içmekten kaçınmayı bırakmak anlamına gelmez. Aksine, bununla yetinmeyip aynı zamanda orucun manevî sonuçlarını da elde etmeye çalışmak gerektiği anlamına gelir. Çok ilginçtir; dış görüntüsüyle yetinilerek tutulan oruç bile, oruç tutan kimselerin ruhlarında bir devrim yaratmaktadır. Hepimizin bildiği gibi mübarek ramazan ayında kötülük ve fesat oranı çok azalmaktadır. Mübarek ramazan ayı gelip çattığında cinayet ve fesat eylemleri önemli ölçüde azalır; alabildiğine sarhoş olup nara atmalar, bıçak çekmeler ve sokak kavgaları özel bir azalma gösterir.


Kısacası şöyle diyebiliriz: Oruçtan kaynaklanan berraklık, temizlik ve oruçlu kimsenin kötülüklerden kendini koruması, onu günah işlemekten doğan ilâhî azabın ateşinden koruyan bir siper gibidir. Nitekim Peygamber efendimiz bu hususta şöyle buyurmuştur:

"Oruç insanı cehennem ateşinden koruyan bir siperdir."17


Oruç ve Sabır


Sabır, İslâm'da önemle vurgulanan ahlâkî erdemlerden birisidir. İnsan bireysel veya toplumsal yaşantısında birtakım sorunlarla karşılaşır. İnsanın ulaşmasını istediği birtakım amaçları vardır ve bu amaçlar uğruna mücadele etmek zorundadır. Sabır ve tahammül olmaksızın bu sorunları yenmek ve hedefe varmak mümkün değildir. Sabır, insanın direncini artırır, iradesini güçlendirir ve ona yapabilirlik gücü kazandırır. Zorluklara direniş göstermeyen bir toplum, kendi sorunlarını çözemez, düşmanlarına karşı koyamaz. Zalimlerin üstesinden gelmenin ve sömürücülerden kurtulmanın tek yolu, direniş ve sabır göstermektir.


Oruç, -özellikle susuzluğun tahammül sınırlarını zorladığı sıcak ve uzun yaz günlerinde- gözle görülür bir şekilde insana sabır ve direnç kazandırır. Zorluk ve sıkıntılara karşı tahammülü kolaylaştırır. Kur'ân-ı Kerim'de "Sabrederek ve namaz kılarak yardım dileyin."18 buyrulmuştur. Sabretmenin en somut örneklerinden birisi oruç tutmaktır. Nitekim bu ayetle ilgili olarak el-Kâfi adlı eserde İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilir:

"Bu ayette geçen 'sabır' kavramından maksat, oruçtur."19


Yine İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Birisi zor bir durumla karşılaştıysa veya başına bir musibet geldiyse, oruç tutsun. Çünkü yüce Allah 'Sabrederek yardım dileyin.' buyuruyor."20


Yine İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

"Hz. Ali (a.s) korkunç bir hadiseyle karşılaşınca, hemen namaza durur ve 'Sabrederek ve namaz kılarak yardım dileyin.' ayetini okurdu."


Bu rivayetlerden, felaketlerin ve zorlukların baş gösterdikleri durumlarda oruç tutmanın ve namaz kılmanın müstehap olduğu anlaşılıyor. Şunu da hatırlatalım ki, söz konusu ayet sadece oruçla sınırlı değildir. Sabrı oruca yorumlamak, genel kavramı örneklerine tatbik etmek babındandır.


Oruç ve Kanaat Etmek


Maddeci okulların tam tersine İslâm dini, dünya ve onun maddî nimetlerini manevî mükemmellik aracı ve ahiretin ebedi mutluluğuna götüren bir vesile olarak kabul eder. Bu nedenle İslâm kültürü zevk, lezzet alış ve tüketim kültürü değildir; aksine yetinme, fedakârlık ve üretim kültürüdür.


Maddeci okullarda insan vücudu ve bu vücudun yemek, içmek, yatmak vb. istekleri üstün ve asil istekler olarak kabul edilir. Oysa daha çok maddî yararlar elde edebilme hırsı ve sonu gelmez istekler, insana ancak ayak bağı olurlar. İslâm'da üstünlük ve insanı yüceltecek şey, ancak onun manevî boyutudur. Kanaat, fedakârlık ve azla yetinme, insanlığın yüce mertebesine ulaştıran araçlar olarak kabul edilir. Oruç, Müslüman'ı maddecilik içinde boğulmaktan, maddî lezzetler için hırsa kapılmaktan, tüketim ve cana düşkünlük yarışına girmekten korur ve başkalarını düşünmeyi, yaşamında diğer insanlara da yer vermeyi ona öğretir. Benliğinin cismanî isteklerine hâkim olması, ihtiyacı kadar tüketimle yetinmesi, israf ve savurganlıktan kaçınması yolunda onu eğitir.


Oruç, Müslüman'a az ile de yaşanılabileceğini, hırs ve tamahın ancak maddiyat içinde boğulmak ve maneviyattan sapmak demek olduğunu öğretir. Yaşamak için ille de bütün varlığıyla vücudunun zevklerini tatmine çalışmasının şart olmadığını pratik olarak gösterir.


Oruç, Müslüman'a yetinmeyi, ileri görüşlü ve kendine hâkim olmayı öğretir. Pek yüce ve değerli bir sıfat olan takva ve zühde erişme yolunda bu özelliğin bıraktığı etki ve değer inkâr edilemez. Azla kanaat edip yetinmesini bilen kişi, başkalarına muhtaç değildir. Artık bu yüzden zillete düşmez ve alçalmaz. Kendi kendine yeterli olmayı öğrenen bir toplumun kendine olan güven ve inancı artar. Böylece yersiz ve aşırı masraf ve tüketimden sakınarak kendi ayakları üzerinde durur ve yabancılara el açmaz artık.


Evet, oruç Müslüman az bir tüketimle yaşamayı öğretir ve böyle bir yaşamla tanıştırır onu. Gerçekten de Müslüman millet yararlı oruç farizasının verdiği ilhamla tüketim seviyesini aşağı indirerek elindekiyle yetinebilir ve böylece sömürücü güçlere karşı ekonomik açıdan süregelen bağımlılıklardan kurtulabilir. İslâm'ın ilk döneminde yaşayan Müslümanlar işte bu ruhla Allah yolunda kendilerine ait her şeyden vazgeçebiliyorlardı. Hatta savaş meydanlarında birkaç hurmaya kanaat eden bu yüce insanlar, sahip oldukları insanî değerle zaferler yaratmışlardır. Birçok defalar Müslümanlar İslâm düşmanlarıyla yaptıkları savaşı oruçlu olarak sürdürmüş ve çoğu kez oruçlarını şahadet şerbetiyle iftar etmişlerdir.


Allah'a kavuşma arzusu ve O'nunla buluşma hasretiyle yanıp tutuşan yiğitlerin yarattıkları kahramanlık destanları tarihin iftihar dolu sayfalarına geçmiştir. Onlar ölümsüzdürler. Selâmların en yücesi onlara; Allah'ın ve meleklerin selâmı üzerlerine olsun.


Oruç ve Fakirlerle Dert Ortaklığı


Orucun apaçık sonuçlarından biri de fakir ve eli darda kalmış yoksulların derdini paylaşma duygusunu tahrik etmesidir insanda. Rahat bir yaşamları olan, fakirliğin sıkıntısını çekmemiş, açlık ve susuzluğu tatmamış insanlar yoksulların hâlinden habersiz olabilirler. Oruç, bu gibi insanları gafletten kurtarır, yoksul insanları hatırlatır onlara.


Böylece yoksulların elinden tutulmasına ve onların dertlerinin giderilmesine yardımcı olur. İnsan oruç sayesinde, acıma ve merhamet duygularının ön plâna çıkmasıyla yücelik kazanır. Bu nedenle mübarek ramazan ayında bağışlarda bulunmak, yoksulları yedirip içirmek ve bu tür yardımlaşmalar önemle hatırlatılmıştır.


Ve yine bu nedenle ramazan ayı, "Muvasat ayı" olarak adlandırılmıştır. "Muvasat" rızık ve geçimde kardeşlerin ortak edilmesi demektir. Bundan amaç, Müslümanların birbirlerine ihsanda bulunmalarını sağlamak ve bu değerli özelliği kişiliklerine mal ederek toplumu kin ve garazdan kurtarmaktır. Böylece toplumun bütün bireyleri bir arada kardeşçe yaşayacak ve Allah'ın nimetlerinden hep birlikte yararlanacaklardır. Oruç tutan Müslümanlar, orucun bu insanî boyutlarına dikkat etmeli ve oruç farizasını gerektiği gibi yerine getirerek ramazan ayını, bu aya layık bir şekilde bitirmelidirler. Bu durumda İslâm'ın bu yapıcı programlarından toplumun tüm bireyleri yararlanabilir ancak.


İmam Hasan Askerî'ye (a.s), "Oruç niçin farz edilmiştir?" diye sorulduğunda "Zengin açlığın ıstırabını tatsın ve fakirle ilgilensin diye." cevap verdi.21


Hişam, İmam Sadık'tan (a.s) orucun farz ediliş nedenini sorunca, İmam şu cevabı vermişlerdir:

"Yüce Allah, fakirle zenginin birbirleriyle eşit olması için orucu farz kılmıştır. Çünkü zengin, açlığın ne demek olduğunu bilmemiştir ki fakire acısın! Daima istediğini elde edebilecek imkâna sahip olmuştur. Yüce Allah, kulları arasında bir tekdüzelik yaratmak ve zenginin açlığı tatmasını sağlamak istemiştir. Eğer böyle olmasaydı zengin, yoksulluk ve açlık içinde kıvranan insanlara acımaz, onlara merhamet etmezdi."22


Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:


"Ey insanlar! Her kim bu ayda oruçlu bir mümine iftar verirse ona bir köle azat etmenin sevabı verilir ve geçmiş günahları affedilir."


Birinin, "Ya Resulullah (s.a.a)! Bizim hepimiz bir mümine iftar verecek güçte değiliz." demesi üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu:

"Bir hurma tanesiyle veya bir içim suyla da olsa cehennem ateşinden kurtulmaya çalışın."


Oruçla ilgili amaçlanan bu faydanın gerçekleştiği herkesçe malumdur. Bu ayda yoksulları yedirip içirme ve bağış oranı artmaktadır.


Oruç ve Düzen


Vaktin değerini bilip zamanı gereğince değerlendirmek, işlerde düzen ve disiplin oluşu, uygar olmanın bir göstergesi, başarı ve ilerlemenin önemli etkenlerinden biridir. Bazıları bunun Batılıların yaşam özelliklerinin ve onların uygarlıklarının bir parçası olduğunu sanabilirler.


Oysa disiplin ve vaktin düzenli bir şekilde tanzim edilip ayarlanması, İslâm'ın asil tavsiyelerinden biridir. Hz. Ali (a.s), vasiyetnamesinin ilk satırlarında çocuklarına şöyle buyurmaktadır:

"Size, tüm çocuklarıma, bana bağlı olanlara ve vasiyetimin kendilerine ulaştığı herkese takvalı, disiplinli ve düzenli olmayı tavsiye ederim."23


İslâm farizaları, genellikle İslâm'ın düzen ve disipline verdiği önemin şahididirler. Günlük namazlar, kendilerine has vakitlerinde kılınmalıdır; öyle ki özel vakitler bir dakika bile ileri yahut geri alınamaz. Hac merasimi, kendine mahsus bir zaman ve mekânda yerine getirilmelidir. Nitekim oruç da mübarek ramazan ayında hilâlin görülmesiyle başlayıp şevval ayında hilâlin görülmesiyle sona erer. Aynı şekilde oruç için saptanan gün boyu tan yerinin ağarmasından akşam vaktinin başlamasına kadardır. Ramazan ayının Kameri aylardan olması nedeniyle yılın dört mevsimi zamanla ramazana tekabül eder. Kimi zaman uzun yaz günlerine rastlar. Hangi şartlarda olursa olsun, tan yerinin ağarışı ve akşam vaktinin girişi tam dakik olarak belirlenmelidir. Oruç tutan kimse bu düzen ve disiplinden asla cayamaz. Bizzat bu şartlar, Müslüman'ın dakik ve muntazam olması gerektiğini, kendi yaşamını böylesine bir disiplin ve sistematik düzen üzerine kurmasının şart olduğunu göstermektedir.

- - - - - - - - - 

Kaynaklar


1- Bihar'ul-Envar, c.96, s.255
2- Sefinet'ul-Bihar, Tıbb mad.
3- Yeni Metot, Oruç. Alexis Sofori
4- Vesail'uş-Şia, Kitab'us-Savm, c.7, s.228
5- Talak, 2
6- Enfâl, 29
7- Talak, 4
8- A'râf, 96
9- Talak, 3
10- Bakara, 2
11- İsrâ, 82
12- Hucurât, 13
13- Bakara, 185
14- Gurer'ul-Hikem
15- Bostan ve Gülistan, Sa'di
16- Gurer'ul-Hikem
17- el-Vafi, c.7, s.5
17- Bakara, 45
18- el-Kâfi, c.4, s.63, h: 7
19- el-Kâfi, c.3, s.480, h:
20- el-Kâ, c.4, s.63 ve 66
21- el-Kâfi, c.4, s.181
22- el-Vafi, c.2, Kitab'us-Savm, s.8
23- Nehc'ül-Belâğa, Mektup: 47