.
.

Bismillâhirrahmânirrahîm

Kur’ân’da Hz. Îsâ (a.s)

“Meryem oğlu Îsâ Mesîh, sadece Allah'ın elçisidir.” [1]

Îsâ

Batı dillerinde Îsâ karşılığında kullanılan Jesus isminin aslı Yahve kurtuluştur, Yahve kurtarır anlamındaki İbrânîce Yehôşûa’nın kısaltılmış şekli olan Yeşua’dır. Kelime Iesous şeklinde Grekçe’ye, oradan da Iesus biçiminde Latince’ye geçmiştir.

Ahd-i Atîk’in Yunanca tercümesinde Yoşua [2], Yehôşûa [3] ve Yeşua [4] kelimeleri hep Iesous olarak kaydedilmiştir. Ahd-i Cedîd’de yer aldığı şekliyle Îsâ ismi ona, meleğin Hz. Yûsuf’a (a.s) [5] ve Hz. Meryem’e (s.a) tâlimatı doğrultusunda verilmiştir. Matta, Îsâ kelimesine kurtarıcı [6] anlamı vermektedir. [7]

Kur’ân Kerîm’de Meryem oğlu Îsâ yirmi beş yerde, Îsâ [8] ve Mesîh [9] olarak onbir yerde geçer.

Mesîh

Batı dillerinde Christ şeklinde ifade edilen Mesîh kelimenin aslı Grekçe Hristos’tur. Îsâ ad, Mesîh ise unvandır. Ahd-i Cedîd’de Îsâ, Mesîh sıfatı yanında Rab, Kurtarıcı, Allah’ın oğlu, Allah’ın kulu, İyi çoban, Gerçek, Hayat gibi unvanlar da taşımaktadır.

Mesîh, Asur dilinde Maşâhu, Ârâmîce Meşiha, Grekçe Christos, Latince Christus, İbrânîce Mâşâh ve Arapça Meseha olup el sürmek, elle sıvazlamak, boyutunu anlamak için eli bir şeyin üzerine koymak, yağ sürmek, yağla meshetmek anlamlara gelmektedir.

Mesîh terim olarak yağ sürülmüş, yani yağla meshetmek sûretiyle bir işe hasredilmiş, dinî bir görevi ifaya elverişli hâle getirilmiş, dinî bir görevle vazifelendirilmiş, Tanrı’nın bir görev tevdi etmek üzere el koyduğu kişi manasına gelmektedir.

Müslüman dilcilerin çoğu, Kur’ân’da Hz. Îsâ’nın (a.s) adı veya lakabı şeklinde geçen Mesîh kelimesinin Arapça bir kökten silmek, su ile meshetmek, temizlemek, düzlemek anlamlarına geldiğini kabul etmektedirler. İslâm kaynaklarındaki rivâyetlere göre, Hz. Îsâ’ya (a.s) bu ad, çok gezdiği, dokunmak sûretiyle hastaları iyileştirdiği, yağla meshedilmiş olarak doğduğu, doğduğunda şeytan ilişmesinden korunması için Hz. Cebrâil’in (a.s) kendisine kanadıyla dokunduğu, güzel yüzlü olduğu için verilmiştir. [10]

* * *

Nitelikleri

Allah’tan Bir Kelime Oluşu

Kur’ân’da, Hz. Îsâ (a.s) “Allah’tan bir kelime” [11] olduğu ifade edilir.

Kur’ân’da, k-l-m kök harflerinden oluşan kelime sözcüğü yetmiş beş yerde geçmekte ve şu anlamlara gelmektedir: Konuşmak [12], Allah’ın vahyi [13], Söz [14], Îsâ [15], Allah’ın ilmi [16] ve Allah’ın emirleri [17].

Kelime sözlükte, yaralamak, tesir etmek anlamına gelen kelm kökünden türetilmiş bir isim olup, nahiv’de bir manaya delâlet eden lafız demektir. Kelime, herhangi bir zaman sîgasıyla alâkalandırılmadan bir manaya delâlet ediyorsa isim, manaya delâletinde bir zaman sîgasına bağlıysa fiil, tek başına bir anlam taşımıyorsa harf’tir.

Âyette geçen kelime, bâkire Meryem’e ilkâ edilen ve yaratma kelimesi olan tekvinî (varoluşsal) “ol” kelimesidir. Bu da yüce Allah’ın dilediği bir şeye “kun” (ol) [18] demesidir. Kelime’den maksat, Meryem oğlu Îsa Mesîh’tir. [19]

Allah’tan Bir Rûh Oluşu

Kur’ân’da, Hz. Îsâ’dan (a.s) “O’ndan bir rûh” olarak da bahsedilmekte [20], Hz. Meryem’e (s.a) rûhtan üflendiği [21], böylece Hz. Îsâ’nın (a.s) hayat bulduğu belirtilmektedir. Buradaki rûh kelimesi, yüce Allah’ın emri, üflemesi, rahmet ve hayat şeklinde yorumlanmaktadır.

Kur’ân’da, r-v-h kökünden kelimeler elli yedi yerde geçmekte ve şu manalara gelmektedir: Getirip götürmek [22], Rahmet [23], Güzel rızık [24], Cebrâil [25], Rûh [26], Vahiy [27], Rüzgâr [28], Koku [29], Güç [30] ve Allah’ın lütfu [31].

Peygamberliği ve Mûcizeleri

İslâm inancına göre Hz. Îsâ (a.s), ne Hristiyanların iddia ettikleri gibi bir Tanrı veya Tanrı’nın oğlu ne de Yahûdîler’in iddia ettikleri gibi sıradan bir insandır, o yüce Allah’ın gönderdiği bir nebî [32] ve resûl’dür [33], İsrâîloğulları’na gönderilmiş bir peygamberdir [34], kendisine İncil verilmiştir. [35] Tevrât’ı tasdik etmiştir. [36] Hz. Îsâ (a.s), “Muhakkak ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir.” [37] diyerek İsrâîloğulları’nı tek olan yüce Allah’a kulluğa davet etmiş [38], yüce Allah’ın kulu olduğunu belirtmiştir. [39]

Mâbed’e adanmış, itaat ve ibadetle meşgul olmuş, yüce Allah tarafından rızıklandırılmış olan Hz. Meryem’den (s.a) [40] babasız dünyaya gelmiş [41], böylece hem anne hem oğul ilâhî kudrete bir alâmet kılınmıştır. [42] Hz. Îsâ’nın (a.s) Kur’ân’da gösterdiği mûcizeler şunlardır: Beşikte iken ve olgun bir insan tavrıyla konuşmuştur. [43] Çamurdan yaptığı kuş şekline üfleyip onu canlandırmıştır. [44] Anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirmiştir. [45] Ölüleri diriltmiştir. [46] Evlerde yenilen ve biriktirilen şeyleri haber vermiştir. [47] Sema’dan sofra indirilmiştir. [48]

Rûhulkudüs ile Teyit Edilmesi

Hz. Îsâ (a.s), hem doğumu sırasında hem İsrâîloğulları arasında görev yaparken Rûhulkudüs ile desteklenmiştir. Rûhulkudüs ile desteklenme ifadesi Kur’ân’da sadece Hz. Îsâ (a.s) için kullanılmaktadır. “Meryem oğlu Îsa'ya da açık deliller verdik ve onu Rûhulkudüs (Cebrâil) ile destekledik.” [49]

Hz. Muhammed’i (s.a.a) Müjdelemesi

Kur’ân’a göre Hz. Muhammed’in (s.a.a.) geleceği Tevrât ve İncil’de yazılıdır. [50] Hz. Îsâ (a.s), kendisinden sonra gelecek Ahmed adındaki peygamberi müjdelemiştir.

Hani o vakit Meryem oğlu Îsâ da: ‘Ey İsrâîloğulları! Kesinlikle ben, Allah’ın size (gönderdiği) bir elçiyim. Benden önceki Tevrât’ı tasdik edici ve benden sonra ismi ’Ahmed’ olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim’ demişti. Fakat O, onlara kesin belgelerle gelince: ‘Bu, açıkça bir büyüdür’ demişlerdi.” [51]

Kur’ân’a göre Hz. Îsâ (a.s) bütün üstün özelliklerine rağmen bir insan ve bir kuldur. [52] Hiçbir zaman kendisinin Tanrı edinilmesini söylememiş ve yalnız yüce Allah’a kulluğu öğütlemiştir. [53] Kur’ân teslîsi açıkça reddetmekte, temel prensip olarak tevhidi ortaya koymaktadır. [54]

Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Îsâ (a.s) hakkında on beş sûrede doksan üç âyette ismi veya bir sıfatı ile zikredilmekte, ağırlıklı olarak Âl-i İmrân, Mâide ve Meryem sûrelerinde doğumunun müjdelenmesi, dünyaya gelişi, tebliği, mûcizeleri, dünyevî hayatının sonu ve yüce Allah katına yükseltilişiyle ilgili olarak bilgi verilmektedir.

Kur’ân’da, Hz. Îsâ (a.s) yirmi beş defa Îsâ [55], on altısı Îsâ kelimesiyle birlikte olmak üzere yirmi üç defa İbn Meryem [56] ve Mesîh kelimesi ya tek başına ya da Mesîh Îsâ b. Meryem şeklinde on bir [57] yerde geçmektedir.

Kur’ân’da, Hz. Îsâ’ya (a.s) verilen diğer isim ve unvanlar şunlardır: Rûhullah (Allah’ın rûhu) [58, abd (Allah’ın kulu) [59], nebî (peygamber) [60], resûl (elçi) [61], Tevrât’ı tasdikleyen ve kendisine İncil’in verildiği [62],

Hz. Muhammed’i (s.a.a) müjdelediği bildirilen [63], rahmet [64], vecîh (şerefli, kadri yüce) [65], göz aydınlığı [66], münebbi (haber veren) [67], musaddık (doğrulayıcı) [68], âyet (mû’cize sahibi) [69], merfû (yükseltilen) [70], temizlenmiş [71], mübârek (bereketli olan) [72], mübeşşir (müjdeleyici) [73], sâlih (iyilerden olan) [74], müeyyed (teyit edilen, desteklenen) [75], İsrâîloğulları’na gönderilen bir peygamber [76] ve âlemlere üstün kılındığı bildirilmiştir. [77]

Dört seçkin aileden biri de Hz. Îsâ’nın (a.s) annesi Hz. Meryem’in (s.a) mensubu bulunduğu İmrân ailesidir. Kur’ân’da Hz. Îsâ’nın (a.s) annesi Hz. Meryem (s.a) hakkında, Hz. Îsâ’nın (a.s) doğumunun müjdelenmesi münasebetiyle de bilgi bulunmaktadır. Kur’ân’a göre Hz. Meryem (s.a), ailesinden ayrılarak kendisine tahsis edilen yerde yaşarken yüce Allah’ın rûhunu (Cebrâil) tastamam bir insan şeklinde karşısında görünce korkudan yüce Allah’a sığınarak ondan kendisine dokunmamasını ister. Melek ise ona tertemiz bir erkek çocuk bağışlamak üzere yüce Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu söyler. Hz. Meryem’in (s.a), kendisine bir erkek eli değmediği, iffetsiz olmadığı hâlde nasıl çocuğu olabileceğini sorması üzerine melek bunun yüce Allah için kolay olduğunu bildirir. [78] Sonuçta Hz. Meryem (s.a) kendisine hiçbir erkek eli değmemişken Hz. Îsâ’ya (a.s) hamile kalır. [79]

Hz. Îsâ’nın (a.s) müjdelenmesiyle ilgili olarak İncil’de verilen bilgilerle Kur’ân’daki bilgiler arasında benzerlik ve farklılıklar vardır. Her iki anlatımda da Hz. Meryem (s.a) bâkiredir, fakat İnciller’e göre Hz. Yûsuf (a.s) adlı bir kişiyle nişanlıdır. Luka İncili’nde [80], Hz. Meryem’e (s.a) müjde veren melek Cebrâil ile hamile kalmasına vesile olan Rûhulkudüs aynı değildir.

Kur’ân’da ise yüce Allah, Hz. Meryem’e (s.a) gönderilen melekten “bizim rûhumuz” [81] diye söz eder ve genellikle bunun Cebrâil olduğu kabul edilir. [82] Melek, Hz. Meryem’e (s.a) müjdeyi vermiş, daha sonra yüce Allah rûhundan üflemiş ve Hz. Meryem (s.a), Hz. Îsâ’ya (a.s) hamile kalmıştır. [83] Diğer taraftan Kur’ân, Hz. Îsâ’nın (a.s) babasız dünyaya gelmesini Hz. Âdem’in (a.s) yaratılışıyla mukayese etmektedir. [84]

Hz. Meryem (s.a), Hz. Îsâ’yı (a.s) dünyaya getirdikten sonra kavminin yanına döner. Kavmi, bâkire Hz. Meryem’i (s.a) kucağında çocukla görünce çocuğun gayri meşrû bir ilişkinin ürünü olduğunu sanarak, “Ey Meryem! Gerçekten sen iğrenç bir şey yaptın. Ey Hârûn’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi, annen de iffetsiz değildi” [85] derler.

Bunun üzerine beşikteki Hz. Îsâ (a.s) şunları söyler: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitâb-ı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır” [86]

Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Îsâ’nın (as) doğumundan itibaren tebliğ faaliyetine kadar geçen dönemle ilgili olarak sadece Hz. Meryem (s.a) ve oğlunun iskâna elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirildikleri bildirilmektedir. [87]

İslâmî kaynaklarda, Hz. Meryem’in (s.a) yanında Hz. Yûsuf’dan (a.s) söz edilir. Hz. Meryem’in (a.s) hamile olduğunu anlayan Hz. Yûsuf (a.s) bunu iyi karşılamaz, fakat daha sonra durumu anlayınca Hz. Meryem’in (s.a) işlerini de kendisi yapar. Doğum yaklaşınca yüce Allah’ın emriyle Hz. Yûsuf (a.s), Hz. Meryem’i (s.a) oradan uzaklaştırır ve bir hurma ağacının altında Hz. Îsâ (a.s) dünyaya gelir. [88]

Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Îsâ’nın (a.s) doğduğundan, öleceğinden ve tekrar hayata döneceğinden söz edilir. [89] Ancak genel İslâmî telâkkiye göre onun bu dirilişi, Hristiyanlık’taki gibi çarmıha gerildikten sonraki diriliş değil, kıyamet sonrası diriliştir. Nitekim Kur’ân’a göre, Hz. Îsâ (a.s) çarmıha gerilmemiştir. Yahûdîler, Hz. Îsâ’nın (a.s) tebliğ ettiği mesajdan hoşlanmamışlar ve onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır. [90]

“Allah elçisi Meryem oğlu Îsâ’yı öldürdük demeleri yüzünden onları lânetledik. Hâlbuki onu ne öldürdüler ne de astılar, fakat öldürdükleri onlara Îsâ gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedir; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir sağlam bilgileri yoktur. Kesin olarak onu öldürmediler, bilâkis Allah onu kendi nezdine kaldırmıştır.” [91]

Böylece Hristiyanlık’ta önemli bir dinî inanç olan, insanların günahına kefâret olmak üzere Hz. Îsâ’nın (a.s) çarmıha gerilmesi hadisesinin İslâm’da kabul edilmediği görülmektedir.

Kur’ân’da, Hz. Îsâ’nın (a.s) öldürülmediğini ve çarmıha gerilmediğini bildiren âyette yer alan “şübbihe lehüm=kendilerine benzer gösterildi” [92] fadesi, çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Bu ifadenin şekillendirdiği İslâm geleneğine göre, çarmıh ve çarmıha gerilen bir kişi vardır, fakat bu Hz. Îsâ (a.s) değildir. İslâmî rivâyetlere göre, çarmıha gerilen kişi, Hz. Îsâ’nın (a.s) yerini Yahûdîlere ve Roma makamlarına gösteren Yahûda İskaryot’tur. Hain Yahûda tam Hz. Îsâ’yı (a.s) ele vereceği sırada Hz. Îsâ’nın (a.s) sûretine büründürülmüş ve Hz. Îsâ (a.s) yerine çarmıha kendisi gerilmiştir.

Diğer bir rivâyete göre ise, çarmıha gerilen kişi haçı taşıması için görevlendirilen Kirinuslu Simun’dur. Bu kişinin Hz. Îsâ’nın (a.s) tıpatıp benzeri olan başka bir şahıs olduğunu söyleyenler de vardır. Buna benzer bir yorum Hristiyan dünyasında da yapılmıştır. Docetler’e (Docetes=Aphtartolâtres) göre, Hz. Îsâ’nın (a.s) ıstırap çekmesi ve çarmıha gerilip öldürülmesi sadece görüntüdedir; aslında onun yerine bir benzeri, belki de Kirinuslu Simun çarmıha gerilmiştir. [93]

Kur’ân’da, Hz. Îsâ’nın (a.s) Yahûdîler tarafından öldürülmediği ve asılmadığı açıkça belirtilmekle birlikte âkıbeti, ölüp ölmediği ve semaya ref‘inin nasıl olduğu konusu, hem Müslümanlarla Hristiyanlar arasında, hem de Müslümanların kendi aralarında tartışmalıdır. Hz. Îsâ’nın (a.s) dünyevî hayatının sonuyla ilgili âyetlerde yer alan iki kavram büyük önem taşımaktadır. Bunlar “teveffî=can almak” ve “ref=yükselmek” kavramlarıdır.

“Yüce Allah, buyurmuştu ki: ‘Ey İsa! Doğrusu Ben senin (dünya) hayatına (şimdilik) son vereceğim (müteveffîke), seni (insanların erişemeyeceği şekilde onlardan uzaklaştırıp) Kedime yükselteceğim (râfiuke), seni kâfirlerin (ithamlarından) temizleyeceğim ve sana uyanları (zafere eriştireceğim ve) kıyamete kadar inkâra sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedip (yargılayacağım).” [94]

Yüce Allah, Hz. Îsâ’ya (a.s) “Beni ve annemi Allah’tan başka iki tanrı bilin diye sen mi dedin?” diye sorduğunda, Hz. Îsâ (a.s) “Ben onlara ancak bana emrettiğini söyledim. Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onları kontrol ediyordum. Beni vefat ettirince, artık onların üzerine gözetleyici yalnız sen oldun” [95] diye cevap vermektedir. Bu âyetlerden, önce teveffînin ve ardından ref hadisesinin olacağı anlaşılmaktadır. Yahûdîlerin Hz. Îsâ’yı (a.s) öldüremedikleri, asamadıkları, bilâkis yüce Allah’ın onu kendi nezdine aldığı belirtilmektedir. [96]

Buradan ve nüzûl-i Îsâ ile ilgili hadislerden hareketle genelde Îsâ Mesîh’in “ruh mâa’l-cesed” yüce Allah katına ref olunduğu, kıyametten önce tekrar geleceği ve o zaman rûhunun kabzedileceği kabul edilmektedir. Bu görüşü benimseyenlere göre, Hz. Îsâ (a.s) Yahûdîler tarafından öldürülmemiş, Hz. Îsâ’ya (a.s) benzer bir kişi çarmıha gerilmiş veya Hz. Îsâ’nın (a.s) çarmıha gerildiği zannedilmiş, Hz. Îsâ (a.s) semaya ref edilmiştir; kıyamette tabii olarak ölecek ve genel dirilişle o da dirilecektir.

Diğer taraftan Hz.Îsâ’nın (a.s) öldürülmekten ve çarmıha gerilmekten kurtulduğu, fakat “Hani Allah demişti ki: ‘Ey Îsâ! Doğrusu Ben, seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz Bana olacak. İşte o zaman, ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda Ben hükmedeceğim” [97] âyeti gereği dünyevî ömrünü tamamlayıp vefat ettiği, rûhunun yüce Allah katına yükseltildiği görüşü de ileri sürülmektedir. [98]

Kur’ân-ı Kerîm’de hiçbir peygamberin adı, “falan oğlu falan” şeklinde babasına veya annesine nispet edilerek anılmamaktadır. Sadece Hz. Îsâ’nın (a.s) adı, “Meryem oğlu Îsâ Mesîh” [99] olarak geçmekte ve annesine nispet edilmektedir.

Kurân, Hz. Îsâ’yı (a.s) abd (Allah’ın kulu) [100], nebî (peygamber) [101], resûl (elçi) [102], Tevrât’ı tasdikleyen ve kendisine İncil’in verildiği bildirilen [103], Hz. Muhammed’i (s.a.a) müjdeleyen [104], İsrâîloğulları’na gönderilen [105] ve âlemlere üstün kılındığını bildirilmiştir. [106]

Kur’ân’a baktığımızda Hz. Îsâ’a (a.s) ait olan iki duanın Mâide sûresi [107] içinde yer aldığını görmekteyiz. Mâide, üzerine yemek bulunan sofra ya da içinde yemek bulunan tabak demektir.

Hz. Îsâ’nın (a.s) davetine sadece on iki kişi [108] icabet etmişti. Kur’ân, bu insanlara Havârîler [109] diye adlandırmaktadır. “Ey iman edenler! Allah’ın (dininin) yardımcıları olun (ve hak davanın gayretini çekin). Şunun gibi ki; Meryem oğlu Îsâ, Havârîlere: ‘Allah’a (giden yolda ve hak davası uğrunda) benim yardımcılarım kimlerdir?’ demişti de, Havârîler de; ‘Allah’ın yardımcıları bizleriz’ (diye cevapt vermişlerdi.) [110]

Havârîler, yeni iman ettikleri sırada Hz. Îsâ’dan (a.s) şöyle bir istekte bulunmuşlardı:

“Hani Havârîler, ‘Ey Meryem oğlu Îsâ! Rabbin bize gökten donatılmış bir sofra indirebilir mi? (Bunu maslahat görür mü?)’ demişlerdi.” [111]

Havârîlerin bu sorularının arka planında olağanüstü bir mûcize isteği vardı. Hâlbuki mûcizeler asıl gaye değil, peygamberliğin doğruluğunu anlamada birer delildirler. Mü’min kimse ise zaten iman etmiştir. Ayrıca mûcize istemeye ihtiyaç duymaz. Gerçekte mûcize istemek küfrün işaretidir. Yüce Allah’ın gücünü deneme sevdasıdır. İşte bu gerçeklerden dolayı Hz. Îsâ (a.s), Havârîlerine şu uyarıyı yapar:

“Îsa, ‘Eğer inanan kimseler iseniz, Allah’tan korkun’ demişti.” [112]

Yani sizin böyle bir isteğiniz, yüce Allah’ın kudretinde ve benim nübüvvetimin sıhhatinde şüphede olduğunuzu imâ eder ve imin iddianızı şüpheli gösterir. Bu tavır üzerine Havârîler, özür dileme makamında isteklerini ve samimiyetlerini açıklayarak şöyle derler:

“Onlar, ‘İstiyoruz ki, ondan yiyelim, kalplerimiz sakinleşsin, bize (Rabbinden tebliğ ettiğin hususlarda) doğru söylediğini kesin olarak bilelim ve buna tanıklık edenlerden olalım’ demişlerdi.” [113]

Hz. Îsâ (a.s), onların maksatlarının masum bir niyete dayalı olduğunu anlayınca ve Havârîlerin bu isteklerinden vazgeçmeyeceklerinin anlayıp dua etmeye karar verdi:

اللّٰهُمَّ رَبَّنَٓا اَنْزِلْ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِ تَكُونُ لَنَا ع۪يدًا

لِاَوَّلِنَا وَاٰخِرِنَا وَاٰيَةً مِنْكَۚ وَارْزُقْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ

“Meryem oğlu Îsâ şöyle dedi: Allah’ım! Ey Rabbimiz! Bize gökte bir sofra indir ki, (bugün) hem öncekilerimiz, hem de sonrakilerimiz için bir bayram ve Senden bir mûcize olsun. Bize rızık ver. Sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” [114]

Hz. Îsâ (a.s), sofra isteme konusunda kendisini de Havârîler arasına kattı ve “Allah’ım! Ey Rabbimiz!” diyerek geniş kapsamlı bir ifade ile Rabbine seslenerek işe başladı. Oysa Havârîler, ona “Rabbin bize gökten donatılmış bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi.

Bu dua peygamberlerin Kur’ân’da nakledilen duları arasında başlangıcının özelliği sebebiyle tektir, bir başka benzeri yoktur. Çünkü bu dua, “Allah’ım! Ey Rabbimiz!” diye başlıyor. Bunun yegâne sebebi, dua konusu olayın inceliği ve girişin muhteşemliğidir. Evet, Kur’ân’da aktarılan övgü çeşitlerinde bu tür bir girişe rastlanmamaktadır. Şu âyetlerde olduğu gibi: “De ki: Hamd Allah’a mahsustur.” [115] , “De ki: Allah’ım! Ey mülkün mâliki…” [116]

Hz. Îsâ (a.s) bu seslenişin arkasından, bu inecek sofra hakkında kendisi ve arkadaşları için amaç niteliğinde bir unvan ortaya koydu. Bu unvan inecek sofranın kendisi ve ümmeti için bayram olmasıdır. Havârîler, istekleri sırasında incek sofranın kendilerine mahsus bir bayram olmasını istediklerini söylememişlerdi.

Fakat Hz. Îsa (a.s), bu isteğine güzel bir unvan taktı ve onu güzel bir kalıba döktü. Maksadı, elleri altında ve gözleri önünde birçok ilâhî mûcize varken başka bir mûcize isteğinde bulunma görüntüsünden kurtulmak ve isteğinin yüce Allah’ın hoşuna gidecek, O’nun yüceliği ile çelişmeyecek bir istek olmasını sağlamaktır. Çünkü bayram halk arasında söz birliği meydana getirir, milletin hayatını yeniler, bayram yapanlarının gönüllerini çoşturur, her tekrarlanışında dinin yceliğini ilân eder.

Bundan dolayı Hz. Îsâ (a.s) “hem öncekilerimiz ve hem sonrakilerimiz için bayram olsun…” dedi. Bu mûcize türü sadece Hz. Îsâ’nın (a.s) kavmine mahsus olduğu gibi, bu bayram da onlara mahsusutur. [117]

Bu duaya yüce Allah’tan şu karşılık gelir:

“Allah da şöyle buyurdu: Ben şüphesiz onu size indireceğim; ama ondan sonra kim inkâr ederse, ona âlemlerde hiç kimseye yapmayacağım azabı yaparım.” [118]

Hz. Îsâ’nın (a.s) ikinci duasının yapılış gerekçesini Kur’ân şu şekilde anlatmaktadır:

“Hani Allah dedi ki: Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara, ‘Allah’tan başka beni ve annemi de iki tanrı edinin’ dedin? Îsa şöyle dedi: ‘Hâşâ, Sen (her türlü noksanlıklardan) yücesin. Gerçek olmadığını bildiğim bir sözü söylemeye benim hakkım yoktur. Eğer böyle bir şey söyleseydim Sen mutlaka onu bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, fakat ben Senin özündekini bilemem. Çünkü Sen gizli olan her şeyi hakkıyla bilirsin.”

“Ben onlara, ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ diye, Senin bana emrettiğinden başka bir şey söylemedim. Fakat beni tam olarak (onların içinden) alınca onların (amellerinin) tek koruyucusu Sen oldun. Ve Sen her şeyin şahidisin.” [119]

Bu âyetlerden anlaşılan odur ki, âyet müthiş bir azarlama ile başlamaktadır. Şüphe yok ki, bu azarlamanın asıl hedefi Hz. Îsâ (a.s) değil, onu ilâh edinen üçlü tanrı (teslis) ınanışı sahipleridir. Bu âyetlerden anlaşılıyor ki, yüce Allah’tan başka Hz. Îsâ’yı (a.s) ilâh edinenler bulunduğu gibi, annesi Hz. Meryem’i (s.a) ilâh kabul edinenler varmış.

İşte bunun için Hz. Îsâ (a.s); yüce Allah’a sığınan, huşu ve huzur, dehşet ve çıpınışlarla dolu cevap ile başlıyor sözlerine. Kendisinin söylenen sözlerden uzak olduğuna yüce Allah’ın zâtını şahid tutuyor.

Ayrıca yüce Allah’ın huzurunda küçüklüğünü belirterek kul olmanın ve ilâhlığın özelliklerini açıklıyor. Sonun da ise onların bütün işini yüce Allah’a havale ederek sadece O’nun kulu olduklarını belirtiyor ve şöyle dua ediyor:

اِنْ تُعَذِّبْهُمْ فَاِنَّهُمْ عِبَادُكَۚ وَاِنْ تَغْفِرْ لَهُمْ فَاِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

“Eğer onları azaba çaptırırsan onlar Senin kullarındır. Eğer günahlarını affedersen şühe yok ki Sen izzet ve hikmet sahibisin.” [120]

Bu âyetin anlamı şudur: Ümmetimin içine düştüğü çirkin müşriklikten ben sorumlu değilim. Onların işlerinin içinde bulunmadım ki, onlar hakkında dileğin uyarınca vereceğin hükümden onlarla ortak olayım. Onlar, Senin haklarında vereceğin hükümle baş başadırlar. Onlara Sen ne istersen onu yaparsın. Eğer onlar, Sana ortak koşanlar hakkında Cehennem azabını gerekli kıldığın hüküm gereği azaba çarptırırsan ve onlar hakkındaki hükmün böyle olursa, onlar Senin kullarındır. Onlar hakkında ne gibi ne gibi tedbirler alacağını kararlaştıracak olan Sensin. Müşriklikleri yüzünden onları gazabına uğratmak Senin elindedir. Çünkü Sen gerçek Mevlâsın ve kulların işi Mevlânın elinde olur. Eğer onların yaptıkları bu büyük zülmün izlerini silerek onları affedersen, Sen aziz ve hakîm’sin; izzetin (mutlak güç) ve hikmetin hakkı Sana aittir. Aziz ve Hakîm olan zülmü affeder. [121]

----------

[1]- 4/Nisâ: 171.
[2]- Kitân-ı Mukaddess, Çıkış, 17/10.
[3]- Kitân-ı Mukaddess, Zekarya, 3/1.
[4]- Kitân-ı Mukaddess, Nehemya, 7/7; 8/7, 17.
[5]- Kitân-ı Mukaddess, Matta, 1/21.
[6]- Kitân-ı Mukaddess, Matta 1/21.
[7]- Kitân-ı Mukaddess, Luka, 1/31.
[8]- 2/Bakara: 87, 136, 253; 3/Âl-i İmrân: 45, 52, 55, 59, 84; 4/Nisâ: 157, 163, 171; 5/Mâide: 46, 78, 110, 112, 114, 116; 6/En’âm: 85; 9/Tevbe: 34; 33/Ahzâb: 7; 42/Şûrâ: 13; 43/Zuhruf: 43; 57/Hadîd: 27; 61/Saff: 6, 14.
[9]- 3/Âl-i İmrân: 45; 4/Nisâ: 157, 171, 172; 5/Mâide: 17, 17, 72, 72, 75; 9/Tevbe: 30, 31.
[10]- TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 29, s. 306.
[11]- 3/Âl-i İmrân: 41, 45; 4/Nisâ: 171.
[12]- 2/Bakara: 253.
[13]- 2/Bakara: 75.
[14]- 6/En’âm: 115.
[15]- 4/Nisâ: 171
[16]- 31/Lokmân: 27.
[17]- 2/Bakara: 124.
[18]- 36/Yâsîn: 82.
[19]- el-Mîzân fî tefsîri’l-Kurʾân, c. 3, s. 292; c. 5, s. 234.
[20]- 4/Nisâ: 171.
[21]- 21/Enbiyâ: 91; 66/Tahrîm: 12.
[22]- 16/Nahl: 6.
[23]- 12/Yûsuf: 87.
[24]- 56/Vâkıa: 89.
[25]- 2/Bakara: 87.
[26]- 17/İsrâ: 85.
[27]- 42/Şûrâ: 52.
[28]- 10/Yûsuf: 22.
[29]- 10/Yûsuf: 94.
[30]- 8/Enfâl: 46.
[31]- 58/Mücâdele: 22.
[32]- 19/Meryem: 30.
[33]- 4/Nisâ: 157, 171; 5/Mâide: 75; 61/Saff: 6.
[34]- 3/Âl-i İmrân: 49.
[35]- 5/Mâide: 46.
[36]- 3/Âl-i İmrân: 50; 5/Mâide: 46.
[37]- 3/Âl-i İmrân: 51; 19/Meryem: 36.
[38]- 5/Mâide: 72.
[39]- 4/Nisâ: 172; 19/Meryem: 30.
[40]- 3/Âl-i İmrân: 37, 42-43.
[41]- 3/Âl-i İmrân: 45-47; 19/Meryem: 17-22.
[42]- 23/Mü’minûn: 50.
[43]- 3/Âl-i İmrân: 46; 5/Mâide: 110; 19/Meryem: 30.
[44]- 3/Âl-i İmrân: 49; 5/Mâide: 110.
[45]- 3/Âl-i İmrân: 49; 5/Mâide: 110.
[46]- 3/Âl-i İmrân: 49; 5/Mâide: 110.
[47]- 3/Âl-i İmrân: 49.
[48]- 5/Mâide: 112-115.
[49]- 2/Bakara: 87, 253; 5/Mâide: 110.
[50]- 7/A‘râf: 157.
[51]- 61/Saff: 6.
[52]- 4/Nisâ: 172; 5/Mâide: 17, 75; 19/Meryem: 30; 43/Zuhruf: 59.
[53]- 5/Mâide: 116-117.
[54]- 4/Nisâ: 171.
[55]- 2/Bakara: 87, 136, 253; 3/Âl-i İmrân: 45, 52, 55, 59, 84; 4/Nisâ: 157, 163, 171; 5/Mâide: 46, 78, 110, 112, 114, 116; 6/En’âm: 85; 9/Tevbe: 34; 33/Ahzâb: 7; 42/Şûrâ: 13; 43/Zuhruf: 43; 57/Hadîd: 27; 61/Saff: 6, 14.
[56]- 2/Bakara: 87, 253; 3/Âl-i İmrân: 45; 4/Nisâ: 157, 171; 5/Mâide: 17, 17, 46, 72, 75, 78, 110, 112, 114, 116; 9/Tevbe: 31; 19/Meryem: 34: 23/Mü’mimûn: 50; 33/Ahzâb: 7; 43/Zuhruf: 57; 57/Hadîd: 27; 61/Saff: 6, 14.
[57]- 3/Âl-i İmrân: 45; 4/Nisâ: 157, 171, 172; 5/Mâide: 17, 17, 72, 72, 75; 9/Tevbe: 30, 31.
[58]- 4/Nisâ: 171.
[59]- 19/Meryem: 30.
[60]- 19/Meryem: 30.
[61]- 3/Âl-i İmrân: 49.
[62]- 5/Mâide: 46; 57/Hadîd: 27.
[63]- 3/Âl-i İmrân: 45.
[64]- 19/Meryem: 21.
[65]- 3/Âl-i İmrân: 45.
[66]- 19/Meryem: 26.
[67]- 3/Âl-i İmrân: 49.
[68]- 3/Âl-i İmrân: 50.
[69]- 23/Mü’minûn: 50.
[70]- 4/Nisâ: 158.
[71]- 3/Âl-i İmrân: 55.
[72]- 19/Meryem: 31.
[73]- 61/Saff: 6.
[74]- 3/Âl-i İmrân: 46.
[75]- 2/Bakara: 87.
[76]- 3Âl-i İmrân: 49.
[77]- 3/Âl-i İmrân: 33.
[78]- 19/Meryem: 16-21.
[79]- 19/Meryem: 22.
[80]- Kitab-ı Mukaddes, 1/26-35.
[81]- 61/Tahrîm: 12.
[82]- 19/Meryem: 17.
[83]- 3/Âl-i İmrân: 45-46; 19/Meryem: 17-22; 21/Enbiyâ: 91.
[84]- 3/Âl-i İmrân: 59.
[85]- 19/Meryem: 27-28.
[86]- 19/Meryem: 29-33.
[87]- 23/Mü’minûn: 50.
[88]- Târîh-i Tâberî, c. 1, s. 593.
[89]- 19/Meryem: 33.
[90]- 3/Âl-i İmrân: 54.
[91]- 4/Nisâ: 157-158.
[92]- 4/Nisâ: 157.
[93]- Târîh-i Tâberî, c. 1, s. 601.
[94]- 3/Âl-i İmrân: 55.
[95]- 5/Mâide: 116-117.
[96]- 4/Nisâ: 157-158.
[97]- 3/Âl-i İmrân: 55.
[98]- TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 22, s. 465.
[99]- 4/Nisâ: 171.
[100]- 19/Meryem: 30.
[101]- 19/Meryem: 30.
[102]- 3/Âl-i İmrân: 49.
[103]- 5/Mâide: 46; 57/Hadîd: 27.
[104]- 3/Âl-i İmrân: 45.
[105]- 3Âl-i İmrân: 49.
[106]- 3/Âl-i İmrân: 33.
[107]- Kur’ân-ı Kerîm’de indirilişte 112. ve tertipte 5. sırada Mâide sûresi yer alır. Bu mübarek sûre, Medine’de nâzil olmuştur. Mâide sûresi 120 âyet, 2.837 kelime ve 11.892 harftir. Sûre, adını 112. ve 114. âyetlerde yer alan Mâide (sofra) kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca; verilen sözlerin yerine getirilmesi, İsrâîloğullarının sözlerinde durmamaları, Hıistiyanların yanlış inançları, dünyaya düşkünlükleri ve yolsuzlukları, Müslümanlar için bazı tâlimat, uyarı ve dinî hükümler konu edilmektedir.
[108]- Havârîlerin isimleri, Matta (10/2-4), Markos (3/16-19), Luka (6/14-16) ve Resûllerin İşleri’nde (1/13) verilmektedir. Matta ve Markos İncilleri’nde zikredilen isimler şunlardır: Simun Petrus, Andreas, Ya‘kûb (Zebedi’nin oğlu), Yuhanna, Filipus, Bartolomeus, Tomas, Matta, Ya‘kûb (Alfeus’un oğlu), Taddeus, Gayyur Simun, Yahuda İskariyot. Onuncu Havâri Taddeus’un adı Matta’da Lebbeus (10/3), Markos’ta Taddeus (3/18), Luka’da ise (6/16) Ya‘kûb’un oğlu Yahuda olarak geçmektedir.
[109]- Havârî sözlükte, beyaz olmak; iyice beyazlatmak anlamlarına gelen Arapça haver kökünden türetilen havârî ‘seçilmiş, kusursuz; taraftar, özverili arkadaş, dost, bir kimseye ileri derecede yardım eden, kendisini bir davaya adayan’ demektir (Lisânu’l-ʿArab, -v-r md.) İnciller’e göre, Hz. Îsâ (a.s), daha tebliğ faâliyetinin başında kendisine inananlardan on iki kişi seçmiş ve bunlara havârî adını vermiştir (Luka, 6/13). Ayrıca onlardan on iki havârî (Vahiy, 21/14) ve havârîler (Luka, 6/13; Markos, 6/30) olarak da bahsedilmektedir; ancak daha ziyade şâkird diye adlandırılmışlardır (Matta, 11/1; 14/26; 20/17; Yuhanna, 20/2). Havârîlerin sayısının on iki olarak tesbiti İsrâîloğulları’nın on iki kabilesiyle (sıbt) ilgilidir. Hz. Îsâ (a.s), “İnsanoğlu her şeyin yenilenmesinde izzetinin tahtına oturacağı zaman siz ki benim ardımca gelenlersiniz, siz de İsrâîl’in on iki sıbtına hükmederek on iki taht üzerinde oturacaksınız” (Matta, 19/28; Luka, 22/30) diyerek bu alâkayı ifade etmiştir.
[110]- 61/Saff: 14.
[111]- 5/Mâide: 112.
[112]- 5/Mâide: 112.
[113]- 5/Mâide: 113.
[114]- 5/Mâide: 114.
[115]- 27/Neml: 59.
[116]- 3/Âl-i İmrân: 26.
[117]- el-Mîzan fî tefsîri’l-Kur’ân, c. 6, s. 316.
[118]- 5/Mâide: 115.
[119]- 5/Mâide: 116-117.
[120]- 5/Mâide: 118.
[121]- el-Mîzan fî tefsîri’l-Kur’ân, c. 6, s. 337.