.
.

Hiç kendinizi kelimelerden, suçlamalardan ve yargılardan oluşan bir fırtınanın ortasında buldunuz mu? Karşınızdaki kişi öfkeyle konuşur, siz savunmaya çalıştıkça daha da içine çekilirsiniz. Mantıklı açıklamalarınız fayda etmez; her kelime sizi daha çok yorar. Sonunda siz bitkin düşerken, o sakinliğini korur. Çünkü bu bir tartışma değil, güç savaşıdır. Ve siz, kendinizi savunmaya başladığınız anda aslında teslim olmuşsunuzdur.

Oysa en yıkıcı cevap bazen kelimelerde değil, sessizliğin gücündedir. Nietzsche’nin gösterdiği gibi, sahnede en çok kendini ispat etmeye çalışan aslında en zayıf oyuncudur.

* * *

Onaylanma İhtiyacı: Gizli Düşman

Biz öyle yetiştirildik ki değerimizi başkalarının onayında arıyoruz. Adeta aynalarla dolu bir salonda yaşıyoruz; sürekli “Sen haklısın, sen iyisin” diyen bir yansımanın peşindeyiz. Her seferinde ağzımızı açtığımızda aslında kabul görmek için dileniyoruz.

Bu da karşımızdakini kendi hakimimiz konumuna çıkarıyor. Biz “Lütfen bana değerli olduğumu söyle” dediğimizde, özsaygımızı onun ellerine teslim etmiş oluyoruz. Böylece tartışma daha başından kaybedilmiş bir mahkemeye dönüşüyor.

Nietzsche buna “köle ahlakı” diyordu: Bireyin gücünü dışarıya devrettiği, zayıflığı erdem gibi gösteren bir sistem. Oysa gerçek güç başkasının yargısında değil, kendi iç dengenizde saklıdır. Sessizlik işte bu noktada bir teslimiyet değil, bir silahtır.

* * *

Sessizliğin Psikolojik Gücü

Sessizlik boş bir eylem değildir. İnsan zihni belirsizliğe dayanamaz; boşluğu doldurmak ister. Siz sustuğunuzda, karşınızdaki cevap alamadığı için kendi zihninde felaket senaryoları kurar:

“Acaba yalanım ortaya çıktı mı? Acaba alay mı ediyor?”

Siz sessizsiniz, ama onun kafasında bir mahkeme kurulur. Böylece sessizliğiniz, onun kendi korkularıyla yüzleştiği bir aynaya dönüşür.

Özellikle narsistik ve kontrolcü kişiler için sessizlik öldürücü bir etkiye sahiptir. Çünkü onlar sizin tepkilerinizle beslenir. Siz tepki vermediğinizde, duygusal kıtlığa düşerler. Daha çok bağırır, daha çok hakaret ederler; ama bu çırpınış, içlerindeki zayıflığı gözler önüne serer.

* * *

Sessizliğin Dört Ölümcül Sanatı

Demir Atma: Tüm benliğiniz tepki vermek isterken, derinlere demir atar ve sabit kalırsınız. Onların kelime fırtınası sizin kaya gibi sükûnetinizle parçalanır.

Algısal Avcılık: Dinlerken ayrıntılara dikkat edin. Sesin titreyişi, kaçırılan bakış, sürekli tekrarlanan bir kelime… Sessizlikle dinleyen kişi, kelimelerin gizlediği hakikati görür.

Boşluğu Kullanma: Cevap vermeyip sessizliği uzattığınızda, bu bekleyiş karşı taraf için dayanılmaz olur. Tekrar konuşur ama bu kez zayıf, aceleci ve açık vererek.

Öngörülemezlik: Sessizliği ölçülü kullanarak tahmin edilmez hale gelirsiniz. İnsan öngöremediğinden korkar; böylece tartışmanın ağırlık merkezi siz olursunuz.

Bu sessizlik pasif değildir; sıkıştırılmış bir yay gibidir. Fakat dikkat: Sessizlik bazen güçten değil, korkudan da doğabilir. Bir kralın sessizliği ile bir mahkûmun sessizliği farklıdır. Kaçmak için sustuğunuzda bu köle sessizliğidir. Çatışmadan korktuğu için susan, aslında haklarından vazgeçmiş olur. Bu, “barış” kılığında gizlenen bir teslimiyettir.

* * *

Sessizlikten Sessiz Savaşçıya

Kaç kere sustunuz sadece korktuğunuz için? Kaç kere başkalarının sizin hayatınızı yazmasına izin verdiniz? Eğer sessizlik, kimliğinizin erimesine yol açıyorsa, bu sessizlik ölmelidir. Nietzsche’nin iradeye yaptığı vurgu, önce kendimize yöneliktir: Uyanmak, kendi hayatımızın kontrolünü geri almak.

Bunun ilk adımı, içinizdeki mahkûmu öldürmek, yerini “sessiz savaşçı”ya bırakmaktır. Bu savaşçı, sessizliği bir kaçış değil, bir irade beyanı olarak kullanır. Sessizlik artık bir kalkan değil, bir kalemdir. Varlığınızı dünyaya kazıyan bir imza gibidir.

Sessizlik şöyle der:

“Ben buradayım. Kendi kurallarıma göre oynuyorum. Varlığım bile yeter.”

Dünya zaten gürültüyle dolu. Bazen en güçlü ses gerçekten de sessizliktir.