.
.

Bazen sanki kâinat, tüm insanlar ve tüm olaylar el ele vermiş bizi mutlu etmek için çalışıyor gibi hissederiz. Aksine bazen de sanki gökten bela okları yağmur gibi yağar üstümüze.

Muhakkak her birimiz çok hoş geçen bir akşam yemeği yemişizdir. İçimizi mutluluk sarar, bilinmez bir neşe ve hoş duygularla geçiririz o zamanı. Geçirdiğimiz zamanlardan daha farklı, daha huzurlu, kalbimizi okşayan ve memnun kaldığımız bir zaman dilimi yaşarız; tıpkı bir esinti gibi eser ve tüm vücudumuzu sarar o zaman.

Bazen de sanki dünyanın tüm yükü üzerimize çökmüş gibi hissederiz. Duygularımızın enkazı altında can çekişiyor gibi oluruz. Nefeslerimiz kesilir gibi, kalbimiz kötü duyguların işgaline uğramış gibi ve 'bir an önce bitsin bu zaman da kendimize gelelim' dediğimiz zamanlar olur. Ahlak ilminde bu iki yaşanmışlığa "ikbal” ve “idbar” hali diyoruz.

Bazen sanki kâinat, tüm insanlar ve tüm olaylar bizi mutlu etmek için el ele vermiş muhteşem bir melodinin içine çekmiş ve bizi mutlu etmek için çalışıyor gibi hissederiz. Her şey istediğimiz gibi gelişiyor ve biz kendimizi dünyanın en şanslı insanı hissederiz. Bu duruma “ikbal” deriz ve “ikbalin açık olsun” sözü de bu durumu yaşamamız için söylenen bir temennidir.

Aksine bazen de sanki gökten bela okları yağmur gibi yağar üstümüze.

Düşman düşmanlığını yaparken bir dost eli ararız ama tutacak bir el bile bulamayız gibi oluruz. Sanki her şey bize sırtını dönmüş gidiyor ve biz yapayalnız kalıyoruz. Bu duruma ise “idbar” hali diyoruz. Ne var ki böyle durumlarda bile içimizden bir ses bize umut oluyor. Elimizi tutacak, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak, tüm olumsuzlukları olumlu şartlara dönüştürecek ve gönlümüze derman olacak bir gücü yanımızda hissederiz. Bizi koruyor, kolluyor, elimizden tutuyor, umut oluyor, rızık oluyor, neşe ve sevinç oluyor ve hayata ve geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor. Öyle veya böyle bu haller hayatın ta kendisi değil midir? Hayat böyle olmadığı takdirde yaşanır mı? Her şeyin bir özü bir de arkası olduğu gibi hayat da öyledir: Bazen bize doğru gelir tebessüm ve gülücükleri ile, bazen de arkasını dönüp gider ve biz peşine takılırız çünkü yine bir gün, yüzümüze güleceğine eminiz.

Bir gün bir padişah, bir arife der ki:

"Bana öyle bir cümle söyle ki keyifli olduğum zaman keyfimi kaçırsın ve keyifsiz olduğum zaman da moralimi düzeltsin."

Arif der ki: "Bu da geçer!"

Evet bilmeliyiz ki dertli olduğumuz zaman “Bu da geçer” neşeli olduğumuz zaman “Bu da geçer."

Hayatın ikbali de geçer idbari de...

Önemli olan ikbal edince fırsatı ganimet bilmek, idbar edince de vazgeçmemeyi bilmektir.

Fahr-i kâinat Hz. Muhammed (s.a.a): “Hayatınız boyunca Rabbinizin size esintileri vardır ruhunuzu o esintilere bırakın” sözündeki esintilerden biri de şüphesiz Ramazan ayı, kadir gecesi ve oruç tutmaktır. Ramazan ilahi bir nefhadır (esinti), bir bekleyiştir, bir nimettir, hesaba katmadığımız biz rızıktır, hayatın insana ikbalidir. Ramazan yük değil, ağırlık değil, açlık ve susuzluk hiç değildir. Yeter ki kendi irade ve seçimimizle ruhumuzu bu esintiye teslim edelim. O zaman göreceğiz ki bu esinti hayatımızda tecrübe ettiğimiz sofradan daha iyi bir maide ve sofradır. Ruhumuzu okşayan İlahi bir esintidir.

Hz. Mevlâna şöyle der:

"Peygamber söyledi hakkın esintileri

Gelir de getirir kazanımları.

Aç kulağını ve gönlünü ver ona

Yakala hiç kaçırma bu nefhaları

Nefhalar gelir sana da bana da

Diriltir durmaksızın teslim olan ruhları"

Yine Mevlâna der ki:

"Kapatırsan ağız kapını başka kapılar açılır.

Sırlar dolu kapılara açılır ağzın

Yemek ve içmeğe kapat ağzını

Gökyüzünün sofrasına aç ağzını

Sen beden ambarını boşaltırsan

Ruhunu nice incilerle doldurursun.

Can çocuğunu şeytanın sütünden keser

Göreceksin ki meleklerle kol boyun olursun.

Çok yeme! Tatlı tatlı yemekler

Oruçlar bir de dene bak ne haller.

Ne kadar uykulara esir olacaksın

Bir gece uyan da sultanlık kazan."

Ramazan ayının her an ve her saati İlahi esintilerin estiği anlardır ve onları ucuz kaybetmeyelim. Mana ve maneviyat dolu ramazanlar dilerim.