Hüccetü’l-İslam ve’l Müslim’in Dr. Muhammed Taki Subhanî

Uluslararası İmamet Vakfı Yönetici Müdürü

  

Aşura olayı defalarca kez sorgulanıp araştırılmış ve zaman geçtikçe, keşfedilmemiş diğer boyutları da daha önce keşfedilen açılardan ortaya çıkmıştır, ancak bu arada, İmam Hüseyin'in (a.s) hareketinin felsefesi ve arkasındaki sebep, araştırmacılar arasında zorlu bir meydan okuma haline gelmiş ve analistler ona her yönden özel bir açıyla bakmışlardır.

Bu makale, Hüseyni hareketi ve inkılabın belirli bir dönem ve zaman koşullarından daha geniş bir kapsamda ve belirli bir yaklaşımdan daha derin bir bakış açısıyla görülmesi gerektiğini göstermeyi amaçlamaktadır. Bu bakış açısıyla, sadece bu olayın unsurları daha iyi anlaşılmakla kalmaz, aynı zamanda görünen birçok tutarsızlık da kapsamlı ve çevreleyici bir plan içinde uzlaştırılabilir.

Bu makaleyi birkaç bölümde takip edeceğiz:

A) İmam Hüseyin Hükümet İçin mi Kıyam Etti?

1. Çağdaş yüzyılda, bu soru birçok kez gündeme gelmiş ve çeşitli bakış açılarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda İran'ın dindar aydınlarının ve onlarla aynı çizgideki din adamlarının bakış açıları onların en ilgi çekicileri ve örnek teşkil edicilerindendir; Devrimden önce Marksist sol kanatta yaşayanlar, Hüseyni hareketin devrimci bir yorumuyla bu hareketi sadece siyasi bir kıyam içinde benzersiz kılmakla kalmamış, aynı zamanda Aşura'nın diğer tüm gerçekleri bu teorinin yararına unutulmaya yüz tutmuştur. Bu grup arasında Dr. Ali Şeriati ve Salihi Necefabadi beyden özellikle bahsedilebilir.

Aynı grup, (İran) İslam Cumhuriyeti yönetiminden ayrıldıklarında ve siyasi reformlara yönelmeye başladıklarında, aykırı yorumun temellerini atmış ve Seyyid-i Şüheda’nın (a.s) bütün siyasi niyet ve amacını tümden inkâr etmiş ve en uç tahlille, İmam Hüseyin’in tüm hareketlerini: “zalim hükümetten kaçış” olarak tasvir etmişlerdir. Bunlara göre, İmam (a.s), hükümetin biat etmesi için kendisine yaptığı baskıdan kurtulmak için Medine’den kaçmış ve Kufelilere sığınmıştır, ancak yolun yarısında Kufelilerin vefasızlığı nedeniyle bu amacından vazgeçmiş ve diyalog ve uzlaşma yolunu seçmiştir.

Bu grubun klasik yorumunda, ilahi elçiler hiçbir zaman yönetimi ele geçirmeye çalışmamış, sadece iktidardaki hükümetlerden hak ve adaletin uygulanmasını talep etmişlerdir. Bu yorumun İran örneği, Mühendis Bazirgan'da (son yıllarında) ve onun daha eski versiyonu Ali Abdürrezzak Mısri’de izlenebilir.

2. Kur'an-ı Kerim'de ve İslam Peygamberi'nin sünnet ve yaşantısındaki hükümet unsurlarının varlığı, Hz. Muhammed’in (s.a.a) karakterine dayalı devlet inşasının İslâmî misyonun ilkelerinden biri olduğunu inkâr etmeyecek şekildedir. Bu nokta Sünnilerin Abdürrezzak'a, Şiilerin ise Bazergan'a yönelttikleri eleştirilerde açık kanıtlarla görülmektedir. Ali b. Rabben et-Taberi'nin (üçüncü yüzyılda yaşamış bu Hristiyan hekim, Zekeriya Razi'nin hocasıdır ve sonradan Müslüman olmuştur. Hz. Peygamber’in (s.a.a), nübüvvet hakkaniyetine yönelik olarak kaleme aldığı) “ed-Din ve Devlet” kitabını okumanızı tavsiye ederim. Bu kitap, Peygamber'in kişiliği ile İncil'in vaadinin benzerliğinin, Resulullah’ın (s.a.a) devlet kurmak için sarf ettiği çabaları en önemli delil olarak görmektedir.

Peygamber'in Medine'de hükümeti kurması tamamen gönüllülük esasına dayalı olup, kurulmasının hazırlıkları bizzat Peygamber tarafından Medine öncesi anlaşmalarla ve Yesrib halkı arasında bulunmasının başlangıcından itibaren yapılmıştır. Kuran'ın emirleri de onun tam anlamıyla Müslümanlar arasındaki egemenliği doğrultusunda ve itaatinin gerekliliği ve itaatinin farz olduğu varsayımını kanıtlayarak, sadece onun emirlerinin sosyal yönetimde geçerli olduğunu ortaya koymaktadır. Halbuki, Hz. Peygamber için başka seçenekler de mevcuttu ve efendimiz hükümeti halka bırakarak, yalnızca adaletin uygulanmasını ve hükümlerinin yerine getirilmesini onlardan talep edebilirdi.

Müminlerin Emiri’nin (a.s) velayet makamına atanma macerası ve Gadir-i Hum ve benzeri hadiselerde Resulullah’ın (s.a.a) yerine geçecek ardılı ve halefi meselesi de hiç şüphesiz masum İmamın hilafet hakkına yol açar ve onun bu konumu elde etme çabasını haklı ve makul kılar. Siyasî halifelik, her ne kadar masumların velayetinin tüm kimliği olmasa da bu konumun ve makamın bir parçası olarak tarih boyunca Şii düşüncesinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmiştir.

3. İmam Hüseyin'in (a.s.) gündeminde halifeliği almak olmasaydı, hükümeti yönetmek için Kufelilerin çağrısını hiçbir koşulda kabul etmemesi gerekir ve bu işten açıkça imtina ederdi. Çünkü daveti kabul etmek sadece İmam (a.s) üzerindeki siyasi baskıyı daha da sertleştirmekle ve hilafet sistemini kendisine karşı daha hassas hale getirmekle kalmayacak, aynı zamanda İmam’ın amaç ve planıyla da bağdaşmazdı.

İmam Hüseyin'in baskı ve güç altında Kufelilerin çağrısını kabul etmediğinin bir başka delili, İmam Seccad (a.s) ve sonraki imamların aynı siyasi çıkmazda olmalarına rağmen Şiilerin mükerrer çağrılarını kabul etmedikleri ve halifeleri yatıştırarak, seviyeli insanlar yetiştirmek ve daha güçlü bir gelecek inşa etmek için Şii sermayesini biriktirmeleridir. Aksine bu çağrılara olumlu yanıt veren ve hilafet başlarını devirmek ve dini bir hükümet kurmak için savaşan Zeydiler ve Hasaniler olmuştur.

4. Bütün tarihi delillerle de doğruluğu kanıtlanan iddiamızın özeti, Ehl-i Beyt'in (a.s.) Aşura olaylarına kadar hilafeti asıl merkezine (kendilerine) döndürmeyi ve (Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ümmetinin ıslahı amacıyla olan) siyasî velayet haklarını geri almayı planladıkları ve şartların el verdiğini gördüklerinde bunun için kıyam ettikleridir, ancak “zalim ve gasıp devlet”in yasak ve boykotuyla (hazır ve yardımcı olabilecek) halkın birlikteliğinden umutsuzluğa kapıldıktan ve onunla olumsuz mücadeleden sonra nebevi sünneti “sınırlı ve arzu edilen bir (Şii) toplum” şeklinde oluşturmaya ve gerçekte “olası bir devlet” kurmakla yetindiler. Ve böylece “müminler topluluğu”na velayetleri, siyasi yönetim dışında başka bir şekilde devam etti.

5. Elbette bu algı, devleti Velayet ilkesinin, bir parçası olarak gören (ve elbette ne velayetin en önemli unsuru ve ne de vazgeçilmez bir bileşeni) Şia’nın imamet anlayışındadır, velayeti hükümetle özetleyen ve siyasi sistemi korumak için her şeyi ve her işi yasal ve meşru sayan çağdaş bazı algılardan çok uzaktır.

Kur'an-ı Kerim’in düşüncesinde ve Masumların siyre ve yaşantısındaki hükümet, Bi’setin[1] hedeflerini uygulamanın yollarından sadece biridir ve dini devlet kurmaya münhasır bilmek, ispat edilmesi için tarih, siyer, akıl ve naklin feda edilmesini gerektiren bir hatadır. Öte yandan, insanların yaşamındaki ilahi değerleri gerçekleştirmenin en iyi ve en bilinen yolu olarak siyasi velayetin inkâr edilmesi, mektebin temel ilkeleri ile ve insan deneyim ve tecrübeleri ile çatışmaktır. Elbette bununla birlikte, Peygamberler ve İmamların (hazır ve yardımcı olabilecek) güçleri olduğunda ve kamuoyunun (razı olması ve) kabulünün gölgesinde dini devlet kurdukları unutulmamalıdır. Koşulların olmamasıyla ümmetin terbiye, eğitim ve dinin geliştirilmesi gibi başka yolları tercih emişlerdir.

6. Bu analiz, Kufelilerin davetini kabul etmek ve İmam ve Şiileri korumanın bir yolunu müzakere etmek ve Yezid'e biat etmekten kaçınma hengâmesinde Hüseyni kıyamın an be anını göstermekte ve facianın sonunda, baskı ve şantaja karşı kahramanca duruş sergileme ve sünnetin ihya edilmesi ve adaletin hâkimiyetini yeniden canlandırmak için meşruiyetini ilan etme anını açıklayabilir ve haklı çıkarabilir gibi görünmektedir.

B) İmam Hüseyin'in Siyasi ve Hükümet Programı

Hüseyni kıyamın siyasi imamet düşüncesi olduğu ve hükümet kurma düşünce ve güdüsüne sahip olduğuna işaret eden teori karşısındaki diğer bir grup, Seyyid-i Şüheda’nın (a.s) hareket amacının hilafeti devirmek ve devleti ele geçirmek olduğunu ortaya koyacak olan deliliniz nedir? diye sormaktadır. Ve diğerleri, belirtilen teoriyi çürütme gayesi ile İmam'ın (a.s) davranış biçiminin siyasi bir kıyam ile uyumlu olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu bölümde, tarihsel raporlar esasına göre, bu siyasi unsurun Aşura kıyamından kaldırılmasının o kadar da kolay olmadığını açıkça belirtmek için her iki eksene de özetle cevap vereceğim.

Ancak bu analizin Seyyid-i Şüheda'nın kıyamındaki diğer faktör ve sebeplerle çelişmediğini önceden not edeyim. Bir sonraki bölümde, Aşura kıyamının çok katmanlı bir olgu olduğunu, karmaşıklığının ve kalıcılığının da plan ve hedeflerdeki aynı çeşitlilik ve çokluk içinde olduğunu göstereceğiz.

İmam'ın Siyasi Amacına Dair Kanıt

1. İlk delil, İmam Hüseyin’in (a.s) Kufeliler ve Basralıların kıyam etmesi ve hükümet kurması için davetlerini açıkça kabul etmesi ve hatta biat almak için onlara temsilciler göndermesidir.

2. İkinci delil ise İmam'ın Medine'den çıktığı yolculukta, Müslim’in katledilmesi ve Kûfelilerin ret haberini duyana kadar her daim hükümet karşıtı sözler sarf etmiş ve bu pozisyonundan geri çekildiğine dair bir işaretin olmamasıdır.

3. Diğer bir tanık İmam'ın muhataplarının da aynı şeyi anladığıdır. Şöyle ki İmam'ın, Kufelilerin davet desteğiyle hükümete karşı koyma niyetinde olduğunu ve bu nedenle Abdullah İbn Abbas ve Muhammed İbn Hanefiye gibi kişilerin onu bu yoldan alıkoymaya çalışması, bazılarının da aynı niyetle imama katılmakta olmasıdır.

4. Ancak bir başka delil de şudur ki, imam hükümetle karşı karşıya gelme niyetinde olmasaydı, sonraki imamlar gibi hükümetle ve ayrıca aynı şekilde Sıffin antlaşması ve İmam Hasan'ın Barışı gibi, hükümetle uzlaşabilir ve zahiri bir biat ile düşmanın baskısını etkisiz hale getirerek kendisinin ve dostlarının canını bu tehlikeden kurtarabilirdi. 

Bu teoriye katılmayanların ihlal kanıtlarının incelenmesi, imamın savaşma niyetiyle çelişiyor gibi görünen kanıtlara dayanmaktadır. Ancak, kanaatimizce bu raporların hiçbiri kıyam etmesi ve hükümet kurması niyetiyle bağdaşmadığıdır:

1. Eğer İmam düzene başkaldırmak için gittiyse, ne için ailesini de yanına aldığı söylenmiştir.

Cevap: Kûfe'ye yerleşmeye giden bir kimse, Şiilerin arasında kaldıklarından dolayı sonraki tehlikelerden korunmaları için mutlaka ailesini de yanında götürmelidir. İmam'ın hükümetle karşı karşıya gelmesini ve ailesini güvenliklerinin olmadığı bir şehirde sahipsiz bırakmasını bekleyebilir miyiz!?

2. İmamın, Kufelilerin vefasızlığını bildiği ve işin akıbetinden haberdar olduğu, dolayısıyla zafer ümidi ile bu yola adım atamayacağı söylenmiştir.

Cevap: Kufelilerin vefasızlığı ve Seyyid-i Şüheda'nın (a.s.) nihai olarak hareketinin başarısız olacağı ya normal koşulların analizine ya da daha önceki haberlere veya bizzat Peygamber'in görünmeyen gaybi bilgilerine dayanmaktadır; Fakat bunların hiçbiri, Kufelilerin tekrarlanan davetleri karşısında (İmam Hasan'ın barışından Muaviye'nin ölümüne kadar, kıyam için İmam'ın liderliğini kabul etmeye hazır olduklarını defalarca ilan etmişlerdi) imamın vazifesini azaltmamış ve normal ve zahiri şartlara göre delil ve hüccet tamamlanmış ve İmam, Kufelilerin davetine olumlu cevap vermek zorunda kalmıştır. Aynı durum, Müslümanlar İmam Ali'ye (a.s) yöneldiğinde de oldu ve İmam hükümetinin nihai bir sona ermeyeceğini bildiği halde, hükümeti kabul etti ve şöyle dedi:

“Eğer bu topluluk biat için toplanmasaydı, yardımcıların varlığıyla hüccet ikame edilmeseydi ve Allah zalimlerin çatlayasıya doyarken, mazlumların açlıktan kırılmasına (mâni olması) hususunda alimlerden söz almasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim…”

Bu konularda masum imamların siyre ve davranışlarının doğal koşullara ve normal kurallara göre olduğunu unutmayın, aksi takdirde imamın görülmeyen gaybi ilimleri veya (zati) öngörüsü dikkate alınarak yönetim sistemi ve sosyal velayet farklı bir şekilde gerçekleşmelidir ki bu da ilahi sünnete ve geleneklere aykırıdır.

3. İmam'ın davranış biçiminin, askeri taktik ve gizli kapaklı işlerden yararlanan bir siyasi liderin tavrına benzemediği söylenmiştir.

Cevap: İmamın kıyam ve hareket etme şekli konusunda pek bir istisna yoktur. İmam (a.s) hareketinin başlangıcında Medine'den gizlice ayrılıp gizlice Mekke'ye gelir ve ancak Kûfe ve Basra'dan açık bir mektup ve resmi bir talep gelince Mekke'de kalamaz ve kaçınılmaz olarak Kufe'ye gitmek zorunda kaldığında niyetini açıkça ortaya koyar. Burada Kûfe seferini ilan ettiğinde kıyamının nedenlerini belirterek, altyapıyı hazırlayıp onlardan yardım talep edip biat almak için Kûfe ve Basra'ya elçilerini göndermesi gerekiyordu. Bu aşamada her şeyin açığa çıktığını, Şiilerin çağrısının yaygınlaştığını ve hükümetin gözünden hiçbir şeyin gizlenmediğini aklımızdan çıkarmayalım.

4. İmam'ın (a.s) Müslim'in şehadetinden sonra neden Kufe'ye doğru yola devam ettiği söylenmiştir.

Cevap: Bu davranış kıyamın mantığına da aykırı değildir, ancak tarihi raporlar dağınık Şii nüfusu örgütlemenin ve İbn Ziyad'ın yarattığı dehşeti etkisiz hale getirmenin ancak İmam'ın Kufe'de bulunmasıyla mümkün olduğunu göstermektedir ve bu yüzden Ubeydullah, İmam'ın Kûfe'ye girmesinin önünü kesmek için elinden geleni yapmıştır.

5. İmam'ın (a.s) Tirimmah b. Adi’nin teklifine uymadığı ve Tai kabilesinden 20.000 asker sözü almasına rağmen neden kabul etmediği söyleniyor.

Cevap açıktır; Çünkü birincisi, İmam'ın bakış açısına göre Tirimmah'ın sözlerinin ne kadar gerçeği yansıttığı belli değildir ve temelde Şiilerin ulaşamayacağı uzak bir bölgeye gitmek askeri siyaset ve militarizm mantığına göre pek uygun değildi.

İkincisi, Tai kabilesi üyeleri, İmam'ı (a.s) resmi olarak davet etmemişler ve İmam'ı savunmak ve ona eşlik etmekle yükümlü değillerken, Kufe'nin Şiileri hazır olduklarını resmen ilan etmiş, hücceti tamamlamışlardı ve görünüşe göre İmam'ın Kufe'de bulunması için şartlar şimdi hazırdı.

6. Deniliyor ki eğer İmam kıyam etmeyi ve zafer kazanmayı amaçladıysa, neden bazen muhataplarına kendisinin ve ashabının şehadetini anlatsın ki.

Cevap, bu sözlerin sadece belirli pozisyon ve zamanlarda ifade edildiği ve umumi olmadığıdır. Diğer durumlarda Seyyid-i Şüheda (a.s) öyle bir şekilde konuşurdu ki, zor bir mücadelenin ve düşmanı yok etmek için destekçi edinmesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır.  

Elbette bir sonraki bölümde İmam'ın işin sonucunu bilerek aynı anda hem kendi hareketi için bir sonraki senaryoyu hazırladığını hem de has Şiileri bunu uygulamaya hazırladığını söyleyeceğiz.

C) Hüseyni Kıyamın Felsefesi Hakkında Beş Teori

Hüseyni kıyamın felsefesi hakkında birçok analiz sunulmuştur ve toplamda bu görüşler beş ana teoriye geri döndürülebilir:

1. Kendini Savunma ve Canını Koruma

İmam Hüseyin (a.s), Yezid'e biat etmeyi haram ve genel maslahata aykırı bilmekteydi, ancak Yezid'in saltanatını devirmek gibi bir niyeti de yoktu ve Yezid onu biat etmeye zorlayıp yolunu kapattığında, canını kurtarmak için Medine'den ayrılmak zorunda kaldı ve Mekke'ye gitti. Mekke'de de kendisine suikast girişiminde bulundular. O da Şiilerin yanında güvende kalmak için Kufe'ye gitti ve onlar (düşmanlar) Kufe'nin kapısını ona kapatıp Kerbela'da iki yol ayrımında bıraktıklarında, biat ve zillet (aşağılanma) yükü altında kalmamak için savaşmak zorunda kaldı.

2. İyiliği Emretmek ve Kötülükten Sakındırmak

İmam (a.s) başından beri, Resulullah’ın (s.a.a) sünnet ve geleneğini ihya etmeyi ve İslam toplumunu fitne ve sapkınlıktan kurtarmayı kendine vazife bilmiştir. Yezid'in tavır ve davranışları öyle bir şekildeydi ki, devam ederse dinin yıkılmasına yol açacaktı ve bundan dolayı İmam, insanları aydınlatmak ve uyandırmak olan görevine yöneldi ve her adımda, her vesileyle -nasihat, bağırıp çağırmak, ifşa ve yüzleşme yolları ile- fesat ve yolsuzlukla mücadeleyi bırakmamış ve nihayetinde şehit oluncaya kadar da bu yolda savaşmıştır. Bu teori, İmam Hüseyin'in (a.s) sadece kötülükleri sınırlamak için bir kıyam başlattığına, aksi takdirde hükümeti değiştirme umutlarının olmadığına inanmaktadır.

3. Hilafetin Devrilmesi ve Hükümetin Kurulması

İmam Hasan'ın (a.s) barış anlaşması, hak ve adalet hükümetinin önünü açmak için Muaviye'nin kendi yerine bir halef atamasını engelledi. İmam Hüseyin, Yezid'e biat etmeyi reddederek hükümete karşı kıyamın temellerini attı ve Kûfe ve diğer şehirlerdeki Şiilerin açık desteğiyle, tağuta karşı savaşmak ve Ehl-i Beyt’in (a.s) hilafet hakkını geri kazanmamak için hiçbir mazereti yoktu. İmam, davet edenlerden biat etmeleri için temsilciler gönderdi ve düşmanlar Kufe'ye giden yolu kapatıp Şiilere katı davranınca, ashabından sağ kalanlarla birlikte cihat etmek ve düşmanlara karşı savaşmak zorunda kaldı.

4. Şehitlik ve Fedakârlık

Seyyid-i Şüheda, Kerbela'daki kaderini biliyordu, bundan dolayı hiçbir zafer ümidi olmadığından bir hükümet kurma ve halifelik niyeti de yoktu. Bu İmamın işin sonunu önceden öngörmesi, ister İmam'ın gaybi bilgisine dayansın, ister Hz. Peygamber Ekrem’in (s.a.a.) ve Müminlerin Emiri (a.s.) tarafından gelen gaybi haberlerden kaynaklansın, ister şartların tahlili ve zafer faktörlerinin olmadığına emin olmakla olsun, İmama hükümet kurma niyetinin atfedilemeyeceğini göstermektedir. Dolayısıyla imamın en başından beri şehitliği seçtiğini ve onun önüne geçmesinin başka bir yolu olmadığını söylemek gerekir. İmam (a.s.) bu şekilde zulme karşı savaşarak ve bu yolda fedakârlıkla mücadele ederek, gelecek nesillere zulüm ve fesat karşısında ihmal edilmemesi gereken dersler vermiştir.

5. İlahi Planın Uygulanması

Bazıları, hadisler esasına göre, Ehl-i Beyt'in (a.s) her birinin kendi dönemlerinde gerçekleştirmekle yükümlü oldukları özel bir misyonu olduğuna inanmaktadır. İmam Hüseyin'in hareketi de Allah tarafından önceden belirlenmiş ilahi bir plandı ve bu ilahi görevi yerine getirmek için önceden seçilmişti. Seyyid-i Şüheda (a.s) bu sonucu bilerek ve bu ilahi sorumluluğu kabul ederek, kendi ilahi görevini iyi bir şekilde yerine getirmiş ve bu zorluklara göğüs gererek Allah'ın kendisi için hazırladığı büyük mükafatları elde etmiştir. Bu nedenle Kerbela hadisesi ve Aşura’ya götüren olayların ilahî sırlardan biri olduğu ve o hadiseye has bir durum olduğundan başkaları için model alınamayacağı söylenmiştir. Elbette bu beş bakış açısının her birinin kendine özgü kanıtları ve temelleri vardır ve bazen aralarında çok az farkla alt teorileri de içerirler. Bu beş görüş dışında, bu maddelerin yanında yer almayan ve onlarla birleştirilebilecek gibi görünen başka görüşlerin olduğu da ifade edilmiştir.

D) Bu teorilerin birbirleriyle uyumluluğu

Bu teoriler genellikle kendi bakış açılarını diğer teorileri reddedecek şekilde açıklar. Ancak bu hedeflerin bırakın sadece birbiriyle uyumsuz olmadığını, Kerbela kıyamında hepsinin veya çoğunun bir arada var olduğu kanaatindeyiz. Önemli olan bu çelişkili yaklaşımların birbiriyle nasıl koordineli ve kapsamlı bir ana plana uyduğunu göstermektir. Aşura'nın önemi çok katmanlı stratejik planında yatmaktadır.

Ancak bu iddiamızın delilleri şudur:

1. Tarihsel Kanıtlar:

Tarihsel raporlar, İmam Hüseyin'in (a.s.) zahiri olarak gaspçı ve zalim bir hükümetin önünde bir siyasi lidere yakışan tüm işleri yaptığını göstermektedir. Öte yandan, tarih, İmam'ın (a.s) bazı özel durumlarda hareketinin sonunu, yaranlarının ve kendisinin şehadetini ilan ettiğine tanıklık etmektedir. Aynı şekilde Seyyid-i Şüheda'nın bu hareketi sırasında çeşitli yerlerde ceddinin ümmetinin ıslahına vurgu yaptığı ve son ana kadar hayatın korunması ilkesini vurguladığı ve hayat sahnesinde kalmaya çalışmaktan vazgeçmediği, öğüt vermekten ve ara verip müzakere istemekten vazgeçmediği de açıktır.

Bu raporların hiçbirinin inkâr edilemeyeceği açıktır ve şimdiye kadar bu bilgi kategorisini başka bir kategori lehine reddetmek için gösterilen çabalar başarısız olmuştur.

2. Hukuki ve Ahlaki İlkeler

İslam fıkhı ve ahlak kurallarına göre İmam Hüseyin (a.s) ne Yezid'e biat etmeyi kabul edebilirdi ne de işin başında ve şartların görünüşte hazır olduğu bir dönemde, Şiilerin hak ve adalet hükümetinin kurulması konusundaki istek ve ısrarlarını görmezden gelmek için hiçbir mazereti olmadığı gibi Allah’ın dinini ve insanların haklarını gözetme vazifesini bırakıp, canını kurtarmak için emniyetli bir köşeye sığınması, zillete ve teslimiyete boyun eğmesi ve bütün peygamberlerin ve evliyaların yolu olan bu yolda canını feda etmekten kaçınması da uygun değildi.

Öte yandan, canı korumanın, özellikle de dünyanın yaşamı ve ümmetin koruyucusu ve sığınağı olan İmam'ın canının korunmasının zorunlu olduğu açıktır, yalnızca dini korumak için temel bir zorunluluk varsa ve başarı ümidi açıksa, böyle bir risk kabul edilebilir.

3. Kelami ve Teolojik İlkeler

Bazı kimseler, hükümet için kıyam etme inancının, İmam'ın işin akıbeti konusundaki önsezisiyle çeliştiğini düşünmüşler ve bu nedenle kıyamın gerekçesini bu koşullarda geçersiz saymışlardır veya bunun mukabilinde diğer bir grup, İmam'ın şehadete olan ilmi ile hükümet için kıyam etme varsayımının anlamsız olduğunu düşünmekte ve bu nedenle devrimin amacını haklı çıkarmak için İmam'ın ilmini inkâr etmişlerdir. Ya da bazıları, eğer Aşura olayı, Allah'ın tüm peygamberlere önceden bildirdiği ilahi bir plan veya kader ise, kıyamın amacı ve benzerlerinden bahsetmenin anlamsız olduğu iddiasındadır. Veya bazıları, her koşulda imamın hayatını korumanın gerekli olduğunu ve hiçbir durumda şehitliğin İmam'a atfedilemeyeceğini zannetmişlerdir ve ...

Ancak Ehl-i Beyt (a.s) mektebinin esaslarına göre bunların hiçbiri birbiriyle çelişmemektedir:

İlk olarak, imamın işin akıbeti ile ilgili ön bilgisinin olması (bu bilgi hangi yolla elde edilmişse edilmiş olsun) mutlaka bu bilginin imama eşlik etmesi gerektiği anlamına gelmez, ancak ilahi sünnet ve geleneğe göre imam, zahiri ve doğal koşullara göre gündelik hayatta görevlerinin yerine getirilmesinden sorumludur.

İkincisi, nihai bir sonuç olarak İmam'ın şehit edilmesinin, bu olaydaki etkili faktörlerinin hiçbiri vazifesini belirlememiştir, fakat her insan, vazifesi olan aynı fiili aynı özel şartlarda yapmalıdır. İnsan eylemlerinin sonucu, birden çok davranışın, dış koşulların ve ilahi takdirlerin etki ve tepkisinin sonucudur ve doğrudan bir kişinin eylemine atıfta bulunmaz (dikkatli olun).

Üçüncüsü, dünya işlerini düzenlemede Tanrı'nın tekvini (yaratıcı) iradesi ve takdiri (ki bu, tüm varoluş sistemi ve insan yaşamı için ilahi plana göre gerçekleşir), dünyevi ve zamansal görevleri yerine getirirken insan iradesiyle çelişmese ve tamamen uyumlu olsa da bu iki irade zorunlu olarak koordineli ve uyumlu değildir. İmam ve Allah'ın kulları olarak diğerleri, Allah'ın şeriat iradesini uygulamak ve görevlerini yerine getirmekle görevlidir, ancak Allah'ın da aynı durumlarda varlık sistemindeki genel planına göre tekvini ve yaratıcı bir iradeye sahiptir ve eşyanın kaderini istediği gibi belirler. Ehl-i Beyt'in (a.s.) öğretilerinde “Emru’n beyne’l Emreyn”[1] olarak bilinen bu ilke ve bu ilkenin dalları sayılan “genel kader ilkesi”, “genel beda ilkesi”[2] ve “genel imtihan ilkesi” ve benzeri gibi başka ilkeler insanların (İmam ve diğerleri dahil) genel ve kısmi davranışlarında mevcuttur ve biz Aşura sahnesinin varlığı yöneten bu sünnet ve geleneklerin en önemli tezahürlerinden biri olduğuna inanıyoruz. (Tabii ki, bu tartışmanın daha ayrıntılı açıklamalara ihtiyacı vardır).

Dördüncüsü, imamın canını koruma zorunluluğu, iman esaslarından ve ümmetin her bir ferdinin sorumluluğu dahilinde olan şeriatın önemli hükümlerinden biri olmasına ve imamların herkesten önce kendi canlarını korumaları gerekmesine rağmen bu prensip mutlak değildir, ancak dinin mevcudiyetine yönelik bir tehlike ve mektebin esasından sapma olduğu zaman, dinin asıl koruyucusu olan imam mücadeleye girer ve gerektirdiği ölçüde fesat ve yolsuzlukların kökleriyle mücadele etmek için canını feda etmekten çekinmez.

4. Örnek Olma ve Modelleme İlkesi

Allah'ın masum önderleri, ümmetin bireysel ve toplumsal hayattaki rol modelleridir ve hayatları da sözleri gibi, başkaları için mutluluğun ve güzel yaşamın yolunu tasvir eder. Her ne kadar ilâhî evliyaların bazı davranış ve planlarının münhasıran kendilerine ait olduğu açık olsa da masum imamın normal hayatında meydana gelen ve zahirî davranışlarının imama özgü olduğuna dair bir delil olmadıkça, ders ve ibret alınacak doğal bir programa atfedilmesi gerekir. Öyle görünüyor ki, Seyyid-i Şüheda’nın (a.s) başından sonuna kadarlık süreçteki toplam davranışları, bu eylemlerin İmam'ın normal ve geleneksel yaşantısının dışında olduğuna ve uyulmaması gerektiğine dair hiçbir işaret yoktur.

E) Kapsamlı Program ve İlahi Sünnetin Hâkimiyeti

İmamet görevinden sorumlu olan ilahi liderler, makro ve stratejik hareketlerde, tüm koşulları göz önünde bulundurarak, aşamalı önlemler, alternatif ve seçenekli planlar düşünürler ve en başından itibaren mümkün olan olasılıkları öngörerek çıkmazlara ve zorluklara çözümler tasarlarlar; kapsamlı ve stratejik bir plan, ana ve alt stratejileri ve değişen ve değişken nesnel koşullarda farklı ve değişik taktiklerin tasarımını içerir.

Aşura hadisesi çok hassas ve dönüm noktası olan bir zamanda gerçekleşti ve İmam Hüseyin'in (a.s) davranışı da gösteriyor ki, durumu dikkatli bir incelikle yönetiyor ve hareketin başından sonuna kadar duruma göre yerinde ve zamanında kararlarla, uygun ve zamanında kararlarla tepki veriyor. Yüzeysel bir bakışla dahi, büyük bir insani lider olarak İmam Hüseyin'in (a.s.) bu büyük çatışma sahnesine eli kolu bağlı ve basit bir şekilde gelmediği ve şartlara göre en büyük kapasiteleri en yüksek hedeflerine hizmet etmek için kullanmaya çalıştığı ve nihayetinde sahadan elleri dolu ve muzaffer çıktığı kabul edilmelidir.

Fakat bir başka açıdan Aşura olayı, salt dünyevi bir olay, bir zaman ve mekân takvimi değildir. Aşura, Allah'ın Seyyid-i Şüheda’nın (a.s) varlığına dayanarak varoluş ilişkilerini değiştirme iradesinin tecellilerinden biridir. Aşura, Allah’ın masumun velayet ekseninde tarihin akışını ve insanın tekamülünü değiştirmek için tekvini ve yaratıcı bir edinimidir. Aşura, Allah'ın sünnet ve geleneklerini küçük bir dünyada ve kısa sürede sergilemek için gösterdiği gücünün bir örneğidir. Bu tanımla, İmam Hüseyin'in (a.s) hareketinin Allah'ın çok yönlü bir planının örneği olduğu, bir yandan Seyyid-i Şüheda ve ashabının Onun teşrii (yasama) iradesini yeryüzünde uygulamak zorunda olduğu kapsamlı bir plan; öte yandan Allah, kendi velayet (yetkisiyle) ve kader, imtihan ve beda ilkesini uygulayarak olayın kaderini, insan, tarih ve varoluş için büyük planının gerçekleşeceği istikamet yönüne götürdüğü açıktır.

F) Aşura Etkinliğinde Çok Katmanlı Stratejiler

Aşura'nın bir hareketten ve sahneden daha büyük, belirli bir plan ve amacın ötesinde analiz edilmesi gerektiği tarihsel rivayetlerden ve bahsi geçen temellerden anlaşılmaktadır.

İmam Hüseyin (a.s), içinde bulunduğu durum karşısında tüm şahsi ve imamet görevlerini göz önünde bulundurarak, en önemli görevi en az maliyetle gerçekleştirerek ve sonunda düşmana en ağır darbeyi indirerek en büyük zaferi dine ve hak mensuplarına takdim etmiştir. Bu amaç, bu zor koşullarda elbette basit ve tek taraflı bir planlama ile mümkün değildir ve çok katmanlı stratejilerin öngörülmesini gerektirir.

Birinci katmanda imam, Emevilerin gücüne karşı mücadelede Şiilerin taleplerine cevap vermeli ve imamet hakkını takip etmelidir. Öte yandan, Hz. Peygamber (s.a.a)'in sünnetini ihya etmek ve Sakife'den bugüne kadar birikmiş olan büyük kötülükleri (münker) yasaklama görevi, umumi ve toplumsal hazırlık ve halkın desteğini gerektirir ve basitçe ve boş ellerle yapılamaz. İmam Hüseyin'in (a.s) hareketinin dış yüzü tam da bu koşulları tasvir etmekte ve bu yönde hiçbir çabadan kaçınmadığını göstermiştir. Dost ve düşmanlarla ilişkilerde en kesin siyasi ve askeri taktikleri takip etmek ve tüm ahlaki ve dini koşulları gözetmenin yanı sıra, canı ve gücü koruma ve tehlikeye atılmama ilkesi ve nihayetinde bilgeliği ve iyi argümanı ifade etme ve iyi vaaz verme veya müzakere ve mühlet isteme gibi yol gösterici kuralların kullanımı bu ilk katmanda analiz edilebilir.

Ama ikinci katmanda, imam (a.s), bu şartlar altında gasp edilmiş halifeliğin devrilmesinin mümkün olsa bile adil ve dindar bir hükümet kurmanın mümkün olmadığını ve sapma çizgisinin insanların dininde ve ahlakında kök saldığını öyle ki bu ahlaki ve ideolojik pisliklere dayanan iktidar sistemini yerinden oynatmanın neredeyse imkânsız olduğunu bilmektedir. İmam bu şekilde eninde sonunda şehit olacağını bilmekte ve bu fitne ve şüphe ortamında kendisinin ve ashabının şehadetinden, doğruyu ve yanlışı ayırt etmekle kalmayacak, gelecek nesilleri de aydınlatacak ve inşa edecek, görkemli ve parlak bir çizgi çizmeye çalışmaktadır. Bu nedenle İmam (a.s), ilk proje ile birlikte yavaş yavaş ve özel çevrelerde ikinci senaryoyu hazırlamakta ve İbn Hanefiye ve İbn Abbas gibi bazı protestoculara başka bir amaç peşinde olduğunu anlatmakta ve yavaş yavaş o son sahne için özel yardımcılar hazırlamaktadır.  

İmam Hüseyin'in hareketi incelendiğinde, baştan sona gidildikçe ilk yaklaşımın renginin giderek azaldığı ve ikinci stratejinin belirtilerinin ortaya çıktığı görülmektedir.

Ancak üçüncü katmanda İmam Hüseyin (a.s) Allah'ın kendisi için olan planının farkındaydı ve sorumlu olduğu belirli görevleri biliyordu ve bunları harfi harfine uyguladı.

Seyyid-i Şüheda, sırlarını sadece kendisinin ve Rabbinin bildiği bir programın icra edicisi idi ve başkaları şu anda bile onun sonunu ve sonuçlarını tam olarak bilemeyebilirler. Başka bir grubun, üçüncü planın önceki iki stratejiyle çeliştiğini düşünmesine neden olan şey, Allah'ın masum imamlar için önceki planını tarihi şartların dışında ve ümmetin dünyevi durumundan ve zamanından bağımsız olarak değerlendirmiş olmalarıdır; Hal böyle iken İmamet'in ilahi planı, ümmete rehberlik etmek ve dini, dünyanın nihai kaderine doğru yönlendirmek olduğu iyi bilinmektedir.

Dolayısıyla burada önemli olan nokta, Aşura'nın ilahi planının (üçüncü strateji) tam olarak Kerbela'nın dünyevi planının koridorundan geçmesidir ve diğer bir deyişle birinci ve ikinci katmanda söylediğimiz her şey Tanrı'nın aynı kapsamlı planının bir parçasıdır. Kelâm ve fıkhî temellerde söylediklerimizin esasına göre, imamın ve diğerlerinin teşrii (şeriat) dünyasındaki davranışlarının sahnesi, her Müslümanın her durumda vazifesi ile birebir aynı idi ve elbette imam, imamet görevi nedeniyle özel görevlerden de sorumluydu. Bu dünyada hür irade (ihtiyar), bela, şer ve bunun sonucunda adalet ve lütuf gibi ilkeler vardır ve Aşura tüm bu ilahi ilke ve geleneklerin bir örneğidir, fakat tekvin ve yaratılış âleminde, kader, beda ve benzeri prensiplerle ilâhî irade, beşerîn fiillerinin akıbetini ve neticesini tayin etmekte ve dünya ve insan üzerindeki planını gizlemektedir.

[1] - Emru’n Beyne’l Emreyn, kelam ilminde kullanılan bu terim, cebir ve ihtiyar konusunda Şia İmamiye’ye özgü özel bir inançtır. Bu öğreti, cebir ve tefviz'in mukabilinde kullanılmaktadır. Bu terimden maksat, insanın kendi iradesiyle yaptığı fiillerinde hem Allah’ın ve hem de insanın müdahale ettiği ve aracılığının olduğudur. İki emir, iki iş anlamına gelen "Emreyn"den maksat, cebir ve tefvizdir. Cebir teorisine göre, insan iradesinin fiillerde ve eylemlerde bir etki ve dehaleti yoktur. İşler kaçınılmaz ve kendi isteği dışındadır. Tefviz teorisine göre ise, insan iradesi fiillerinde tüm yönlerden etkin ve müessirdir. Allah’ın kudretinin onda bir etki ve tesiri yoktur. Allah yalnızca insanı ve onun kudretini yaratarak icat etmektedir. “Emru’n-Beyne’l Emreyn” bu iki teoriyi iptal etmekte ve insanın kendi isteği ile işlerinde hem Allah'ın ve hem de insanın iradesinin müessir olduğu; bu iki iradenin birbirlerinin sıralama ve boyunca olduğunu ispat etmektedir. (Çevirmen)

[2] - Beda’nın Arapçadaki kelime anlamı, ortaya çıkmak ve aşikâr olmaktır. Bir insanın beğenilen iyi davranışları neticesinde kaderinin doğal akışının değişikliği anlamını ifade eder. (Çevirmen)