.
.

Bismillahirrahmanirrahim

Bu sabah güneşin doğmak üzere olduğu vakitti. İmam Rıza’nın huzur dolu hareminde ayakkabılarımı vermiş revaktan revağa serili alanları takip ederek İmam’ın mübarek zerihine doğru gidiyordum. Azadi isimli avludan geçerken hizmetçilerin sessiz bir telaş içinde olduklarını fark ettim. Kimileri gelenleri ağırlar şekilde sıralanmışlar, kimileri tekerlekli sandalye itiyorlar, kimileri birilerine yardım ediyorlardı.

Gerçekten sessiz bir telaştı; sözün söylenemeyecek kadar çok olduğu zamanki sessizliklerden.

İlk gördüğüm kişi gözünün etrafı morarmış, sargısı açılmış ama izi kalmış esmer bir gençti. Sonra bir başkasını gördüm tek gözü sargılı ve tamamen kapatılmış, bir eli de yine aynı. Fark ettim ki bu bir iki kişi değil bir grup. Sonraki de bir gözü kapalı bir eli sargılı. Eli sargılı derken de belli ki el gitmiş.

Aman Allah’ım! Neden hepsinin bir eli bir gözü? Anlamam sadece saniyeler sürdü. Evet, kimlerin bir eli bir gözü yoktu? Mesajlaşma cihazı pagerların elinde patladığı yiğitler değil miydi onlar?

Özellikle biri çok perişan durumdaydı, ağızı burnu da etkilenmişti.

Her birinin yanında ilk bakışta bile asaleti, iffeti kendini belli eden bir hanımefendi vardı.

Çok duygulandım. Haberlerden okumak gibi değildi görmek. Ümmetin izzeti için, ilk kıble için canlarının adeta yarısını vermiş yarım canla dolaşan insanlardı. Kelimenin tam anlamıyla aramızda yaşayan şehitler…

Çok gençtiler, yirmi küsurlu yaşlardan en fazla otuzlu yaşlara kadar diyebilirim.

Bir şeklide duygularımı belli etmek istedim. Birinin sargılı elinden öpüp sarıldım, ağladım, sanırım o da ağladı. Onun de tek gözü ve etrafı sargılıydı.

O birkaç saniyelik sarılmada nasıl derin bir duygu bağı kurulduğunu, nasıl bir anlama anlatma köprüsü oluştuğunu anlatmak mümkün değil.

Geri çekildiğimde kendilerinden bir fotoğraf çekmek geçti aklımdan ama utandım. Belki temaşa konusu olduklarını hissederler diye çekindim.

Resim çekmiş olsam da paylaşmazdım zaten. Hem ne gerek var resme. Siz kendi oğlunuzu, kardeşinizi, sülalenizin en yiğit, en fedakâr gencini düşünün o halde. Yerde kalan işlere beklentisiz koşan, herkesin görmezden geldiği vazifeleri görüp sırtlanan fedakâr gençlerinizi düşünün, bir gözü ve bir eli yok edilmiş olarak!

Çünkü onlar öyle gençlerdi. Ne kişisel ne de hizipsel bir çıkarları yoktu bu işte.

Onlar bütün ümmetin yerde bıraktığı ve aslında iki milyar insanın omzuna binmesi gereken yükü omuzlamışlardı.

Onlar yanı başlarında yurdu yuvası yıkılan yüz binlerce garibanın, zulüm ablukası içinde oradan oraya sürüklenirken bombalar altında can verenlerin, hayata gözünü yetim açanların, enkazlar altında köpeklere yem olanların… hamisi oldukları için bu durumdaydılar.

Elleri mazlumu kaldırmak için kesilmişti.

Gözleri insanlığın görmediği zulmü gördüğü için patlatılmıştı.

Şimdi İmam Rıza’ya misafirdiler. Sonradan ziyarete girmek isterken fark ettim, kapılar onlar için kapatılmıştı. İmam’ın zerihinin bulunduğu alana girişleri kapatmışlardı görevliler. Bu kimse için kolay kolay yapılmaz, onlar için yapılmıştı. Bunu fazlasıyla hakediyorlardı.

Yüz milyonlar içinden Peygamber (s) ve Ehlibeyt’i (a) önünde ümmetin en yüzü ak olanları onlardı çünkü.

“Oğullarım! Mazlumun hamisi zalimin hasmı olun” diyen Ehlibeyt’in babası İmam Ali’nin vasiyetine hakkıyla uyan onlardı çünkü.

Hakkın rızası uğruna ömür boyu geçici dünya nimetlerini tek elleriyle tutup parıltılı güzelliklerini tek gözleriyle görecek olan onlardı çünkü.

Onlar hakka hakikate dört elli sarıldıkları için hiçbir zaman eşlerine iki elli sarılamayacak, gözlerine iki gözleriyle bakamayacak yiğitlerdi çünkü.

Suphanallah! Görmekle duymak hiç aynı olur mu?

Hz. Ebulfazl Abbas’ın meşhur Azeri deyimiyle “gelem” olan kollarının mersiyesini çok dinlemiş hatta kendim de okumuştum… Bir tasavvurdu, bir hayaldi, dille söylenen kulakla duyulan bir sözdü. Gözle görmek çok farklı, apayrı bir şey!

Haberlerde geçer ya “yaralandı” diye. Sanırız ki tamam şehit olmamış yaralanmış, bir gün geçer yarası da. Hayır, bir gün geçmeyecek! O eller hiç geri gelmeyecek, o gözler hiç görmeyecek…

Bunları düşününce, mukavemetin Seyyidi adına şehit olduğu için seviniyorum. Eminim bu yiğitleri yıllarca böyle görmek onun için çok ağır olacaktı, çok zor olacaktı…

Ömür boyu unutulmayacak bir manzaraydı gördüğüm ve hep bir ilham kaynağı olacak benim için.

Evet, hakkı haklıyı gören gözü kör etmek, muzlumun elini sıkıca tutan eli koparmak bu vefasız dünyanın ahvaline yakışmıyor değil. Hatta daha fazlası… çok daha fazlasını da yaparlar insana!

Tek elini değil iki elini de keserler, bir gözünü değil iki gözünü de kan çanağına çevirirler. Bununla yetinmezler alnından mızrakla vurup kesili ellerle atından yere de yuvarlarlar….

Öldürmekle dahi yetinmezler, üzerine at da koştururlar, cansız bedenleri parça parça tanınmaz hale de getirirler.

Baş kesmekle yetinmezler, kesili başları diyar diyar mızraklar ucunda taşırlar da. Yine yetinmez çadırlarını yakıp içindekileri çöllere de dağıtırlar. Çocuklarını, kızlarını, kadınlarını esir eder şehir şehir elleri bağlı dolaştırırlar da…

Evet, hakka sapasağlam bağlı olmanın bedeli budur ve bu bedeli ödetmekte tereddüt etmeyen zalimler daima var olacaklar.

Şu var ki sonrasında nihayet ölüm herkesi gelir bulur. Hakka gözünü kulağını kapayanlar da ölür, o öldürenler, zulmedenler de ölür. Bir tek onlar, o hakka tutunanlar ölmezler… Hak ve hakikat için canlarından, ellerinden, gözlerinden geçenler hak var oldukça var olurlar, yücelirler, yükselirler ve ebedileşirler…

El onların elidir, göz onların gözüdür!

.
Kasım / 2024
Horasan-i Rezevi
Meşhed / İran