.
.
Bismillahirrahmanirrahim
.
İmam Hasan Askeri‘nin (as), Şiaları İmam Mehdi (af) Gaybetine Hidayet Etme Metodu
İmam Hasan Askeri'nin (as) kişiliği, ilahi dindarlığın, siyasi stratejinin ve en zor koşullarda toplumsal yönetimin eşsiz bir örneğidir. Abbasi Halifeleri döneminde, Ehl-i Beyt‘in (sa) üzerindeki baskı ve kısıtlamaların zirveye ulaştığı bir dönemde, o, sadece imametin kutsallığını ve değerli oğlu İmam Mehdi'nin (af) hayatını zekâ ve sabırla korumakla kalmamış, aynı zamanda tutarlı bir iletişim ağı oluşturarak ve ahlaki ve doktrinel (itikadi) öğretileri açıklamakla Şialar için hidayet yolunu açık tutmuştur. Dönemin siyasi baskılarını ortaya çıkarmanın yanı sıra, bu dönemi incelemek, azmin, inancın, insani ve ilahi ilkelere bağlılığın, en büyük zorluklar karşısında Ehl-i Beyt (sa) İnanç ve mektebinin korunması ve gelişmesinin önünü nasıl açabileceğini göstermektedir.
Ehl-i Beyt (sa) imamlarının on birinci İmamı, İmam Hasan Askeri (as), Hicri 232 yılının Rebiül-Sani ayının 10'unda (yaklaşık Miladi 846) Medine şehrinde doğdu. Ehl-i Beyt İmamlarının onuncu imamı, İmam Hadi ‘‘Ali’yen Naki‘‘ (as) ve annesi Hazret-i Hadise'nin (sa) tek oğluydu. İmam Hasan Askeri (as), çocukluğunu ve gençliğini Medine'de geçirdi, ancak Abbasi rejiminin, babası İmam Hadi (as) üzerindeki artan baskısı nedeniyle, babası gibi o da gençliğinde Medine'yi terk edip Samarra şehrine göç etmek zorunda kaldı.
Samarra şehri o dönemde (Mu’tasım Abbasi döneminde) özel bir öneme sahipti. Hicri 221 yılında Abbasi Halifesi Mu’tasım, şehrin yeniden inşasını ve genişletilmesini emretti ve merkezi hükümetin başkenti yaptı. Samarra stratejik konumu ve geniş askeri varlığı nedeniyle, büyük bir garnizon olarak yönetiliyordu. Samarra'nın ilk dönemlerinde yaklaşık doksan bin askeri gücün burada konuşlandığı bildirilmektedir. Şehir, Mütevekkil Abbasi döneminde de genişletilmiş ve askeri ve siyasi önemini korumuştur.
* * *
Abbasi Despot hükümetinin Ehl-i Beyt için yarattığı koşullar
İmam Hadi ve İmam Hasan Askeri'nin (a.s.) Samarra'ya zorla sürgün edilmesi, Abbasi halifelerinin Ehl-i Beyt (as) ve Şialarının nüfuzunu kontrol altına almak ve sınırlamak için uyguladıkları baskıcı politikaların bir parçasıydı. "Asker" (yani "Askeri Karargâh") olarak da bilinen bu şehir, çok sayıda askerin varlığı nedeniyle güvenli bir ortama sahipti ve sıkı bir gözetim altındaydı. İmam Hasan Askeri (as), mübarek hayatının tümünü bu şehirde, devletin ve güvenlik birimlerinin doğrudan gözetimi altında geçirdi. Bu gözetim ve baskı o kadar sıkı ve şiddetliydi ki, özellikle Pazartesi ve Perşembe günleri şehirdeki emniyete gidip, Samarra'dan ayrılmadığına ve şehirde olduğuna dair yetkililere imza veriyordu. Böylelikle İmam emniyet tarafından kayıt altına alınıyordu. Ayrıca, İmam’ın hayatının kısa bir bölümünü hapishanede geçirmiş olması, kutsal mekân ve şehrin üzerindeki siyasi ve güvenlik baskılarının yoğunluğunu gösteriyordu.
İmam Hasan Askeri'nin (as) ömrü sadece 28 yıldı. Muhterem babası İmam Hadi'nin (as) şehadetinin ardından 22 yaşında (Hicri 254) imamet makamına oturdu ve bu önemli sorumluluğu üstlendi. İmamlık döneminin kısalığına rağmen, Şia tarihinde önceki imamlar döneminden sonraki en hassas ve belirleyici dönemdi. İmamlığa başladığı yaş 22 göz önüne alındığında, imamet süresi sadece 6 yıl (22’den 28’e kadar) sürmüş olup, 12 İmam (sa) arasında en kısa imamet dönemi olmuştur. İmamet makamına ulaşmasından bir yıl sonra, Hicri 255 yılında, Allah’ı Tebâreke ve Teâla ona insanlık dünyasının kurtarıcısı, Vadedilmiş şahsiyyet Hz. Mehdi'yi (af) bahşetmiştir. Hz. Mehdi'nin (af) doğumu çok hassas ve gizli bir ortamda gerçekleşmiştir.
İmam Hasan Askeri (as), aleni ve halk arasında yaşayan 11. imam olarak son İmam'dı. Varlığı Şialar tarafından açıkça görülüyordu. Ancak on ikinci İmam, İmam Mehdi’nin (af) gaybet dönemi yaklaştıkça, hükümetin kendisi ve ailesi üzerindeki baskısı keskin bir şekilde arttı. Resulü Ekrem (saa) ve önceki İmamlardan, on ikinci İmam'ın gaybetini bildiren çok sayıda rivayet nakledilmiştir. Bu nedenle Abbasi hükümeti, onun doğumunu veya doğmuşsa hayatta kalmasını ve topluma tanıtılmasını engellemek için tüm gücüyle mücadele etti. Bu nedenle İmam Hasan Askeri (as), İmam Mehdi’ye (af) azami dikkat, ihtiyatlı ve tedbirli davranmaya özen gösteriyordu.
* * *
İmam'la irtibat halinde olan özel sözcüler
Küçük gaybet dönemi, yani 72 yılda, İmamla irtibatlı olan sadece bir kaç kişiydi, onlardan bazıları ise, Ahmed bin İshak el-Eş'ari el-Kummi ve Osman bin Said el-Ömeri gibi çok özel, güvenilir kişiler ve İmam'ın yakın dostları olarak, İmam Mehdi (af) ile görüşebilen ve varlığından emin olabilen insan vardı. Bu önlemler, Allah’ın iradesiydi, çünkü 12. imam, İmam Mehdi’nin (af) hayatını korumak ve büyük gaybet dönemine zemin hazırlamak için şarttı.
İmam Hasan Askeri'nin (as) ömrü yirmi sekiz yıl sürdü. Muhterem babası İmam Hadi'nin (as) şehadetinin ardından 22 yaşında (Hicri 254’te) imamet makamına oturdu ve bu önemli sorumluluğu üstlendi. İmamet süresi kısa zaman olmasına rağmen, Şia tarihinde önceki imamlar döneminden sonraki en hassas ve belirleyici bir dönemdi. İmamet süresi başladığı yaş 22 yıl göz önüne alındığında, imamet süresi sadece 6 yıl sürmüş olup, 12 İmam (sa) arasında en kısa imamet dönemi olmuştur.
İmamet makamına ulaşmasından bir yıl sonra, Hicri 255 yılında, Yüce Allah ona insanlık dünyasının kurtarıcısı, Vaadedilen Hz. Mehdi (af) adında değerli bir evlat bahşetti. Hz. Mehdi'nin (af) doğumu çok hassas ve gizli bir ortamda gerçekleşti.
Abbasi Halifeliği bu dönemde sayısız iç ve dış zorlukla karşı karşıya kaldı. Merkezi otoritenin zayıflaması, farklı bölgelerde yarı bağımsız hanedanlıkların (Tahiriler, Saffariler, Samaniler gibi) ortaya çıkması ve çeşitli siyasi ve dini mezheplerin yükselişi bu dönemin karakteristik özellikleri arasındaydı. Abbasi Despot hükümeti, varlığını sürdürebilmek için her türlü muhalefeti, özellikle de meşruiyetini sorgulayabilecek güçleri bastırma politikasını yoğunlaştırarak artırıyordu. Ehl-i Beyt (sa) ve dostları, her zaman Despot hükümetin baskılarının ana hedefi olarak görüldü.
Despot Hükümetin baskılarına rağmen, Şia camiası İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde genişliyor, gelişiyor ve güçlenerek örgütleniyordu. İran, Irak ve dünyanın farklı bölgelerinde Şia merkezleri oluşmuştu. Camianın bu coğrafi dağılımı ve genişlemesi, hem Ehl-i Beyt'in (sa) öğretilerini korumak ve iletmek, hem Şiaları İmamların İmameti ve velayeti doğrultusuna yönlendirmek ve hidayet etmek için çaba göstermekti, bu doğrultuda ise çok dikkatli bir yönetim, tutarlı bir ağ ve güçlü bir iletişim kurma çabası gerekiyordu.
Bu dönemde çeşitli İslam Fırkalarının ortaya çıkışına ve faaliyetine tanık olunabiliyor. Bunların arasında Şia’nın içinden, ama farklı yanlış düşünceye sahip olan ve ayrılan Fırkalarda vardı. Bunlar arasında, örnek! İmam Kazım’dan (as) sonra imametin sona erdiğini düşünen Vakfiyet, İsmail b. Cafer es-Sadık’ın (as) soyundan gelen İsmaililer ve Zeyd b. Ali’nin (as) takipçileri olan Zeydiler sayılabilir. Ayrıca Hariciler gibi diğer fırkalar da bazı bölgelerde varlığını sürdürüyordu. Böyle bir durumda, ‘‘İsna-i Aşeriyye‘‘ oniki İmamın İmametine iman etmiş, on bir imamdan sonra on ikinci imam, İmam Mehdi’nin (af) zuhurunu bekleyen Şia camiasının irşad ve dayanışması özel bir çaba ve zekâ gerektiriyordu.
Abbasi Despot hükümetinin düşmanca politikaları nedeniyle İmam Hasan Askeri (as), Şialarla doğrudan ve açık iletişiminde ciddi kısıtlamalarla karşı karşıya kaldı. Facir Abbasi halifeleri, özellikle Mütevekkil ve soyundan gelenler, pak ve mutahhar İmamların (sa) faaliyetleri konusunda son derece dikkatliydi. Masum İmamlar, devlet yetkililerinin sıkı ve baskıcı gözetimi altında yaşamakta olduklarından halkla herhangi bir hareket veya iletişim kurmaları kesinlikle yasaktı. Uzak şehirlerden Samarra'ya gelen ziyaretçiler ve Şialar bile, baskı ve sorgulanma korkusuyla İmamla açıkça görüşmeye cesaret edemiyorlardı. Bu durum, İmam için yeni iletişim yöntemlerinin benimsenmesini zorunlu kıldı.
Böylesine zor koşullar altında, İmam Hasan Askeri (as), iletişim ağını akıllıca ve öngörülü bir şekilde "Vekâlet ‘‘Naib‘‘ sistemi aracılığıyla örgütledi. Bu sistem, farklı bölgelerde bulunan ve mesajları iletmek, dini materyalleri toplamak, Şiaların fıkhi sorunlarını cevaplamak, Ekonomi sorunlarını (vucuhat ‘‘Humus‘‘) yoluyla gidermek ve salih kişileri İmam Mehdi’nin (af) özel dostları olarak tanıtmaktan sorumlu güvenilir kişilerin (Vekâlet, Naib) kullanımına dayanıyordu. İmam, bu vekâlet (naipler) aracılığıyla ilgili mesajlarını ve öğretilerini uzak bölgelere gönderiyor ve Şia meselelerine azami özen ve dikkatle takip ediyordu. Bu vekâlet (naib) sistemi aynı zamanda Küçük Gaybet döneminde Şiaların İmam Mehdi (af) ile iletişiminin temel yapısını da oluşturuyordu.
İmam Hasan Askeri (as), kısa süren imamet döneminde, tüm kısıtlamalara rağmen değerli hadis ve rivayetlerle Şiaları yönlendirmiş, pisklojik olarak yetiştirilmiş ve eğitmiştir. Çoğu zaman ahlaki ve manevi öğütler şeklinde dile getirilen öğretileri, müminlere bireysel ve toplumsal hayatlarında rehberlik etmiştir.
İmam Hasan Askeri'nin (as) en meşhur ve değerli sözlerinden biri, Emirü'l-Mü'minin İmam Ali'nin (as) gerçek Şialarının özelliklerini sıraladığı rivayetleri aktarır ve telkinde bulunurdu. Güvenilir kaynaklarda nakledilen bu rivayet, İmam'ın gerçek Şialarını tanımak için açık ölçütler sunar ve onların, kendileri muhtaç ve fakir olsalar bile, başkalarını kendilerinden önce tutanlar olduğunu belirtmekteydi, Bu özellik, özveri ve fedakârlığın zirvesidir. Gerçek bir Şia, zorluk ve ihtiyaç zamanlarında kendini düşünmek yerine başkalarının ihtiyaçlarını karşılamayı düşünen ve toplumsal çıkarlar veya diğer insanların refahı için kişisel çıkarlarından fedakârlık eden kişidir. Bu özellik, hayatı boyunca müminlere bu yüce erdemi tavsiye eden İmam Ali'nin (as) yüce niteliklerinin bir yansımasıdır.
Devamında şöyle buyuruyor: Onlar Aziz ve Celil olan Allah'tan korkarlar, O'na itaat yolunda yürürler, O'nun nezdinde olanı arzular ve O'nun rızasının olmadığından sakınırlar. Hadisin bu kısmı, dindarlığın temel eksenini, ( velayete bağlılığını) yani Allah'a karşı takvayı vurgular. Gerçek bir Şia, tüm eylem ve davranışlarında Allah'ın rızasını ( Hz. Resulüllah’ın sünneti nebevisini ve İmam Ali’nin velayetini) ölçü alan kişidir. Farzları yerine getirir, haramlardan kaçınır ve helalleri uygular. Toplumda aktif bir şekilde var olmayı ve ilahi emirlere bağlılığı gösteren cemaat namazı ve cuma namazı gibi toplu ibadetlere önem verir, bu bir Şia’nın Allah’a gerçek kul olmanın özelliğinin bir örneğidir.
Onlar (Şialar) kendilerine baba niteliği taşıyan ve İmamet ve Velayetine mutlak iman ettikleri, İmam Ali’ye (as) uyar ve itaat ederler ve (din) kardeşlerine hürmet ederler. Başkalarıyla ve özellikle de müminlerle olan ilişkilerinde İmam Ali'nin (as) davranış biçimini kendilerine örnek alır, müminlere gereken hürmet ve saygıyı göstermek, onların Allah katındaki makamlarını yüceltmek, onlara karşı her türlü hakaret ve aşağılamadan kaçınmak gerçek bir Şia'nın belirgin özelliklerindendir.
İmam Cafer Sadık (as) Şiaların diğerlerinden farklı özelliklere sahip olmaları gerektiği noktasında, şöyle buyuruyor: "Bizim (Ehl-i beyt’in) ziynetimiz olun ve insanların hor görecek ve bize nispet edilecek sebeplerden kaçının ve asla öyle bir şey yapmayın.‘‘ Bu kısa ama altın değerindeki cümle, İmam Hasan Askeri'nin (as) en temel ahlaki öğretilerinden biridir. O, Şiaların davranış ve eylemlerinin Ehl-i Beyt'e (sa) uygun olmayan ve utanç verici değil, belki gurur ve şeref getirecek şekilde davranılması ve hayatlarının öyle olması gerektiğini her zaman vurgulamıştır. Dolayısıyla Şiaların iyi ve kabul olmuş amelleri Ehl-i Beyt (sa) mektebi için pratik bir uygulama olarak kabul edilirken, hoş karşılanmayan amelleri ise insanların zihninde bu kutsal Hz. Resulüllah (saa) ailesi hakkında olumsuz bir imaj yaratmış olur ve müminler bundan kaçınılmalıdır.
Şia camiasının vazife ve görevi o kadar ağırdır ki, bu görev ve sorumlulukları liyakatiyle yerine getirmeli ve Ehl-i Beyt imamlarına ve mektebine bayraktarlık yapmalı ve o bayrağı, bayrak sahibi Hz. Begiyetullah İmam Mehdi’ye (af) sağ salim teslim etmelidir.
Allah zuhurunu acil etsin inşallah.