.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Seyr u sülûk için söylenen ameller ve zikirler için geçerli olan genel kural bu amellerin dinî kurallara uygun olması ve bu yönde en ufak bir sapma görülmemesidir. Bu genel kurala uyduktan sonra ahlak ve seyr u sülûk âlimlerinin vermiş olduğu birtakım özel tavsiyelere uymak sakıncasızdır. Bu kural doğrultusunda bir ahlak ve seyr u sülûk hocasının birtakım kişiye özel ameller veya zikirler tavsiye etmesi doğru bir davranış olarak karşılanıyor. Hoca, kendi bilgi ve tecrübesi doğrultusunda eğitmekte olduğu kişinin durumunu da göz önünde bulundurarak öğrencisi için birtakım sünnetleri ve zikirleri öncelikli görebilir. Bu nedenle hoca, belirli bir öğrencisi için yüce Allah’ın belirli bir sıfatına daha çok yoğunlaşmayı uygun görebilir veya belirli bir zikri daha çok söylemesini tavsiye edebilir. Hoca, tavsiye ettiği zikirler için belirli sayılar da söyleyebilir. Bunda da bir sakınca yoktur. Zira bu meselenin genel çerçevesi dinimizde vardır ve hocanın belirlemiş olduğu sayı bu genel kuralın bir ferdi olarak kabul edilebilir. Bir hoca örneğin “La ilahe illallah” zikrini belirli bir sayıda öğrencisine tavsiye ederse buna yanlış gözüyle bakamayız ve bunu din dışı bir eylem olmakla suçlayamayız. Zira ‘La ilahe illallah’ zikri dinimizde önemle tavsiye edilen zikirlerden birisidir ve bu zikri belirli bir günde belirli bir sayıda söyleyen kişi, bu zikri söylemekten başka bir şey yapmamıştır. Dolayısıyla din dışı bir davranışta bulunduğu iddia edilemez. Kur’an-ı Kerim, zikir ve Yüce Allah’ı anma konusuna değinmiştir.

 يا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَثِيراً ! وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً 

“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.”[1]

 وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَثِيراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 

“Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.”[2]

 وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلاً ! وَمِنَ اللَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ وَسَبِّحْهُ لَيْلاً طَوِيلاً 

“Sabah akşam Rabbinin adını an. Gecenin bir kısmında O’na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O’nu tesbih et.”[3]

Hadislerde ise bu konu daha geniş bir şekilde açıklanmıştır. Ancak burada sadece bir hadisle yetinmek durumundayız. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

ما مِنْ شَيْء اِلاّ وَلَهُ حَدٌّ يَنْتَهي اِلَيْهِ اِلاّ الذِّكْرَ فَلَيْسَ لَهُ حَدٌّ يَنْتَهي إلَيْهِ. فَرَضَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ الْفَرائِضَ فَمَنْ اَدّاهُنَّ فَهُوَ حَدُّهُنَّ، وَ شَهْرُ رَمَضانَ فَمَنْ صامَهُ فَهُوَ حَدُّهُ، وَالْحَجَّ فَمَنْ حَجَّ فَهُوَ حَدُّهُ، اِلاّ الذِّكْرَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ لَمْ يَرْضَ مِنْهُ بِالْقَليلِ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ حَدّاً يَنْتَهي اِلَيْهِ. ثُمَّ تَلى هذِهِ الاْيَةَ «يا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَثِيراً ! وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً»

“Zikir hariç her şeyin son bulduğu bir son sınırı vardır. Yüce Allah farzları farz kıldı, kim bunları yerine getirirse işte bu bunların sınırıdır. Ramazan ayının orucunu farz kıldı, kim bu ayın orucunu tutarsa işte bu bunun sınırıdır. Haccı farz kıldı, kim hacca giderse işte bu bunun sınırıdır. Zikir hariç. Yüce Allah zikrin azına rıza göstermemiştir ve zikir için son bulacağı herhangi bir sınır belirlememiştir.”

İmam Cafer Sadık (a.s) daha sonra şu ayeti kerimeyi okudular: “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.”[4]

Hadisin devamında İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

فَقالَ: لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ حَدّاً يَنْتَهي اِلَيْهِ. قالَ: وَكانَ اَبي (عليه السلام) كَثيرَ الذِّكْرِ، لَقَدْ كُنْتُ أمْشي مَعَهُ وَإنَّهُ لَيَذْكُرُ اللّٰهَ، وَآكُلُ مَعَهُ الطَّعامَ وَإنَّهُ لَيَذْكُرُ اللّٰهَ، وَلَقَدْ كانَ يُحَدِّثُ الْقَوْمَ وَما يَشْغَلُهُ ذلِكَ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ، وَكُنْتُ اَرى لِسانَهُ لازِقاً بِحَنَكِهِ يَقُولُ لا اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ، وَكانَ يَجْمَعُنا فَيَأْمُرُنا بِالذِّكْرِ حَتّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ، وَ يَأْمُرُ بِالْقِرائَةِ مَنْ كانَ يَقْرَأُ مِنّا وَمَنْ كانَ لا يَقْرَأُ مِنّا اَمَرَهُ بِالذِّكْرِ‌

“Yüce Allah zikir için herhangi bir sınır belirlemedi. Babam çok zikredenlerdendi. Onunla birlikte yürürken o hep Allah’ı zikrederdi. Onunla birlikte yemek yerken o hep Allah’ı zikrederdi. İnsanlarla konuşurken bile bu onu Allah’ı zikretmekten alıkoymazdı. Dilinin damağına yapıştığı halde la ilahe illallah dediğini görüyordum. Bizi bir araya getirip gün doğumuna dek zikir yapmamızı isterdi. İçimizde Kur’an okuyabilenlerden Kur’an okumalarını, Kur’an okuyamayanlardan ise zikir yapmalarını isterdi.[5]

Bu nedenle ahlak üstadı, eğitmekte olduğu öğrencisine örneğin “her gün bin defa filan zikri söyle” derse bunu din dışı bir komut olarak algılayamayız. Ayrıca bu değerli insanların verdikleri talimatların bir bölümü aynen hadislerde masum zatlardan nakledilmiştir. Burada örnek olarak birkaç hadise değinmek istiyorum.

İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor:

مَنْ لَمْ يَقْدِرْ عَلى ما يُكَفِّرُ بِهِ ذُنُوبَهَ فَلْيَكْثُرْ مِنَ الصَّلاةِ عَلى مُحَمَّد وَآلِهِ فَاِنَّها تَهْدِمُ الذُّنُوبَ هَدْماً

“Günahlarını örtecek herhangi bir şeyi olmayanlar Muhammed ve Aline çokça salat eylesinler. Kuşkusuz bu, günahları yıkıp yok ediyor.”[6]

İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Bu duayı her gün üç defa olmak üzere sabah, öğlen ve akşam vakitlerinde okuyun. Babam, bu duanın gizli ilahi hazinelerden olduğunu söylerdi:

اَللّهُمَّ اجْعَلْني في دِرْعِكَ الْحَصينَةِ الَّتي تَجْعَلُ فيها مَنْ تُريدُ

Allahummec’elni fi dir’ikel haşin etilleti tec’elu fiha men turid.[7]

Anlamı: Allah’ım beni, dilediğini içine aldığın koruyucu zırhının içine al.”

Ebu Hamza Sumali şöyle anlatıyor:

“İmam Muhammed Bakır’ı (a.s) evinden çıkarken gördüm. Mübarek dudakları hareket ediyordu. İmam (a.s) bana “şaşırdın mı?” diye sordu. Ben “Evet” diye yanıt verince İmam (a.s) şöyle buyurdu: Allah’a yemin ederim az önce dile getirdiğim kelimeleri kim dile getirirse yüce Allah onun önemli dünyevi ve uhrevi işlerini yoluna koyar. Bunun üzerine bu kelimelerin ne olduğunu İmam’a (a.s) sordum ve İmam (a.s) şöyle buyurdu: Evinden çıkarken bu zikri söyleyenlerin dileğini yüce Allah yerine getiriyor:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ حَسْبِيَ اللّٰهُ تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ اَللّهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ خَيْرَ اُمُوري كُلِّها وَاَعُوذُ بِكَ مِنْ خِزْيِ الدُّنْيا وَعَذابِ الاْخِرَةِ

Bismillahirrahmanirrahim, hasbiyellahu, tevekkeltu alallah. Allahumme inni es’eluke hayre umuri kulliha ve e’uzu bike min hizyiddunya ve azabil âhire.[8]

Anlamı: Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Allah benim için yeterlidir. Allah’a tevekkül ettim. Allah’ım bütün işlerimin hayır üzere olmasını senden niyaz ediyorum ve dünya hüsranından ve âhiret azabından sana sığınıyorum.”

Kısaca güvenirliğinde kuşku duymadığımız dine bağlı birtakım büyük âlimlerin söylemiş olduğu ameller ve zikirleri dine aykırı veya anlamsız görmek yanlıştır. Buraya kadar yeri geldiğince defalarca vurguladığımız üzere irfân ve seyr u sülûkun ruhu yalnızca bir şeyden ibarettir. Bu da Allah’a yönelmekten başkası değildir. Büyük ahlak âlimleri ve bu alanda hocalık yapan ehil insanlar bu gerçeği göz önünde bulundurarak irfân yolunda ilerlemekte olan sâliklerin Allah’a olan yönelişlerini güçlendirmek amacıyla bu insanlara birtakım sünnet amelleri daha çok yapmalarını tavsiye edebilirler. Gerçekte bu ameller sâliklerin Allah’la olan kalbî bağlarını güçlendiriyor ve bütün hallerde onu anıyor olabilmelerinin önünü açıyor.

Evet, ne yazık ki zaman zaman irfân adabı ve seyr u sülûk adı altında dinimizin uygun görmediği, haram saydığı veya dinle hiçbir alakası olmayan bidatlerin insanlara tavsiye edildiği görülüyor. Bu tür tavsiyeler kesinlikle kabul edilmemelidir ve doğru irfân yolunda ilerleyen gerçek arifler kesinlikle bu tür tavsiyelerde bulunmazlar.

Dille Yapılan Zikir ve Kalple Yapılan Zikir

İrfan ve seyr u sülûktaki en önemli konulardan birisi ‘zikir’ konusudur.

Daha önce açıklandığı üzere irfânın hakikati Allah’a yönelmekten ibarettir ve irfânın en üst seviyesindeki sâlik bir an için bile yüce Allah’tan gâfil olmayan, bütün ilgisini yüce Allah’a vermiş olan ve ‘inkıta’ makamına ermiş olan sâliktir.

اِلهي هَبْ لي كَمالَ الاِْنْقِطاعِ اِلَيْكَ

“Allah’ım herşeyden kopuşun en yüce şeklini bana nasip eyle.”[9]

İrfanın hakikatini ve gayesini oluşturmuş olan ‘Allah’a yönelme’, Kur’an-ı Kerim ayetlerinde ve Ehlibeyt’in (a.s) buyruklarında genellikle ‘zikir’ olarak anılıyor. Allah’a yönelme ve zikrin karşıtı ise gaflettir.

Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 وَلا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنا 

“Kalbini bizi anmaktan gâfil kıldığımız kimselere boyun eğme.”[10]

Yüce Allah diğer bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

 يا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تُلْهِكُمْ أَمْوالُكُمْ وَلا أَوْلادُكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ 

“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın.”[11]

Bu nedenle irfânî makamlar zikir ve Allah’a yönelme esasınca derecelendiriliyor. Dolayısıyla ‘inkıta illallah’ makamında olmanın anlamı bütün hallerde Allah’a yönelmiş olmak ve bir an için bile ondan gaflet etmemektir.

Zikir konusunda dile getirilen önemli sorulardan birisi kelimelerin rolü ve sâlikin Allah’a yönelmesinde taşıdığı önemdir. Yani insanı Allah’a yakınlaştıran unsurun kelimeler mi yoksa zikrin ruhu, yani kalbî olarak Allah’ı anmak mı olduğu konusudur.

İlk bakışta şöyle diyebilirsiniz: Bu sorunun cevabı çok basittir; zikrin hakikati kalbi zikir yani Allah’ı kalp ile anmaktır, eline tespih alıp da dille zikir söylemek kimseyi Allah’a yakınlaştıramaz. Dille yapılan zikre değer verilmişse de bu, kalbî zikir için bir pencere olabileceği yönüyledir.

Ancak bu cevap yeterli gibi görünmüyor ve konuyu daha detaylı incelemekte fayda var. Kalp ile yapılan zikri yani Allah’ı anmayı, zikrin hakikati olarak kabul edecek olursak önümüze şöyle bir soru çıkıyor: Zikrin hakikati kalbî zikir ise peki neden Ehlibeyt (a.s) hadislerinde dil ile yapılan zikirler üzerinde bunca durulmuştur ve bu yönde tavsiyeler yapılmıştır? Sürekli kalbimizi Allah’a dönük tutmaya çalışırsak dil ile yapılan zikre neden ihtiyaç duyalım?

Tasavvuf gruplarına baktığımızda birbirinden çok uzak biri ifrat diğeri tefrit yönünde yöntemlerle karşılaşıyoruz. Bazı tasavvuf grupları zikir halkaları oluşturuyor ve ‘zikr-i celî’ adı verdikleri bu zikir halkalarında düzenli bir ritimle hep birlikte birtakım zikirleri tekrarlıyorlar. Bazı tasavvuf grupları ise dille yapılan zikir konusuna hiç değinmiyorlar ve tamamen kalbi zikir üzerine yoğunlaşıyorlar. Bu gruplara mensup kişilerin bir namazın başından sonuna kadar dudaklarını kıpırdatmadan ve tek kelime bile söylemeden bir namazı bitirdiklerini ben şahsen görmüşümdür. Bu gruplara mensup insanlar namazın tüm bölümlerinde, kıraatten tutun da rükû ve secdeye kadar tüm bölümlerde dilleriyle tek bir kelime bile söylemiyorlar ve tam bir sessizlik içinde namazlarını bitiriyorlar. Buna delil olarak ise dil ile yapılan zikrin kalbi zikir için bir vesile olduğunu gösteriyorlar. Bu nedenle kalbî zikir olduğu yerde dil ile zikir yapmaya gerek olmadığını ve hatta zararlı olduğunu söylüyorlar. Bu gruptaki bazı kişiler ise ‘yüce kalbî zikir makamlarına’ vardıklarını şu şekilde ifade ediyorlar: Namaz kılarken, öylesine Allah’ın cemaline kapılıyoruz ki her şeyi ve hatta namaz kıldığımızı bile unutuyoruz. Diğer bazıları ise namaz ve benzeri ibadetleri irfân yolunda ilerlemek isteyen sâliklerin ilk aşamalarda yapması gereken ibadetler olarak görüyor ve yakîn aşamasına varmış olan sâliklerin artık bu tür ibadetlere ihtiyaç duymadığını ifade ediyor. Buna delil olarak ise Kur’an-ı Kerim’deki şu ayeti delil gösteriyorlar:

 فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السّاجِدِينَ ! وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ 

“O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol. Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”[12]

Ehlibeyt (a.s) öğretilerinde bu tür akımlar kesin bir dille bâtıl akımlar olarak tanıtılmıştır. Kur’an ve hadislere baktığımızda birtakım zikirlerin tavsiye edildiğini görüyoruz. En yüce irfânî makamlara sahip olduklarında kuşku duymadığımız Ehlibeyt (a.s) hayatlarının sonuna kadar namaz, dua ve zikirlere özel bir ilgi ve önemle yaklaşmışlardır. Dille söylenen zikirler bu zatlar için oldukça önemli olmasaydı tavsiye etmiş oldukları zikirlerin aynen söyledikleri şekilde ve sayıda söylenmesi gerektiğine vurgu yapmazlardı. Bunun bir örneğini Allame Meclisi’nin Biharu’l- Envar kitabında nakletmiş olduğu hadiste görüyoruz. Hadisin râvisi Abdullah bin Sinan, İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Yakında üzerinize şüpheler çökecek ve içinizde size yol gösterebilen bir rehberiniz olmayacak. Bu durumda ancak ‘Garik Duasını’ okuyanlar bu şüphelerden kurtulabilecek. Abdullah bin Sinan şöyle devam ediyor: İmam Cafer Sadık’a (a.s) “Garik duası nedir?” diye sorduğumda şöyle buyurdu: Şöyle demelisin:

يا اَللّٰهُ يا رَحْمانُ يا رَحيمُ يا مُقَلِّبَ الْقُلوبِ ثَبِّتْ قَلْبي عَلى دينِكَ.

Ya Allahu ya rahmanu ya rahimu ya mukallibel kulub, sebbit kalbi ala dinik.[13]

Abdullah bin Sinan şöyle diyor: İmam’ın ardından ben şöyle okudum:

يا اَللّٰهُ يا رَحْمانُ يا رَحيمُ يا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ وَالاَْبْصارِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلى دينِكَ.

Ya Allahu ya rahmanu ya rahimu ya mukallibel kulub vel ebsar, sebbit kalbi ala dinik.[14]

Bunun üzerine İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdu: Yüce Allah kalpleri ve gözleri çevirendir elbet ancak duayı sana söylediğim şekilde ‘kalpleri çeviren’ diyerek oku.”

Görüldüğü üzere İmam Cafer Sadık (a.s) bir kelimenin bile fazladan söylenmesine karşı geliyor ve söylenen zikrin aynen söylendiği gibi okunması gerektiğini dile getiriyor.

Namaza gelince namaz esnasında okunması gereken Kur’an ayetleri ve diğer zikirler aynen söylendiği şekilde dile getirilmelidir. Burada sâlik ve sâlik olmayanlar, ârif ve ârif olmayanlar gibi herhangi bir ayırım yoktur ve bu kural bütün Müslümanlar için eşit bir şekilde geçerlidir. Dolayısıyla sessiz bir şekilde durup da kalbi yönelmeyle namaz kılmak, kişinin boynundaki namaz yükümlülüğünü kaldırmaz. Bu nedenle “aslında dille söylenenler, kalbi yönelim için bir ön hazırlıktır ve kalbi yönelme olduğu yerde artık dille bir şeyler söylemeye gerek yok” ve benzeri sözler bilgisizlik veya art niyet üzerine söylenen sözlerdir. Bu söz aynen “kalbin temiz olsun, dinî kurallara uyup uymamak çok bir şeyi değiştirmez” sözüne benzer. Bu insanlara göre kalbin temiz olduktan sonra istediğin günahlara bulaşabilirsin. Bu düşünceye sahip insanlara sık rastlayabilirsiniz. İslam’daki örtü kuralını bildiği halde açık gezen bir bayana bunun nedeni sorduğunuz vakit, “kalbin temiz olsun” yanıtını alabilirsiniz.

Bu tür düşünceler ve sözler tümüyle bâtıl ve temelsizdir. Biz kendi kafamıza göre bir din çıkaramayız. Doğruyu ve yanlışı anlamak için yapmamız gereken şey Kur’an ve sünnete bakmaktır. Kur’an’ın ne buyurduğunu, Ehlibeytin (a.s) nasıl hareket ettiğini esas almalıyız. Konuyla ilgili olarak elimizdeki birçok veri, Ehlibeyt’in (a.s), dille söylenen zikirleri gerekli bulduğunu gösteriyor. İmam Cafer Sadık (a.s), babası İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) çok zikir söylediğini, yürürken bile sürekli zikir söylediğini, insanlarla konuşmak halinde olmasının bile buna mâni olamadığını ve “La ilahe illallah” zikrini dilinden düşürmediğini nakletmiştir. Bu hadisi daha önce söyledik.[15]

Ehlibeyt’in (a.s) takipçisi olduğunu söyleyip de bu tür hadisleri görmezden gelmek mümkün mü?

Taşıdığımız kalbî yöneliş ne kadar güçlü olursa olsun İmam Muhammed Bakır (a.s) veya İmam Cafer Sadık’ın (a.s) kalbî yönelişinden daha güçlü olamaz. Bu yüce zatlar dil ile yapılan zikirlere bunca önem verdikleri halde biz kalkıp da “dille söylenen zikirlere gerek yok, kalbi zikir yeterlidir” diyebilir miyiz? Doğru hedefe varabilmek için hal ve hareketlerimizi Ehlibeyt’e (a.s) uyarlamalıyız ve onların hayat tarzına bakıp da onların izinden gitmeliyiz.

Dille Söylenen Zikirlerin Dindeki Konumu ve Kalbi Zikrin Önemi

Dil ile söylenen zikirlerin öneminin anlaşılması için burada bir iki konuya değinmek istedim.

Dille söylenen zikirlerle ilgili biraz da irfânî bir boyuta sahip olan birinci konu insanın bütün uzuvlarının bir ibadet payına sahip olması gerektiği konusudur. Gözün ibadeti Allah’ın birer ayeti olan varlıklara bakmaktır. Bu nedenle Kur’an ayetlerine bakmak veya Mekke’de iken Kâbe’ye bakmak bir ibadettir. Gözün ibadetten aldığı pay bu tür işlerdir. Kulağın ibadeti örneğin Kur’an ayetlerini dinlemektir. Bu yüzden Kur’an dinlemek bir ibadettir. Kalbin ibadetten aldığı pay, Allah’ın muhabbet ve sevgisine yuva olmaktır. Bu uzuvlar içinde dil de kendi payına sahip olmalıdır. Dilin payı ise Allah’ı zikretmektir.

Dille söylenen zikirle ilgili söylenmesi gereken diğer bir konu ise zikrin eğitici boyutudur. Bizler gerçekten Allah’a yönelmek istiyorsak ve her geçen gün bu yönelişimizi biraz daha güçlendirmek istiyorsak mutlaka bu yönde çaba bir takım alıştırmalar yapmalıyız. Alıştırma için dille zikir söylemek kalp ile Allah’a yönelmekten çok daha kolaydır. Alıştırma gerektiren bütün işlerde her zaman kolay alıştırmalardan başlanır ve aşamalı olarak zor kademelere geçilir. Bu kural, irfân ve seyr u sülûk için de geçerlidir. Düne kadar bütün dikkatini dünyaya vermiş olan birisi için bir defada ve ani bir şekilde bütün ilgisini dünyadan koparıp da sadece ve sadece yüce Allah’a yönelmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Sıradan bir insan yirmi dört saatlik zaman dilimi içinde bunu bir iki dakikalığına veya çok iyimser olursak bir iki saatliğine yapabilir. Okumak, öğretmek, çalışıp mesleğini icra etmek, diğer insanlara yardım etmek ve benzeri işler hepimizin gün boyunca yaptığı işlerdir. Bu işlerle uğraşırken kalben Allah’a yönelmek çok çetindir. Birçoğumuz Allah için ayırmamız gereken ibadet vakitlerinde bile örneğin namazın sadece ilk bölümlerinde ve tekbir esnasında Allah’a yöneliyoruz, ibadetin devamında ise dikkatimizi tamamen başka şeylere veriyoruz. Bu nedenle bizim gibi sıradan insanlar için dille zikir söylemek daha kolay ve daha gerçekçidir. İnsan kendisini dille söylenen zikirlere alıştırırsa bu, zamanla o insanın dille söylediği zikirlerin anlamına yönelmesine vesile olacaktır ve bu vesileyle kalbi zikre açılan kapı yavaş yavaş aralanacaktır. İşte bu nedenle özellikle yolun başında olan insanlar için dille zikir söylemek çok isabetli bir seçenek olacaktır.

Kısaca dille söylenen zikirler çok gereklidir ve kimse bunun önemini ve hassas konumunu inkâr edemez. Ancak kalbi zikir, sâlikin irfân yolculuğunda kendine has büyük bir değere sahiptir. Kalbi zikir aslında manevî ilerleyiş ve tekâmülün esas ve temelidir. Kâbe’nin etrafında dönerken burada önemli olan kalp ile sevgilinin tecellisinin etrafında dönmektir. Binlerce kilometre yol gidip de Mekke’de Kâbe’nin dibinde oturup kalbini ev sahibine vermek yerine çekle senetle, gelir kazançla kalbini meşgul etmek bu ziyareti ziyan etmektir. Birçok ibadet konusunda “o ibadete uygun ruh hali kişide yoksa bu ibadet kişiye bir şey kazandırmaz” meali içeren hadisler var elimizde. Örneğin gece teheccüdüyle ilgili şu hadise dikkat edin:

رُبَّ قائِم حَظُّهُ مِنْ قِيامِهِ السَّهْرُ

“Nice gece teheccüdü yapıp da uykusuz kalmaktan başka bir şey kazanamayan insanlar var.”[16]

Bu nedenle kalbî zikirle ilgili hiç unutmamamız gereken önemli nokta bu zikrin asıl olmasıdır. Yani hayatımızın tamamını bile kalbî zikirle sonuçlanmayan dil zikriyle geçirirsek kesinlikle bu, bize kemal yönünde hiçbir şey kazandırmayacaktır.

Ayrıca zikrin esası kalbi zikirdir. Kalbi zikirde riya yapılamaması bu zikir türünü dil zikrinden üstün kılıyor. Birçok insanın tekâmül seyrini önemli ölçüde etkileyen engellerden birisi riya ve kendini gösterme isteğidir. Riya insanların amellerini değersizleştiriyor. Ancak riya, gösteriş yönü taşımayan, yani zâhiri olmayan ibadetlerde kendiliğinden önemli ölçüde etkisiz hale geliyor. Örneğin ‘oruç’, bu türden bir ibadettir. Oruçlu olan birisi oruçlu olduğunu söylemediği sürece diğer insanlar onun oruçlu olduğunu anlayamaz. Kalbî zikir de aynı ayrıcalığa sahiptir. Görüntü itibariyle denizi, ağaçları veya çiçeği seyreden birisi aynı zamanda bu güzelliklerin yaratıcısını, onun cemal ve yüceliğini anıyor olabilir. Bu insanı dışarıdan gören birisi bu manzaraları seyreden birisini görüyor; ancak onun kalbindeki fırtınaları göremez. Bu, kalbî zikrin üstün ayrıcalığıdır. Diliyle zikir söyleyen birisi sesli bir şekilde zikir söylerse diğer insanlar bunu kolaylıkla duyabilirler, sessiz bir şekilde söylese bile dudakların birbirine değmesinden zikir söylediği anlaşılabilir. Ancak kimsenin olmadığı bir yerde zikir söylemek bu ihtimali ortadan kaldırıyor. Kısaca kalbî zikirde riyaya mahal olmaması bu zikir için önemli bir ayrıcalıktır.

Burada söylenmesinde fayda gördüğüm diğer bir husus Allah’ın veli kullarının kalbî zikriyle ilgilidir. Bu yüce insanların Allah’a yönelişi bambaşkadır. ‘Camia-yı Kebire’ ziyaretinde şöyle bir tabir yer alıyor:

وَلَكُمُ الْقُلوبُ الَّتي تَوَلّى اللّٰهُ رِياضَتَها

“Sizin kalplerinizin eğitilmesini yüce Allah’ın bizzat kendisi üstlenmiştir.”[17]

Bu makamda olan insanların kalplerini yüce Allah’ın kendisi yönetiyor ve onları kendisine doğru ilerletiyor. Bu konu sadece masum zatlara özgü değil. Aksine ihlaslı bir şekilde kulluk yönünde adım atan insanlara yüce Allah hak ettiklerinin fazlasıyla yardımda bulunuyor. Allah yolunda ilerlemek istediklerini ve bu yöndeki sadakatlerini ispatlamış olan insanlar bir gaflet ortamına kapılıp da günaha düşecek olurlarsa yüce Allah onları bir şekilde uyarıp bu tehlikeden uzaklaştırıyor. Bu durum bazen diğer insanların göremediği şeyleri göstererek gerçekleşiyor ve yüce Allah bu insanlara diğer insanların göremediği şeyleri göstererek onları günahlara bulaşmaktan koruyor. Evet, bu, özel bir makamdır. Seven kişinin sevgilisinden gaflet edeceği durumlarda sevgilinin bir şekilde kendisini gösterdiği özel makam.


[1]     Ahzab, 41 ve 42.

[2]     Cuma, 10.

[3]     İnsan, 25 ve 26.

[4]     Ahzab, 41 ve 42.

[5]     Usul-i Kâfi cilt: 2 Dua ana bölümü, Allah’ı çokça anmak alt bölümü. Birinci hadis.

[6]     Biharu’l- Envar cilt: 94, sayfa: 47, 29’uncu bab, 2’inci hadis.

[7]     Biharu’l- Envar cilt: 86, sayfa: 296, 45’inci bab, 57’inci hadis.

[8]     Biharu’l- Envar cilt: 95, sayfa: 283, 108’inci bab, 8’inci hadis.

[9]     Mefatihu’l-Cinan, Şaban ayının ortak amelleri bölümü, sekizinci amel. (Münacat-ı Şabaniye)

[10]    Kehf, 28.

[11]    Munafikun, 9.

[12]    Hicr, 98 ve 99.

[13]    Anlamı: Ey Allah, ey rahman, ey rahim, ey kalpleri çeviren (Allah), benim kalbimi dinin üzerine sabit kıl.

[14]    Anlamı: Ey Allah, ey rahman, ey rahim, ey kalpleri ve gözleri çeviren (Allah), benim kalbimi dinin üzerine sabit kıl.

[15]    Usul-i Kâfi cilt: 2, Dua bölümü, Allah’ı çokça zikretmek alt bölümü. Birinci hadis.

[16]    Biharu’l- Envar cilt: 87 sayfa: 207, 12’nci bab, 17’nci hadis.

[17]    Mefatihu’l- Cinan, Camia-yı Kebire ziyareti.