.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Hürriyet Varol

"Muhammed, sizden birisinin babası değildir; o ancak Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir."

(Kur'ân-ı Kerim, 33/40)

Giriş

Tarihte ve günümüzde din ve maneviyata karşı cereyan eden materyalist akımların, insanları ilâhî dinlerden ürkütüp uzaklaştırmaya ve dini toplumlara öcü gibi göstermeye çalışmalarının sebeplerinin başında, din karşıtları tarafından tesis edilen "din benzeri" inanç ve tarikat kurumları gelmektedir. Uyduruk yasa ve kanunlar, batıl inanç ve ilkeler, kâinatın madde ve mana boyutuyla ilgili tutarsız yorumlar, hakikatleri saptırıp efsane oluşturmak, hiçbir temel ve ölçüsü olmayan öğretiler sunmak ve varlıklarını koruma doğrultusunda sömürgeci ve egemen güçlerin piyonu olmak, hepsi ve hepsi bu uyduruk sahte dinlerin en belirgin ortak özelliklerindendir. Bu din görünümlü sahte inançlarla süslenmiş ideolojiler, insanları gerçek ilâhî dinlere karşı soğutup tahsilli ama din ve maneviyat konularında cahil kalmış genç nesilleri materyalizmin kucağına itmekte, "Din halkların afyonudur" sloganına kendilerince haklı bir zemin hazırlamaya çalışmaktadırlar.

Bu tür din ve ideolojilerin, genellikle zulüm ve baskı temeli üzerine kurulmuş Fir'avnî düzenlerde insanları daha fazla sömürebilmek için tesis edilmiş ve yaygınlaştırılmaya çalışılmış olduğunu görmekteyiz.

Bu cümleden Babîlik ve Bahaîlik dini diye yabancılar tarafından kurulup sunulan dini sayabiliriz. Çünkü Batı ve Doğu emperyalizmi, gerçek ilâhî dinleri, özellikle de yüce İslâm dinini, İslâm ülkelerinde tutunup sömürgeci emellerini gerçekleştirme karşısındaki en büyük engel olarak görmekteydiler. Böyle bir engeli yok etmenin en kolay ve kalıcı yolu, insanları bölüp parçalara ayırıp sahte dinler türeterek dine karşı dinle karşı koymaktı. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra tarihte eşi pek görülmemiş bir şekilde Rusların ve Batı emperyalizminin tam bir işbirliği içerisinde İslâm topraklarının kalbinde Babîlik ve Bahaîliğin tohumlarını ekip yeşertmeye karar verdiklerini açık bir şekilde görmekteyiz. Bu yazımızda, Müslümanlar arasında bölücülüğü amaçlayan bu sahte dinlerin nerede, nasıl ve kimlerce kurulduğunu inceleyip araştırdık.

Babîliğin Ortaya Çıkışı

Bab adıyla tanınan Alimuhammed, aslen Şirazlıdır.[1] Rıza adlı babası ölünce dayısının himayelerine alınmıştır. 1821 doğumlu Alimuhammed, mahallî mekteplerde biraz Arapça öğrendikten sonra birtakım ilimler tahsil etmiş ve Kerbelâ'ya yerleşmiştir. Orada da tahsiline Kâzim Reştî'nin üstatlığında devam etmiş, daha sonra Buşehr'e yerleşmek üzere 25 yaşında Kerbelâ'yı terk etmiştir.

Yusuf Suresi'ne yazdığı tefsirle ilk kez dikkatleri üzerine çeken Bab, Kevser Suresi'ne yazdığı bir tefsirde de kendisinin On İkinci İmam'ın (a.f) Babı, yani naibi olduğunu açıkça iddia etmiştir. Yazdığı bu tefsirleri Şiraz ulemasının görmesi için göndermiş, bu tefsirler birçok din alimi ve zamanın hükûmetinin tepkisini çekmiş, bunun üzerine tutuklanıp Şiraz'a getirilerek göz hapsine alınmıştır. Yazdığı yazılardan dolayı kâfir sayılmasına ve öldürülmesine fetva verilmişse de, Şeyh Ebu Turab adlı bir alim akıl hastası olduğu nedeniyle tövbeye zorlamakla yetinilmesini istemiş ve öldürülmesini engellemiştir. Bu sırada Şiraz'da yayılan bulaşıcı hastalıktan dolayı İsfahan'a gidip kısa bir aradan sonra yine Asr Suresi'ne yazdığı bir tefsirle gündeme gelmiştir. 1847'de Tahran'a, oradan da Tebriz'e ve kısa bir süre sonra Maku Kalesi'ne sürgün olarak yollanmış ve orada da halk tarafından linç girişimine maruz kalmıştır. Gittikçe taraftarlarını şehirlerde artıran Bab (Alimuhammed) daha büyük maceralara atılarak 1849'da Zencan'da taraftarlarının hükûmete karşı ayaklanmasını teşvik etmiştir.[2]

Alimuhammed, Zencan isyanlarında kendisine uyanlardan Ali adlı biriyle birlikte kurşunlanarak öldürüldü. Ölümünden önce Nasiruddin Şah'a hitaben yazdığı bir yazıda, bir suçunun olmadığını kendisinden dine aykırı bir söz, bir hareket sadır olduysa, tövbe ettiğini söylemiş ve merhamet edilerek bağışlanmasını istemiştir.

Bab'la birlikte öldürülenlerin bir çukura atılıp köpekler tarafından parçalandığı söylenmektedir. Ama Bahaîler böyle bir şeyin olmadığını, cesetlerin insanlar tarafından alınıp Tahran'a taşındığını, orada yirmi dokuz yıl saklandıktan sonra Bahaullah'ın isteği üzerine Hayfa'ya[3] götürülüp gömüldüğünü söylemektedirler.

Bablıktan Rablığa

Bab, önce kendisinin On İkinci İmam'ın babı, yani naibi olduğunu iddia etmiş, sonra Mehdi olduğunu, yeni bir dinle, yeni bir kitapla geldiğini, nihayet Allah'ın kendisinde zuhur ettiğini, kendisinin Tanrı'yla bir ayna mesafesinde bulunduğunu söylemiş, sonunda iddialarından dolayı gözaltına alındığında bütün davalarından tövbe etmiş, fakat ölümden kurtulamamıştır.[4]

Babîliğe ait düstur ve talimatı içeren en büyük kaynak sayılan kitap, tamamlanmamış "Beyan" adlı kitaptır. Bab, bu kitabını kendi mucizesi olarak nitelendirse de, onu yazıp tekmil bir kitap hâline getirmeyi becermemiş ve kulluk acziyetini kendi eliyle ortaya koymuştur. Yazdığı vasiyetinde, kitabın geri kalan sekiz bölümünü, ilâhlık görevini devrettiği "Subh-i Ezel" lakabını takınan Mirza Yahya'ya bırakmıştır. Bab, Arapça-Farsça yazılmış olan bu kitabında kurduğu sahte dinin esaslarını açıklamaktadır.

Alimuhammed'in öldürülmesinden sonra Mirza Yahya Babîlerin reisi olarak kabul ediliyorduysa da, bu durum pek uzun sürmedi. Kısa bir süre sonra Mirza Yahya'nın baba tarafından kardeşi olan Mirza Hüseyinali'nin de "Bahaullah" lakabını takınarak reisliğe soyunmasıyla Babîliğin bölünme süreci başladı.

Bahaîliğin Ortaya Çıkışı

Bahaîliğin kurucusu Mirza Hüseyinali 1817 senesinde Tahran'da doğmuştur. Yazdığı kitaplarında kendisini Bab'a ilk inanan olarak tanıtmıştır. Babîlerin Nasiruddin Şah'a karşı ayaklanmasında para yardımında bulunmuş, bununla kalmamış, Nasiruddin Şah'a yönelik bir suikast tertibinden dolayı hapsedilmiştir. Nasiruddin Şah'a düzenlenen suikastten sonra kırk kişi gözaltına alınmış, onlardan birkaçı öldürülmüş, kalanı da Mirza Hüseyinali ile birlikte zindana atılmış. Bu hadiseler yaşanırken Babîlerin gerçek lideri sayılan Mirza Yahya, Mazendaran'ın Nur şehrinde yaşamaktaydı. Olup bitenleri duyarak sakallarını uzatır, eline baston alır ve boynuna dervişlerin keşkülünü asarak oraları Bağdat'a doğru terk eder.

Tahran'da hapsedilen Mirza Hüseyinali ve yandaşları da Rus Elçiliğinin girişimleriyle serbest bırakılmaları sağlanarak Bağdat'a gönderilirler. Böylece Babîlerin hepsi Bağdat'ta toplanırlar. Bağdat'ta iken bu iki kardeşin (Mirza Yahya ve Mirza Hüseyinali) Babîlere liderlik hususundaki kavgaları gittikçe su yüzüne çıkar. Bu iki kardeşin dışında diğer Babîlerden de liderlik konusunda birtakım iddialar ortalıkta dolaşmaya başlar. Bunun akabinde Bab'a en yakın isimlerden biri olan Mira Yahya'nın kâtibi olarak tanınan Mirza Esedullah Tebrizî, Babîler tarafından faili meçhul bir cinayete kurban gider. Bağdat'ta cinayet ve kanlı olaylar bununla kalmaz, peşi sıra diğer terör olayları birbirini izler. Bablık iddiasında bulunan Mirza Gavğa, Şeyh İsmail, Molla Haşim, M. Zenedî Nebil, Seyyid Hüseyin Hindiyan ve Mirza Hüseyincan gibi isimler de esrarengiz bir şekilde birbiri ardından ortadan kaldırılırlar.

Bu olaylardan dolayı Bağdat halkının tedirginliği had safhaya ulaşır. Bunun üzerine İran'ın İstanbul Büyük Elçisi Osmanlı Padişahından Babîlerin Bağdat'tan çıkarılmasının ister ve Sultan Abdulaziz tarafından bu isteğe olumlu yanıt verilerek Babîlerin toplu şekilde İstanbul'a getirilmeleri emredilir. Burada dört ay kaldıktan sonra Edirne'ye sürülürler.

Mirza Hüseyinali, ilk zamanlarda kardeşi Mirza Yahya ile birlikte hareket ettiyse de, sonradan Bab tarafından zuhur edeceği bildirilen kişinin kendisi olduğu iddiasında bulunmasıyla Babîlik, ikiye, hatta üçe bölündü. Bir kısmı kendisini "Bahaullah" (kısaca "Baha") diye adlandıran Mirza Hüseyinali'ye tâbi oldu. Bunlar, Bahaîler olarak tanındılar. Bir kısmı da Bab'ın vasiyetine uyarak, kendisine "Subh-i Ezel" lakabını veren Mirza Yahya'ya bağlı kaldılar. Bunlar da Ezelîler olarak bilindiler. Diğer bir kısmı da iki kardeşten hiçbirine tâbi olmadıkları için Babîler ismini taşımaya devam ettiler. Ama ne var ki Baha'nın Amerikalılar ve İngilizlerle iyi diyalog oluşturması, bunun yanında Rusların da destek vermesiyle Bahaîler gittikçe her tarafta yayılmaya ve güç kazanmaya başladılar. Diğerleri ise yabancı güçlerin desteğini yitirdikleri için küçük ve zayıf guruplar hâlinde hayatlarını sürdürmeye çalıştılar.

Mirza Yahya (Subh-i Ezel) ve kendisine uyanlar Sultan Abdulaziz tarafından brıs'a, Mirza Hüseyinali (Baha) ve ona tâbi olanlar da Akka'ya sürüldüler.. Baha'nın Akka'ya sürüldüğü zaman elli iki yaşında olduğu söyleniyor. 1892'de dizanteri hastalığından ölerek Akka'ya gömülmüştür.

Baha'nın ölümüyle yerine Abdulbaha adını takınan oğlu Abbas geçmiş, yazdığı kitaplarda Bahaîliği yaymaya çalışmıştır. 1908'de Meşrutiyetin ilânı üzerine serbest kalmış, Mısır'a, Avrupa'ya ve Amerika'ya gitmiş, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da Arabistan'ın Osmanlıların elinden çıkmasını fırsat bilip faaliyetlerini daha da hızlandırmışlardır.[5]

Bahaîliğin Kuruluşunda Yabancı Parmağı

Birçok uydurma din ve mezhebin ortaya çıkışında olduğu gibi Bahaîliğin de kuruluşunda yabancıların parmağını görmek mümkündür.

Rusların ajanı olarak İran'da görevlendirilen Kinyas Dalgoroki din adamı kisvesinde şehir şehir dolaşıp yeni bir din kurma plânları yapmıştır.

Din adamları elbisesiyle dolaşan ve Şeyh Ali Lenkeranî ismiyle kendisini tanıtan Dalgoroki kısa zamanda büyük başarılar elde etmiştir. Bir süre sonra Rus ajanı Şeyh Ali Lenkeranî, Alimuhammed (Bab) adındaki bir zatı Buşehr'de keşfeder. Alimuhammed'in şahsiyet zaafı, pohpohlanmaya müsait kişiliği ve psikolojik bozukluğu Şeyh Ali Lenkeranî için bir fırsat doğurur ve Alimuhammed'e sürekli Bab olduğunu, Zamanın İmamı'yla rabıta içinde bulunduğunu ona telkin etmeye başlar. Sonuçta Alimuhammed bu safsatalara inanır ve kendisinin Bab olduğu iddiasını ortaya koyar. Kur'ân'ın bazı surelerine yazdığı tefsirle, aykırı ve hayallerle süslenmiş fikirlerini duyurmaya başlar.[6]

Nasiruddin Şah'a suikastten sonra da Baha'nın Rus Elçiliği binasına sığındığını görmekteyiz. Elçilik, önce Baha'yı teslim etmek istememiş, sonra büyük vezire, Baha'nın bir emanet olduğunu, kılına dokunulursa elçiliğe karşı sorumlu duruma düşeceğini bir mektupla bildirerek teslim etmiştir.[7]

Baha'nın hapisten kurtulmasında da Çarlık Rusyası'nın büyük rol oynadığını, yine Baha İran'dan sürüldüğünde Rusya'ya çağrıldığını, daha sonra Bağdat'a gitmeye karar verince elçilik adamları tarafından yoluculuk süresince korunduğunu bütün kaynaklar yazmaktadır.[8]

Baha Akka'ya sürülünce de, kendilerine göz dikmiş olan İngilizlere yamanmıştır. Ölümü dolayısıyla Çorçil, Adbulbaha'ya ve Bahaîlere baş sağlığı dilemiştir.[9]

Yeni Din İddiasından İlâhlık İddiasına

Önce bablık (naiplik) iddiasıyla ortaya çıkan, daha sonra Mehdilik, sonra da peygamberlik ve nihayet ilâhlık iddiasında bulunan Bab (Alimuhammed) gibi, Baha (Mirza Hüseyiali) da ilâhlık saçmalıklarında bulunmuştur.

O, "En büyük heykel benim." diyerek (hâşâ) Cisimleşen Tanrı olduğunu saçmalıyordu.

Bu hususta Baha'nın kuruntuları ve sapık zihniyetinden oluşan iki kitaptan (Kitab-ı Mübin ve Kitab-ı Akdes) alıntılar sunmakla yetiniyoruz:

Diyor ki Baha:

"Duy sana belâ ve üzüntüler diyarından gelen vahyi ki: Yoktur zindanda hapsedilen bir tek olan benden başka bir ilâh."[10]

"Gök ve yeryüzü arasında bir münadi şöyle seslenir: Zindan, iktidar ve izzet sahibi bir ve tek olan Allah içindir."[11]

"Şehirlerin en harabesinde mahpus olan Rabb'in şöyle buyurdu..."[12]

Baha, Britanya Kraliçesi Victoria'ya yazdığı bir mektupta şöyle diyor:

"Ey Britanya'daki Kraliçe! Rabb'inin sesine kulak ver ki kâinatın efendisi ve kralıdır o. Aziz ve hakîm olan benden başka bir tanrınız yoktur..."[13]

Yine diyor ki:

"Zalim kullarımdan bana yönelen belâ ve sıkıntıların (zindanda tutsaklık) şahsıma hiçbir zararı yetişmez."[14]

"Ey inşa grubu! En büyük zindandan göklerin sahibi olan Tanrınız size sesleniyor ki yoktur benden başka bir ilâh. Öyle bir ilâh ki iktidar sahibi, mütekebbir, yücelik sahibi, ilim sahibi ve hikmet sahibidir."[15]

"Tanrı zuhur ettiğinde ona iman getirseydiniz, halk ondan uzaklaşmazdı. Korkun ey ulema topluluğu, kendinizi benimle yarattıklarım arasında hicap ve perde yapmayın!"[16]

"De ki: Vücudumda Allah vücudundan, cemalimde Allah cemalinden, varlığımda onun varlığından, zatımda onun zatından, hareketimde onun hareketinden, duruşumda onun duruşundan başka bir şey görünmez; kalemimde de o üstün ve övülmüş Tanrı'nın kalemi var ancak."[17]

"Ey Firdevs kızı, cennet bucaklarından çık da bütün varlık ehline var, olanlara haber ver; de ki: Andolsun Allah'a, âlemlerin sevgilisi, göklerde, yerlerde kendisine tapılan, önce gelenlerle sonra gelenlerin secde ettikleri zuhur etti."[18]

"Ey dünya insanları! Kesinlikle bilin ki benim eminlerim, kullarım arasında benim sevecen inayetimin lambaları ve yaratıklarım için benim rahmetimin anahtarlarıdır..."[19]

Abdulbaha'nın "Mektuplar"ında, Baha'nın; "Bütün ilâhlar, benim emrimin sızıntılarından ilâh oldular. Bütün rabler benim hükmümün esintilerinden rab kesildiler." anlamında bir beyti nakledilmektedir.[20]

Bahaîlikteki İnançlar ve Kurallar

- Bab, "Nokta-i Ûlâ" ve "Zikir"dir.

- Bab, Baha'nın Allah tarafından izhar edileceğini müjdelemiştir.

- Baha'nın varlığı Allah'ın zuhuru ve aynasıdır.

- Bahaîlerin kıblesi Akka'dır.

- Bahaîliğin dinî vazifeleri "Kitab Akdes"te (kötü bir Arapça'yla yazılmış bir kitap) toplanmıştır.

- Bahaîliğe göre çocuk edinmek için evlilik farz kılınmıştır. Eğer evlenen biri kendi eşinden hamile kalamıyorsa, bir başkasından yardım alabilir. Ancak yardım alacağı kimsenin Bahaîlerden olması gerekir.

- On bir yaşında evlenmek mecburîdir.

- Dul kalan kadın 90, erkek 85 gün sonra tekrar evlenmek zorundadır.

- Yılda bir ay (son ayı) yani 19 gün oruç tutulur.

- Her gün "Beyan"dan 19 sure okunur ve 361 kere Tanrı adı söylenir.

- Namaz Bab'a göre dokuz rekâttır. Daha sonra Baha tarafından 3 rekâte indirilmiş ve münferit olarak kılınmaktadır. Seferde olanlar namaz kılmazlar. Üç rekât namaz kılmaya vakti yetmeyen kimseler onun yerine dokuz kere bir sözü tekrarlayabilirler.

- Oruç Bab'ın dinindeki gibidir.

- Abdestte sadece eller ve yüz yıkanır.

- Abdestte su bulunmazsa, beş kere "En temiz, en temiz Allah'ın adıyla" denmesi yeterlidir.

- Dinî teklifler kadın ve erkek için 16 yaşında başlar, 70 yaşında kalkar.

- Zekât fakirlere değil, Beytü’l-Adl'e (Adalet Evi) verilir.

- Hac sadece erkeklere farzdır. O da Bağdat'da Baha'nın, yahut Şiraz'da Bab'ın evini ziyaret etmekle yerine getirilmiş olur.

- Cenaze namazı altı tekbirle kılınır.

- Erkekler ipek elbise giyebilirler.

- Saç bir ziynet olduğu için traş edilmemelidir. Ancak kulak memelerini aşmamalıdır.

- Müzik helâldir.

- Altın ve gümüş tabakta yemek yemenin bir sakıncası yoktur.

- Samur, sincap ve diğer postlardan yapılan kürk giyilebilir.

- El öpmek yasaktır.

- Meni (sperm) temizdir.

- Hırsızlık eden önce sürülür, sonra hapsedilir, son olarak da alnına bir damga vurulur.

- Ev yakanın diri diri yakılması gerekir.

- Ölüler ipek veya pamuk kumaştan kefenlere sarılır, kutsal isimler kazılı bir yüzük takılır.

- Ölünün bir saatlik yerden uzağa götürülmemesi gerekir.

- Bab'a göre emredilen savaşa katılmayanların malları ve canları helâldir.

- Bab ve Baha'ya göre kıyamet bir peygamberden sonra gelen diğer peygamberin zuhurudur. Meselâ İsa, dinini yaymaya başlayınca Musa Peygambere uyanların kıyameti kopmuştur. Son kıyamet de Bab'ın ve Baha'nın zuhurudur. Bu zuhurla Hz. Muhammed'e uyanların kıyameti kopmuş, zuhur sûru üfürülmüş ve ona uyanlar, sırattan geçip cennete girmişler; uymayanlar, cehenneme atılmışlardır."[21]

- Bahaîliğe göre zina suçunun cezası Beytü’l-Adl'e 9 mıskal altın ödemektir.

Baha'nın getirdiği din kurallarına bakın ki zinayı teşvik edercesine gülünç cezalarla yasaklamaya kalkışıyor. Buna göre her kim zina yaparsa, Beytü'l-Adl'e (Adalet Evi) diyet ödemelidir. Diyet miktarı birinci defasında 9 altın, zina tekrarlandıkça o miktar da ikiye katlanır. Bu kanuna göre kişiler ne kadar zengin olurlarsa, o kadar zina yapma imkân ve hakkına sahip olurlar.

- Mahremiyet sınırları Bahaîlikte oldukça geniş ve esnek kurallar içermektedir. Babanın eşi hariç, yakınlar dahil tüm kadınlarla evlilik yapılabilir: "Haram kılındı sizlere sadece babalarınızın eşleri. Oğlanlarla livata yapmanızın hükmünü açıklamaktan hayâ duymaktayız."[22]

Halkın Dinî Değerlerini İstismar

Bahaîliğin temel fikriyatı diye söylenen uyduruk yasa ve inançlar, aslında daha önceleri Bab'ın üstadı Seyyid Kâzim Reştî (Ö. 1844.) ve onun da üstadı Şeyh Ahmed Ehsaî (Şeyhiye[23] tarikatının kurucusu) (Ö. 1846) gibi din tacirleri tarafından insanlar arasında yayılmaktaydı. Ehlibeyt İmamları hakkında aşırılığı körükleyen menkıbe tacirliği yapan bu zihniyet sahipleri, belki de Gulâtın desteğini elde etme amacıyla, Allah'ın İmamlar'da zuhur ettiğini veyahut İmamlar'ın yeryüzünde "Mücessem tanrılar" olduğunu iddia etmekteydiler.

Genelde ruhî dengesi yerinde olmayan ve kişilik bozukluğu gibi hastalığı bulunan bu kişiler, o zamanın toplumunda ilgileri daha fazla üzerlerine çekebilmenin en etkin yolunu, Ehlibeyt ile ilgili konulara (dine ve akla aykırı şekilde) parmak basmada görmekteydiler.[24]

Din Oluşuna Gülünç Deliller

Bahaîliğin ispatı için hiçbir mucize gösterilememektedir. Nedeni ise, çok basit! Baha'nın mucizeye karşı oluşudur. Çok ilginçtir ki her peygamber getirdiği söz veya dinin doğruluğu için birtakım mucizeler sunması gerekirken Baha, böyle bir şeye lüzum görmediğini söylemekte ve mucizeye esasen karşı olduğunu açıkça ifade etmektedir.

Bahaîliğin en büyük mübelliğlerinden Ebulfazl Gülpayganî Feraid adlı kitabında Baha'nın peygamberliğine dört delil zikretmektedir:

1) Davet: Herkese çağrıda bulunması

2) İstikamet: Sabır ve mukavemet göstermesi

3) Nüfuz: İnsanlarda kabul ve hayranlık uyandırması

4) Teşri-i Şeriat: Kanun ve yasalar getirmesi

Ancak bu dört iddianın bir kimsenin peygamberliğine delil sayılamayacağı gün gibi aydındır.[25]

Bahaî Üslerinin Bulunduğu Bölgeler

Bugün Bahaîler dünyanın birçok yerinde özellikle Amerika ve Batı ülkelerinde sözde ibadet ve toplantı yerlerine sahiptirler.

Merkezleri Hayfa'dadır.[26] Ayrıca Frankfurt (Almanya), Sydney (Avustralya), Kampala (Uganda) ve Wilmette'de toplantı yerleri vardır. Bunlara Hazîret'ul-Kuds denir. Aşkabad'da (1902) ve Chicago yakınlarında (1953) iki büyük ibadet yeri yaptılar. Chicago'dakinin adı Meşrik'ul-Ezkâr'dır.[27]

Bahaîler bugüne kadar her kıtada bir mabet kurmaya çalışmışlardır. Ayrıca dünyanın çeşitli yerlerinde elli parça arazi[28] ileride yapılacak inşaatlar için satın alınmıştır.

İşgal Toprakları olan Hayfa'da bulunan Bahai Tapınağı

Detay Notu:

Bahailik inancı Seyyid Ali Muhammed Şirazi’nin öğrencilerinden birisi olan ve ‘Bahaullah’ lakabıyla bilinen Mirza Hüseyin Ali Nuri tarafından kuruldu. Mirza Hüseyin Ali, iki Muharrem hicri 1233 yılında (21 Ekim 1844) Tahran’da dünyaya geldi. Dolayısıyla Seyyid Ali Muhammed’den iki yaş büyüktür. İlk eğitimini Tahran’da ve Mirza Nazar Hâkim ve benzeri tasavvuf büyüklerinin yanında aldı. Irak’ın Süleymaniye şehrinde olduğu iki yıl boyunca da Şeyh Abdurrahman Arif yanında ders almaya devam etti. Babîler ve Bahaîler, Bab ve Mirza Hüseyin Ali’nin eğitim görmediklerini ve hiçbir üstattan ders almadıklarını, aksine ledünni bir ilme sahip olduklarını söylüyorlar. Ali Muhammed Bab, Nasıruddin Şah’a yazmış olduğu yazıda şöyle yazıyor: Ben insanların okuduğu bilinen ilimlerin hiçbirini okumadım ve hiçbir medresenin kapısından içeri girmedim. Ama tarihi olarak Bab ve Baha’nın bir süre eğitim gördüğü; ancak bu yönde kayda değer bir ilerleme sağlayamadıkları kesindir. Mirza Hüseyin Ali, tasavvufa oldukça yakın bir ilgi duyuyordu ve iddialarındaki tasavvuf izleri gizlenemeyecek kadar açıktır.

Mirza Hüseyin Ali yirmi yedi yaşında Bab ile tanıştı ve bu yıllarda Seyyid Ali Muhammed hapiste olduğu yıllarda onun inancını benimsemiştir. Bab’ın ölümünü müteakip, bir süre Bab’ın vasiyetiyle yerine geçmiş olan kardeşi ‘Subh-i Ezel’ olarak tanınan Mirza Yahya’nın müridi olarak kaldı. Ancak kısa bir süre sonra Mirza Yahya’nın emrinden çıkıp peygamberlik iddiasında bulundu ve Bab’ın vaat etmiş olduğu Allah’ın göndereceği kişi olduğunu söyledi. Her ne kadar Bab, kendisinden iki bin bir yıl sonra bu şahsın geleceğini söylemiş olsa da Mirza Hüseyin birkaç yıl sonra Mesih’in dünyaya geri dönüşü olarak kendisini tanıttı.

Mirza Hüseyin Ali’nin ‘Bahaullah’ ve ‘Baha’ lakabını alması ise şöyle gerçekleşti: Bab, Gurgan ilinin Bideşt bölgesinde bir araya gelen müritlerine yazmış olduğu mektupta önde gelen birkaç müridine belirli lakaplar vermiştir. Örneğin Molla Hüseyin Boşruye’i için ‘Babu’l Bab’ lakabı, Muhammed Ali Barfuruşi için ‘Kuddus’ lakabı ve Zerrin Tac için ‘Tahire’ lakabı tanımıştır; ancak Mirza Hüseyin Ali için herhangi bir lakap tanımamıştır. Bunun üzerine Mirza Hüseyin Ali öfkeli bir şekilde bu gruptan ayrılmak istemiştir ama grup üzerinde etkin olan ve aynı zamanda Tahire lakabını almış olan Zerrin Tac, Hüseyin Ali’yi ikna edip ona ‘Bahaullah’ lakabını vermiştir.

Bahailer, Mirza Hüseyin Ali Nuri’yi kendi peygamberleri ve liderleri olarak tanıyorlar. Bu şahıs hicri 1269 yılında ortaya çıkmıştır ve peygamberlik iddiasında bulunmuştur. Mirza Hüseyin Ali hicri 1309 yılında yetmiş altı yaşında iken Filistin’in Akka bölgesinde öldü ve bu bölgede gömüldü.

- - - - - - - - - - - -


[1]- İran'ın güneyinde Fars eyaletinin merkezi.
[2]- Prof. Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Soruda Tarikatlar.
[3]- İsrail'in işgali altında bulunan topraklarda bir şehirdir.
[4]- Prof. Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Soruda Tarikatlar
[5]- İslâm Ansiklopedisi, CL. HUART.
[6]- M. Mehdi Murtazavî, Bahaîliğin Panzehri.
[7]- Abdulbaha, Makale-i Seyyah.
[8]- Şevki, Karn-i Bedi, Baha-İsrakaat.
[9]- Şevki, Karn-i Bedi, Baha-İsrakaat.
[10]- Kitab-ı Mübin, s.286.
[11]- Kitab-ı Mübin, s.308.
[12]- Kitab-ı Mübin, s.342.
[13]- Kitab-ı Mübin, s.80.
[14]- Kitab-ı Mübin, s.191.
[15]- Kitab-ı Akdes, s.38.
[16]- Kitab-ı Akdes, s. 49.
[17]- Kitab-ı Mübin.
[18]- Kitab-ı Mübin.
[19]- Gloria Faizi, Bahaî Dini Hakkında Açıklamalar
[20]- Prof. Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Soruda Tarikatlar
[21]- Prof. Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Soruda Tarikatlar, s.177
[22]- Kitab-ı Akdes, s.30
[23]- Fethali Şah zamanında şehzadelerin birbiriyle uzlaşmamaları, Çarlık Rusyası'nın müdahaleleri, bilginlerin bu kargaşalıkta taraf tutmaları, halkın iktisadî bakımdan perişan bir hâle düşmesi, Türkmençay Anlaşması'yla Çarlığın, İran'ın yerli sanatlarını yok edecek tarzda İran'ın bütün kaynaklarına el atması, İran ordusuna İngiliz zabitlerinin muallim olarak kabulü, Kafkas şehirlerinin Ruslar tarafından istilası gibi en buhranlı zamanda Şeyhîlik, arkasından da Babîliğin meydana çıkması, gerçekten de dikkate alınacak bir olaydır.
[24]- Allâme Yayha Noorî; Babism, Bahaism, Qadiyanism.
[25]- Ebulfazl Gülpayganî, Feraid.
[26]- Merkezlerinin İsrail'in işgali altında bulunan topraklarda olması ve Siyonistlerin desteğini almış bulunmaları da dikkate şayan bir husustur.
[27]- Meydan Lareusse.
[28]- Bu istatistik 1960-70 yıllarına aittir.