.
.

Ve insan…

Doğar. Bir çığlıkla başlar varoluş serüveni. Bilmediği bir dünyaya gözlerini açar; önce annesinin nefesini, sonra dünyanın karmaşasını hisseder. Büyür. Her adımı, her bakışı, her düşüşüyle şekillenir. Zamanla sorular başlar: “Ben kimim?”, “Neden buradayım?”, “Ne olacak sonum?” ve işte tam da burada başlar insan olmanın yükü.

İnsan; düşünen, hisseden, sorgulayan bir varlık. Sadece yaşayan değil, yaşadığını fark eden, anlam arayan bir bilinç. Taş Devri’nde mağaralara resimler çizen de, Dijital Çağ’da algoritmalarla düşünen de odur. Aradan binlerce yıl geçmiş ama insan hâlâ aynı sorunun peşinde: “Ben nereye aitim?”

Bir yanıyla evrene ait, yıldız tozlarından oluşan bir mucize; diğer yanıyla dünyanın en kırılgan, en çelişkili canlısı. Hem şiir yazan, hem silah yapan; hem seven, hem öldüren. Kendi elleriyle medeniyet kurup, aynı ellerle onu yerle bir edebilen.

İnsan, iyiliği bilir ama kötülüğü seçebilir. Adaleti savunur ama çoğu zaman susar. Sevgiye muhtaçtır ama en çok kalp kırar. Çoğu zaman kendi içinde savaşır; geçmişiyle, arzularıyla, korkularıyla… Çünkü insan, sadece dış dünyanın değil, iç dünyanın da bir yolcusudur.

Zamanla öğrenir: Mutluluk, sürekli bir zirve değil, geçici bir misafirdir. Acı öğreticidir. Kaybetmek bazen anlamaktır. Ve hayat, ne sadece başarıdan ne de sadece acıdan ibarettir. Hepsi bir aradadır. İnsan olmanın karmaşıklığı da burada yatar: zıtlıkların bir bedende, bir ruhta buluşması…

Ve insan, ne tam iyidir ne de tam kötü. İçinde hem karanlık hem aydınlık taşır. Bazen bir çocuğun gözyaşında yeniden doğar, bazen bir savaşın enkazında yitip gider. Ama her defasında yeniden başlar. Çünkü umut, insanın en kadim içgüdüsüdür.

Ve insan…

Yalnızdır aslında, kalabalıkların içinde bile. Ama tam da bu yalnızlık, ona diğerlerini arama gücü verir. Sevmek ister, anlaşılmak, değer görmek… Kimi zaman bunu başarır, kimi zaman yıkılır. Fakat yine de yürümeye devam eder. Yüreğinde taşıdığı bin bir parçayla, parçalanmadan…

Çünkü insan, sadece yaşayan bir varlık değil; anlam yükleyen, hikâye anlatan, iz bırakan bir yolcudur. Ve bu yolculukta en büyük keşif, ne dış dünyadır ne de teknoloji... En büyük keşif, insanın kendisidir.

İnsanın en büyük keşfi ise, kendi iç dünyasında bilinçli yaptığı yolculuktur.