.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Muşarete, murakabe ve muhasebe aşamalarını açıkladık. Burada murakabe aşamasının farklı aşamalarına açıklama getirmeğe çalışacağız. Murakabe aşamasında en önemli konu takva melekesine ulaşıncaya dek farzlara devam etmek ve haramlardan sakınmaktır. Bu durum, günahlardan uzak durmak, kişi için normal hale gelene dek yani günahlarla karşılaşınca zorlanmadan günahlardan vazgeçene dek devam etmelidir. İrfan yolunda ilerlemek için ve irfânî makamları bir biri ardına geride bırakmak için murakabenin bu aşaması kaçınılmaz ve zorunludur. Günahlardan uzak durmak ve farzları yerine getirmenin önemine dair birçok ayet ve hadisin yanı sıra birçok irfân büyüğünün sözleri de bugün elimizde mevcuttur. Günahlarla kendisini kirleten bir insanın yaptığı ibadetler ona pek bir yarar sağlamayacaktır. Günahlar insanın sâlih amellerini yok ediyor ve günahların yanı sıra ibadet etmek delik bir cep gibidir. Delik bir cebe ne kadar para koyarsanız koyun bu delikten dışarı çıkacaktır ve kısa bir sürede cebiniz boşalacaktır. Günahlar ve çirkin sıfatlar iman cevherini ezip sâlih amelleri yok ediyorlar. Konuyla ilgili birçok hadis elimize ulaşmıştır. Örneğin hasetle ilgili bir hadis şöyledir:

اِنَّ الْحَسَدَ يَأْكُلُ الاْيمانَ كَما تَأْكُلُ النّارُ الْحَطَبَ

“Ateş, odunu yiyip bitirdiği gibi haset de imanı yiyip bitiriyor.”[1]

İnsanların arkasında konuşmakla ilgili bir hadis şöyledir:

مَنِ اغْتابَ امْرَأً مُسْلِماً بَطَلَ صَوْمُهُ وَ نَقَضَ وُضُوءُهُ

“Bir Müslümanın gıybetini yapan kişinin orucu geçersizdir ve abdesti bâtıldır.”

Şehit Fethi Şikaki ile İslami Vahdet (I)
Şehit Fethi Şikaki ile İslami Vahdet (I)
İçeriği Görüntüle

Diğer bir hadis ise şöyledir:

مَنِ اغْتابَ مُسْلِماً اَوْ مُسْلِمَةً لَمْ يُقْبَلْ لَهُ صَلاتُهُ وَلا صِيامُهُ اَرْبَعينَ يَوْماً وَلَيْلَةً

“Müslüman bir erkek veya Müslüman bir kadının gıybetini yapan kişinin namazı ve orucu kırk gün boyunca (Allah katında) kabul edilmez.”

Gıybet ve benzeri birtakım günahlarla ilgili hadislerde gelmiş olan “ibadetleri kabul edilmez” ve benzeri tabirler bu ibadetlerin geçersiz olduğu ve kaza gerektirdiği anlamında değildir. Bu şekilde yapılmış olan ibadetler kişinin boynundaki örneğin namaz ve oruç sorumluluğunu kaldırıyor ve kazaya mahal bırakmıyor ancak bu ibadetler kişi için pek bir yarar sağlamayacaktır. Sözün kısası; takvanın gereğini yapmak, farzları uygulamak ve haramlardan uzak durmak irfân yolunda ilerleyebilmenin ön şartıdır.

Sâlik, bu seviyede bir murakabeyi elde ettikten sonra murakabenin bir üst aşamasına geçmelidir. Buraya kadar sâlik, farzları yerine getirmeyi ve haramlardan uzak durmayı amaçlıyordu; ama bu aşamada şüpheli durumlardan da uzak durmayı hedef edinmelidir. Şüpheli durumlar, haram olduğu kesin olmayan; ancak haram olma ihtimali taşıyan işlerdir. Örneğin bu işi yapmak isterken haram olduğuna dair kesin bir bilgiye sahip olmadığımız, ancak yaptıktan sonra haram olduğuna dair emareler elimize ulaşabilecek işler gibi. Yüce Allah’ın yüzde yüz rızasını hedef edinmiş olan birisi bu tür işlerden de uzak durmalıdır.

Bu aşama sonrasında sâlikten beklenen şey sünnetlerin bir kısmını yapmak ve mekruh işlerden kısmen uzak durmaktır.

Bildiğiniz üzere sünnetler çok geniştir ve insan sabahtan akşama kadar bu işleri yapacak olsa bile yine tümünü yerine getiremez. Ayrıca günümüz İslam ülkelerinde, içinde olduğumuz şartlar gereği üzerimize farz olan görevler o kadar çok ki artık sünnetlere fırsat kalmıyor bile. Ama yine de farzlarla çakışmayan ve eşzamanlı olarak yapabileceğimiz birtakım sünnetler vardır. Örneğin namazı vaktin başında kılmak en önemli sünnetlerden birisidir ve genellikle farzlarla çakışmıyor. Vaktin başında namaz kılmak vaktin ortasında veya sonunda namaz kılmak kadar vakit alıyor. Dolayısıyla vaktin başında namaz kılan kişi farz görevini yerine getirmekle beraber önemli bir sünneti de yerine getirmiştir. Bazı hadislerde vaktin başında namaz kılmak en üstün amel olarak tanıtılmıştır.

Muaviye bin Vahap adlı râvi, İmam Cafer Sadık’a (a.s) “bir kulun Allah’a yaklaşmak için yardım alabileceği en üstün amel nedir?” diye sorduğunda İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdular:

“Marifetten sonra işte bu namazdan daha üstün bir amel tanımıyorum. Görmez misin ki Allah’ın sâlih kulu Meryem’in oğlu İsa şöyle buyurmuştur: “ve beni namaza yönlendirdi”. Peygamber efendimize (s.a.a) “En üstün amel nedir?” diye sorduklarında şöyle buyurdu: Vaktinde namaz kılmak.”[2]

Konuyla ilgili büyük ahlak üstatlarından birisi şöyle buyurmuştur: Namazını vaktinin başında kılacağını taahhüt eden birisi olursa ben de onun çok yüce irfânî makamlara varacağını taahhüt ederim.

Fazladan bir vakit gerektirmeyen diğer bir sünnet ise kalp huzuruyla namaz kılmaktır. Bu sünnet fazladan bir vakit gerektirmediği gibi namazın değerini de kat kat artırıyor.

Fazladan bir vakit gerektirmeyen önemli diğer bir sünnet ise anne ve babaya karşı saygılı olmaktır. Bazı büyükler anne ve babalarından izin almaksızın oturmuyorlardı bile.

Ancak bu sünnetler dışında kendine has bir vakit alan sünnetler de var ve güvenilir ve tecrübeli bir ahlak üstadına danışıp da bu sünnetler içinden kişinin durumuna uygun birkaç sünnet seçmek önemle tavsiye ediliyor. Günlük nâfile namazları, özellikle gece namazı, Kur’an okumak, gün içinde farklı vakitlerde okunması tavsiye edilen dualar, zikirler, özellikle ‘tesbihat-ı erbaa’ ve ‘la ilahe illallah’ zikri ve benzeri sünnetler, önemli ve çok yararlı sünnetlerdir. Ancak kişinin durumuna göre bu sünnetlerin belirli bir bölümü öncelik kazanabilir.

Burada önemli olan, hadislerde de vurgulandığı üzere kendimiz için belirlemiş olduğumuz ibadet programını sürdürebilmek ve devamlı hale getirmektir. Aksi halde beklenen etkiyi göstermeyecektir. Usul-i Kâfi kitabında bu konu için özel bir bölüm ayrılmıştır ve konuyla ilgili hadisler bu bölümde nakledilmiştir. Burada örnek olarak bu bölümdeki hadislerden birkaç hadis nakletmek istiyorum;

İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

اَحَبُّ الاَْعْمالِ اِلَى اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ ما داوَمَ عَلَيْهِ الْعَبْدُ وَ اِنْ قَلَّ

“Allah nezdinde en değerli amel, kulun az olsa bile sürekli yaptığı ameldir.”[3]

İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

كانَ عَلَىُّ بْنُ الْحُسَيْن (عليهما السلام) يَقُولُ اِنّي لاَُحِبُّ اَنْ اُداوِمَ عَلَى الْعَمَلِ وَ اِنْ قَلَّ

“İmam Zeynel Abidin (a.s) şöyle derdi; az olsa bile yaptığım amelin devamlı olmasını isterim.”[4]

İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

اِذا كانَ الرَّجُلُ عَلى عَمَل فَلْيَدُمْ عَلَيْهِ سَنَةً ثُمَّ يَتَحَوَّلُ عَنْهُ اِنْ‌شاءَ اِلى غَيْرِهِ

“İnsan bir amele başladığı zaman bir yıl boyunca bu amele devam etmelidir. Bir yıl sonra dilerse bu ameli bırakıp diğer bir amele geçebilir.”[5]

Seyr u sülûkta konuyla ilgili üzerinde durulan şey, ilk aşamada seçilen ameller ve düzenlenen programın kolay olması ve hadislerde de açıklandığı üzere en az bir yıl boyunca devam edilmesidir. Vaktin başında namaz kılmak gibi bir takım ameller ise meleke olana dek ve sâlikin hayatının sonuna kadar devam etmelidir. Bir amelin meleke haline geldiğinin belirtisi ise bu amelin tesadüfen terk edilmesi durumunda kişide oluşan rahatsızlık duygusudur. Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“İyi işler müminde kendine has bir etki bırakıyor. Öyle ki bir gün bu ameli yapmadığında günah işlemişçesine veya bir şeyini kaybetmişçesine tedirginlik yaşar.”

* * *

Vücuttaki Seyirle Başlayan Kalbi Seyir

Buraya kadar amel konusunun üzerinde durduk. Yani manevî kemaller ve irfânî makamlara varmak için yapmamız gerekenler ve yapmamamız gerekenler konusu. Bu aşama sonrasında bir üst seviyeye geçiyoruz; ancak bu aşamada da yine muşarete, murakabe ve muhasebe devam etmelidir. Bu aşamada sâlik daha çok kalbini ve aklından geçenleri gözetlemelidir. İnsanın ruhu ve cismi, haramlardan uzak durmak üzere güçlendiği vakit yani takvalı olmak insanda meleke haline geldiği vakit ve insanın hiçbir organı günahla kirlenmeyi kabul etmediği vakit irfân yolculuğu daha yeni başlamıştır. Amelle ilgili konular marifet zülalinden nasipsiz normal halkın bile yapabileceği ve zaten yaptığı işlerdir. İrfan yönü taşıyan ve gerçek seyr u sülûkun bir örneği olan iş ise insanın kalbiyle ilgili işlerdir.

Bu aşama, niyeti temizlemekle başlar. Başlangıç olarak ise sâlik, bütün farz ibadetlerinde riya veya süm’a ihtimaline mahal bırakmamaya titizlikle dikkat etmelidir. Riya, kendini göstermek anlamındadır. Yani insan, diğer insanların görmesi için özellikle onların görebileceği şekilde ibadet ederse buna “riya için yapılan bir amel” deriz. Süm’a ise insanın, diğer insanların gözünden uzak yapmış olduğu ibadetler ve iyi işlerin insanların dilinde dolaşıp duyulmasından hoşlanması anlamındadır. İrfan yolunda ilerleyebilmek için bu tür çirkinliklerden uzak durmak çok önemlidir.

İmam Humeyni konuyla ilgili şöyle buyuruyor:

Öyleyse ey güzel kardeşim yaptığın işleri titizlikle incele, yaptığın bütün amellerde kendini sorgula ve yapmak istediğin hayır işleri niçin yapmak istediğini sor kendine. Gece namazını niçin öğrenmek istediğini sor kendine. Allah rızası için bunu öğrenip öğretmek mi istiyor? Yoksa kendisini bu gruptan birisi olarak mı görmek istiyor? Neden gitmiş olduğu ibadet yolculuğunu ve bu yolculukların sayısını bin bir araçla insanlara duyurmaya çalışıyor? Neden gizlice vermiş olduğu sadakaların duyulmamasından rahatsız oluyor? Neden insanların gözünden uzak yapmış olduğu mâli yardımları bir bahaneyle insanlara duyurmaya çalışıyor? Bunu Allah için yapıyorsa, insanların duyup da benzer işler yapmalarını istiyorsa ve hayra vesile olup o hayırdan bir nasip almak istiyorsa bu iyilikleri açığa çıkarması iyidir. Gerçekten niyeti buysa kendisine bu temiz kalbi bahşetmiş olan Allah’a şükretmelidir. Ancak uyanık olmalıdır, nefsinin hilesine kanmamalıdır ve riya için yapılmış olan bir ameli temiz bir amel olarak görmemelidir. Bunu gerçekten Allah için yapmıyorsa insanlara duyurmayı kesmelidir. Zira bu bir tür süm’adır. Bu şekilde yapılmış olan bir ameli yüce Allah kabul etmeyecektir ve cehenneme atmalarını emredecektir. Nefsin hilelerinden Allah’a sığınmalıyız. Nefsin hileleri çok incedir. Amellerimizin temiz olmadığını biliyoruz. Allah’ın gerçek kuluysak neden şeytan üzerimizde bunca etkindir? Şeytan, gerçek kullara dokunmamak üzere yüce Allah’a söz vermedi mi?

Değerli üstadımın dediği gibi; Şeytan Allah’ın dergâhının önündeki köpek gibidir. Allah’a yakın olanlara saldırmıyor. Kapının önündeki köpek, ev sahibinin yakınlarını tanıyor ve onlara saldırmıyor. Şeytan, ev sahibine yakın olmayanların eve girmesine müsaade etmiyor. Öyleyse şeytan seninle uğraşıyorsa yaptığın işlerin ihlas üzerine yapılmadığını ve Allah’ın rızası için olmadığını anla. İhlaslı bir kul iseniz neden kendi zannınızca kırk yıldır Allah’ın dergâhında ihlasla ibadet etmenize rağmen hala hikmet pınarları kalbinizden dilinize doğru akmış değildir? Hadislerimizde kırk gün boyunca ihlaslı olanların kalbinden diline doğru hikmet pınarları akacağı söylenmemiş mi? Öyleyse bil ki amellerimiz Allah için değildir ve bunun farkında bile değiliz. İşte dermanı olmayan dert budur.

Yazıklar olsun ibadet ehli; cuma, cemaat ehli; ilim ve diyanet ehli olup da kıyamet gününde kendisini büyük günah ehli insanlardan birisi olarak, müşrik ve kâfirlerden beter birisi olarak ve amel defteri kapkara olan insanlardan birisi olarak bulan insanların haline.

Yazıklar olsun ibadet ve namazıyla cehenneme girecek olanların haline. Yazıklar olsun namazı, orucu, zekâtı ve sadakası düşünülebilen en çirkin şekilde karşısına çıkan kişinin haline.

Ey zavallı, sen müşriksin. Yüce Allah kendi fazlıyla muvahhitlerin günahlarını affedecektir inşallah. Ancak şirk suçunu affetmeyeceğini söylemiştir. Tövbe etmeden dünyadan giderlerse. [6]

İrfan yolunda ilerlemek isteyen sâlik, farz ibadetleri yalnızca yüce Allah’ın rızası için yerine getirmeye çalışmalıdır. Günahlardan ise insanların korkusundan değil yalnızca Allah korkusuyla uzak durmalıdır.

Niyeti temizlemek çok çetin bir iştir ancak olmayacak bir iş değildir. Esasen irfân yolunda ilerledikçe iş biraz daha zorlaşıyor; ancak yüce Allah’ın lütfuyla bu yoldaki bütün sıkıntılar gideriliyor ve kolaylaşıyor. İlk aşamalardaki sıkıntılara direnip de bu sıkıntıları başarıyla geride bırakanlara yüce Allah çok büyük bir haz ve sevinç yaşatır. Öyle ki bir gün bile hayır bir iş yapmadıklarında büyük bir üzüntü yaşarlar.

Ayrıca temiz bir niyete ulaşmak, kısa bir sürede gerçekleşebilecek bir iş değildir ve insan dilediği vakitte bir anda niyetindeki tüm şaibeleri söküp atamaz. Temiz bir niyete ulaşmak için birkaç aşamadan geçmek gerek ve uzun süreli gözetmeler ardından zamanla bu hedef elde edilebilir. Tabiatı gereği ve alışkanlık gereği diğer insanların sevgi ve saygısını kazanmaktan hoşlanan birisinin niyetinde ister istemez birtakım şaibeler olacaktır. Ancak tamamıyla makam sevgisini kalbinden çıkarmış olanlar tamamen temiz bir niyet taşıyorlar.

İnsan, riya ve süm’adan korunabilmek için olabildiğince hayır ve ibadî işlerini gizlice yapmalıdır. Ancak bunu yaparken de birtakım yeni tehlikeleri gözeterek yapmalıdır. Bazıları gizlice ibadet yapabilmek için cemaat namazlarına katılmıyorlar. Neden olarak ise riya ve süm’a tehlikesinden korunabilmeyi gösteriyorlar. Ancak gerçek şu ki bu, şeytanın yeni bir tuzağıdır. İrfan yolunda ilerlerken hiçbir zaman gözümüzün önünden ayırmamamız gereken önemli konu, şeriat kurallarına harfiyen uymaktır. İlerlediğiniz irfân yolu sizi cuma ve cemaatten ayırıyorsa bilin ki içinde olduğunuz irfân yolu sorunludur. Riya olur bahanesiyle yüce Allah’ın açık emirlerini çiğneyemeyiz. Evet, sadaka vermek ve yardıma muhtaç insanların elinden tutmak gibi ibadetleri insanlardan gizli bir şekilde yapabiliriz; ancak esasen sosyal yönlü olan ve özellikle toplu yapılması önemle vurgulanmış olan ibadetleri riyadan korunmak ve benzeri bahanelerle gizli bir şekilde yerine getirmemeliyiz.

Burada bize yardımcı olabilecek en önemli konulardan birisi kalben Allah’a bağlanmaktır. Herhangi bir işi isteklerimizi tatmin etmek için yapıyorsak bu, o işe ilgi duyduğumuzu gösteriyor. Arkadaşımız için bir iş yapıyorsak bu, arkadaşımıza duyduğumuz sevginin bir belirtisidir. İnsan ancak bütün bu sevgilerin yerine yüce Allah sevgisini oturtabilirse bütün işlerini yalnızca Allah rızası için yapabilir. Şabaniye münacatının bir bölümü şöyledir:

اِلهي لَمْ يَكُنْ لي حَوْلٌ فَاَنْتَقِلَ بِهِ عَنْ مَعْصِيَتِكَ اِلاّ في وَقْت اَيْقَظْتَني لِمَحَبَّتِكَ

“Allah’ım, kendi sevginle kalbimi uyandıracak olmasaydın günaha karşı gelecek gücüm yoktu.”[7]

Allah’ın sevgisi insanın kalbine yansıdığında günahlardan uzak durmak kolaylaşıyor. Allah aşkı insanın kalbini kaplarsa bütün sıkıntılar insan için kolaylaşır.

Allah’ın aşkı insanın kalbinde boş bir yer bırakmadığında gece ibadeti için sıcak yataktan ayrılmak zor olmamakla birlikte sevgiliye kavuşma anı olduğu için kendine has hoş bir haz da taşıyacaktır. Bir insan için sevgilisiyle sakin bir yerde oturup konuşmaktan daha tatlı ne olabilir? İlahi muhabbetin yalnızca bir zerresi insanın kalbinde yer ederse bütün gözlerin uykuda olduğu vakit, bütün kapıların kapalı olduğu sessiz seher vaktinde insan için sevgilisiyle münacat etmekten daha tatlı hiçbir şey olmayacaktır.

İlahî muhabbete ulaşmanın en iyi yollarından birisi yüce Allah’ın bize bahşetmiş olduğu nimetleri öğrenmek ve üzerinde düşünmektir. Yüce Allah’ın bize bahşetmiş olduğu onca nimetin yalnızca birisini başka birisi bize verecek olsaydı bütün hayatımız boyunca bu kişiye karşı minnettar olurduk. Yüce Allah’ın bize vermiş olduğu göz, kulak, el, ayak ve benzeri nimetlerin yalnızca birisi olmasaydı bu eksikliği ne doldurabilirdi? Bunca nimeti ücretsiz olarak bize bahşetmiş olan Allah, sevilmeyi ve teşekkür edilmeyi hak etmiyor mu?

* * *

Daha Üstün Bir Murakabe; ‘Dostluk Alıştırması’

Temiz bir niyete ulaşabilmek için yüce Allah’ın muhabbeti kalıcı olarak insanın kalbinde yer etmelidir. Bu muhabbet ve sevginin pekişmesi için ise yüce Allah’ı tanımak ve onunla dostluk bulmak gerek. İnsanlar arasındaki sıkı sevgiler de aynı şekilde ortaya çıkıyor. Yani bir karşılaşma ve bir bakışla bu tür bir sevgi meydana gelemez. Aksine uzun süreli dostluk ve ülfet sonrasında meydana geliyor. Birkaç dakika veya birkaç saat bile birisiyle birlikte vakit geçirirsek genellikle bu insanla çok sıkı bir bağlantı kurmuş olmayız. Ancak saatlerce ve günlerce güzel özelliklere sahip olan birisiyle sıkı bir birliktelik yaşarsak genellikle bu süreç sonunda bu insana karşı kalbimizde kalıcı bir sevgi oluşmuş olur. Yüce Allah konusunda da durum aynıdır. Genellikle insanlar kalplerinde yüce Allah’a karşı bir sevgi taşıyorlar. Yüce Allah bütün güzellikler ve yüceliklerin kaynağıdır ve sahip olduğumuz bütün nimetleri ona borçluyuz. Ancak bu sevginin yoğunluk kazanabilmesi için bu sevgiyle ilgilenmeliyiz. Bu sevgiye güç kazandırmanın yolu ise yüce Allah’ı tanımak ve ona yakınlık kazanmaktır.

Şimdi önümüzdeki soru şu: Allah’ın sevgisini kalbimizde kalıcı olarak yerleştirebilmek yönünde nasıl yüce Allah’a yakınlık kazanıp onunla dostluk kurabiliriz? Sorunun cevabı şu: Hayatımızın tüm anlarında kalbimizin bir köşesini yüce Allah’a ayırıp bütün hallerde bir şekilde onu anmalıyız. İlk bakışta bunu çok çetin ve gerçekleştirilmesi hayli zor bir iş olarak görebilirsiniz ancak bir örnekle yola çıkarak aslında böyle olmadığını göreceğiz.

Arkadaşınız yakın bir akrabasını kaybederse doğal olarak çok üzülecektir ve bu üzüntü onun tüm kalbini kaplayacaktır. Bu tür bir üzüntü genellikle kısa bir sürede insanların yakasını bırakmıyor ve uzun bir süre yakınını kaybeden insanın hayatını derinden etkiliyor. Öyle ki olaydan uzun bir süre geçmesine rağmen bile uykuda kişiyi rahatsız edebiliyor. Yakınını kaybetmiş olan insanlar bu süre içinde çarşıda pazarda, iş yerinde veya herhangi başka bir yerde günlük işlerini yaparken kalplerinin bir köşesinde yaşamış oldukları olayın acısını hissediyorlar ve bir an için bile bu ruh halinden çıkamıyorlar.

Bu gibi durumlarda insanlar doğal olarak kesintisiz bir kalp meşguliyeti yaşıyorlar ve bu kalp meşguliyeti insanların doğal bir refleksi olarak değerlendiriliyor. Ancak insan birtakım alıştırmalarla bu durumun benzer bir halini dilediği yönde kazanabilir. Kesintisiz bir şekilde yüce Allah’a yönelebilmek bunun bir örneğidir. İnsanların geneli gün boyunca etraflarında cereyan eden olaylarla ilgileniyorlar ve kalplerini bu tür işlerle meşgul edip yüce Allah’ı unutuyorlar. Bu tür insanlar kesintisiz bir şekilde yüce Allah’ı anar hale gelebilmek için birtakım alıştırmalar yapmalıdırlar. İrfan ve seyr u sülûkun üst aşamalarına varıp da ilahî nurla kalbinin tüm köşelerini aydınlatmış olanlar ve bu vesileyle kalbini ilahî cemale kaptırmış olanlar varılması gereken hedefe varmışlardır ve bu insanların alıştırma yapmasına gerek yok. Bu tür insanların kalbi, her zaman Allah’a dönüktür ve bu insanlar her şey ile birlikte Allah’ı görüyorlar.

Kalbin sürekli Allah’a dönük olabilmesi yönünde yapılacak ilk alıştırma bütün hallerde ve her zaman Allah’ı yaptıklarımıza şahit görmektir. İnsan uykudan uyandığı andan itibaren kendisine şu telkini yapmalıdır: Ben Allah’ı görmesem de yüce Allah beni her zaman ve her yerde görüyor. Konuyla ilgili olarak Allah Resulü (s.a.a) Ebuzer el-Gıfari’ye şöyle buyuruyor:

اُعْبُدِ اللّٰهَ كَاَنَّكَ تَراهُ فَاِنْ كُنْتَ لا تَراهُ فَاِنَّهُ يَراكَ

“Allah’ı görüyormuş gibi ona ibadet et, sen onu görmüyor olabilirsin; ama o seni görüyor.”

Allah’ın bizim tüm yaptıklarımızı gördüğünün farkında olabilmek için özel bir program yapmaya, diğer işleri bırakıp bir köşeye çekilmeğe ve benzeri şeyler yapmaya gerek yok. Bu farkındalık kalbi bir iştir ve zikir aşamalarından birisidir. Allah’ın her yerde hâzır ve nâzır olduğu bilincini kendisinde meleke haline getirmiş olanlar kalbi olarak Allah’a yakın olduklarını hissedip dostluk hazzını yaşarlar. Allah’la dostluk içinde olmanın doğal bir getirisi ise daha önce değindiğimiz gibi ilahî sevginin insanın kalbinde artmasıdır. Bu aşama sonrasında yani ilahî muhabbet insanın kalbinde arttıktan sonra ibadet ve kulluk isteği, özellikle Allah’la münacat etmek, dua etmek, namaz kılıp Kur’an okumak isteği insanda artıyor. Sevgilisinin mektubunu kim okumak istemez? Seven insanlar sevgililerinden gelmiş olan mektubu bir değil birkaç defa okurlar. Sonrasında ise ara ara yine gidip aynı mektubu büyük bir istekle tekrar tekrar okurlar. Kur’an, Allah’ın kelamıdır ve hakiki sevgilinin bir eseridir. Allah’ın aşkı insanın kalbinde yer ederse bu insan defalarca, tekrar tekrar Kur’an okumak ister ve her zaman Kur’an okumaktan haz duyar.

Kısaca murakabenin bu aşamasında sâlik, alıştırmalarla kalbî olarak Allah’a yönelmeyi kendisinde meleke haline getirmelidir. İrfan yolunda ilerleyen sâlik, bu melekeye ulaşabilirse zamanla Allah’ı görüyormuş gibi bir hale ulaşacaktır. Bir süre sonra ise zamanla yüce Allah’ı tüm yaptıklarına nâzır olarak görmek bir yana kalbinde açılmış olan pencereden Allah’la konuşur hale gelir. Birçoğumuz bu durumu kısa da olsa yaşamışızdır. Namaz veya dua esnasında bütün kalbimizle Allah’a yönelip de Allah’ı görüyormuş gibi onunla münacat etme hissini kısa da olsa hemen hemen hepimiz yaşamışızdır. Bu durum, alıştırmalarla daha uzun sürebilir ve zamanla meleke haline gelebilir. Öyle ki insan bütün namazlarında ve bütün dualarında Allah’ı görüyormuş gibi ona ibadet edebilir. Bu aşamaya varmış olan sâlikler murakabenin bir aşamasını daha geride bırakmışlardır ve bir üst aşamaya geçmek için kendilerini hazırlamalıdırlar.

* * *

Evliya ve Enbiya’nın Murakabesi

Dostluk hali insanda oluşup da muhabbet ve iştiyakın yoğunluk kazanmasıyla Allah ile kul arasındaki hicap ve perdeler zamanla birbiri ardına ortadan kalkıyor. Bu aşamadan sonra kul, rabbine çok özel bir şevk ve haz ile yöneliyor, bütün anlarında rabbini hissettiği için sürur ve sevinç içinde oluyor ve bir an için bile rabbinden gafil olacak olursa sevgilisinden ayrılanlar gibi acı duyuyor. Bu aşamadaki kullar için bu ayrılık, dayanılmayacak kadar ağırdır ve esasen bu aşamadaki kul rabbinden gafil olmayı kendisi için bir günah görüyor ve bunun için istiğfar etme ihtiyacı hissediyor.

Evet, peygamberler (a.s) ve On iki İmamlar (a.s) gibi Allah’ın veli kullarının istiğfar etmesi herhangi bir günahtan ötürü değildir. Herhangi bir mekruhtan ötürü bile değildir. Aksine bu yüce zatlar yüce Allah’ın huzurunda ona göstermeleri gereken ilgiyi hakkıyla yapamadıklarını düşünüp bundan ötürü istiğfar ediyorlar. Allah’ın veli kulları bu eksik ilgiyi en büyük günah olarak görüyorlar. İnsan, maddî boyutu gereğince ve bu dünyada olması hasebiyle ister istemez ilgisinin bir kısmını bu dünyaya yöneltmek durumundadır. Ancak Allah’ın veli kulları bunu bile kendileri için büyük bir günah görüyorlar ve bundan dolayı Allah’a karşı mahcubiyet duyuyorlar. Bu yüce zatlar hiçbir zaman bütün ilgilerini yüce Allah’tan almıyorlar. İlginin ancak az bir kısmını bile ondan almayı kendilerine büyük bir suç olarak görüyorlar ve tüm ilgilerini rububiyet makamına vermedikleri için büyük bir rahatsızlık duyuyorlar.

Bu aşamadaki bir sâlikin murakabesi bütün anlarında yüce Allah’a yönelmiş olmaktır. Doğal olarak bu aşamadaki bir sâlikin istiğfarı da, ‘günah’ denilince akla gelen yanlışlardan ötürü olmayacaktır. Aksine bu istiğfarlar ve ağlayarak af dilemeler, rububiyet makamına karşı gösterilen en ufak gafletlerden ötürüdür. Daha önce açıklandığı üzere Allah Resulü (s.a.a) ve masum imamlar (a.s) gibi yüce zatların ağlayarak, yalvararak yaptıkları istiğfarlar bu şekilde yorumlanmalıdır. Hiç kuşkusuz bu yüce insanlar yüce Allah’ın en ufak bir yasağını bile çiğnemekten beridirler ve yasaklar bir yana evla olmayan işleri tercih etmiş olmaları bile düşünülemez.

Kemalin bu aşamasına varıp da bütün ilgisini yalnızca ve yalnızca yüce rububiyet makamına vermiş olan insanların kalbine en seçkin ilahî nurlar yansıyacaktır ve bu insanları en alt dünyevî aşamalardan alıp en yüce insanî makamlara yani rububiyet makamına yakın olma aşamasına yükseltecektir. İşte bu, Allah’a ulaşmak için her şeyden kopmanın anlamıdır. Bu, Hz Ali (a.s) ve diğer masum imamların (a.s) Şabaniye münacatında dile getirdikleri nurdur.

اِلهي هَبْ لي كَمالَ الاِْنْقِطاعِ اِلَيْكَ وَاَنِرْ اَبْصارَ قُلُوبِنا بِضِياءِ نَظَرِها اِلَيْكَ حَتّى تَخْرِق اَبْصارُ الْقُلُوبِ حُجُبَ النّورِ فَتَصِلَ اِلى مَعْدِنِ الْعَظَمَةِ وَ تَصيرَ اَرْواحُنا مُعَلَّقَةً بِعِزِّ قُدْسِكَ

“Allah’ım sana gelmenin en yüce şeklini bana nasip eyle ve kalp gözlerimizi sana bakmak aydınlığıyla aydınlat, öyle ki kalp gözleri nur perdelerini aralayıp yücelik kaynağına varsın ve ruhlarımız senin kutsi izzetine bağlansın.”[8]

Bu makama varmış olan insanlar, ibadetleri, sıkılarak yerine getirmiyorlar aksine bu ibadetleri kendi canlarından çok değer verdikleri sevgililerine yönelik bir saygı sebebi olarak gördükleri için bütün dünyadan koparcasına büyük bir şevk ve haz ile bu ibadetleri yerine getiriyorlar. Bu insanlar için dinî zorunluluk gereği birtakım dünyevî hazlara yönelmek bile çok ağırdır. Bu nedenle bu tür işlere yöneldiklerinde bile bunu sadece ve sadece Allah’ın emrini yerine getirmek için ve ilahî vazife gereği yapıyorlar. Bu makamı düşünmek bile benim gibi dağlar kadar bu makamdan uzak olan insanlar için çok çetindir. Kavurucu bir sıcakta sonu görülmeyen bir kurak çölün içinde kızgın kumların arasında susuzluktan ölmek üzere bir insan düşünün. Bu insana soğuk bir içecek verilirse bu insanın bu içeceği yalnızca ve yalnızca Allah rızası için içtiğini yani bin milyarda bir ihtimal bile bunu nefsini tatmin etmek için yapmadığını düşünebilir misiniz?

Evet, bu makama varmış olan insanlar için en zevkli günahların yanından geçip gitmek çok kolaydır. Hz. Yusuf’un (a.s) o sarayda yaşamış olduğu durumu aklınızda canlandırın. Kesinlikle bu durum çok sıkıntılı durumlardan birisidir. Yakışıklı, boylu poslu, güçlü ve cinsel isteğin dorukta olduğu yaşlarda bir genç, kapalı kapılar ardında kendisine kucak açmış güzel bir kadının karşısında. Böylesi bir durum için “günaha düşmem” demek çok kolaydır; ancak gerçekte bunu yapmak bir insanın yapabileceği en ağır işlerden birisidir. Ancak kalbini daha üstün ve daha güzel bir sevgiliye kaptırmış olan birisi için böylesi bir durumda kirlenmemek çok kolaydır. Böyle bir insan, sevgilisini düşündüğü vakit diğer tüm güzellikler onun gözünde rengini yitiriyor ve bir hiç gibi görünüyor. Bu insanlar için tadından ötürü yemek yemek veya diğer maddî işleri hazzından ötürü yapmak çok anlamsızdır. Bu tür işler onların gözünde çocukların oyununa benzer. Neden yetişkin insanlar çocukların oyuncaklarıyla oynamak istemezler? Zira daha üstün hazlara ulaşmışlardır ve bu oyunların hazzı onlar için anlamını yitirmiştir. Allah’ın veli kulları da bize kıyasla aynı durumdadırlar. Bizim için çok önemli ve belki de hayatın anlamı gibi görünen maddi hazlar onlar için hiçbir değer taşımıyor ve daha çok çocuk oyununa benziyor. Kalpleri Allah ile dostluk kurup da onun cemalinde gark olan insanlar ancak ve ancak onun cemaline bakmaktan haz duyarlar. Konunun anlaşılması için her ne kadar yeterince açıklayıcı olmasa da maddî bir örnek vermek durumundayım: Sevgilisinin de bulunduğu birkaç kişilik bir misafirlikte olan birisini düşünün. Bu insanın sevgilisi diğer insanların gözünden uzak, ima ve işaretlerle bu insanı sevdiğini ona anlatmaya çalışırsa sizce bu insan ne hale gelir? Oracıkta sevinçten uçmak istemez mi? Acaba bu insan oradaki yiyecek ve içeceklerin tadını ne kadar hisseder?

Yüce Allah, sevdiği kullarına diğer insanların gözünden uzak benzer işaretler yapıyor. Diğer insanların görmediği ve algılamadığı işaretler. Allah’ın sevdiği kulları ise hiçbir zaman bu sırrı diğer insanlara açmazlar. Onlara baktığımızda kitap okuduklarını, denizi, dağı, tabiatı seyrettiklerini görüyoruz; ancak onların ne gördüğünü sadece kendileri bilirler. Bir çiçeği seyrettiklerini zannediyoruz ancak onlar bu anda sevgililerinin nişanelerini seyrederken etraflarındaki her şeyi unutacak kadar büyük bir haz yaşıyorlar.

Yüce Allah’tan bu hakikatlerin bir köşesini bizim kalbimize açmasını, kalbimizdeki tüm sevgileri silip atmasını ve kalbimizi kendi sevgisiyle doldurmasını niyaz ediyoruz.

- - - - - - - - - - - - - -


[1] Biharu’l- Envar cilt: 73 sayfa: 244, 131’inci bab, 2’inci hadis.

[2] Biharu’l- Envar cilt: 82, sayfa: 225, 1’inci bab, 50’inci hadis.

[3] Usul-i Kâfi cilt: 2, 1’inci bab, 2’inci hadis.

[4] Usul-i Kâfi cilt: 2, 1’inci bab, 4’üncü hadis.

[5] Usul-i Kâfi cilt: 2, 1’inci bab, 1’inci hadis.

[6] (Kırk Hadis sayfa: 51 ve 52)

[7] Mefatihu’l- Cinan, Şaban ayı amelleri bölümü, altıncı amel.

[8] Mefatihü’l- Cinan, Şaban ayının ortak amelleri bölümü, sekizinci amel. (Münacat-ı Şabaniye)