.
.
Bir Çöl ve Rabbine Adanmışlık
.
Esintinin sesi Kerbelâ tarafından geliyordu.
Tane tane, o günün şahidini anlatıyordu fısıltılar.
Öyle tarif edildi ki bize, hiçbirimiz orada bulunmadan, her sahnesi hafızamızda can buldu.
Bu gözler o günü görmedi belki ama kulaklarımızdan bu destanın âşıkları hiç eksik olmadı.
Zeynebî bir seda, adeta yüreklerimize işledi.
Tarih sayfalarında Kerbelâ, acı ve ıstırapla anılırdı.
Kerbelâ bir çöldü.
Toprağı kandan, havası gamdan bir esintiyle, yıllar geçse bile taşıdığı hüznü fısıldardı.
Yola koyulmuştu Peygamber'in (s.a.a) kanını taşıyanlar.
“Bir çölün ortasında, iki kardeş...”
Biri imam, biri sancağı taşıyan…
Biri teslimiyetin adı, diğeri sadakatin özüydü.
İkisi de Ali’nin (a.s) oğullarıydı.
Hep cesaretleriyle anılan Fatıma’nın (s.a) evlatlarıydı onlar;
dilden önce kalpleri konuşuyordu.
İki kardeş...
Biri canını Hakk’a adayan,
diğeri canını canana hediye edendi.
Kerbelâ’yı sadece bir savaş zannetmek, büyük bir yanılgı olurdu.
Orada bir vefayı, bir kardeşliği, bir davanın en canlı hâlini görmedik mi?
Kolları kopsa dahi sadakatinden taviz vermeyen bir aşığa şahit olmadık mı?
Ciğerleri yansa da imamına vefasından ödün vermeyenler vardı.
Kimisi minnacıktı, kimisi Resûl-i Ekrem’e (s.a.a) söz vermişti.
Neynevâ’da susuz bırakan o çöl ağladı.
Kimseye yar olmayan o damlaların, kendine bu matem ve hüzünle kapladı.
Her bir damlasında, o gün susuzluktan bağrı yanmış çocukların ahı varken…
O gün İmam Hüseyin’in âşıklarına merhem olmayan su,
bin yıl da geçse, bin cefayı barındırır ruhunda.
Bu topraklarda saklanır yasımız.
Ve biliriz ki:
Kerbelâ bir meydan değil, bir mihenk taşıdır.
İmam Hüseyin, gönüllerde sönmeyecek bir aşkın kandilini yaktı.
O kandil; vicdanları, ruhları, benlikleri aydınlattı.
Dünyanın dört bir yanında taziye meclisleri kurulsun.
Siyahlar giyilsin, karalar bağlansın.
Hem ruhlar hem bedenler, matemin derinliğine varsın.
Taziye evi Medine'dir.
Taziye sahibi Resûlullah’tır (s.a.a).
Başın sağ olsun, ya Rasûlallah!.
Sana söz veriyoruz ey Allah’ın Sevgilisi:
Senin sevincin nasıl sevincimizse, hüznün de hüznümüzdür.
Bu can, bu bedende olduğu müddetçe, bu hicran yüreğimizi kavurmaya devam edecek.
Gün geçtikçe “gözlerimize yalvaracağız ki, evladın Hüseyin’e ağlasın.”
Yoksa ağlamayan bu gözü neyleyeyim?
Kerbelâ ağlıyordu.
Sesi, yürekleri buram buram dağlarken;
bir kitabe, bin ağıt ve milyonlarca gözyaşı oldu Kerbelâ.
Nebevî güzelliğin kalbinde büyümüş,
güzelliklerinin her birine selam olsun.
Rabbimiz, bizi mahşerde aşkı sadıklardan eylesin.