Güne Rusya’nın Ukrayna hamleleri ile uyandık. Çok geçmeden NATO’nun tehditkâr açıklamalarını da duyduk.

“Putin, egemen bir ülkeye karşı operasyon başlattı. Avrupalı yetkililere Rusya için çok ciddi yaptırımlar paketi sunacağız. Norveç, Kanada ve hatta Japonya’yı dahi bu yaptırımlara ortak olmaları için davet edeceğiz.”

Sanki bu yaptırımlara cevap verecek gücü yok Rusya’nın?” sesleri de geliyordu aynı anda aklı selimden..

Rusya, Avrupa’nın büyük ölçüde enerji açığını kapatan bir ülke ve doğal gaz olmazsa sekteye uğrayacak bir Avrupa var karşımızda. Bu Rusya’nın elinde bulunan tek kozu değil elbette, nice darbe vuracak niteliğe de haiz bu ülke.

Peki, Ukrayna?

Soğuk Savaş sırasında dünyanın en büyük üçüncü nükleer gücü Ukrayna topraklarındaydı. Sovyetler Birliği’nin dağılışı sonrası Ukrayna, 1994 sonunda kendi topraklarında konuşlanmış olan yaklaşık beş bin nükleer silahı Moskova’ya tartışmalar altında iade etti. Ukrayna tekrar nükleer silah geliştirebilecek teknolojik güçten artık yoksundu.

“Benim egemenliğime saygı duyun!”diyen Ukrayna için iş bununla da bitmedi. Yeni bağımsızlığına kavuşmuş olan bu ülke, başta Avrupa olmak üzere Amerika ile de flört etmeye başladı. Bu süreçte Sovyetlerden kalan silah ve askerî gücü de Batılı komşularının isteği (!) üzerine imhaya başladı. Avrupa aşkıyla büyülenmiş, koca koca verimli toprakları olan Ukrayna silahsızlandırılmıştı. Amerika ve Avrupa biz sana yenilerini veririz demişti..

NATO, Amerika için oldukça kullanışlı bir etken; onunla yayılıyor, onunla yeni şom planlarını hayata geçiriyor ve yine onunla dünyaya ayar vermeye çalışıyor. Gel zaman-git zaman NATO, yayılmacılığını bir kademe daha arttırmak için uzun zamandır AB’ye girmesi ve kendine entegre olması için Ukrayna üzerinde çalışmalar yapıyordu. Elbette bu basit bir davet ile olacak iş değildi.

Bakın bu konuda Rusya ne diyor:

“Sorun hiçbir zaman Ukrayna olmadı. Sorun, Amerika’nın NATO üzerinden giderek genişlemesi ve burnumuzun dibine kadar gelmesiydi. Hâlbuki Sovyetler dağıldıktan sonra kabul edilen centilmenlik anlaşması gereği Amerika Rusya’ya 1991’de bir söz vermişti ‘Senden dağılan ülkeleri NATO bünyesine almayacağım ve bu ülkeler kendi hallerinde ülkeler olarak kalacak!’ Fakat bu böyle olmadı; 99 senesinden itibaren Macaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile başlayan ve periyodik şekilde genişleyen bir NATO karşımıza çıktı. Zaten daha sonra Sovyetlerden kopan ülkelere komşu Polonya’ya binlerce asker ve kara harp araçları geldi. Genişleme, Orta ve Doğu Avrupa'dan yedi ülkenin daha katılmasıyla devam etti: Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya..”

Burada kışkırtmayı NATO’nun yaptığını görmek aslında çok da zor değil. Çünkü Macaristan, Bulgaristan, Polonya ve Çekya’da var olan üstleri ile zaten Rusya’yı yeteri kadar rahatsız ettiği aşikâr. O rahatsızlık da; olası bir gerilimde, bu mezkûr ülkeler üzerinden bir saldırı gerçekleşme ihtimali ve zaten ‘NATO’ işin özünde ise Amerika, Rusya için yeterli menzile sahip. Ukrayna ile de kalbine ilerlemeye çalışıyor. Ukrayna’yı zorlamak Rusya’yı kışkırtmak değil de nedir peki!?

Rusya; “NATO, 1997 sınırlarına dönmeli!” diyor. Öte yandan yine Moskova, Karadeniz’de bir Nato / Amerika filosu ve tehdidi görmemek için neredeyse Karadeniz’e en büyük sahili olan Ukrayna’nın denizle irtibatını kesecek hamleleri ilerleyen günlerde yapacak ve bu bölgeleri tamamıyla kontrol altına almak isteyecek.


Rusya; “Kiev Hükümeti’nin Batı’nın gazına geldiği oldukça aşikâr.” diyor ve ekliyor:

“Son yıllarda başta Ukrayna olmak üzere sınırlarımızın çevresinde beliren tüm askerî unsurları görmek için haritaları elimize aldık. Kimlerin hangi uçaklarla nerelerde uçuş yaptığını, hangi gemilerin geçiş yaptığını yakından takip ettik. Bunların hepsinin uzaklaştırılması ve 1997 senesindeki konumlara geri dönülmesi gerekmektedir, bu konudaki pozisyonumuz budur.”

Rusya son NATO toplantısında da rahatsızlığını vurgulayarak dile getirmişti;

“Ukrayna'ya büyük bir silah sevkiyatı var ve bu benim egemenliğimi tehdit ediyor! Benim için hayati önem taşıyan Karadeniz'in bir NATO denizi olmasına asla izin vermeyeceğim. Eğer böyle bir şeye yeltenirseniz de dökülecek kandan AB ve NATO sorumludur.”

Bu gizli gibi görünen aşikâr savaş çığırtkanlığı, Amerika ve Rusya arasında cereyan etmekte; “Eski Amerika geri dönüyor!” diyen Siyonist bir Joe Biden var ama ne gariptir ki Amerika İngiltere'den gayrı kendisine sonuna değin destek olacak bir etkin üçüncü ülkeyi de bulamamaktadır. Hal böyle olunca da; çocuğa komşusunun camını kırdırıyor ve sonra dayak yemesini izliyor.

Ha bir de Çin var! Amerika’ya sırtını dayayan Tayvan da eli kulağındadır bir diğer Ukrayna olmasın..

Bakın bu konuyu usta gazeteci Banu Avar nasıl izah ediyor:

“Rusya her taraftan çevreleniyor ve batı sınırlarının tümünde füze kalkanları, NATO ve Amerikan üsleri var. Rusya; 'Beni tehdit ettiğiniz zaman seyretmekle kalmam, cevap veririm, Gürcistan ve Kırım'da bunu yaptım!', dedi. Bizdeki̇ NATO ve Atlantik âşıkları cellatlarına âşık olduklarını 15 Temmuz’da bile anlayamadılar! 1992'de NATO tatbikatında Muavenet gemimizin Amerikan füzeleriyle vurulmasından bile ders çıkaramadılar. Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Atlantikçilerin uyguladığı silah ambargosu bile aklımızı başımıza getirmedi̇. Amerika ve NATO, PKK'ya yüzlerce tır silah gönderdi. Türkiye yine bir şey demedi. 1949’da kurulan NATO, Avrasya'ya karşı güç konuşlandırmak için kurulmuştu.”

Amerika’nın ve Siyonist düşüncenin ağlarına takılan nice ülke bugün virane. Saddamlı Irak bunun en büyük örneği. NATO’nun girip de huzur getirdiği bir ülkeye rastlamak ise imkânsız.

Bu yazıyı en güzel Merhum Erbakan Hoca’nın sözleriyle bitirebiliriz;

“Vay canına yav! Biri hipnotize mi ediyor sizi Allah aşkına, bırakın şunu. Efendim, Amerika'nın hoşuna gitmez! Bana ne Amerika'dan, bana ne Amerika'dan. Amerika mı bizi yönetecek..”