Kerbela’da Güzelin Sırrı

Tarihi kaynaklarda geçtiği üzere Kerbela olayının muhtelif zaman ve mekânlarında gerek İmam Hüseyin'in (a.s) şehadeti öncesinde, o Hazret'in mübarek dilinden, gerekse de şehadeti sonrasında Hz. Zeynep (s.a) ve Hz. İmam Seccad’ın (a.s) dilinden dökülen beyanatlar bu ailenin küçükten büyüğe hepsinin Allah'ın rızasından başka bir şey istemediklerini ve bu istek ve maksatlarını, sözde ve fiilde en güzel şekilde yansıttıklarını göstermektedir. Bu anlamda Şehitlerin Efendisi İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur:

"Allah'ım, kazana razı, emrine teslim oldum; senden başka mabud yoktur, ey yardım isteyenlerin yardımcısı!"

Yine, Hz. Zeynep de (s.a) en zor şartlar altında olmasına rağmen, melun Ubeydullah bin Ziyad'a şöyle hitap etmiştir: “Ben güzellikten başka bir şey görmedim".

Allah'ın emrine teslim olan, ıstırapta ve musibette bile güzellikten başka bir şey görmez. Hz. Zeyneb’in (s.a) buyurduğu "ben güzellikten başka bir şey görmedim” cümlesi, İlahi emir ve hükümlere inancı gösteren tevhidî bir bakış açısıdır.

Bir inanca tevhidin bu derecede aşılanması nasıl mümkün olur ve bu durum insanın yaşam tarzında kendini nasıl gösterir ve böylesi irfânî bir konuma ulaşır? Gerçekten de bu hususta çok derin bir tefekkür ve teveccüh gerekir.

Aşura'nın asırlar sonra hala heyecan uyandıran ve Peygamber (s.a.a) Ehl-i Beyti’nin (a.s) büyüklüğünü gösteren en kalıcı miraslarından biri de Hz. Hz. Zeyneb'in (s.a): "Ben güzellikten başka bir şey görmedim" sözüdür. Acaba onca ıstırap ve meşakkate rağmen böyle bir ufkun teşekkül etmesine sebep olan nedir?

Hz. Zeyneb'in (s.a) bu tarihi sözünü aktaran kaynaklardan biri de merhum Seyyid ibn Tavus'un "el-İrşad fi Marifet-i Hûcecullahi â’le’l-İbad" adlı kitabıdır. Bu eserin ikinci cildinde, Aşura günü öğleden sonra Ehl-i Beyt ve esirler Kûfe’ye, İbn Ziyâd'ın yanına geldiklerinde, üzerinde Kerbela katliamının tüm yorgunluğu ve izlerini taşıyan kıyafetlerin olduğu bir halde Hz. Zeyneb'i (s.a) İbn Ziyâd'ın oturduğu yere götürdüler. O melun, Hz. Zeyneb'i (s.a) görünce şöyle dedi:

"Senin aileni rezil eden, öldüren ve senin söylediklerinin yalandan başka bir şey olmadığını gösteren Allah'a hamdolsun".

Hz. Zeyneb (s.a) şöyle cevap verdi:

"Bizi, Peygamberi aracılığıyla şereflendiren (ki o bizim ailemizdendir) ve bizi pisliklerden arındıran Allah'a hamdolsun. Haddi aşan fasıktan başkası rezil olmaz ve kötü iş yapandan başkası yalan söylemez ve bu bizim değil, başkalarının (yani senin ve taraftarlarının) kabahatidir; hamd Allah'a mahsustur."

 

 Sonra o melun şöyle dedi: "Allah'ın ailene neler yaptığını gördün mü?"

Hz. Zeyneb (s.a) şöyle buyurdu:

"Ben güzellikten başka bir şey görmedim; onlar, Allah'ın öldürülmelerini takdir ettiği kimselerdi, bu emre itaat ettiler ve kabirlerine doğru koştular ve yakında (kıyamet günü) Allah, sizinle onları yüz yüze getirecek ve onlar, sizi Allah'a şikâyet edip yargılanmanızı isteyecekler. Bakalım o gün kim galip gelecek? Anan yasını tutsun ey Mercane'nin oğlu!".

Bu sözler tarihi rivayetlerde geçmektedir ki Hz. Zeyneb (s.a) “Ben güzellikten başka bir şey görmedik” cevabını vermiş ve ayrıca melun İbn Ziyâd'a kimsenin kendisine bu şekilde hitap etmeye cesaret edemediği "Mercane'nin oğlu" diye hitap ederek, İbn Ziyâd'ı oldukça aşağılamış ve kızdırmıştır.

Şimdi, ortaya şöyle bir soru çıkıyor. Hz. Zeyneb'in (s.a) bu konuşmasının açıklaması ve asıl etkisi ne oldu?

Bu konu birkaç açıdan incelenebilir. Bir yönü itikadî ve kelâmî bakış açısıdır ki başta Müslümanlar olmak üzere herkesin özen göstermesi gereken ve derin bir inanç gerektiren “tevhidî” konulardan biride evrendeki her şeyin ister amacına ulaşsın ister ulaşmasın bir sebebi olmasıdır. O sebep de Allah-u Teâla'dır ve bu görüş tevhidi bir temelden kaynaklanmaktadır.

Bilinmelidir ki, varlık âleminde Allah'ın izni olmadan hiçbir şey yapılamaz ve öte yandan Allah tarafından sadır olan her şey, ilahî bir fiil olduğu için “saf hayırdır”; dolayısıyla bu tevhidî bakış açısı ile ​​şöyle söyleyebiliriz. Allah, güzel olduğu için bütün fiilleri de güzeldir; saf hayırdan ibaret olan bir Allah'tan, güzel olmayan hiçbir şey sadır olmaz. Bu nedenle, tevhid inancında Allah'ın tüm sebeplerin sebebi olduğuna inandığımız için, bu dünyada olup biten her şey, kimine göre kötülük, kimine göre hayır olsa da bunların hepsi Allah ile irtibatlıdır ve güzeldir.

Akla gelen ikinci bir soru ise şudur; acaba bu kadar önemli bir konunun Kur’ânî ve dini bir dayanağı var mıdır?

Evet, Kur’an ayetlerinde bu konu farklı şekillerde zikredilmiştir, örneğin Yüce Allah, Nisa suresinin 79. ayetinde şöyle buyurmaktadır:

 

“Sana gelen iyiliğe ait şey Allah'tandır, kötülüğe ait olansa nefsinden ve biz seni insanlara peygamber olarak gönderdik, buna tanık olarak Allah yeter".

Dolayısıyla tevhid inancına sahip bir insan, hayat sahnesinde başına gelen her şeyi Allah'ın takdiri, fiili ve izni olarak kabul eder ve her halükârda bunda kendisi için farkında olmadığı bir hayır vardır.

Başka bir deyişle tevhidî görüş şuna işaret ediyor; esaret, zafer, şehitlik, yaralanma ve diğer musibetler yani Allah'tan gelen bütün işler, Allah'ın izni ile sonuçlanır. Dolayısıyla Kerbela sahnesini gözden geçirecek olursak, İmam Hüseyin'den (a.s) aktarılan, "Allah'ım, kazana razı, emrine teslim oldum; senden başka mabud yoktur, ey yardım isteyenlerin yardımcısı!" sözüne göre, İmam (a.s) ve ashabı, ilahî rızayı elde etmenin peşindeydiler.

Onun içindir ki Allah'ın emrine teslim olan, sıkıntı ve meşakkat ve hatta musibette bile güzelden (Allah’tan) ve güzellikten (Allah’tan gelen) başka bir şey görmez. "Güzellikten başka bir şey görmedim” sözü, İlahî emir ve kazaya, sağlam bir inancın göstergesi olan tevhidî bir bakış açısıdır ki bu, Hz. Zeyneb'te (s.a) tam olarak tecelli etmiştir.

Peki, biz bu işin neresindeyiz? Böylesine kendinden geçme derecesinde bir fedakârlık ve Allah'ın rızasını kazanma eğilimi ve bu amaç için can verme noktasına ulaşmak, bugün hala yaşam tarzımızda ilham alınıp uygulanabilir mi?

Hayatın iniş ve çıkışlarında Hazret-i Hakk'ın zatına güvenerek hareket edip elde edeceğimiz netice ile yetinsek ve neticeden değil vazifeden sorumlu olduğumuzu bilsek, yaşam tarzımız bu niteliği kazanacaktır. Başka bir deyişle, vazifelerimizi yerine getirirken işleri doğru yaparsak, başarılı olsak da olmasak da zahiren kazanmış görünsek de görünmesek de doğru yönde hareket etmiş oluyoruz.

Bir kimse, din, vatan, mal ve can müdafaasında galip gelirse, iki iyilikten birisine ulaşmış olur; şehit olursa veya düşmanla savaşırken canını feda ederse, ebedi saadete ulaşacak eğer hayatta kalırsa kulluk vazifesine amel etmiş olacaktır ki bunların hepsi Kur’ânî ölçüye işarettir. İşte bu durumda insan, başına ne gelirse gelsin ilahi vazife ve sorumluluğuna göre hareket eder ve artık gelecek kaygısı taşımaz.  Bu cihetle, İmam Hüseyin (a.s) Irak seferinin başlangıcında şöyle buyurmuştur:

“Ölsek de zafer kazansak da Allah'ın bizim için irade buyurduğu şey hayırdır".

Eğer İslam dünyası ve sıkıntı içerisinde olan tüm milletler bugün İmam Hüseyni'nin (a.s) tavrına ve basiretine sahip olurlarsa, o zaman birçok sorunları çözülecektir. Nitekim Hamedanlı Baba Tahir'in dizelerinde yazdığı gibi;

Birisi dert, biri derman beğendi,

Birisi vasl, biri hicran beğendi,

Ben dert ve dermanı, vasl ve hicranı

O cânan beğendi diye beğendim.

İşte böyle bir bakış açısıyla Hz. Zeynep (s.a) Kerbela'da gördüğü onca zorluk ve musibete rağmen, "Ben güzellikten başka bir şey görmedim" buyurdu.

Şair, güzelliğin Allah'ın rıza güzergâhı ile aynı güzergâhta olmakla mümkün olacağını çok güzel anlatmış.

Dostun kılıcıyla öldürülen, ebedî diridir,

Ki kalplerin hayat suyu Onun kılıcının ucundadır.

Aşk şehitlerinin toprağını açsan,

Onlardan dost, dost diye fısıltılar duyarsın.

Yârin pençesi ile yok olanın arzusu,

Tekrar O’nun pençesi ile öldürülmektir.

Allah'ın kulu bilir, ölümü ve hayatı birdir,

Çünkü o Allah'ın nurundandır.

Dolayısıyla hayatımızda tevekkül ve tevhidi bakış açısına göre hareket etmeye dikkat eder, açgözlülük ve şehvetten uzak durursak, o zaman Hüseynî hayatın yaşam tarzının parıltılarını alabilir, fedakârlık ve candan geçme rengine bürünebiliriz.

Ayrıca, "Her gün Aşura, her yer Kerbela" söylemine inanmak ve amel etmek; "güzellikten başka bir şey görmedim" cümlesini bakış açımıza ve inancımıza hâkim kılma noktasında bir rehberdir. Şöyle ki yaşadığımız her günde yaşadığımız olumlu veya olumsuz her olayı Aşura günü Hz. Zeyneb’in (s.a) yaşayıp güzel olarak gördüğü olaylar gibi görürsek, biz de güzelden başka bir şey görmeyeceğiz.

Bu tabir, aslında büyük bir siyasi ve toplumsal slogandır. Eğer bir zulüm varsa ve bir zalim mazlumun hakkını yok ediyorsa, Aşura bilinci olan herkes bu zulme karşı direnmelidir. Kerbela kıyamının hepimize öğrettiği ders şudur; toplumda Yezidîler ve sapkınlar varsa, Hüseynîler ve Aşura ehli onlara karşı durmalı ve mücadele etmelidir.

Dolayısıyla Kerbela sahnesinin ve Aşura olayının tarihte sadece bir kez yaşandığı söylenemez; aksine, Aşura'nın verdiği dersler ve Hz. Hüseyin bin Ali'nin (a.s) mesajı, zaman ve mekândan bağımsız olarak canlıdır ve günceldir.

Bu soru sürekli gündemde tutulmalı ve cevabı her ortamda verilmelidir. Aşura hareketi ve İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamı bu mükemmellik ve yücelik mertebesine layık bir şekilde nasıl yaşatılabilir ve heyecan yaratabilir?

Aşura ile ilgili önemli olan, bu mesajı farklı insan topluluklarına iletmektir, bu nedenle her birimiz üzerimize düşeni yapmalıyız. Tarih şunu göstermiştir ki, Aşura'nın mesajı her nerede tebliğ edilmiş olursa olsun, dindar ve Müslüman, dinsiz veya gayrimüslim olsun insanlar, bu büyük mesajı kabul etmişler ve İmam Hüseyin'in (a.s) hayata ve meselelere bakış açısını yaşamlarında ölçü almışlardır. Başta medya olmak üzere, çeşitli vesileler ile Aşura mektebini ve Hüseyni kültürü dünyaya tanıtmamız gerektiğine inanıyorum.

Sonuç olarak, hür iradeye sahip olan herkesin fitneye ve yıkıma karşı durması gerekir; çünkü tarih boyunca zalimler hep olmuştur, Hüseyniler ve Aşura ehli de zulme karşı durup direnmek için her zaman var olmalı ki onların hareketi neticesinde doğru ve yanlış birbirinden ayrılabilsin.