Bismillâhirrahmânirrahîm

Günümüz insanı, izzet ve makama ulaşmanın yolunun nefsi aşağılamaktan geçtiğinden habersiz bir halde, zahirî ve de geçici bir izzet veya makama ulaşmak için nefislerini aşağılamak yerine tam tersi nefsî isteklerine boyun eğerek izzet ve makam elde etmeye çalışmaktadır. Bu durum ise insanın batınında ve camiada kargaşa çıkmasına ve toplumsal huzur, barış ve hoşgörünün yok olmasına sebep olmaktadır.

İnsanın iç halleri ile dış hareketleri arasındaki denge, iyi ve kötü olaylar karşısında kişinin olumlu özelliklerini korumasını sağlayan bir husustur. Bu denge, kişinin kendini beğenmiş ve kibirli olmaması, özgüvenini kaybedecek kadar kendisini küçük görmemesi anlamına gelir.

Bu dengeyi kurmak, ahlakî bütünlüğe sahip bir insanın yeteneklerinden biridir. Acaba bu denge nasıl sağlanır? Ehl-i Beyt’ten (as) nakledilen dua ve niyazlara teveccüh etmek, ahlakî ilke ve standartlara nasıl ulaşacağımızı öğrenmenin en iyi yollarından birisidir.

Müslümanlara sunulan en seçkin dua mecmualarından biri, İmam Seccad'dan (as) nakledilen ve elli dört dua içeren “Sahife-i Seccadiye” kitabıdır. O Hazret, Sahife-i Seccadiye’de mevcut “Mekarimu’l Ahlâk” duasında, kibir ve kendini beğenmişliğin çaresinin nefsin alçalması, başka bir deyimle tevazu olduğunu buyurmaktadır. Tevazu, bir kişinin kendisini başkalarından üstün görmeyi engellemek için nefsin ezilmesi anlamına gelir. Bu duanın bir kısmında şöyle buyrulmaktadır:

 

“Allah’ım, Muhammed ve âline salat eyle ve beni insanların gözünde bir derece yükselttiğinde kendi gözümde bir derece düşür; bana insanlar arasında açık bir izzet verdiğinde kendi yanımda aynı ölçüde gizli bir zillet ver”.

Bu cümleden anlaşılmaktadır ki zahirî ve dünyevî mevki, yani zahirî izzet, insanın kendisini beğenmesine ve kibre yol açabilir; insanlara karşı göstermesi gereken tevazuu unutturabilir. Bu durum, kişinin insanlara hor ve aşağılayıcı bir şekilde bakmasına sebep olabilir.

Aşağıda verilen örnek, Mekarimu’l Ahlâk duasından bu bölümü okurken aklına bir soru takılan yüksek rütbeli dindar bir subayın hikâyesidir. Bu subay, büyük âlimlerden birinin huzuruna çıkmış ve şu soruyu sormuş:

Sabah namazından sonra Mekarimu’l Ahlâk duasını okurken duada bir ibare dikkatimi çekti. Bu tabirde, bizim işimizde personelin mevkilerini belirlemek olarak kabul edilen “rütbe” kelimesinden bahsedilmiştir; çünkü subaylar rütbe alarak terfi ederler. Aklıma şu soru geldi; askerî rütbelerimiz ile duada geçen rütbe tabirinin yorumu arasında bir bağlantı var mıdır?

O âlim cevaben şöyle dedi; duanın bu bölümünde geçen derece yani rütbe tabirinden kasıt, insanların yüksek bir zata karşı layık gördükleri zahirî izzet ve gösterdikleri zahiri saygıdır. Ama İmam Seccad'ın (as) bu sözünün anlamı, basit bir örnek ile sizin iş hayatınızdaki yükselme durumu için şöyle ifade edilebilir:

Örneğin, rütbeniz “Albay” ise odanıza gelen sıradan insanların karşılarında tevazu ile durup, onların ellerini sıkmalı ve oturmaya davet etmeli, onlar oturduktan sonra siz de oturmalısınız.

Eğer terfi edip “Tuğgeneral” olursanız, nefsinizde tevazuu artırmalı ve onlara daha çok saygı göstermelisiniz. Biri size müracaat ettiğinde masanın arkasından kalkın, masanın dışına çıkın, onun elini sıkın ve o oturduktan sonra siz de oturun.

Daha yüksek bir rütbe alır ve “Tümgeneral” olursanız, tevazuunuz daha da artmalıdır. Sandalyenizden kalkıp odanın ortasına gelin ve onun elini sıkın; oturduğu zaman onun karşısındaki sandalyeye oturun ve makamınıza geçmeyin.

Kısacası, zahirî dereceniz her ne kadar yükselse, kendinizi kendi gözünüzde o kadar küçük ve iç benliğinizde bir o kadar aşağı görün. Bu durumda ne yüksek makam ne herhangi bir rütbe sizi fazilet yolundan ayıramaz ve sizi insanî görevlerden ve güzel ahlaktan alıkoyamaz.

Aynı zamanda insanın sebepler ve olaylar nedeniyle elde ettiği zahirî izzet, sevgi ve saygı görme Allah'ın nimetlerinden biridir. Bu nimete kavuşan, şükretmeli, dinî ve aklî vazifesini yerine getirmeli ve bu nimetin de dünyanın diğer nimetleri gibi gelip geçici olduğunu bilmelidir. Bu nedenle insan, en baştan nefsin alçalmasını düşünmeli ve Allah'tan, kendisini bu zahirî izzete eşdeğer bir şekilde kendi nefsinin önünde alçaltmasını istemelidir.

Aşağılanma duygusunun eşlik ettiği böyle bir izzetin en büyük özelliği insan için bir gurur kaynağı olmamasıdır. Aynı zamanda böyle bir ruh hali, insanlara küçük bir müdahale ile içinde bulundukları zahirî durumun değişebileceğini de hatırlatır.