.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

 Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla

Hz. Resulullah'ın Son Haccı

Hz. Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.a) hicretin onuncu yılı Zilkade ayında, son haccı için Mekke’ye doğru yola çıktı. Bu seferinde halka Hac hükümlerini öğretti. Kureyş, İslam’dan önce kendisi için bazı ayrıcalıklar yapmıştı. Kâbe’nin kilidinden ve Kâbe’ye perde asma işinden sorumlu olmaları, hacıları ağırlamak ve onlara su vermenin dışında ziyaret adaplarında da kendilerini öteki kabilelerden ayrıcalıklı biliyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.a) bu seferinde Kureyş’in Kâbe’nin ziyaretinde kendileri için tanıyan ve başkalarından esirgedikleri ayrıcalıkları ortadan kaldırdı. Örneğin cahiliyet devrindeki o ayrıcalıklardan birisi Kâbe’nin tavafı sırasında elbisenin temiz olması ve elbisenin temiz olması için Kureyş’ten satın alınması şart idi. Kureyş eğer birisine tavaf elbisesi vermezse, o kişi çıplak tavaf etmeliydi. Ayrıca Kureyş öteki hacılar gibi Arafat’tan değil, Müzdelife’den akın ederdi. Ve bunu kendileri için bir iftihar bilmekteydiler. Kur’an-ı Kerim, bu imtiyazı aşağıdaki bu ayetle ellerinden aldı:

“Sonra insanların (topluca) akın ettiği yerden siz de akın edin.” Bakara/199

İnsanlar, kendisi de Kureyş’ten olan Hz. Muhammed’in (s.a.a) diğer insanlarla birlikte Arafat’tan akın ettiğini gördüler. Yine bu seferde Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Ey İnsanlar! Gelecek yılı görüp görmeyeceğimi bilmiyorum. Her kim cahiliyet döneminde kan dökmüşse ayaklarımın altına alıyorum. Allah’la buluşuncaya kadar kan ve mallarınız birbirinize haram kılınmıştır."

Gadir-i Hum

Medine’ye dönüşte Cuhfe’de Mısır, Hicaz ve Irak halkının yollarının birbirinden ayrıldığı “Gadir-iHum” diye meşhur olunan yerde, Allah’ın emri kendisine ulaştı ve Hz. Ali’yi (a.s) kendi halifesi olarak tayin etmesi, Peygamber Ekrem’den (s.a.a) sonraki İslam hükümetinin alın yazısını belirlemesi istendi. Allah Resulü (s.a.a) yazıldığına göre sayıları doksan veya yüz bin olan Müslümanların içinde bunu ilan ederek şöyle buyurmuştur:

Ben kimin mevlası ve önderi isem Ali de onun mevlası ve önderidir. Allah'ım! O'nu seveni sev, ona düşmanlık edene düşmanlık et. Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı yalnız bırak. Ve o, her nereye dönerse hakkı onunla döndür.

Hacdan döndükten sonra İslam’ın güç ve ihtişamı her yeri sarmaya başladığında Efendimizin (s.a.a) durumu kötüleşmişti. Ancak hasta olmasına rağmen Mute savaşını telafi etmek için Usame b. Zeyd komutanlığında bir ordu hazırladı, ancak bu ordu sefere çıkmadan önce Peygamber Efendimiz (s.a.a) yüce Rahman’a kavuştu. Ebedi yurduna intikal etmeden önce İslami vahdeti Arabistan Yarımadasında hâkim kıldı ve İslam’ı iki büyük imparatorluk olan İran ve Rum imparatorluklarına da tanıttı.

Fahr-i Kâinat Efendimizin Vefatı

Hicretin 11. yılının başlarında, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) hastalandı ve akabinde vefatı gerçekleşti. Hastalığı ilerleyince minbere çıkarak insanların birbirine şefkatli olmasını isteyerek şöyle buyurdu:

"Eğer birisinin üzerimde hakkı varsa onu istesin, yoksa helal etsin. Eğer birisini kırdıysam şimdi telafi etmesi için geldim."

Hz. Fahri Kâinat Efendimizin (s.a.a) vefatı, hicretin on birinci yılı Safer ayının yirmi sekizinde ya da başka bir rivayete göre aynı yılın Rebiülevvel ayının on ikisinde altmış üç yaşındayken gerçekleşti. Nehcu’l Belaga’da belirtildiği gibi Peygamber Efendimiz (s.a.a) can verdiğinde başı, Hz. Ali’nin (a.s) kucağında, sine ve boynu arasında idi. O vakitler Hz. Fatıma (s.a) dışında hiçbir çocuğu hayatta değildi. Hz. Resulü Ekrem’in (s.a.a) mübarek naaşı, Hz. Ali (a.s) ve hanedanından birkaç kişi tarafından gusül verilerek, kefenlendi ve ardından kendi evinde –şu anda Mescid-i Nebi’de yer almaktadır- toprağa verildi.

Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa’nın vefatı hakkında da şu görüş de mevcuttur;

Bazı Şia kaynaklarında Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) şehadeti ile ilgili hadisler vardır. Bunlardan bir tanesi Hz. Ali’den (a.s) Usul-u Kâfi’de naklolunan hadistir. Şöyle buyurmaktadır:

"Allah'a yemin olsun ki; Hz. Peygamber şehit olarak dünyadan göçtü."

Tefsir-i Ayyaşî kitabında is Hz. İmam Caferi Sadık'tan Hz. Peygamber'in zehir ile şehit edildiği ve kimin şehit ettiğine dair hadis bulunmaktadır.

Hz. Peygamber’in (s.a.a) Hatice'den altı çocuğu vardı, onların isimlerini daha önce zikrettik. Mariye'den de İbrahim isminde bir oğlu vardı. Hazretin, Fatıma (a.s) hariç bütün evlatları kendi hayatı döneminde vefat ettiler. Hz. Peygamber'in nesli, Hz. Fatıma'dan devam etti.

Hz. Peygamberin (s.a.a) Halifesi

Hz. Ali b. Ebu Talib (a.s) ve Beni Haşim, Peygamber Efendimizin (s.a.a) gusül işleri ile meşgulken kavmin ileri gelenleri Hz. Peygamberin (s.a.a) iki ay önce söylediklerine aldırış etmeden (Bkz. Gadir Bayramı) ümmetin rehberini belirleme fikrine düştüler! Mekke halkından bir grup (Muhacirler) ile Medine halkından bir grup (Ensar), Beni Saide Sakifesi denilen yerde toplandılar. Onlar bir an önce Müslümanlar için bir yöneticinin seçilmesini istiyorlardı. Ancak bu iş için kimi seçmeliydiler?! Tartışma ve çekişmeler yaşandı.

Muhacir ve Ensar her ikisi de kendilerinin bu işe daha layık ve uygun olduklarını zannediyorlardı. Mekkeliler şöyle dediler:

"İslam bizim şehrimizde ve bizim aramızda ortaya çıkmıştır. Peygamber bizim halkımızdandır, bizler onun akrabalarıyız. Bizler sizden daha önce dini kabul ettik, dolayısıyla Müslümanların yöneticiliği muhacirlerin olmalıdır."

Ensar ise şöyle diyordu:

"Mekke, Muhammed’in (s.a.a) davetini kabul etmedi. Ona karşı çıkmış ve düşmanlık yapmıştı. Yapabildikleri kadar ona eziyet ettiler. O da mecburen Mekke’yi terk ederek bizim yanımıza Yesrib’e geldi. Ona yardım eden bizlerdik ve İslam’ı biz yaydık, dolayısıyla Müslümanların yöneticiliği Ensarın olmalıdır."

Ensardan bazıları hükümet işlerinin Muhacir ve Ensarın ortaklaşa katılımıyla yerine getirilmesine razı olarak şöyle dediler: "Bizden bir emir, muhacirlerden de bir emir." Lakin Ebu Bekir bu görüşü kabul etmeyerek şöyle dedi:

"Böyle bir girişim Müslümanların vahdetini bozacaktır. Emir bizden, vezirler ise Ensardan seçilmeli ve onlarla meşveret edilmeden bir şey yapılmamalı."

Ardından Peygamber Efendimizden (s.a.a) şöyle bir rivayet nakletti:

“İmamlar Kureyştendir”

Bu hadisin her ne kadar senet ve metninde münakaşalar olsa da oradakilerde öylesine bir etki bıraktı ki Ensarın itirazlarına son verdi.

Ebu Bekir’in rivayeti dışında öyle anlaşılıyor ki Ensardan Evs ve Hazrec kabilelerinin geçmişten gelen düşmanlıkları da Muhacirlerin görüşlerinin daha ağır basmasında etkili oldu. Çünkü emirlik Ensara verilseydi bile bu kabileden hiçbirisi bir diğerinin riyasetini kabul etmeyecekti.

Hazrec kabilesinden Beşir b. Sa’d’ın Ebu Bekir’in konuşmasını teyit etmesi ve Muhacirlerin emirliğine razı olması bu hoşnutsuzluğun bir göstergesi niteliğindedir. Kureyş ve muhacirlerin yöneticiliği kesinleşince şahıs üzerinde tartışmalar yaşandı. Orada işleri evirip çeviren birkaç kişi topu birbirine atıyorlardı. Sonunda Ömer ibn-i Hattab ve Ebu Ubeyde Cerrah, Ebu Bekir’in riyasetini kabul ederek ona biat ettiler! Orada hazır bulunanların çoğu da onları takip ettiler.

O günün sabahı Ebu Bekir, Mescidu’n-Nebi’ye geldi. Ömer, bir hutbe okuyarak Ebu Bekir’in fazileti, İslam’daki önceliği, dine yardımları ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) Mekke’den Medine’ye gidişinde onunla birlikte oluşunu anlattı ve halktan ona biat etmesini istedi! Halkın çoğu da - Ensardan bir grup ve Peygamber Efendimizin (s.a.a) yakınları dışında - ona biat etmeyi kabul ettiler ve Ebu Bekir resmen halife oldu. Ebu Bekir’in hilafetinde Muhacir ve Ensardan bir grubun Sakife çardağında toplanarak halifeyi seçmeleri, gelecektekiler için de bir gelenek oldu. Ebu Bekir orada bir hutbe okuyarak şöyle dedi: Beni yönetici olarak seçtiniz, ancak ben sizin en üstününüz değilim ve bu sorumluluğu üzerimden atmaya hazırım. "Ben kendi ve Müslümanların işlerinin idaresi konusunda Allah’ın kitabına ve Peygamber'in (s.a.a) sünnetine bağlı kalarak amel edeceğim."

Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) naaşı Ayşe’nin evinde kalmıştı! İnsanlar başında toplanmışlardı. İslam fıkhı diyor ki ölüyü yıkamak ve namazını kılmak için acele edin; bu her Müslüman için geçerlidir. O halde Müslümanlar, Peygamberlerini (s.a.a) toprağa verme merasimi düzenlemekten ve böylesi bir faziletten neden uzak durdular? Eğer fitneden korkmuş ve bir an önce ümmetin liderini seçmek isteseler bile bu merasim ne kadar vakit alacaktı? O zamandan bugüne on dört asır geçti. Sakife’de toplananlar, İslam’ı dert edindiklerinden mi yoksa Müslümanların dağınıklığından korktuklarından mı diğerlerini böyle bir yola sevk ettiler, bilmiyoruz. Ama her ne olursa olsun Allah’ın huzuruna çıkacak ve ona hesap vereceklerdir. Çünkü o günden beri İslam’ın kalbinde bir gedik açıldı ve asla kapanmadı.

Biat etmeyenlerden Hazrec Kabile Reisi Sa’d b. Ubade, Ebu Bekir’e biat etmemiş ve hiçbir zaman onun namazında hazır olmamış ve arkasında namaz kılmamıştır. Ömer’in hilafeti döneminde Şam’a gitmiş ve Dimeşk’e bağlı büyük bir kasaba olan Havran’da yaşamıştır. Bir gece yarısı, aldığı ok yarası ile hayatını kaybetmiştir. Ancak cinler onu öldürdü diye söylence çıkarmışlardır. Üstelik onun ölmesi hakkında şiir bile okumuşlardır:

Bizler Hazrec’in efendisi Sa’d b. Ubade’yi kalbine iki ok atarak öldürdük

Ve bu efsaneyi uydurarak, onu öldürenleri kısastan kurtardık

Sa’d b. Ubade dışında Hz. Ali (a.s), Haşim Oğulları ve Ashaptan birkaç kişi de bir süre Ebu Bekir’e biat etmekten kaçındılar. Bazı tarihçilerin yazdıklarına göre Hz. Fatıma (sa) hayatta olduğu sürece Hz. Ali (a.s) altı ay boyunca Ebu Bekir’e biat etmemiştir. Ancak bu görüşte çelişkiler bulunmaktadır; çünkü öncelikle Hz. Fatıma’nın (s.a) vefatı altı aydan daha kısa bir sürede gerçekleşmiştir; ayrıca Hz. Ali’nin (a.s) Müslümanlar arasında tefrika çıkmasından korkuyor olması bu gecikmeye mani olmuştur. Bunun dışında kavmin ileri gelenleri hükümetin sütunlarını bir an önce sağlamlaştırmak istiyorlardı, dolayısıyla bu uzun süre zarfında onu kendi haline bırakmaları mantıklı görülmemektedir.

Her ne şekilde olursa olsun, biat edip etmemekte kararsız kalan Abbas, Zübeyir ve başkalarına halifeyi kabul ettirmişler ve hükümet işlerini rayına oturtmuşlardır!

Hz. Peygamber Efendimizin Şia İnancındaki Konumu

Şia inanç ve itikadında Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a), nebi ve resuldür. Hatemü’l Enbiya olduğu için ondan sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir. Hz. Muhammed (s.a.a), Ulü’l-Azm peygamberlerindendir ve Allah tarafından insanoğlu için yeni bir şeriat getirmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.a) On Dört Masumun ilkidir. Kendisi yalnızca vahyinalınmasında ve tebliğinde değil, bilakis yaşamının her boyutunda masum ve ismet sıfatına sahiptir. Aynı şekilde kendisinden mucizeler nakletmişlerdir ki onların en önemlisi Kur’an’dır.