Ehlader Araştırma Bölümü


1- Hüseyin b. Ali (a.s) Allah'ın birliğiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:


"…Vasfedenler, O'nun azametinin künhünü takdir edemezler. Ceberutunun ulaştığı noktayı kalpler idrak edemez. Çünkü varlıklar içinde O'na denk bir şey yoktur. Âlimler, akıllarıyla O'nu kavrayamazlar. Düşünce ehli, düşünceleriyle O'nu idrak edemezler. Sadece gaybe iman olarak O'nun hakikat olduğunu anlarlar. Çünkü O, yaratılmışlara ait bir sıfatla vasfedilemez. O, tektir, mutlak zengindir. Zihinlerde her ne tasavvur edilirse edilsin, O, başkadır. Yitiği var eder, varı yitik kılar. O'ndan başkası, aynı anda iki sıfatı üzerinde taşıyamaz. Düşünmekle O'nun varlığına iman edilir, varlığı betimlenemez. Sıfatlar, O'nunla vasfedilir; O, sıfatlarla değil. Bilgiler, O'nunla bilinir; O, bilgilerle değil. İşte Allah budur. O'nun adaşı yoktur. O, her türlü eksiklikten münezzehtir. O'na benzeyen bir şey yoktur. O, işitendir, görendir."


İbn Ezrak'a şöyle demiştir:


"Ben, ilâhımı, O'nun kendisini vasfettiği gibi vasfederim. O'nun, kendisini tanıttığı gibi tanıtırım. O, duyularla algılanmaz, insanlarla mukayese edilmez. O, bitişik olmadan yakındır, kesik olmadan uzaktır. Birlenir, parçalanamaz. Belirtilerle bilinir, işaretlerle anlatılır. O'ndan başka ilâh yoktur. Büyüktür, yücedir."


2- Bir gün arkadaşlarının yanına çıktı ve şöyle dedi:


"Ey insanlar! Hiç kuşkusuz, yüce Allah, kendisini bilsinler diye kulları yaratmıştır. Kullar, O'nu bilince, O'na ibadet ederler. O'na ibadet edince, O'ndan başkasına kulluk etme ihtiyacı duymazlar. Sonra adamın biri, Allah'ı bilmeyi sordu. Buyurdu ki:


"Allah'ı bilmek, her dönemin insanlarının, kendi dö-nemlerinde itaat edilmesi vacip olan imamı bilmesidir."


3- Kulun mükellef olmasının özüyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:


"Allah, birinin takatini almışsa, mutlaka itaat zorunluluğunu da kaldırmıştır. Birinin kudretini yok etmişse, yükümlülüğünü de kaldırmıştır."


4- Kendisine kaderle ilgili bir soru soran Hasan b. Ebu'l-Hasan el-Basrî'ye şöyle yazmıştır:


"Hayır ve şerriyle kadere inanmayan kâfir olur. Günahların sorumluluğunu Allah'a yıkan kimse, Allah'a büyük bir iftira atmış olur. İtaat edenler, Allah'ın, zorlamasıyla itaat etmezler. İsyan edenler de, Allah'ı yenik düşürerek isyan etmezler. Allah, kullarını ihmal edip de helâke sürüklemez. Bilakis O, onları malik kıldığı şeylerin de malikidir; onları kadir kıldığı şeylere de kadirdir. Kullar, emre uyup itaat ederlerse, Allah, onlara engel olmaz, itaatlerini geciktirmez. Şayet günaha karar verirlerse, Allah, eğer onlara lütfedip onları niyetlendikleri günahtan alıkoymayı dilerse, bunu yapar. Şayet yapmazsa, onları zorla günaha sürüklemiş ve cebren günahı işletmiş olmaz. Bilakis, Allah, insanları uyardıktan, bilgilendirdikten, aleyhlerine olan kanıtları bütünüyle ortaya koyduktan sonra onları güç sahibi kılmış, onlara imkân vermiş; onlara, emrettiği şeyleri yapma, yasakladığı şeyleri yapmama serbestîsi tanımıştır…"


5- İmam Hüseyin'in (a.s) duaları, tevhide, marifete ve i-lâhî hidayete ilişkin paha biçilmez inciler içermektedir. Özellikle Aşerat Duası ismiyle kendisinden rivayet edilen dua ile çok derin bilgiler ve geniş ilimler içeren, hatta eksiksiz bir akide mecmuası sayılabilecek Arafat Duası. Duanın giriş bölümü şöyledir:


"Hamd Allah'a ki, hükmünü geri çevirebilecek, bağışını engelleyebilecek, yaratması gibi yaratması olabilecek biri yoktur. O, rahmeti geniş cömerttir. Göz alıcı varlık türlerini yoktan var etmiş, hikmetiyle mahlûkatın yaratılışını sağlam ve sarsılmaz kılmıştır. Öncüler O'na gizli kalmaz, emanetler O'nun yanında zayi olmaz. Her şeyi kapsayan kitabı (ve İslâm şeriatını), o parlak nuru göndermiştir. O, mahlûkatın yoktan var edici sanatkârıdır. Korkunç felâketler karşısında sadece O'ndan yardım istenir…"


6- Dünya ve ahiret hayrı soruldu, şu cevabı yazdı:


"Bismillahirrahmanirrahim. Bilesiniz ki, kim, Allah'ın rızasını, insanları öfkelendirmek pahasına isterse, insanların yapacakları hususunda Allah ona yeter. Kim de Allah'ı öfkelendirmek pahasına insanların memnuniyetini isterse, Allah onun işini insanlara bırakır. Vesselâm."


7- İbadetin kısımlarını ve ibadet edenlerin derecelerini açıklarken şöyle buyurmuştur:
 

"Bir topluluk, cennet beklentisi ile Allah'a ibadet eder; bu, tüccarların ibadetidir. Bir topluluk, cehennem korkusu ile Allah'a ibadet eder; bu, kölelerin ibadetidir. Bazı kimseler de, nimetlere şükretmek maksadıyla Allah'a ibadet eder; bu da, özgür insanların ibadetidir. İbadetin en faziletlisi de budur.


8- Gerçek ibadetin etkileri hakkında şöyle buyurmuştur:


"Kim Allah'a gerektiği gibi ibadet ederse, Allah ona beklentilerinin ve kendisine yetecek miktarın üstünde nimet verir.


9- Edebin anlamı soruldu, buyurdu ki:


"Edep, evinden çıktığın zaman, karşılaştığın herkesi kendinden faziletli görmendir."


10- İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurmuştur:


"Malın senin için varsa, senindir. O hâlde malına acıma (harca); çünkü o sana acımaz. Malın seni yemeden önce sen onu ye."


11- "Bir kimsede şu beş şey yoksa, onda faydalanılabilecek fazla bir şey yoktur: Akıl, din, edep, hâya
ve güzel ahlâk."


12- "İnsanların en şereflisi kimdir?" diye soruldu. Buyurdu ki: Öğüt verilmeden önce öğüt alan, uyandırılmadan önce uyanan kimsedir."


13- Yine şöyle buyurmuştur:


"Akıl, ancak hakka tâbi olmakla kemale erer."


14- Bir başka hadisinde şöyle buyurmuştur:


"Akıllı adam, kendisini yalanlayacağından korktuğu kimseye konuşmaz, vermeyeceğinden korktuğu kimseden istemez, ihanet etmesinden korktuğu kimseye güvenmez, ümit bağlama hususunda güvenilme-yen kimseye ümit bağlamaz."


15- Yine buyurmuştur ki:


"İlim, marifetin aşısıdır. Uzun deneyimler, aklın artışını sağlar. Şeref ve üstünlük, takvadır. Kanaat, bedenlerin rahatlığıdır. Seni seven, seni kötülüklerden alıkoyar. Sana buğzeden, seni aldatır."


16- Başka bir hadiste ise şöyle buyurmuştur:


"Âlimin alâmetlerinden biri, fikrî yöntemlerle kendi sözlerini ve bilgisini eleştirmesidir."

17- İmam Hüseyin'in (a.s) Arafat'ta yaptığı duada, insanlık bilgisine, bu bilgiye ulaşma yollarına, akıl sahibi bir kimsenin izlemesi gereken sahih ve amaca ulaştırıcı yönteme dair değerli açıklamalar vardır.


a- İlâhî! Ben ki zenginliğimde yoksulum, yoksulluğumda yoksul olmaz mıyım hiç?! İlâhî! Ben ki bilgimde cahilim, cahilliğimde cahil olmaz mıyım hiç?!...
 

b- İlâhî! Etkilerin değişmesi ve tavırların dönüp durmasıyla bildim ki, senin muradın, her şeyde kendini bana tanıtmaktır, ta ki hiç bir hususta seni bilmezlik etmeyeyim…
 

c- İlâhî! Eserlerin arasında gidip gelmem, beni ziyaretinden uzaklaştırdı. Beni bir hizmete ver ki, beni sana kavuştursun. Varlığı için sana muhtaç olan bir şeyi senin için delil olarak kullanmak nasıl olabilir ki? Senden başkasında sende olmayan bir zuhur mu var ki, o seni ortaya çıkarsın?!
 

Sen ne zaman kayboldun ki, seni bulmak için delile ihtiyaç olsun? Ne zaman u-zaklaştın ki, sana ulaştıracak eserlere ihtiyaç olsun? Seni, üzerinde denetleyici olarak görmeyen göz kördür. Senin sevginden pay almayan kulun ticareti de hüsranla sonuçlanmıştır.
 

d- İlahi! Eserlerine başvurmamızı emrettin. Şimdi beni, nurlar kisvesi ve basiret rehberliğiyle kendine döndür ki, eserler aracılığıyla senin katına girdiğim gibi, onlar aracılığıyla sana döneyim; kalbi onlara bakmaktan korunmuş, himmeti onlara dayanmaktan yücelmiş olarak.
 

e- Sana ulaşmayı senden istiyorum. Senin delilin olarak seni kullanıyorum. Nurunla beni kendine ilet; dosdoğru kullukla beni huzurunda kaim kıl.
 

f- İlahi! Saklı ilminden bana öğret. Koruyucu örtünle beni koru. İlâhî! Beni sana yakın olan kullarının
hakikatleriyle/gerçekleriyle donat...
 

g- İlahi! Beni, nefsimin zilletinden çıkar, kuşkularımdan ve şirkimden beni arındır, kabre varmadan önce.


h- İlahî! Kaza ve kader, beni arzulara kaptırıyor. Şehevî bağlara meyil, beni tutsak etmiştir. Benim yardımcım sen ol ki, bana yardım edesin ve beni hakikatleri gören kılasın.


i- Sensin, nurları velilerinin kalplerine yağdıran. Böylece seni bildiler ve birlediler. Sensin, sevdiklerinin kalplerinden yabancıları uzaklaştıran. Böylece sadece seni sevdiler ve senden başkasına sığınmadılar. Bütün dünya onları yalnız bıraktığında, sen, onların yarenisin. Alâmetler onlara göründüğünde yol gösteren, yine sensin. Seni yitiren ne kazanır?! Seni bulan da ne kaybeder?!


j- Kendisinden başka ilâh olmayan ilâh sensin. Kendini her şeye tanıttın. Seni bilmeyen bir tek şey yoktur. Kendini her şeyde bana tanıttın ve ben seni her şeyde açıkça gördüm… Gizlenir misin hiç, ki sen zahirsin? Kaybolur musun hiç, ki sen gözetensin, hazırsın?!