.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Soru 1: Esasen dinî öğretilerin gençlere anlatılması gerekli midir?

Soru 2: Eğer gerekliyse peki, hangi bölümleri daha önceliklidir?

İlk sorunun cevabını, İslâmî öğretilerin insanın saadet ve kişiliği üzerindeki etki ve yol göstericiliğinde bulabiliriz. Kişinin yetenek ve kapasitesi doğrultusunda ona dinî maarifi anlatmak gerekmektedir. İslâm kaynaklarında yer alan bazı rivayetler bu konuya özellikle dikkat çekmiş ve bizler de konumuzun devamında bunlardan bazılarına değineceğiz. Bu şekilde gençlere din eğitiminin zorla kazandırılması yönünde tereddütleri olan günümüz Liberalist zihniyetin, bu eğitimlere olumsuz yaklaşımının yersiz olduğunu göreceğiz. Çünkü ilk önce eğitim, bu öğretilerin sebepsiz ve amaçsız sunulması değil kişinin idrakine uygun bir şekilde sunulmasıyla gerçekleşmektedir. İkinci olarak da, bu iddiadaki oldukça şaşırtıcı nokta ise şudur; bu Liberalist düşünce, gençlerin zihinlerinin gazeteler, dergiler, televizyon ve internet tarafından yanlış bilgiler ile işgal edilmesine izin veriyor, ama sıra dinî eğitime geldiğinde gençlik haklarından söz etmeye başlıyor.

İslâm kaynaklarının üzerinde bir nebze de olsa tefekkür etmek, bize şunu açıkça göstermektedir; din eğitimi, çocukluk ve gençlik döneminde oldukça gerekli ve evlatların ebeveynleri üzerindeki haklarından birisi olduğu gibi, bunun dışında bu eğitimlere zemin hazırlaması açısından da çocukluk döneminde bazı eğitimlerin verilmesi gereklidir.

Şimdi Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt kaynaklı rivayetlerde değinilen bazı dinî eğitimlerden kısaca söz edeceğiz;

a.  İslâm hukuku ve fıkhî açıdan olması ve olmaması gerekenler (Vacibat ve Muharremat)

Vacip ve yasakların öğretilmesi, bu konunun önemine bağlıdır; çünkü her Müslüman, neleri yapması ve nelerden kaçınması gerektiğini bilmek durumundadır. Bir diğer taraftan ise bu konu, gençlik döneminin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ergenlik çağına, yani teklif yaşına girmiş bir fert veya gençlik döneminin ilk yıllarında olan bir gencin, kendi dinî vecibelerini bilmesi gerekmektedir. Öte yandan vacip ve yasakların öğretilmesinde önem arz eden mühim konulara öncelik verilmesi de gerekmektedir. Ayrıca bazı yasaklardan, mesela eşcinsellik, zina vb. meselelerden bahsederken tekrar düşünülmesi gerekiyor.[1]Ama sonuç itibariyle ferdin yaş, olgunluk ve kişiliği göz önünde tutularak bir şekilde cinsel konulardaki şer’î hükümlerden bahsetmek gerekir. Bu konuya bölüm sonunda daha geniş olarak değineceğiz. İslâm eserlerinde Masumlar’ın (a.s.) bu konudaki hassasiyetlerini gösteren birkaç örnek verilmiştir:

“I. Halife Ebu Bekir’in kızı Ayşe’nin küçük kız kardeşi Esma, Peygamber Efendimiz’in evine geldi, ama üzerinde oldukça ince, tenini ve vücut hatlarını gösteren kıyafetler vardı. Yüce İslâm Peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.a.) yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu:

- Ey Esma! Buluğ çağına gelen bir kadının vücudunun görünmesi hiç de doğru değil; bunlar hariç (O sırada Allah’ın Resulü (s.a.a.) Esma’nın yüzü ve ellerinin bileğinden aşağısına işaret etti)”[2]

Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta; İslâm hukukuna, yani işin fıkhî boyutu olan vacipler ve yasakların öğretilmesinde konunun felsefi yönüne işaret edilmesidir. Ama maalesef bazı kişiler sorgusuz sualsiz inanıp, boyun eğmeyi maslahat gördüklerinden gençlerin bu konudaki sorularından oldukça rahatsız oluyorlar; özellikle de her konuyu merak eden gençlerden. Hâlbuki, bu durumun tam tersi Ehl-i Beyt kaynaklı rivayetlerde çokça görülmektedir. Bir rivayette şöyle anlatılmıştır:

“Genç birisi Peygamberin (s.a.a.) yanına gelerek, şöyle sordu:

- Acaba annemin odasına girerken izin almalı mıyım? Ayrıca, buna benzer birkaç soru daha sorduktan sonra şu soruyu da sordu:

- Peki, neden annemden izin almalıyım? Hazret (s.a.a.) yanıt verdi:

- Anneni çıplak görmek ister misin? -çünkü o oda kadının özel alanı sayılır-

- Hayır, dedi genç. Allah’ın Resulü (s.a.a.) bunun üzerine şöyle buyurdu;

- O zaman annenden izin al."[3]

İmam Ali (a.s.) kendi vasiyetinde oğlu İmam Hasan Mücteba’ya (a.s.) şöyle vasiyet etmiştir:

“(Senin eğitiminde) Kur’ân-ı Kerim ve onun tefsirinden, İslâm ahkâmı, helal ve haramların öğretilmesinden başladım.”[4]

b.  Müstehap ve mekruhların öğretilmesi

İnsan kişiliğinin ergenlik ve gençlik çağında şekillendiğini ve bu dönemde yetenek ve yüksek kapasiteye iyiden iyiye sahip olmaya başladığını göz önünde bulunduracak olursak, onlara yalnızca dinin gerekliliklerini öğretmekle yetinmemeli ve onları, müstehapları yerine getirmeye ve mekruhlardan da sakınmaya yönlendirmeliyiz. Elbette bu eğitimin öncelikleri, kişinin istek ve yeteneklerini göz önünde bulundurmalı ve bu tür konularda en iyi eğitim şekli de, sözsüz ve yalnızca davranışlar olmalıdır. Bu eğitimde de, diğer eğitimlerde olduğu gibi kişisel farklılıklar ve fikrî kapasiteye dikkat edilmelidir. Ancak bu, müstehabât (müstehaplar) ve mekruhların öğretilmemesi anlamına gelmez.

Bizler Masum İmamlar’ın yaşam tarzlarından şunu öğreniyoruz: Zurare şöyle anlatır:

“Gençken İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s.) huzuruna çıktım. Bana müstehap namaz ve oruçtan bahsetti; bu ibadetin zorluğu karşısında benim yüzümün ekşidiğini görünce şöyle buyurdu:

- Müstehap namaz ve oruç, farz olan namaz ve oruç gibi değildir ki, onları terk edersen helak olasın. Eğer onları terk ettiysen kazasını yerine getirirsin.”[5]

Ehl-i Beyt İmamları’nın beşincisi olan İmam Muhammed Bâkır (a.s.) bu hikmetler dolu cümlesinde öncelikle; Yüce Allah’ın müstehaplarını Zurare’ye öğretiyor. İkincisi; onun yüzünün asıldığını görünce de ona bunların farz olmadığını anlatıyor. Üçüncüsü; ona yumuşak bir dille bu ibadetlerin kazasının dahi makbul olduğunu anlatıyor. Bütün bunlar bu yaşlarda dinî eğitimin bu şekilde verilmesi gerektiğini göstermektedir.

c.  Din ve dindarlık terbiyesinin temellerinin öğretilmesi

Gençlere ve hatta tüm toplum bireylerine verilmesi gereken en önemli eğitim, dindarlık ve dinî terbiye usulleridir. Tüm toplumun bu usullere âşina olup, bu davranışları uygulaması gerekmektedir. Ama maalesef, bugüne kadar bu konu hakkıyla eda edilememiş ve toplum içerisinde istenilen yere gelememiştir. Bazen cüz’i ya da eksik olarak bazı eğitici kitaplarda veya eğitmenlerin sözlerinde anlatılmıştır, ama bunun kendisi, bu şekliyle zararlı olabilir. Çünkü herkes bu temellerin bir kısmından haberdar olmuş olacak ve onu uygulayacaktır. Hâl böyle olunca da, bu usullerin aslında bir bütün olduğunu görmeyecek, dolayısıyla, bir kısmı uygulanamayacak ve diğer bir kısmın da uygulanmasında aşırılığa kaçılacaktır. Bizim toplumumuzda hâkim olan dinî yapılanmanın en acil şekilde, bu usul ve kaidelerin farklı düzeylerde sınıflandırılıp düzenlenmesi gibi görünmektedir. Bu kaidelerin usulüne göre uygulanmasının önemi, dindarlık vadisinin her türlü geri kalmışlık ve aşırıya kaçmanın oldukça müsait olduğu varsayılırsa insanın, dinin bu usullerini bilmek ve uygulamakla kurtulacağıdır.

Masumlar’ın (a.s.) sözlerinde bu konu hakkında oldukça önemli dersler mevcuttur. Dinî metinler incelendiğinde, Ondört Masum’un (a.s.) dinî temellerin çocuklar ve gençlere öğretilmesinin davranış ve dinî eğitimlerinin en başına yerleştirdikleri anlaşılmaktadır. Örneğin, “dinî vazifelerin devamlılığı”konusundan bahsedilirken onlar, gençleri aşırı ibadet etmekten uzak tutmuşlardır. İmam Cafer-i Sâdık’ın (a.s.) gençliğinde aşırı ibadet etmesi ve kıymetli babası İmam Muhammed Bâkır (a.s.) tarafından uyarılması; “Kendine bu kadar zahmet verme zira Rabbimiz azla yetinir”[6]cümlesi bu konuyu doğrulayan güzel bir örnektir.

Bir başka örnek, din ve dindarlıktan cüz’i sonuçlar çıkarıp, bunların birbirinden bağımsız ayrı ayrı incelenmesinden sakınmaktır. Maalesef dini ile iç içe sayılan toplumlarda dinden yanlış sonuçlar çıkarılmakta ve din, insan hayatından ayrı olarak görülmektedir. Güya insanın günlük hayatının büyük bir kısmı dinle alâkasız ve yalnızca bazı bölümleri dinî atmosfere sahiptir. Bu düşünceye göre yiyip-içmek, banyo yapmak, cinsel ilişkide bulunmak, çalışmak, uyumak vb. günlük hayatın parçası unsurlar, dinî meselelerden sayılmamakta ve bu bakış açısına göre ergen ve gencin birçok davranışı da dinî olarak görülmemektedir. Sadece Seccâde üzerinde alnını mühre koyup, namaz kılarken, ya da Allah’a el açıp dua ederken dindardır ve bunun duşunda dinle ilgili bir eylem gerçekleştirmemektedir. Hâlbuki dinî öğretiler, İslâm dinini öyle bir anlatıyor ki, bu hayatımızın tüm ruhunu kapsamakta ve tüm hayatımıza dinî bir renk katmaktadır. Kuşkusuz bu bakış açısı (yani dini sadece namaz, dua gibi ibadetlerle sınırlamak) yanlıştır ve dine olan ilginin azalmasına sebep olmaktadır. Gençlere eğitim verilirken hayatın her anını dinî bir hava içerisine sokulabilir ve hatta böyle de olmalıdır. Gerçi modern dünyada maalesef, İslâm’ın ilk yıllarına göre İslâm’a olan bakış açısı oldukça daralmış ve kısıtlanmıştır. Aşağıda zikredilen etkileyici ve bir o kadar da üzücü şu hikâyeye dikkat edelim:

“Yüce İslâm Peygamberi (s.a.a.) bir gün sevenleri ile oturuyormuş. Birden gözü çok zor koşullar altında çalışan güçlü bir gence ilişmiş. Peygamber Efendimiz’in (s.a.a.) etrafında bulunan Peygamber âşıkları:

- Keşke bu genç, gücünü ve gençliğini Allah yolunda harcasayd;dediler. Allah’ın Resulü şöyle buyurdu:

- Böyle konuşmayın. Çünkü bu genç, kimseye muhtaç olmamak için çalışıyorsa yaptığı iş, Allah yolundadır ve eğer fakir ailesine veya anne- babasına bakmak için çalışıyorsa,hizmeti Allah yolundadır. Yok, eğer kendine mal toplamak ve hava atmak için yapıyorsa Şeytan’ın yolundadır.”[7]

d.  Kur’ân okumanın öğretilmesi

Bu eğitim dalı, rivayetlerde açıkça çocuk ve gençlerin kişiliğine olan müsbet etkisinden bahsedilen eğitimlerden olduğu için aile ve toplumun kültürel ve eğitim planlarının başında gelmelidir. Kur’ân eğitimindeki ilk aşama, Kur’ân’ın doğru ve hatasız okunmasının öğretilmesidir. Çünkü bu kişinin canı, ruhu ve de bedeninde oldukça tesirli ve etkilidir. İmam Cafer-i Sâdık (a.s.) buyurur ki:

“Kur’ân okuyan her imanlı gencin kanına ve etine Kur’ân, sinerek karışır.”[8]

Bu rivayet, Kur’ân’ın bireyin kişiliği üzerindeki derin etkiye bir göndermedir. Kur’ân insanı terbiye edip, doğru yolu gösteren bir kitaptır. Bu yüzden şüphe yoktur ki; Kur’ân’ı tanımak ve öğretilerini anlamak, gencin ruhunda derin bir değişikliğe yol açacaktır. Birçok aile evlatlarının bir sürü kitap, makale ve mecmua okumasına izin vermektedir. Hâlbuki bu kitapların birçoğu zararlı konuları ihtiva etmekte ve buna rağmen çocuklarının faydadan çok zararı olan abes kitaplara sahip olmasından korkmamaktadırlar. Buna rağmen, Kur’ân ve duaların okunması için hiçbir uyarıda bulunmamaktadırlar. Ama işin özü, bizlerin Müslüman olmasından ve aynı zamanda Masumlar’ın (a.s.) davranışlarının takipçisi olmamız zorunluluğundan böyle davranmamalıyız. Burada sizlere İmam Ali’nin (a.s.) çok ilginç bir sözünü hatırlatacağız: Rumeyle şöyle der:

“Hz. Ali (a.s.) bir gencin yanından geçerken onun mırıldandığını duyar, ona:

- Evlat! Kur’ân okusaydın daha iyi olurdu; diye buyurur ve genç de İmam’a (a.s.):

- Ey Emir! Öyle okuyacak kadar bilmiyorum. Bana onu öğrenmem de yardımcı olur musunuz; deyince o Hazret (a.s.) gence:

- Yanıma yaklaş; diye buyurdu. Genç, Hz. Ali’nin (a.s.) yanına yaklaşınca İmam onun kulağına usulca bir şeyler okudu ve o anda genç, bütün Kur’ân’ı kalbinde hissedip, hafız oldu.”[9]

e.  Din inancı ve bilgilerinin öğretilmesi

Çocuk ve gençlere öğretilmesi gereken bir diğer konu da, din inancına dair bilgilerdir. Bu, onların dindarlık ve itikatlarının ardındaki fikrî ve mânevî dayanaklardır. Gençlerin din eğitimlerinin gerçekleşmesinde çocuklukta onları dinî faaliyetlere alıştıracak ve din için gereken duygusal ve ruhsal ortamların oluşturulmasına yönelik tedbirlerin dışında, kişiyi sağlam nedenlere dayandırılmış dinî öğretiler ile donatmayı ihmal etmemek gerekmektedir. Başka bir deyişle, dini yalnızca bir alışkanlık, bir adet hâline getirmek doğru bir terbiye şekli değildir. Belki, bu önemli konuyu faal ve sağlam sebeplere dayandırılmış bir beceri hâline getirmek gerekmektedir. Burada her şeyden çok dikkat edilmesi gereken konu, mütedeyyin olmanın temelleri sayılan dinî usullerdir. Bu yüzden Din Önderleri’nin (Masum Oniki İmam’ın) tavsiye ve nasihatleri, dindarlığı korumak için bilim ve dinî bilgilerin edinilmesidir. İmam Ali (a.s.) değerli bir hadisinde gençlere hitaben şöyle buyurmuştur:

“Ey gençlik! Şeref ve ahlâkî değerlerinizi, edep ve terbiye ile muhafaza edip, dininizi bilgi ile koruyun.”[10]

Burada açıkça görüldüğü üzere dindarlık doğru düşünce ve yorumlamaya bağlıdır. Bu da yanlış ve saptırılmış düşüncelerin yolunu kapatır ve düşmanların işini güçleştirir. Burada üzerine vurgu yapılması gereken bir mesele, din eğitimi sırasında gençlerin gelecek sorulardan rahatsız olunmamalı ve hatta teşvik dahi edilmemelidirler.

Çocukluk ve gençlik dönemi, aslında Kur’ân ve dinî maarifin öğrenilme dönemidir. Çünkü rivayetlerden anlaşılan, Kur’ân-ı Kerim öğrenmenin diğer maariflere göre daha öncelikli olmasıdır. Elbette bu, maarif ve eğitimin bir kenara konulması anlamına gelmeyecek, yalnızca önceliklerden bahsedilmiş olacaktır. İmam Cafer-i Sâdık (a.s.) şöyle buyurur:

“Çocuk hayatının ilk yedi yılını oyun ile diğer yedi yılını Kitap (Kur’ân) öğrenmek ile ve sonraki yedi yılını da, helal ve haramlar gibi şer’î hükümleri öğrenmek ile geçirmelidir.”[11]

Bu sıralama ve verilen öncelikler, her mertebenin bir diğeri için uygun ortam oluşturmasından dolayıdır. Elbette burada şöyle diyebilirler; rivayette geçen “Kitap”kelimesi Kur’ân-ı Kerim değil ilim öğrenmek mânasını taşımaktadır. Fakat “Kitap”kelimesinin dinî metinlerde “Kur’ân”anlamında kullanılmasından ötürü bu ihtimal bir hayli zayıftır.

7. Ahlâkî Kural ve İçeriklerinin Öğretilmesi

Çocuk ve gençlere öğretilmesi gereken bir diğer önemli konu da, ahlâk kurallarıdır. Hatta ahlâkî ilkeler, diğer eğitim konularına göre daha önceliklidir. Ahlâkî kuralların öğretilmesinin öncelikli ve bir o kadar da ehemmiyetli olmasının nedeni ise, insanın hayatın her evresinde özellikle de ileri yaşlarda bu kurallara şiddetle ihtiyaç duymasından kaynaklanmaktadır. Eğer, insanın aslı ve gerçeği, onun ruh ve mânevîyatındaysa ki, gerçekte de bu böyledir, bu ahlâkî kurallar şüphesiz kişiliğin şekillenmesinde çok önemli bir role sahiptir. Hatta ahlâkî kurallarla diğer İslâmî eğitim konuları birbirleriyle karşılaştığında, ahlâkî kurallar, dinî bilgilerin daha sağlıklı alınıp uygulanmasına zemin hazırlamaktadır. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim, “Tezkiye”ve arınmayı, “Talim”ve öğretiyi öncelikli görmektedir. Ayrıca, İslâm dininin insanı terbiye edip, eğitmesindeki asıl amacı, ahlâkî değerleri kişide ve toplumda hâkim kılmak ve bu şekilde dünya ve ahiret saadetini sağlamaktır. Allah’ın Resulü şöyle buyurur:

“Hiç şüphesiz ben, ahlâkî değerleri tamamlamak için seçildim.”[12]

Aslında bu eğitim ve terbiye kuralları, hayatın gerçek mâna ve anlamını bulabilmek için tek çaredir. Öte yandan insan ilişkilerinin gelişip, kişinin başkaları ile olan iletişimlerinin artması ve bunun dışında kişilerin çıkar ve menfaatlerinin birbiriyle çatışmalarını gidermek için insan fıtratından kaynak alınan ve bu çatışmalara yön verip, dizginleyebilecek bazı kural ve kaidelere ihtiyaç duyulmaktadır. İşte burada ahlâkî kurallar devreye girmekte ve diğer kural ve kaidelere göre insanın mânevî boyutuna hitap edip, insan fıtratına uygun içeriği ile daha işe yarar ve uygulanabilir gözükmektedir.

Ahlâkî kuralların, insan fıtratını kaynak alması ve ona uygun oluşu, eğitim ve terbiye gerektirmediği anlamına gelmez. Çünkü her ne kadar dinî öğretiler de, insan fıtratıyla uyum içerisinde olmasına rağmen, yine de eğitim ve terbiyeye ihtiyaç duymaktadırlar. Ahlâkî kurallar da, eğitim ve terbiye ile insan kişiliğine tam mânasıyla yerleşmektedir. Bu yüzden insanın gelişimle ilgili evrelerinin bilinmesine ilişkin kuralların bilinmesi ve ahlâkî kuralların eğitimini, genel eğitim ve öğretim kurallarına uydurmak oldukça önemlidir. İnsanın aklî, ahlâkî ve toplumsal gelişimi ile ilgili ortaya atılan fikirlerin tahlil edilip, okunması ve fikirler üzerine tartışılması, genel eğitim konularının belirlenmesinde önemli katkılar sağlayacaktır.

İslâm, insanın saadete ulaşması görevini üstlendiğinden beri, ne mânevî doyuma ulaşmak için gerekli olan eğitim ve terbiye içeriğinin beyanından ne de önemli ve gerekli noktaların (her ne kadar muhatapların kahır çoğunluğunun psikoloji ve eğitim konularında bilgi sahibi olmamalarına rağmen) açıklanmasından geri kalmamıştır. Bu sözler İslâm’ın insanın ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimi konusunda yeni bir varsayım ve değer ortaya attığı anlamına gelmemektedir. Çünkü esasen İslâm’ın gayesi, yeni bir ahlâkî doktrin ortaya koymak değil, var olan ahlâkî değerleri kemale ulaştırmaktır. Gerçi tüm sözü edilen bu ahlâkî kaidelerden İslâmî bir varsayım elde etmek de mümkündür. İslâm’ın bize sunduğu bazı nokta, içerik, hedef ve sonuçlardan bu varsayıma ulaşabiliriz.

Sonuç itibariyle hiç şüphesiz, çocukluk ve gençlik dönemindeki en önemli ve zaruri eğitimlerden birisi, ahlâkî kuralların eğitimidir. İslâm kaynaklarında, ergen ve gençler için, bu eğitimin önemi hakkında oldukça mühim bilgiler mevcuttur. Daha önceki bölümlerde İmam Ali’den (a.s.) naklettiğimiz bir hadiste, bir konunun öğrenilebilmesini sağlayan, insanın geleceğinde işe yarar ve kullanılabilen gerçekler olmalıdır[13]ve gerçekten çok az kişi ahlâkî kuralların insan hayatında işe yaramadığına inanır.

Din Önderlerimiz (Masum İmamlar), kendi çocuk ve gençlerini bu konular hakkında bizzat kendileri eğitmişlerdir. İmam Ali’nin (a.s.) Sıffin savaşı dönüşünde oğluna yazdığı, ebeveynlerin evlatlarına karşı görevlerini içeren mektubunda, şöyle yazmıştır:

“(Ey oğul!) Gencin kalbi ekilmemiş tarlaya benzer, oraya ne ekersen tu­tar, yeşerir. Kalbin katılaşmadan, öğütleri reddetmeden ve aklın başka şeylere yönelmeden sana edepten bir şeyler öğretmeye başladım”[14]

Buna göre eğitim mutlak ve geneldir, ahlâkî kuralları da içinde barındırır. Bu ahlâkî eğitim için var olan fırsatı, ergenlik ve gençlik döneminde kaçırmamak gerekmektedir. İmam Zeynu’l-Âbidîn, anne-baba görevleri ve çocukların hakları konusundaki o değerli buyruklarında (Risâletu’l-Hukuk’ta); ahlâkî kuralların öğretilmesinde anne ve babadan kesin olarak görevli olduğundan bahsetmiştir.[15]

Dinî Önderler’in kendi çocuklarına ve diğer gençlere öğrettikleri ahlâk ilkelerinin içeriği ve çeşitlerinin oldukça geniş ve kapsamlı olduğu, kişisel ve toplumsal ahlâk olarak ikiye ayrıldığından söz etmek gerekiyor. Ayrıca İslâm dininde ahlâk, sadece toplumsal ilişkilerde veya kişinin kendisi ile alâkalı konuları içermemekte, belki Allah ve tabiat ile ilişkilerini de kapsamaktadır. Yani, kişinin Allah ile olan ilişkilerinde ibadet ve itaat kuralları bir tarafa, ahlâkî kuralları da bir hayli önemli ve zaruridir. Günümüz modern dünya psikolojisinde, ahlâkî değerlerden maksat, daha ziyade toplum içerisinde kabul gören, yani “Prososyal Davranışlar”[16]olarak adlandırılan toplumsal ahlâk ve o da genellikle işbirliği, yardımseverlik, hümanizm ve saygı gibi ilkelerdir.[17]Örnek teşkil etmesi açısından, burada Masumlar’dan (a.s.) birkaç rivayete yer vereceğiz.

•  İmam Ali, oğlu Muhammed Hanefi’ye şöyle buyurur:

“Oğlum! Tüm insanlara, onlardan iyilik beklediğin gibi iyilik yap. Kendin için beğendiğini onlar için de beğen ve başkalarında kötü ve sevimsiz gördüğünü, onlar için de kötü gör. İnsanlarla öyle yaşa ki, onlardan uzaklaşınca seni özlesinler ve öldüğünde ardından ağlayıp yas tutsunlar.”[18]

•  İmam Hasan Mücteba (a.s.) şöyle nakleder:

“Annem Fatıma’yı (s.a.) Cuma gecesi kendi mihrabında ibadet ederken gördüm. Gün ağarıncaya kadar rükû ve secde ile meşguldü. İman sahibi kadın ve erkekler için dua ediyor ama kendisi için hiçbir şey istemiyordu; sordum:

- Anne! Başkaları için dua ettiğin gibi kendin için neden dua etmiyorsun? Şöyle buyurdu:

- Ey oğlum! Önce komşular sonra biz.”[19]

•  Ehl-i Beyt İmamları’nın On birincisi İmam Hasan el-Askerî (a.s.) şöyle nakleder:

“Adamın biri oğluyla birlikte İmam Ali’ye (a.s.) misafirliğe gitmişti. İmam Ali (a.s.) onlara saygıda kusur etmeyip ikramda bulundu ve onları meclisin başköşesine oturttu. Kendi de karşılarında oturdu. Derken yemek vakti geldi ve (sofra hazırlanıp) yemekler yendi. Yemekten sonra Kamber (Hz. Ali’nin (a.s.) tanınmış hizmetkârı) el yıkamak için havlu ve maşrapa getirdi. İmam Ali (a.s.) onları Kamber’in elinden alıp, misafirin elini yıkamak için hareket etti. Misafir izin vermedi ;fakat İmam’ın (a.s.) ısrarı yüzünden kabul etti. İmam Ali (a.s.) misafirinin elini yıkadıktan sonra oğlu Muhammed Hanefi’ye şöyle buyurdu:

Oğlanın elini sen yıka. Ben senin babanım ve babasının elini yıkadım sen de oğlunun elini yıka. Eğer bu oğlanın babası burada olmasaydı onun elini ben yıkardım, ama Yüce Allah baba ve oğul bir aradayken onlara olan saygının farklı olmasından hoşnut olur.

Muhammed, babasının emriyle ayağa kalktı ve oğlanın elini yıkadı.

İmam Hasan el-Askerî bu olayı anlattıktan sonra; “Gerçek Şia böyle olmalıdır.” diye buyurmuştur.[20]

İslâm ahlâkı yalnızca fertlerin kişilik ve haysiyetlerine karşı saygıyı içermemektedir belki başkalarının mal ve eşyaları konusunda da ahlâkî olarak olması ve olmaması gereken ilkeleri de içermektedir. Aslında bu mesele, çocuk ve gençlere iyice öğretilmesi gereken bir konudur. Bunu öğrenip mutlaka uygulamaları gerekmekte ve bu şekilde başkalarının mallarına izinsiz dokunulmayacağının bilinmesi sağlanacak ve toplum için gerekli ekonomik emniyetin hazırlanması temin edilecektir. Din Önderleri’nin (Masum İmamlar) bu konu hakkında çokça tavsiyeleri mevcuttur. Bu tavsiyeler, ergen ve gençleri bu tür ahlâkî konularla tanıştırmaktadır. Örnek olarak aşağıda aktaracağımız okuması zevkli şu rivayete dikkat ediniz.

“Abdurrahman b. Siyabe Kufî, henüz gençliğin ilk demlerini yaşarken babası vefat etti. Babasının ölümü bir taraftan fakirlik ve işsizlikle, bir diğer taraftan da psikolojik yıkımla ona acı veriyordu. Bir gün evde otururken birisi kapıyı çaldı. Gelen, babasının bir arkadaşıydı; önce başsağlığı diledi ve onu teskin etmeye çalıştı ve daha sonra da Abdurrahman b. Siyabe-i Kufi’ye sordu:

- Babandan sana herhangi bir sermaye kaldı mı?

- Hayır.

- Bu bin dirhemi al ve sermaye olarak kullan. Bundan elde ettiğin kârı da harca.

Bunun üzerine Abdurrahman sevinçle annesinin yanına gitti ve tüm olup biteni ona anlattı. Babasının arkadaşının tavsiyesine uyarak bir iş kurmaya karar verdi. Gün bitmeden elindeki parayla mal aldı, kendisi için bir mağaza açmayı düşündü ve ticarete başladı. Çok zaman geçmeden işler yoluna girmişti. Hesap yaptı ve hayatını idame ettirmenin dışında bayağı bir sermayesinin olduğunu fark etti. Hacca gitmeye karar verdi ve bu konuyu annesiyle meşveret etti. Annesi ona, önce kendisine sermaye veren adama gitmesini ve hayatımızın bereket ve sermayesi olan o bin dirhemi geri vermesini, ondan sonra hacca gitmesini öğütledi. Abdurrahman da annesinin nasihatlerine uyarak adamın yanına gitti. Bin dirhemlik keseyi adamın önüne koydu ve şöyle dedi:

- Buyurun, size paranızı getirdim. Adam, Abdurrahman’ın bu meblağı az bulduğunu ve bir süre sonra parayı geri getirdiğini düşünerek:

- “Bu para az ise biraz daha ekleyebilirim” dedi. Abdurrahman da:

- “Hayır, az değil, bilakis çok bereketli bir paraydı; şu an kendime ait sermayem var ve dolayısıyla bu paraya artık ihtiyacım yok. Size teşekkür etmek ve paranızı geri vermek için geldim” dedi.

Abdurrahman kısa bir süre sonra Hacca gitti ve Hac ziyaretinden sonra Medine’ye geçerek Hacılarla birlikte İmam Cafer-i Sâdık’ın (a.s.) huzuruna çıktı. Hacıların sayısı bir hayli fazlaydı ve henüz oldukça genç olan Abdurrahman, arkalara doğru oturdu. Orada insanların gelip, gidişine, sorular soruşuna şahit oldu. Meclis biraz tenhalaşınca İmam Cafer-i Sâdık (a.s.) onu işaret ederek, yanına çağırdı ve sordu:

- Senin bir isteğin var mı?

- Ben, Abdurrahman, Siyabe Kufi’nin oğluyum.

- Baban Nasıl?

- Babam rahmetli oldu.

- Eyvah, eyvah Allah rahmet etsin. Peki, ondan sana hiç miras kaldı mı?

- Hayır, hiçbir şey kalmadı.

- Öyleyse o zaman Hacca nasıl gelebildin? Abdurrahman anlatmaya başladı:

- Babamın ölümünden sonra biz gerçekten çok perişan olduk. Babamın ölümü bize bir taraftan fakirlik bir diğer taraftan da psikolojik sıkıntı yaptı. Bu sıkıntılı günler, bir gün babamın bir arkadaşının başsağlığı diledikten sonra bana bin dirhem vermesine kadar devam etti. O adam, bana bu parayı sermaye yapmam için verdi ve ben de onun bu nasihatlerini dinledim. Hacca da o sermayeden arta kalan kârla geldim. Abdurrahman bunu söyleyince İmam (a.s.), gencin sözünü bitirmesine izin vermeden buyurdu:

- Peki, babanın arkadaşının bin dirhemini ne yaptın?

- Annemin tavsiye ve nasihati ile yola çıkmadan önce o adama geri verdim.

- Aferin! Sana bir nasihat vermemi ister misin?

- Elbette kurban olduğum.

- Doğruyu ve doğruluğu anla ve ondan uzaklaşma. Doğru yolda olan insan, insanların mallarına ortaktır.”[21]

8. Cinsel bilgilerin öğretilmesi

Gençler için son derece gerekli ve zaruri olan bir diğer eğitim konusu da, cinsel eğitimdir. Ama maalesef İslâmî kaynaklarda bu konu hakkında oldukça fazla bilgi ve bunlardan çıkarılabilecek birçok hassas mesele olmasına rağmen, hep ihmal edilmiştir. Günümüz dünyasının içinde bulunduğu toplumlarda yer alan kız ve erkek çocukların cinsel eğitimi meseleleri hakkında İngiliz Sosyolog T. B. Shepard’ın 1961 yılında kaleme aldığı “Cinsel Eğitim”konulu kitabının “Cinsellikte Eğitim ve Öğretim”başlıklı bölümünde konuyu oldukça güzel tasvir etmiştir. Shepard şöyle yazmıştır:

“Günümüzde hiçbir aklı başında, sorumlu kimse; gençlere cinsel eğitim verilmesi ve onların yönlendirilmesinin gerekliliği konusunda şüphe duymamaktadır. Eğer bir görüş ayrılığı varsa bu, eğitimin kimin tarafından verileceği ve neler anlatacağındadır”[22]

Cinsel eğitimin içeriği, cinsel terbiyenin en önemli, karışık ve hassas konularını ihtiva etmektedir. Ama hâl böyle olunca da, cinsel eğitim ve terbiye meselesi asla bir kenara atılmamalıdır. Bu konunun zorluk ve tehlikeleri, bizleri bu konu hakkında doğru bir plan yapmaktan alıkoymamalıdır. Hiç şüphesiz “Cinsel Eğitim Projesi”bizim toplumumuzda İslâmî kurallara uygun olarak, Kur’ân ve Sünnet kaynak alınarak işler hâle getirilmelidir. İşte bunlar, bu eğitimin içeriğinin şekillenmesinde belirleyici role sahip olmalıdırlar.

Ergen ve gençlerin bilmesi gereken birçok cinsel mesele vardır ve bunları bilmek, gençler için hayatî önem taşımaktadır. Bu konulara yabancı kalıp, onlar hakkında bilgi sahibi olmamak, gençlerde stres, ruhsal baskı ve sonuç itibariyle davranış bozukluğuna sebep olmaktadır. Özellikle de günümüz görsel ve yazılı medyası sayesinde bilgi bombardımanında kalmakta ve genellikle cinsellik konusunda birçok yanlış bilgiye maruz kalmaktadırlar. Bu sayede gençlerimiz, bir şekilde erken buluğ dönemine sokuluyor ve bu fiziksel belirtiler dışında onların ruhsal durumu da alt üst oluyor. Hayalperestlik, fıtrata aykırı rüya ve hayaller, karşı cinse aşırı ilgi ve arzu, laf atmak, süzmek ve burada kalemimizin hayâ edip yazamadığı birçok diğer saplantılar, gençlerin sorunları olup karşımıza çıkmaktadır. Burada görülmesi gereken şey; çocuk ve gençleri bu gelişimsel, ruhsal, toplumsal ve kültürel buhrandan neyin kurtaracağıdır?

İslâm kaynakları incelendiğinde, Din Önderlerimiz’in Masum Oniki İmamlarımız’ın) bu gelişim döneminde şu gerçeğin farkında olduklarını göstermektedir. Zurare şöyle anlatır:

“Gençken İmam Cafer-i Sâdık’ın (a.s.) huzuruna vardım. Ona evlilik yaşına girdiğimi, ama daha evlenemedimi anlattım. İmam (a.s.) şöyle sordu:

Peki, bu genç yaşında cinsel güdülerini nasıl yatıştırıyorsun? Sabredip tahammül edebiliyor musun?”[23]

İmam’ın (a.s.) bu mânalı sözleri, bizlerin bir anda gençlik buhranının derinliklerine doğru dikkat etmemize neden oluyor. Elbette, bu konuya karşı gözlerimizi yumup, onu erteleyemeyeceğimiz bir gerçektir. Sağduyulu bir şekilde doğru cevapları ve yol haritasını bulmalı ve bu meselenin çözümüne katkı sağlayacak, yol gösterecek gerçekleri araştırıp, bu konu hakkında daha fazla bilgi toplamamız gerekmektedir. Bu bölümün başlığıyla alâkalı olarak, kısaca birkaç şeyi dile getirmekte fayda var; cinsel eğitimdeki esas noktalardan birisi, verilen eğitimin gelişim düzeyi ile orantılı olması gerektiği ve de duyulan ihtiyaç ile paralel olmasıdır. Esasen cinsel olgunlaşmanın da diğer boyutlar gibi bir süreci vardır ve yavaş yavaş gelişip zirveye ulaşmaktadır. Küçük bir çocuğun gelişimi büyük bir çocuk gibi, büyük çocuğun gelişimi de genç birisi gibi değildir. Cinsel eğitim henüz aklı kemale ermemiş, buluğ çağına gelmemiş küçük çocuklarda ne kadar tehlikeli ise, gençleri cinsel eğitimden mahrum bırakmak da bir o kadar tehlikelidir ve bu yüzdendir ki, ailelerin ergen ve gençlerine karşı cinsel eğitimlerini ihmal etmeleri sonucu gençler; ahlâk kurallarına aykırı kitap, film, arkadaş vb. kaynaklara yönelmektedirler.

Şu ana kadar değinilen konular incelenecek olunursa, çocuk ve gençlerin cinsel gelişimi ile orantılı olarak cinsel eğitimin nasıl olacağını planlanıp, uygulanması gerektiğinden söz edilmiştir. Burada en önemli role sahip olan da ailedir.

“İyi bir aile, genç evladının ihtiyaç duyduğu cinsel bilgiyi, kişinin ona ihtiyaç duyduğu anda ve kişinin bu mesele ile sağlıklı bir şekilde baş etmesini sağlayacak şekilde vermelidir.”[24]

Çocukluk dönemi cinsel dürtülerin saklı olduğu bir dönemdir ve aile bunu elinden geldiği müddetçe korumaya çalışmalıdır. Aile fertleri, bu tabiî güdüyü erken harekete geçirebilecek her türlü davranış ve sözden kaçınmalıdır. Dinî metinler de bu doğrultuda bazı önemli tavsiyelerde bulunmuştur: Çocukların yataklarının ayrılması, cinsel ilişkinin çocukların önünde yapılmaması, çocukların cinsel organına dokunmak, 7 veya 9 yaş ve üzeri kız çocuklarını öpmekten imtina etmek vs.

Kur’ân-ı Kerim’de sözü edilen, çocukluk döneminde verilmesi gereken ahlâkî ve cinsel eğitime bir örnek de, çocuğun anne ve babasının yatak odasına girerken izin almasıdır. Ergen ve gençler için bu durum, daha da genişletilmiş ve onlar için kardeşlerinin odasına girerken dahi izin almaları gerektiği söylenmiş ve onlar izin vermedikleri takdirde özellerine girilmemelidir.

Muhammed b. Kays, İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s.) şöyle nakletmektedir:

“Ellerinizin altında bulunan (köle ve hizmetçi)ler ve henüz erginliğe ermemiş çocuklarınız üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğle vakti elbisenizi çıkar(ıp yat)acağınız zaman ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir. Bunların dışında (hizmetçilerin ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size, ne de onlara bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Fakat sizden birisi buluğa eriştiği vakit erkek kardeş, anne, kız kardeş vb. izin almadan onun yanına girmesin ve hiç kimse selam vermeden izin istememeli çünkü selam, Allah’a itaattir.”[25]

Şüphesiz, eğer ebeveynlere bu tür cinsel eğitimler verilirse, aile ortamı ergen ve gençlerin daha az cinsel sapmalara yönlendiği bir yer olur. Hâl böyle olunca, cinsel sapkınlıklarla ilgili özel bir eğitime de gerek kalmayacaktır. Meselâ karşı cinse laf atmak ve bu tarz fiillerin örneği günümüz dünyasında oldukça yaygındır. Bu yüzden, bu konular ile ilgili eğitim mutlaka genel olmalıdır. Öte yandan yaygın olmayan sapkınlıklar için de, gerekli şahıslara nazikçe eğitim verilmelidir. Burada aile ve eğiticinin rolü, çok hassas ve bir o kadar da yapıcıdır. Çünkü eğitmen, aile ve gençleri yönlendirme görevi olan kişiler, genç için öylesine güvenli bir ortam hazırlamış olmalıdırlar ki, hastanın derdini açıkça doktora anlatıp, derman aradığı gibi çocuk ve genç de bu konular hakkında onlarla konuşabilsin. İslâm kaynakları bu konuyu gereğince açıklamış ve bizlerin yol göstericileri hüviyetinde olan Din Önderlerimiz (Masum Oniki İmam) de, onlara aynı şekilde davranmışlardır. Bir rivayete göre bir genç, Peygamber Efendimiz’in (s.a.a.) yanına gelir ve Hazret’e (s.a.a.) şöyle der:

- “Ey Allah’ın Resulü! Bana zina için izin ver” dedi. Peygamber ashabı utandılar ve onu paylamaya ve azarlamaya başladılar. Hazret onları sakinleştirdi ve gence;

- “Yaklaş” dedi. Genç yaklaştı. Peygamberimiz (s.a.a.):

- “Acaba annenle birisinin böyle bir şey yapmasını ister miydin?” diye sordu. Genç:

- “Kurban olayım sana! Hiç bir zaman.” dedi. Hazret:

- “Başkaları da kendi anneleriyle böyle bir şeyin olmasını istemezler” dedi. Gene Hazret ona:

- “Acaba kızınla birisinin böyle yapmasını ister miydin?” diye sordu. Genç:

- “Kurban olayım sana! Asla, hiç bir zaman” dedi. Hazret:

- “Başkaları da kendi kızlarıyla böyle bir şeyin olmasını istemezler” dedi. Gene Hazret ona:

- “Acaba kız kardeşinle birisinin böyle bir şey yapmasını ister miydin?” diye sordu. Genç:

- “Kurban olayım sana! Hiçbir zaman” dedi. Hazret:

- “Başkaları da kendi kız kardeşleriyle böyle bir şeyin olmasını istemezler” dedi. Gene Hazret ona:

- “Acaba teyzenle birisinin böyle yapmasını ister miydin?” diye sordu. Genç:

- “Kurban olayım sana! Hiçbir zaman” dedi. Hazret:

- “Başkaları da kendi teyzeleriyle böyle bir şeyin olmasını istemezler” dedi. Sonra Peygamberimiz (s.a.a.) elini o gencin başının üstüne koydu ve:

- “Allah’ım! Onun günahlarını affet, onun kalbini kötülüklerden arındır ve zina günahından onu uzak tut” diye dua etti. Râvî, gencin bir daha böyle bir işin peşinden gitmediğini nakletmiştir.”[26]

Yukarıdaki rivayete dikkat edilecek olunursa, içerisinde çok önemli noktaların bulunduğu tesbit edilebilir. Örneğin, cinsel sapmalardan korumak ve onun önüne geçmek için aslında fıtrî olan aile ruhiyesi, namus, hayâ ve utanma duygusunun aşılanıp, hayat içerisinde iyiden iyiye yer edinmesi gerekmektedir. Gençlerin o temiz ve pak fıtratlarından dolayı ailelerine karşı gerçekleşebilecek her türlü kötülük ve çirkinliği kabullenmeleri oldukça zor ve bu durum, onlar için oldukça ağırdır. Açıkça görüldüğü gibi bu fıtri duygular; çocukluk ve gençlik dönemlerinde iyi terbiye edilirse, insan için değerli bir sermaye olacaktır. Zaten Peygamber Efendimiz de (s.a.a.) bu önemli meseleyi kullanarak o gencin ne denli yanlış bir davranış içerisinde olduğunun farkına varmasını sağlamıştır. Bu rivayetten çıkarılabilecek bir diğer önemli husus ise, dinî kurallara uygun olan aile büyüklerinin davranışları sayesinde kendi çocuklarının daha az cinsel hata ve sapmalara duçar olduklarıdır. Kız kardeşinin, anne veya babasının nâmahrem ile ilgili münasebetlerde hiçbir kurala dikkat edilmediği ve buna benzer birçok olumsuz cinsî davranışların sergilendiği bir ailede, çocuğun kendi ailesine karşı namus kavramını anlaması beklenemez ve zamanla cinsel sapkınlık, o çocuk için bir değer hâline dahi gelir.

Mevcut rivayetlerin incelenmesi[27]sonucunda Din Önderlerimiz’in (Masum İmamlarımız’ın) cinsel eğitim hakkında öne çıkardıkları temel ilkeler şöyle sıralanabilir;

1- Gençlerin evliliğe yönlendirilip, teşvik edilmesi; cinsel arzu ve dürtülere karşı verilebilecek en mantıklı ve doyurucu cevaptır.

2- Eş seçimi ve evlilik konusunda gençlere önemli ve hassas bilgilerin öğretilmesi, onların bu konuya olan bakış açılarının değişmesine ve mantıklı eş seçimlerinde bulunmalarına yardımcı olacaktır. Verilen bu sağlıklı bilgiler sayesinde, cinsel dürtülerin mantığın önüne geçtiği gençlik çağında onların daha doğru kararlar almasını sağlayacaktır. Ayrıca bu tür eğitimler, aile yapısının korunmasında da bir hayli etkilidir. Örneğin, Peygamber Efendimiz (s.a.a.) şöyle buyurmuşlardır:

“Genç kızlarla evlenin, çünkü onlar iyi huyludurlar.”[28]

3- Cinsel münasebet ve zamanı, cinsel sağlık, doğum kontrolü vb. meseleler hakkında özel eğitimlerin verilmesi. Bu tür eğitim ve bilgilerin yalnızca seçtiği eşi ile nikâhlanan gençlere verilmesi gerekmektedir; aksi takdirde bu bilgiler tahrik edici ve yoldan çıkarıcı olabilir.

4- Cinsel sapkınlıkların önlenmesine yönelik eğitimler. Bunlar Cinsel sapkınlıkları önleme yolları ya da cinsel sapmalara set çeken dinî hükümler olabilir. Bu tür eğitimler, Ehl-i Beyt’in (a.s.) masum insanlarının sözlerinde önemli bir yere sahiptir ve bu konular onlardan nakledilen rivayetlerde oldukça fazla yer almaktadır. Örneğin, Allah’ın Resulü (s.a.a.), gençlere hitaben şu sözü buyurmuştur:

“Ey gençler! Evliliği anlayın; eğer yapamıyorsanız orucu anlayın ki sizi şehvetten korur.”[29]

Bir başka rivayette de Peygamber Efendimiz (s.a.a.) gençlere şöyle buyurmuştur:

“Ey Kureyş gençliği! İffetinizi (masumiyetinizi) koruyun; bilin ki, kim kendini şehvetten korursa cennet ona aittir.”[30]

[1]     Bu konulardan bahsederken tekrar düşünülmesi gerekiyor dememizin nedeni, araştırma ve inceleme ruhunun ergen ve gençlerde oldukça faal olması ve bu tür meselelerin onların yanında dillendirilmesi sonucu, böylesine kötü yollara kayabilme ihtimalleri yüzündendir. Belki de bu yüzden olmalı, bazı rivayetlerde Yusuf suresinin kız çocuklarına öğretilmesinden imtina edilmesi tembihlenmiştir. Bir küçük ihtimal yüzünden dahi, Kur’ân suresinin muhatapları eleniyorsa, bazı yasakların nedeni üzerinde konuşulduğunda, böylesine sonuçların çıkması çok doğaldır. İmam Cafer-i Sâdık’ın (a.s.) naklettiği bir rivayette, annenin kız çocuğu üzerindeki haklarından birisinde şöyle denmektedir: “Ne zaman bir kız çocuğu sahibi olunursa; annesini mutlu ve hoş etmek gerekir. Kıza güzel ad konulmalıdır. Ona Nur suresini öğretmeli ve Yusuf suresinden sakındırılmalıdır. O Pazar ve ticarethanelere götürülmemelidir. En kısa zamanda kocasının evi için hazırlanmalıdır. Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 6, s. 48, Hadis No 6.

[2]     Refiî, Abdulkerim; Fethu’l-Aziz fî Şerhi’l-Veciz, C. 10, s. 281.

[3]     Nuri, Hüseyin; Müstedreku’l-Vesâil, C. 14, s. 303, Hadis No 16724.

[4]     Nehcu’l-Belaga, 31. Mektup.

[5]     Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 3, s. 442.

[6]     Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 2, s. 87.

[7]     Beyhakî, Ahmed b. Huseyn; Es-Sunen-i Kubra, C. 7, s. 479.

[8]     Hurru’l-Âmilî, Muhammed bin Hasan; Vesâilu’ş-Şîa, C. 4, s. 633.

[9]     Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 42, s. 17.

[10]    Kummî, Abbas; Sefînetu’l-Bihâr, Mad. “Sebep”.

[11]    Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 6, s. 47.

[12]    Tabersî, Ebu Nasr Hasan b. Fazl; Mekârimu’l-Ahlâk, s. 3.

[13]    İbn-i Ebi’l-Hadid; Nehcu’l-Belaga Şerhi, C. 2, s. 333.“Ne zaman bir çocuğu azarlarsan, onun bazı yaptığı hataları görmemezlikten gel. Aksi takdirde düşmanlık ve inadına sebep olursun.”

[14]    Nehcu’l-Belaga, 31. Mektup.

[15]    Harranî, Hasan b. Ali; Tuhafu’l-Ukul, s. 269.

[16]    Son yıllarda ‘’Prososyal Davranışlar’’ tanımı oldukça sık kullanılmaya başlanmıştır. Bu tanım ‘’Olumlu kişiler arası ilişkiler’’ olarak da adlandırılabilir. Bunlar, empati, işbirliği, paylaşma gibi diğer insanların mutluluğu ile ilgili ve diğer insanların yararına olan duygular olarak da düşünülmektedir. (Mütercimin notu)

[17]    İslâm Kaynaklarında Psikoloji ve Gelişim, C. 2, s. 40.

[18]    Hurru’l-Âmilî, Muhammed bin Hasan, Vesâilu’ş-Şîa, C. 8, s. 541.

[19]    Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 43, s. 81.

[20]    Meclisî, Muhammed Bâkır; Bihâru’l-Envâr, C. 41, s. 55.

[21]    Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 5, s. 134.

[22]    T. B. Sheppard; Yaşayan Eğitim ve Öğretim, (Tercüme; Ârâm, Ahmet), s. 187.

[23]    Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 2, s. 420.

[24]    T. B. Sheppard, Yaşayan Eğitim ve Öğretim, (Tercüme Ârâm, Ahmet), s. 190.

[25]    Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 5, s. 530.

[26]    Heysemî, Ali b. Ebi Bekir; Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, C. 1, s. 129.

[27]    Değinilmesi gereken önemli bir konu da şudur; Kesin bir hüküm ile İslâm dininin ahlâkî değer ve öğretileri yalnızca bu rivayetlerle sınırlıdır demek oldukça yersiz bir söylem olacaktır. Çünkü üzerine yaşadığımız topraklar, tarih boyunca birçok acı ve keşke dedirten olayları yaşamıştır. Bunların başında da, birçok hadis ve rivayeti içinde barındıran kitap ve kütüphanelerin zaman içerisinde bazı siyasî ve mezhepsel olaylar neticesinde yakılması, gelmektedir. Böyle olmasına rağmen yine de elimizde olan bu hadis ve rivayetlerin bizler için birer hüccet ve delil olduğu da kesindir.

[28]    Seyyid Rıza; El-Mucazatu’n-Nebeviyye, s. 312.

[29]    Kuleynî, Muhammed b. Yâkub b. İshak; El-Kâfî, C. 4, s. 180.

[30]    Taberanî; El-Mu’cemu’l-Avsat, C. 7,s. 61; Reyşehrî, Muhammed; Hikmet Nâme-i Cevân, s. 178’den nakledilerek verilir.