.
.

YARGISIZ İNFAZ

.

Toplumun bütün kesimlerindeki en büyük yanlış, en büyük eksiklik, en büyük insafsızlık, yargısız infazdır. Bir kimse hakkında o kimseyi dinlemeden hüküm vermek, ne yazık ki âliminden cahiline herkeste olan ciddi bir kusurdur.

İslam dinine göre hâkimin hüküm verirken davanın her iki tarafını da dinlemeden hüküm vermesi yanlıştır. Her iki tarafı en ince ayrıntısına kadar dinledikten sonra hüküm vermelidir. 

Bazı durumlarda hâkimin önceden edinmiş olduğu kesin ve kati bilgilerden dolayı veya kendisinin olaya birebir şahit olmasından dolayı tarafları dinlemeden de hüküm vermesi olabilir; ama böylesi durumlarda dahi yine de hâkimin her iki tarafı dinlemesi evladır. Kur’an-ı Kerim’de geçen Hz. Davut kıssası bu kabildendir.


 
اِنَّ هٰذَا اَخٖى لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِىَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْنٖيهَا وَعَزَّنٖى فِى الْخِطَابِ

“İçlerinden biri şöyle dedi: Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada beni bastırdı.” (Sad Suresi/23) 

Hz. Davut edinmiş olduğu kesin ve net bilgilere göre hangi tarafın haklı ve hangi tarafın ise haksız olduğunu biliyordu. Bu yüzden davanın diğer tarafını dinlemeden hemen hüküm verdi.


  
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِهٖ وَاِنَّ كَثٖيرًا مِنَ الْخُلَطَاءِ لَيَبْغٖى بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلٖيلٌ مَا هُمْ 


“Davud dedi ki: Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.”

Hz. Davut, bu hükmü vermekle hata yapmadı ve olması gereken hükmü verdi. Ama evla olan, hüküm vermeden önce davanın diğer tarafını da dinlemesiydi.

Hz. Davut peygamberin en önemli özelliği hâkimlik makamında olması ve davacılar arasında hüküm vermesiydi. Bu yüzden bu hususta imtihana tabi tutuldu. Hz. Davut, hayatı boyunca vermiş olduğu hiçbir hükümde yanılmadı ve yanlış karar vermedi. Verdiği bütün hükümler istisnasız doğru ve haktı. İmtihana tabi tutulduğu konu ise daha evlayı seçmesiydi; yani haksız olduğunu kesin bildiği tarafı da dinleyip sonra hükmünü açıklamasıydı. 

Hz. Davut hükmünü açıkladıktan sonra hemen bu durumun farkına vardı ve tövbe etti. 

Hz. Davut, hata yapmamıştı ve yanlış hüküm de vermemişti; ama hâkimlik ve hüküm verme konusunu mükemmele ve kemale ulaştıracak bir hususu terk etmişti. Hz. Davut, yanlış yaptığı için değil de en mükemmeli terk ettiği için tövbe etmişti. 


   
وَظَنَّ دَاوُدُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَاَنَابَ

"Davud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah'a yöneldi.” (Sad Suresi/24)

Bazen insan hayır bir iş yapar ve yaptığı bu hayır işi, en güzel şekilde yapamadığı için hayıflanır. Örneğin, hayırsever birisi, gücü ölçüsünde 40 tane sınıf olacak şekilde bir okul yaptırır ve sonrasında bulunmuş olduğu bölgede 40 sınıfın yetmeyeceğini anlayarak keşke gücüm olsaydı da 45 sınıf yaptırsaydım, diyerek hayıflanır ve kendisine kızarak bölge halkından özür diler. Hâlbuki bu şahsın o bölgede okul yaptırma gibi bir zorunluluğu yoktur ve diğer taraftan 45 sınıf yapacak kadar da imkânı yoktur. Böylesi bir okulu yaptırması dahi onlar için bir lütuftur. Bunlara rağmen özür dilemesinin sebebi, bir hata ve bir yanlış yaptığından dolayı değil de yapmış olduğu hayrı, daha mükemmel olarak yapamadığından dolayıdır.
   
Enbiyalar ve evliyalar için yapılan bir işin, en mükemmelini yapamamak dahi – hatta en mükemmeli yapamamaları güçleri yetmediğinden dahi olsa – tövbeyi gerektirir.

Evet, bir tarafın haksız ve yanlış olduğu yüzde yüz bilinmesine rağmen dinlenmesi daha iyi ve daha evla ise toplum içinde bizlerin karşılaştığı konularda kimin haklı kimin haksız olduğuna sadece bir tarafı dinleyerek hüküm vermek insaf mıdır?! Peygamberler vahiyle desteklenen ve hata yapma ihtimalleri olmayan kimselerdir. Onlar dahi bu hususa son derece dikkat etmeye çalışırken bizlerin yargısız infaz yapmamızın durumu nedir?! 

Yargısız infaz, tek tarafı dinleyerek veya söylentilere göre hüküm vermektir. Yargılamak davanın her iki tarafını da dinlemektir. Toplumsal olaylarda da her iki tarafı dinlemeden söylediğimiz sözlerin hepsi yargısız infazdır ve Allah katında çok büyük sorumluluğu vardır.
 
İnsanlar arasında gerçekleşen kavga ve çekişmelerde Şeytan her iki tarafa da bütün gücüyle bastırır. Her iki taraf da kendisini haklı çıkartmak için karşı tarafı elinden geldiği kadar kötüler. Hatta bu kötülemeler öyle bir dereceye gelir ki kendisini İmam Hüseyin, karşı tarafı Yezit yapar. Kendisini İmam Ali, karşı tarafı Muaviye yapar. Kendisini Peygamber, karşı tarafı Ebu Süfyan yapar. Karşı tarafı o kadar kötüler ki dinden çıkartır ve kâfir yapar. Ne oldu yani, aranızda çıkan ufak bir sürtüşmeden dolayı, karşı taraf hatalı olsa dahi dinden mi çıktı; kafir mi oldu?!
 
İnsanın kendisini haklı çıkartma psikolojisi, Şeytanın vesveseleriyle de birleşince ortaya dehşet verici sözler ve konuşmalar ortaya çıkar. Böylesi nefsani bir havada her iki taraf dinlense dahi haklıyı haksızdan ayırmak oldukça zor ve bazen de mümkün değildir.
 
Bazı kimselerin çok iyi konuşma ve demagoji yetenekleri vardır; bu konuşma ve demagoji yetenekleri ile siyahı beyaz, beyazı da siyah gösterebilirler. Dini kalıpları ve toplumsal hassasiyetleri çok iyi kullanarak kendisini haklı ve karşı tarafı ise haksız olarak lanse edebilecek yetenekte olan çok kimse vardır. Bu tür kimseler öylesine ikna edici konuşurlar ki hatta davanın diğer tarafı dahi “Sen haklıymışsın, Allah benim belamı versin” der ve haklı olmasına rağmen haksız olduğuna inanır. 
    
Bu işin içinden ancak uzman ve tecrübeli kimseler çıkabilir. Hatta bazen onlar da hata yapabilir. Durum böyleyken bizlerin tek tarafı dinleyerek “Bak görüyor musun, yanlış yapmış; hiç beklemezdim böyle yapacağını; halbuki ne kadar da zalim birisiymiş” gibi sözler söyleyerek veya irtibatımızı keserek yargısız infazda bulunmamız ne kadar doğrudur?! Acaba bu sözlerimizin, soğuk davranmalarımızın, yargısız infazda bulunmalarımızın Allah katında hiç vebali yok mudur?! Yargılama konusunda en ufak evla konuyu dahi terk edince hesaba çeken Allah, bunlardan bizi hesaba çekmeyeceğini mi zannediyoruz.
 
Diğer taraftan biz neden kendimizi karar mercii olarak görüyoruz; illaki duyduğumuz her kavgada filan haklı filan haksız diye kendi içimizde hüküm vermek zorunda mıyız? İşin içini bilmiyoruz, her şeyi en iyi bilen Allah’tır, diyerek niye kendimizi olaylardan soyutlamıyoruz?!
 

Yolda giderken şahsın birisi Nasrettin hocaya der ki: “Hoca! Filan kimse bir tepsi baklava ile gidiyor.” Hoca cevap verir: “Bana ne!” Şahıs tekrar lafa girer: “Hoca! Ama baklava tepsisini sizin eve götürüyor.” Hoca cevap verir: “O zaman sana ne!”

Bizler de yeri geldiğinde böyle olmalıyız. Duyduğumuz bazı olaylarda beni ilgilendirmiyor; kimin haklı kimin haksız olduğunu belirleyecek bilgim de yok, haberim de yok, kapasitem de yok, diyebilmeliyiz ve bu şekilde Allah katındaki vebalden kurtulmuş oluruz.
 
Elbette bu tavır her yerde geçerli değildir. Eğer hüküm vermemizin bir etkisi olacaksa, her iki tarafı da dinleme imkânımız varsa, kendimiz de haklıyı haksızdan ayırabilecek güçlü bir tecrübeye sahipsek ve bu kavgaya son verebileceğimize de inanıyorsak konuya dâhil olabiliriz.
 
Kısacası Allah katında insanları yargılamanın çok büyük vebali vardır. Bu yargılama ister mahkemelerde olsun, isterse de toplum içindeki dedikodular üzerine olsun hiç fark etmez. Hatta bazen toplumun olumsuz yargılaması daha tehlikelidir. Çünkü mahkemede olan yanlış yargılama sonucunda belli bir ceza kesilir; ama toplumun yanlış yargılaması sonucunda insanın şahsiyeti zarar görür; bir daha normal hayatına devam edemez hale gelir; insanlar, onunla irtibatını keser veya tavır yapar. O yüzden her söylenen sözün peşinden giderek “Filan kimse haklıymış, filan kimse ise haksızmış”, “Biz de onu iyi birisi zannederdik, hâlbuki iyi değilmiş” gibi sözlerle yargısız infazlarda bulunmayalım.


    
 
يَا دَاوُدُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلٖيفَةً فِى الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ اِنَّ الَّذٖينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدٖيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ

“Ona dedik ki: Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır.” (Sad/26) 

Hiç kimsenin dedikodusuna dahil olarak hiç kimsenin vebaline girmeyin…

*  *

Alevi Din Âlimi
Ali Akın Caba