.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

 


Allah'ın bizden istediği ilk şey; "eylem" değil "O'nu sevmek"tir. Bu sevgiye erişemedi isek "eylem"lerimizde de hayır olmaz veya çok az olur. Duayı, bazı bazı büyülü formüllerle mekanik olarak isteğimizi elde etme yolu olarak aslâ anlamamalıyız.

İlâhî sevgiye kavuşamadı isek kavuşabilmemiz, kavuştu isek bu sevgiyi koruyabilmemiz için, Yeryüzü'nde İlâhî sevginin yansıdığı odak olarak yaratılan "Rahmeten li'l Âlemîn" olan Resûl-i Ekrem'i (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'ini sevmemiz, onların sevgi dairesine girebilmemiz gerekir. Allah, herân, Resûl-i Ekrem'e (s.a.a), melekler vâsıtası ile, çok güçlü sevgi akımını gönderir. Bu akıma "salât" denir.

Resûl-i Ekrem de bu "salât"ı kendisini ve Allah'ı sevenlerin dahil olduğu sevgi dairesine yaydıktan sonra, tekrar Resûl-i Ekrem'in kutlu kalbine dönen bu sevgi akımını Allah'a gönderir. İnsanların Allah'a sevgisinin başlıca ifadesi "namaz" anlamında "salât"dır. Bu da geniş anlamda "dua" kapsamına girse dahî, dar anlamda "dua" demek değildir. Gerektiği gibi yerine getirilirse; insanı "yoga", "ki-kong", "reiki" vs.den müstağni kılan, bunlara ihtiyaç bırakmayan bir ibadetdir. Mü'minin mi'racıdır. Sevgisiz zâlimler tarafından riya için kılınırsa, "vay hâline o namaz kılanların!" âyeti kapsamına giren çok acı bir durum söz konusudur.

İblis ve ona aldananlar, insanın iç âleminde şu vesveseyi de doğurarak, Allah'ı çağırmadan alıkoymak isterler: Allah'tan bir şey istemek, küstahlıktır. Allah her şeyi takdir etmiştir. Kader dua ile değişmez. Yazılan bozulmaz. Şu halde duâ, Allah'ın gazabına maruz kalmaktan başka hiçbir şeye yaramaz. Allah bu duaları dinlemez bile!

Oysa bunun bir Şeytan vesvesesi olduğunu bilmemiz ve şöyle düşünmemiz gerekir: Allah dua etmemizi istiyor, dua etmemizden hoşnut oluyor. Allah'tan başkasından, ona mutlak ve bağımsız bir kudret atfederek bir şey istemek doğru değildir, yoksa Allah'tan istemeyeceğiz de kimden isteyeceğiz?

Dualarımızda meşru olmayan, ahlâkî olmayan bir şey istememeliyiz. Meselâ "hased" hissi ile bir başkasının bir ni'metden mahrum kalmasını istemek, insanı sevgi yolunda tekâmülden alıkoyan eylemlerdendir.

Allah'tan genel olarak dünya ve âhiret güzelliği değil de belirli bir şey istiyorsak, sonunda "Hayırlı olanı sen bilirsin Rabbim! Sana tevekkül ettim!" demeliyiz. Bu seviyeye gelebilmiş isek, isteğimiz gerçekleşmediğinde "demek ki hayırlısı bu değilmiş" inancı ile, huzurumuzu bozmayız Allah'tan belirli bir şey, meselâ "hayırlı bir kısmet" değil de "belirli bir kimse ile evlilik" istenmesinin doğru olmadığını söylemiyorum. Ne var ki bu gibi istekler "Allah'ım! Benim için hayırlı olanı Sen bilirsin, Bazı şeyler bana hayır gibi görünse de gerçekte kötü olabilir. Bu sebeple sana tevekkül ettim, hayırlı ise bu isteğimi bana ver, değilse bu tutkudan kurtulmamda bana yardımcı ol, bana hayırlısını ver!" diye ifade edilmelidir.

Bu şekilde istenmediği takdirde Dünya irade serbestîsi ve imtihan âlemi olduğu için; insan kendisi için hayırlı olmayan bir şeyi de isteğine uygun olarak elde edebilir. Ne var ki daha sonra da elde ettiği şeyden kurtulmak için dua etmek zorunda kalabilir. Sonsuz ve sınırsız İyilik ve Güzellik, sonsuz ve sınırsız Sevgi, Kudret ve Hikmet Sahibi olan Rabbimize tevekkül edelim, hakkımızda hayırlı olanı O'ndan isteyelim.

Kader inancını; yine şeytan vesvesesine kapılarak; dua etmemizi engelleyen bir "determinizim" hâline getirmeyelim. Allah'tan "kötülük" sadır olmaz. Bu aklen imkânsızdır, muhaldir. Fakat Allah sonsuz kudreti, rahmeti, inayeti ve lütfu ile, her an duamızı kabul eder. "Yazılmış olanı artık ben de bozamam" demez.

Allah'a saf bir sevgi ve güvenle bağlanalım. Dua, Allah'ın varlığını sınama aracı değildir. Allah'ın varlığı aklî bir apaçıklıktır. Şeytanî vesveselerin, iç âlemimize bulaşan bu "virüs"lerin etkisinden kurtulmak için dua edebiliriz ve etmeliyiz de! Kur'an-ı Kerim'in son sûresi olan Nâs Suresi'ni okuyunuz.

Dua edebilmek ve sonuç alabilmek için dar anlamda "İslâm"a, diğer bir deyişle Son Peygamber' e (s.a.) îman etmek şart mıdır?

Buna biraz ayrıntılı bir cevap vermemiz gerekiyor: Dar anlamda Müslim (Müslüman) olmayan insanlar ikiye ayrılırlar: Bir kısmı "kaasir", bir kısmı "mukassir"dir. Kaasir olanlar, Resûli Ekrem'e iman için yeterli imkânlara sahip olmayanlardır. Bunlar; Allah'a, önceki Hak Peygamberden birisine sevgi ve inanç ile bağlananlar, Ahiret'e de îman edenler ve Dünya hayatını iyi niyetli ve iyi eylemlerle geçirenler, başkalarına zulmetmeyenler, ellerinden gelen iyiliği esirgemeyeceklerdir. Bunlar Tanrı katında mükâfatlarını alacaklardır.

"Mukassir"ler, Dünya hayatında İlâhî sevgi yoluna girmemiş benliklerine, "nefs"lerine çekici görünen nesneleri putlaştıran ve bu sebeple Son Peygamber'i (s.a.) kabul edecek imkânlara sahip oldukları halde O'nu veya Son Peygamber oluşunu reddeden kimselerdir. Bunlar da Âhiret hayatında "cehennem" adı verilen arınma ve manevî tedavî merkezinden geçeceklerdir.

Duânın muhatabı Allah'tır. Fakat dua eden; Allah'ın Yeryüzü'nde sevgi odağı kıldığı Resûl-i Ekrem'i (s.a.); O'nun Ehl-i Beyti'ni, bu sevgi dairesinin merkezinde yer alan sevgi odağı çevresindeki diğer Allah elçilerini sevmiyorsa, onları incitecek sözler söylüyorsa, kin dairesinden gelen bir istek, sevgi akımı dairesine aktarılamaz ve bu istek Allah'a ulaşmaz. Meğer ki bu daireye dahil kimselerden hiç değilse birisi sevilsin ve diğerlerini sevmeyen; "mukassir" değil "kaasir" durumunda olsun.

Böylece; Ehl-i Beyt'i sevmeyen bir "Müslüman"ın duası kabul edilmez iken; İsa Mesih'i ve Meryem'i gönülden seven ve son Peygamber ve Ehl-i Beyt'i açısından "kaasir" durumunda olan bir Hıristiyanın duası kabul edilebilir.

Allah'tan Dünya ve Ahiret iyiliğini ve güzelliğini dilemek, sadece izin verilen bir şey olmakla kalmayıp aynı zamanda en değerli, Allah katında en makbul bir ibadettir de! Allah; kendisine dua edilmesini ister. O'na dua eden O'na îman ediyor, O'na güveniyor demektir. Yukarıda da söylediğimiz gibi, "dua etmek yararsızdır, kaderimiz belirlenmiştir" demek doğru değildir.

Ehl-i Beyt İmamları'ndan altıncısı İmâm-ı Sâdık: bu sözün doğru olmadığını söylemiş, "İste ki verilsin!" buyurmuştur, "çalınan kapı açılır." demiştir.1 İncil'de Hazret-i İsa Mesih de aynı tavsiyeyi yapmaktadır. İmâm-ı Sâdık; dua ile, takdir edilmiş olanın değişeceğini de buyurur.2 Dua ettikten sonra, isteğimizi derhal elde edemediğimiz için şüphe ve ümitsizliğe kapılmamız doğru olmaz. Allah'a tevekkül etmeli, duaya devam etmeli ve Allah'a güvenerek beklemeliyiz. Gecikmesinde hayır olan istekler de vardır.

Duanın tek başına veya başkalarına ilân edilmeden yapılması daha iyidir. Toplu halde yapılan dualarda da gösterişe kaçmaksızın, saygı ve sevgi ile, tek başına dua ediyor gibi dua etmeli, diğer katılanlar da "Âmin!" demelidir. Duadan önce sadaka verilmesi, insanın güzel koku sürerek maneviyâtını düzeltmesi, bu imkân bulundukça, daha iyidir.

İsteğini Rabbine söylemeden önce; insanın Rabbi'ne hamdetmesi, O'nun ulu adı olan Allah adını ve diğer güzel ad larını zikretmesi, Son Peygamber ve Ehl-i Beyt'e selâm ve sevgilerini göndermesi, Resûl-i Ekrem'e "Allahumme salli alâ Muhammed ve alâ Âlihi" demesi de daha iyidir. Daha sonra da Allah'tan bağışlanma ve rahmeti dilenmeli, sonra istenen şey açıklanmalı, yine hamd ile duâ bitirilmelidir. Anî bir tehlike durumunda dudaklardan dökülen çağrı feryadları dışında, eller göğe açılarak huzurlu bir ortamda yapılan bütün dualarda "Rahmeten li'l-âlemîn" olan, "Alemlere Rahmet" olarak gönderilen ve bu vasfı daimî olan Son Peygamber'e, kızı Fâtıma'ya, Emîrü'l- Mü'minîn Ali ve Ehl-i Beyt İmamları'na kısaca; Âl-i Muhammed'e (s.a.) "salavât" terk edilmemelidir. Kasden terk edilirse bu dualar makbul olmaz.3

Bir Müslüman, Son Peygamber'i ve Ehl-i Beyt'ini sevmedikçe gerçek mü'min olamaz ve kaasir durumda değilse bu sevgisizlikten sorumlu olur. Kur'an-ı Kerîm; "nimetlerden sorulacağımızı" belirtir. Bu ni'metlerin birincisi, Fatiha Suresi'ndeki "en'amte aleyhim"in birincisi ve dolayısı ile bizzat en büyük ni'met ve âlemlere rahmet olan Resûl-i Ekrem'dir (s.a.a). Allah ile karşılıklı sevgi ilişkisine girebilmek için Resûl-i Ekrem'i (s.a.), Ehl-i Beyt'i, önceki tertemiz Tanrı elçilerini sevmek gerekir.

Ehl-i Beyt İmamları'ndan birisini, meselâ "Büyük Kurban" olan İmam Huseyn'i sevebilen, sevgisi lâf da kalmıyorsa, bütün peygamberleri, Resûli Ekrem'i (s.a.) bütün Ehl-i Beyt İmamları'nı sever. Sevgisinin bengisu kaynağına ulaşır, insanları, hayvanları, canlıları da sever.

Ânî bir tehlike durumu hâriç, dua etmeye başlarken önce Allah'a hamd edilmesi ve güzel isimlerinin zikredilmesi, meselâ Kur'an-ı Kerîm'in Hazret-i Yunus'dan naklettiği duada olduğu gibi; "Yâ Allah! Yâ Erhamerrâhimîn! Lâ ilâhe illâ Ente, Subhaneke" denmesinin uygun olacağını söylemiştim. Duadan önce, Fatiha, Âyetu'l-Kürsî,4 İhlâs Sûresi, şeytanî etkilerden, aklî ve ruhî huzursuzluklardan kurtulmak isteniyorsa son iki sûre olan Felak ve Nas surelerinin, Haşr Suresi'nin son âyetlerinin5 okunması da uygundur. Kur'an-ı Kerim'in duaya ilişkin âyetlerini burada zikredelim ve daha sonra bazı kısa, öğrenilmesi ve hatırlanması kolay olan duaları nakledelim:

a) Önce de belirttiğimiz gibi: Fâtiha Suresi esasen İslâm'ın temel duasıdır. Kur'an-ı Kerim bu sure ile başlar. Kur'an-ı Kerîm dualarını daha sonra nakledeceğiz. Burada naklettiğimiz âyet meâlleri; duaya ilişkindir.

b) "Rabbiniz buyurdu ki: Beni çağırın, bana dua edin ki size cevap vereyim, duanızı yanıtlayayım."6

c) "Kullarım benden sorarlarsa: Ben şüphesiz yakınım, Karîbim! Çağıranın çağrısını (duasını) yanıtlarım. Onlar da benim çağrıma uysunlar ve bana inansınlar, iman etsinler ki (iyiye, doğruya) erişmiş, yolu bulmuş olsunlar."7

Bu âyete dikkat edilmelidir: Allah'ın yanıtını duymak, gönüllerinde bulmak, dualarının kabul edildiğini görmek isteyenler, iç âlemlerini "kötü"den korumaya ve îman ve ahlâkı yaşamaya önem vermelidirler. Allah'ın; Yaratıcı'nın insana yakınlığı; 50. Surenin 16. âyetinde de belirtilir: "Biz ona şahdamarından daha yakınız!" Duada; isteğini söylemeden önce, "Ey bana yakın olan, çağrımı cevaplandıracağını vaad eden Rahman, Rahîm, Vedûd Rabbim, Allah'ım! Senden başka Tanrı yoktur, sen her şeye kaadirsin. Resulün ve Habîbin Muhammed'e ve Ehl-i Beyt'ine, âline salât ve selâm olsun." gibi bir başlangıç yapılması uygun
olur.

d) "Yoksa darda kalıp bunalana; çağırdığında yanıtlayan ve kötülüğü gideren.. mi hayırlı?"8 (Allah yerine başkalarını çağırmanın yararsızlığı belirtiliyor.) Bu âyet; duada isteğimizi söylemeden önce okunabilir ve kendi gönlümüzü duânın yanıtına hazır hale getirmek için tekrarlanabilir: "Em men yucîbu'l muztarra izâ deâhu ve yekşif'us su?

Bu âyet-i kerîme; eller göğe açılarak, Rahman ve diğer güzel isimleri ile Allah çağırıldıktan (dua edildikten) sonra, duanın devamında, istenen şey açıklanmadan önce okunmalıdır. "Salât" namaz anlamında kullanıldığında; belli şekli vardır ve burada değinmeyeceğimiz gerekçeler ile namaz Arapça ibareleri ile kılınmalıdır.

Buna karşılık; duâ bütün dillerde olabilir. Belli bir şekli de yoktur. Sonradan bu kitapçığı genişleterek uzun "münacat ve dualar" koyabiliriz. Ne var ki bu kitapçıktaki amacımız; dua kitaplarında bulabileceğiniz duaları ve Kur'an-ı Kerim'deki sureleri burada nakletmek değildir. Duanın önemine ve Allah ile dua ilişkisi kurup duamıza yanıt almanın mümkün olduğuna dikkati çekmek ve insanları dua etmeye çağırmaktır. Ben duâ etmeye lâyık değilim! Allah benim duamı nasıl olsa kabul etmez!" demek de, "Allah ile şahsi ilişki kurulamaz, Allah sadece Yaratıcıdır, kurduğu mekanizmanın işleyişine sonradan bu anlamda karışmaz" demek de şeytanî vesvesedir. Allah Kur'an-ı Kerîm'de bize buyuruyor ki: "Ey kendi kendilerine taşkın ve kötü davranışları ile zarar veren kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Şüphesiz Allah bütün günahları örter ve o Gafûrdur, Rahîmdir."9

İşte ünlü "bâz â! Bâz â!" (Dön! Yine gel!) Rubaîsinin ilhamı bu âyetdendir. Günahın yükünü ve karanlığını hissedenler duadan vazgeçmeyip önce tövbe etmeli, Allah'tan bağışlanma dilemeli, günahlarının başkasına zarar veren sonuçlarını elinden geldiğince gidermeye ve günahda ısrar etmemeye ahd etmeli, fakat duayı
aslâ bırakmamalıdır.

En büyük günah; Resûl-i Ekrem'in (s.a.) gönlünü inciten günahdır. Bir mazlûmun âhını almak bu gibi günahlardandır. Resûl- i Ekrem'i (s.a.), Ehl-i Beyt ve önceki peygamberlere, Meryem'e saygısızlık, Allah'ın seçkin ve sevgili kullarına dil uzatma da böyledir. Bu gibi kim-selerin duası, tövbe etmedikçe gönülden, içten nedamet getirmedikçe Allah'a yücelmez.

Resûl-i Ekrem (s.a.) ve Ehl-i Beyt sevgisi, önceki peygamberlerin sevgisi, en büyük mutluluk vesîlesidir. Bu sevgi olmadıkça, dualarımıza gelen yanıtı duyamayız veyâ gazab yanıtını duyarız. Resûl-i Ekrem'i (s.a.) ve Ehl-i Beyt'i sevmedikçe, takındığımız "Müslim, mü'min, alevî vs." gibi isimler havada kalır ve bize hiçbir yararı olmaz. Meğer ki insan önceki peygamberlerden birisini sevmekte olsun, ve Resûli Ekrem'in (s.a.) karşısında da "kaasır" durumda olsun! Bu gibilerin duası makbul olabilir, ne var ki mutluluğun en yüce mertebesine ancak Resûl-i Ekrem (s.a.) sevgisi ile erişilebilir.10

Resûl-i Ekrem'in (s.a.) ve O'nun sevgi dairesine dâhil diğer Sevgililer'in gönlüne girmedikçe, Yaratıcı ile Sevgi ilişkisi kurulamaz. Fakat Allah'ın Rahmeten li'l Âlemîn olması dolayısı ile, bu Sevgililerin gönlü incinmemiş ise, dünyevî istek dualarından meşru olanları kabul edilebilir. İç âleminize şeytanî vesvese ve kasvet bulaştıracak olan kitapları, büyü öğreten, garip cin isimleri ve şekiller ihtivâ eden kitapları sakın almayın! Esasen dua için "dilekçe ve resmî mektup örnekleri" gibi bir kitaba ihtiyacınız yoktur. Fakat; Sevgililer'den birisinin duaları elinize geçer-se, metnine yine şeytanî bir katkı yapılmış olmadıkça, bu gibi duaları okumanız elbette iyidir. Kur'an-ı Kerîm'den: Bakara 2/62, Şûra 42/23, Bakara 2/165, Ahzâb 33/6, Ahzâb 33/56. ayetlerini okuyunuz.

Özellikle Resûl-i Ekrem'den (s.a.) ve Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen dualar gibi. Ehl-i Beyt İmamları'n-dan dördüncüsü; ve Şehitler Ulusu, Büyük Kurban Huseyn'in oğlu İmam Zeynu'l Âbidîn'in (Seccâd) "Sahîfe-i Kâmile-i Seccadiyye"si, yine bu Sevgili'den rivayet edilen Cevşen-i Kebîr duası da bu cümledendir. Bir kez daha tekrarlıyorum: Sakın bü-yüyü bozma bahanesi ile dahî büyüye, büyücüye, üfürükçüye, medyum vs.ye başvurmayın!

Mü'min, doğrudan doğruya Allah'a başvurur, O'nu çağırır! Büyü, medyum, ruhçuluk, reenkarnasyon vs. gibi vasıta ve öğretilerden kaçmaz, bu çevreden birisinden yardım isterseniz, yardım etmesi şöyle dursun, iç âleminize bulaştırdığı akıl ve ruh hastalığı virüslerinden belki de ömür boyu kendinizi kurtaramayacak bir duruma düşebilirsiniz! Fal ve kehanet de böyledir. "Pandora'nın Kutusu" üzerinde bu terimler yazar. Üzerinde bu terimler yazan kutulardan Hind koku ve renklerine bürünse dahî kesin olarak kaçının!

Duada istediğinizi belirtmeden önce "mâşâallah, la havle ve lâ kuvvete illâ billâh" demek isabetli olur. Bu cümleyi; gönlünüzün huzura kavuşması için, belirli bir isteğiniz olmasa dahî yetmiş kez tekrarlayabilirsiniz. İstekten önce bir kez söylemek yeterlidir. Tekrarı; gönlünüzün huzuru için bir "zikr" olarak yararlıdır. İstek kısmını aynı dua sırasında çok kez tekrarlamak doğru değildir. Fakat "zikr" kısmını tekrar gönlün huzur bulmasına sebep olur. Kısaca: tekrar bizim içindir, her şeyi işiten, bilen, gören Rabbimiz için değil!

-----------------------------------
1- Güzîde-i Kâfî, c.I, s.302, N.447.
2- Aynı kaynak, s.304, N.451-454
3- Güzîde-i Kâfî, s.315, N.472
4- Bakara Suresi, 2/255
5- 59/20-24
6- 40/60
7- 2/186
8- 27/62
9- Zümer, 39/53