Bismihi Teâlâ

Geçiyor…

Dakikalar, saatler, günler, haftalar ve aylar

Her biri kendince bir düzenle öylece akıp gidiyor.

Her biri kendince kendine has bir iz bırakarak yahut bir izi silerek geçiyor.

Hepsine tek tek isim veriliyor, ama hepsine birden zaman deniyor. Zaman bazen alıp götürüyor, bazen çoğalıp yüceltiyor. Bazen eksiltiyor bazen çoğaltıyor.

Zaman, aslında ömür sermayemizi elimizden alıyor. Ancak iyilikler ve doğruluklar kalıyor.

Takvim değişiyor, yeni bir yıl başlıyor. Ancak ilahi sünnetler değişmeden devam ediyor.

Bizler de ömür ırmağının kıyısında oturmuş, zamanın ve onunla birlikte ömrümüzün akıp gidişini temaşa ediyoruz.

Ömrümüzden düşen, akıp giden her bir takvim yaprağı, ömrümüzün de öylece akıp gittiğinin nağmelerini usulca kulaklarımıza iliştiren bir sanatçı gibi, ömür şarkıları besteliyor.

Gündüzlerin ve gecelerin, hatta haftalar ve ayların akışı ise sadece bizlere özgü içinde sadece bizlerin olduğu bir defterin yapraklarını bir bir atlayan, onların kabarıp kalınlaşmasını, defterlerin dolup taşmasını sağlıyor.

Akıp giden ömür ırmağımıza baktığımız zaman,  kendi ellerimizle kaleme aldığımız amel defterimizi de bu ırmağın akışında seyredebiliyoruz. Aslında bilmemiz gerekiyor, geleceğimiz geçmişimizin elinde esir olmuş bir halde. Bugün aldığımız her karar, attığımız her adım, dilimize düşen her söz, gözümüzden akan her damla yaş, dudağımızın kenarına sıkışmış her bir tebessüm zamanı doğru yaşamayanlar için birer engel olarak yarın karşımıza çıkacaklar arasında. Ve geleceğimiz de bugün alacağımız kararların eseri olacak bizleri bekliyor durumda.

Zaman sürekli kendi içinde kendini kovalıyor. Bir akrep bir yelkovanın sevgilisinin yolunu gözlediği gibi yollarını gözlüyor. Sevda çemberinin içinde bir dakika bir saat için kendini biriktirip duruyor.

İşte bu kaçma kovalama, buluşma ayrılma bestelerini yaparken zaman, yeni birikimler yapmak için sürekli kendini yeniliyor.

Ve böylelikle ömür defterimiz ve yeni yılın yaprakları önümüzde ne yazacağımızı bekleyerek duruyor.

Geleceğe umutla geçen geçmişi mi, yoksa gelecekte geçmişe duyacağımız hasreti mi yazacağız?

Yılların değişimi, gönül değişimi ve devrimi kazandırmıyorsa bize, geçen sadece bir yıl olmayacak, aynı zamanda ölü bir kalbi de geleceğe taşımak zorunda kalacaktır.

Selam(Barış) Seyr-süluk-seher-seccade-sema ve sahil, baharın ve yeni yılın kazanımları arasında değilse çiçekler, böcekler, ıhlamurlar, yaseminler sadece gözlerimizi meşgul edecek manzaralar oluşturacak ve gönül yine ölü kalacaktır.

Yılın değişimi ve baharın göz kamaştıran o görkemli manzaralarıyla ahlakımız da değişmelidir. Bu öyle bir değişim olmalı ki biz de tıpkı tabiatın baharı gibi insanlığa bir insanlık manzarası oluşturabilelim.

Toprakta ki su, gökyüzündeki güneş, havanın esen hafif rüzgârı, kışın dinlenmiş, yeni tomurcuklar açmış ağacın dalları, göçmen kuşların umut bahşeden kanat çırpışları, bülbüllerin güller için söylediği aşk terennümleri gibi yenilemezse insan kendini, yani bırakmazsa kendini tabiatın kucağına, yazık olur ömr-ü baharına.

Doğa, yeşil elbisesini giyip gönülleri ısıtacak sıcaklığıyla yeni bir dünya müjdelerken, insan bahar-ı takva elbisesi giymiyor ve yeni bir sayfa açmıyorsa, yazık olmuştur onun ömür takviminden düşen o yaprağa…

Nevruz/yeni gün gelip çattığında biz yeni bir ahlak yeni bir başlangıç yapamazsak eğer, kutlanacak yeni bir gün/ nevruzumuz olmayacak asla.

“ Ey gönülleri ve gözleri değiştiren,

 Ey gece ve gündüzü tebdil eden

Ve Ey hal ve ahvalı değiştiren, benimde halimi en iyi hale tebdil eyle”  duasıyla başlayan yıla amelimizle de katılırsak, selam olsun bahara ve baharla gelenlere diyebiliriz.

Selam olsun baharı kuşanan ruhlara…

Kadir Akaras Hoca'nın Diğer Yazılarını Aşağıdaki Adresten Takip Edebilirsiniz:

http://www.kadirakaras.com