.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

İnsan her zaman için hakka karşı teslimiyet içinde olmalıdır. Eğer aklî ve dinî ölçüler gereğince bir sözün ve delilin doğruluğu insana ispatlandı mı, o sözü söyleyenin kim olduğuna bakmadan kabul etmelidir. Ancak şu da açıktır ki insanın kendi ilmine inanan ve yaşantılarında ondan yararlanan kimselerden ilim öğrenmesi daha faydalıdır. Kendi bilgisine inanmayan ve amelinde ona önem vermeyen kimseden hak sözü öğrenmeye gelince, onun bu durumu sözünün hak oluşuna bir zarar vermese de ondan bir şey öğrenen kimsede bıraktığı psikolojik olumsuz etkileri beraberinde getirir. Öğrenci onun söz ve davranışı arasında çelişki bulur. Diğer yandan da böyle öğreticiler hak ve batılı birbirine karıştırarak kendi muhataplarını haktan saptırmaya çalışabilirler.

Dinî öğretilerin tümünü dikkate aldığımızda şu sonuca varabiliriz: İnsan kendine kılavuz ve öğretici seçme konusunda gereken dikkati göstermelidir. Ama buna rağmen onların kişilikleri, sözlerinin doğruluğunu belirlemede tek ve belirleyici unsur sayılmaz.

Buna göre imanlı kişiler eğer diğer görüşlere sahip inançları zayıf kişilerin nezdinde hikmetli bir düşünce bulurlarsa inceleyip iyice araştırdıktan ve doğruluğundan emin olduktan sonra onu kabul etmekten kaçınmamalıdırlar.

1 Soru: Eğer kişinin yakınları arasında çeşitli ahlâkî bozuklukları olan bir kimse olur ve kişinin oğlu ondan bir soru sorar ve o da doğru bir cevap verirse sizin oğlunuza o adamın kötü olması yüzünden bu cevap yanlıştır demeniz doğru olur mu? Açıktır ki böyle bir şey doğru olmaz. Çünkü doğru cevap kime ait olursa olsun doğruluğunu yitirmez.

2 Soru: Oğlunuzun derslerini güçlendirmek isterseniz ahlâkî bozuklukları olan, çeşitli suçları işlemekten sakınmayan, kötü alışkanlıkları olan bir öğretmenin yanına onu gönderir misiniz? Yoksa bu işin doğuracağı kötü sonuçları nazara alarak bu işten sakınır mısınız? Bellidir ki ikinci şıkkı tercih edersiniz.

Birinci bakışta rivayetler arasında müşahede edilen uyumsuzluk ve çelişki de yukarıdaki iki soruya dikkat edildiğinde çözümlenmiş olur. Şöyle ki:

1. İslâm’ın nazarında hak ve batılı teşhis etmekte yalnızca sözü söyleyenin kişiliği ölçü kabul edilmez. O sözü tahlil ederek genel ilkeler ve dini kaideler çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bu inceleme sonucunda eğer o sözün doğru olduğu ortaya çıkarsa söyleyenin kişiliğine bakmaksızın onu kabul etmemiz gerekir.

İslâm Peygamberi şöyle buyuruyor:

“İlim öğrenmeye çalışın, o ilim Çin’de bile olsa”[1]

İmam Ali (a.s) de şöyle buyuruyor:

“Sana hikmetli bir söz sunan kişinin o sözünü kabul et ve denen söze bak diyene bakma!” [2]Yine diğer bir yerde de şöyle demiştir: “Hikmeti nerede bulsan onu ele geçir, çünkü bazen hikmetli söz münafık kişinin göğsünde olur ve bu hikmet diline dökülünceye kadar onun içinde çalkalanıp durur. Bu hikmetten, sadece imanlı kişiler gerçek faydayı elde ederler.” [3]

Yine başka yerde şöyle buyurmuşlardır:

“Hikmet mümin kişinin yitik malıdır. Onu nerede olursa olsun hatta inançsız kişinin dilinde bile olsa aramalı ve elde etmelidir.” [4]

Bu tür rivayetlerden anlaşılan şu ki hak sözü ve hikmetli düşünceleri mümkün olan her vesile ile elde etmek gerekir. Elbette bu yolda adım atan kişinin kendisi de fikir sahibi olmalı ve diğer kişilerin düşüncelerini eleştirebilmelidir. “Hz. İsa (a.s) da kendi takipçilerine diğerlerinin sözlerini azami dikkatle incelemeyi tavsiye etmiştir.”[5]Bu bağlamda sizin Hz. Ali’den (a.s) naklettiğiniz sözde geçen “denilene bakın” cümlesindeki “bakın” tabiri –bu tabirin Kur’ân ve hadisteki kullanımlarından anlaşıldığına göre-[6]uymak ve kabul etmek anlamında değil, diğerlerinin sözlerine dikkat etmek, onları incelemek anlamındadır.

2. Diğer yandan acaba İslâm’a göre üstat ve öğretmen seçiminde kayıtsız davranabilir miyiz ve herhangi bir kişiyi sadece bir dalda bilgisi var diye kendimize kılavuz ve önder seçebilir miyiz?

Bu sorunun cevabı kesin olarak olumsuzdur. İslâm’a göre seçilen kılavuz ve öğretmende bir takım özelliklerin varlığına da dikkate almak gerekir. Örneğin onun kendi nefisine hâkim oluşu, dinini koruyan biri olması ve Allah’ın emirlerine riayet etmeye özen göstermesi gibi özellikleri nazara almak gerekir.[7]Bu özelliklere sahip olmayan bir bilgin, kendi talebelerine bazı hikmet ve bilgileri aktarsa bile şu yanlış tutum ve tavırları takınması mümkündür:

a) Bilinmesini kendi maddi çıkarlarıyla uyum içinde bulmadığı bilgileri öğrencilerine öğretmekten kaçınabilir. Kur’ân-ı Kerim bu tür bilginlere işaret ederek onları kınamaktadır.[8]

b) İlim öğrenen kimseler, onlara ilim veren kişinin kendisinin amel etmediğini gördüklerinde ruhsal yönden bilgilerin doğru olmadığı, olsaydı kendisi faydalanırdı düşüncesine kapılabilirler.

Zülkarneyn’in vasiyetinde şu noktaya değinilmiştir: “Bilgiyi kendi bilgisinden yararlanmayan kişiden öğrenme. Çünkü sahibine bir faydası olmayan bir bilgi size de bir yarar sağlamaz.”[9]Hz. İsa (as) da şöyle demiştir: “Dünyaya düşkünlük dinin hastalığına yol açar. Âlim ise dinin tabibidir. Eğer bir tabibin bilerek kendisini hastalığa duçar ettiğini görseniz ona iyimser olmayın ve bilin ki o başkaları için de bir yarar sağlamaz.”[10]

c) Kendisini arındırma yolunda bir çaba göstermeyen bir takım bilgilere vakıf kimse, diğer insanlara nazaran daha fazla tehlikeli olabilir. Şöyle ki o kendi bilgilerinden yararlanıp hak ve batılı birbirine karıştırarak oluşturduğu bir karma fikri insanlara sunmaya kalkışabilir ve zahirde mantıklı görünen bazı şüpheler icat ederek halkı doğru yoldan çıkarabilir.

Allah bu tür bilginlere hitap ederek şöyle buyurmuştur:

“Hak ve batılı birbiriyle karıştırmayın ve bu yolla hakkı gizlemeyin.” [11]

Emiru’l-Muminin Hz. Ali (a.s) kendi yürek acısını ifade eden bir sözünde şöyle demektedir:

“İki gurup benim belimi kırdı: Dinin dilini bilen fasıklar ve zâhirî gören cahiller…” Yine şöyle buyurmuştur ki: “Ben Peygamber’den (s.a.a) duydum ki: “Bu ümmetin helaki dinin dilini bilen münafık kişiler tarafından olacaktır.” [12]

Bu kişilerin örneğini, kendi batıl görüşlerini Kur’ân âyetlerine dayanarak[13] desteklemeye çalışan Hariciler’de görmek mümkündür. Bunlar Kur’ân’dan bazı âyetlere dayanıp Hz. Ali’yle (a.s) mücadele etmeye kalkışmışlardır. Hz. Ali (a.s) onların bu tavrına karşı şöyle demiştir:

“Bunlar hak söz ile batıl maksatlarına ulaşmak istiyorlar.” [14]

Yukarıda açıkladığımız ihtimalleri nazara alarak, kişinin imansız bilginlerin etkisinde kalarak imani sorunlarla karşı karşıya gelmemesi için üstat ve kılavuz seçiminde dikkat göstermesi din önderlerinin önemli tavsiyeleri arasında yer alır.

Buna rağmen insan adalet çizgisinden çıkmamalı, bu tür kişiler tarafından bile olsa ortaya konulan doğru sözleri sırf kişiliği beğenilmeyen bir kişi demiştir, diye reddetmemelidir. Buna göre yukarıda açıklanan iki gurup hadis birbirleriyle çelişmediği gibi birbirlerinin tamamlayıcısı sayılırlar.

[1]     Hurr Âmulî, Muhammed b. Muhammed b. El-Hasan, Vesailu’ş-Şia, c. 27, s. 27, H. 33119, Muessetu Alu’l-beyt, Kum, h.k. 1409.

[2]     Temimi Amudî, Abdu’l-Vahid b. Muhammed, Gureru’l-Hikem ve Dureru’l-Kelim, s. 57, H. 612, Defter-i Tebliğat-i İslami, Kum,h.ş. 1366.

[3]     Nehcü’l-Belağa, s. 481, 79. Hikmet, Daru’l-Hicre yayınları, Kum.

[4]     a.g.e, 80. Hikmet.

[5]     Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, c. 2, s. 96, 39. Hadis, Daru’l-Vefa, Beyrut, 1404.

[6]     Maide/75, Enam/65 ve…

[7]     Vesailu’ş-Şia, c. 20, s. 25, 24938. Hadis.

[8]     Bakara, 146, 159, 174 ve…

[9]     Biharu’l-Envar, c. 2, s. 99, 53. Hadis.

[10]    Vesailu’ş-Şia, c. 20, s. 25, 24938. Hadis.

[11]    Bakara Sûresi ve Âl-i İmran, 71.

[12]    Şeyh Saduk, el-Hisal, c. 1, s. 69, 103. Hadis, İntişarat-ı Camia-yi Muderrisin, Kum, 1403.

[13]    Enam, 57; Yusuf, 40 ve 67.

[14]    Nehcü’l-Belağa, s. 82, 40. Hutbe.

Editör: Hasan Bedel