.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla

Genel bir sınıflandırmayla din, ilahî ve beşerî diye iki kısma ayrılmaktadır.

Beşerî Dinler: Bizzat beşerin düşünerek kendi için tedvin edip oluşturduğu inanç, ahlak, kanun ve yasalar bütününe denmektedir. Bu yüzden bu din insan hevesinin esiri ve aracıdır.

İlahî Dinler: İnsanlığın hidayete ermesi, öğretileri aracılığıyla heves ve meylini kontrol etmesi ve özgürlüğünü sağlaması için Allah’ın gönderdiği inanç, ahlak, kanun ve yasalar manzumesine denmektedir.[1] İslam sözlükte teslim olmak ve onaylamak manasındadır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim, çağrısını yaptığı dini İslam olarak adlandırmıştır. Bu dinin genel programı insanın âlemlerin Rabbine teslim olması[2] ve bu teslim neticesinde bir olan Allah dışında kimseye tapmaması ve O’nun emrinden başkasına uymamasıdır. İslam dini tekâmül ve saadete ulaşmak için en kapsamlı ve en yetkin ilahî din olup Yüce Allah tarafından insanın hidayete ermesi için gönderilmiştir.[3] İslam dinini kabul etmemize neden olan etkenler aşağıdaki delillerden ibarettir:

1. İslam’ın kuşatıcılığı.

2. İslam öğretilerinin selim akıl ile uyuşması.

3. İslam dışındaki diğer dinlerin yetersizliği.

4. Diğer dinlerin tüketim tarihinin sona ermesi ve zaman içinde tahrif edilmeleri.

Beşere gönderilmiş ilahî ve semavî dinlerin çeşitliliği, enlemsel değil boylamsal bir çeşitlilik arz etmektedir. Bu, yeni dinin önceki dini kaldırması ve onu mükemmelleştirmesi anlamındadır. Yeni dinin gelmesiyle önceki dinin tüketim tarihi sona ermekte, resmiyetten düşmekte ve yerini yeni dine vermektedir. Herkesin yeni dine uyması ve ona iman etmesi gerekmektedir. Bu yüzden kutsal metin ve dinî ibarelerde yeni dine iman etmeyenler “kâfir” olarak anılmaktadır. İslam, beşerin hidayete ermesi için gönderilmiş en son ve en yetkin dindir ve Allah İslam’dan başka bir dini kabul etmeyecektir.

“Şüphesiz Allah nezdinde din fakat İslam’dır.”[4]

“Her kim İslam’dan başka bir din seçerse ondan kabul edilmeyecektir.” [5]

Hz. Resulullah’ın (s.a.a) öngörüde bulunduğu gibi maalesef Müslümanlar da diğer kavimler ve din müntesipleri gibi değişik ve çeşitli mezheplere ayrılmıştır. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Benden sonra ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bu fırkalardan birisi kurtulacak, diğer yetmiş iki fırka ise ateşe girecektir.” [6]

Bu fırkaların her biri kurtulacak fırka olduğunu iddia etmekte ve bu iddia için de delil öne sürmektedir. Bir fırka dışında geriye kalanların hak üzere olmadığı kesin bir husustur. Kesin deliller esasınca İslam mezhepleri arasında hak mezhep ve kurtulacak fırka On iki İmam Şia’sıdır. Şiilik doğru ve hakiki İslam’ın ta kendisidir. Şia hak ve kurtulacak fırka olduğunu ispatlamak için bir takım delillere isnatta bulunmakta ve onların doğruluğunda ısrar etmektedir. Çünkü bu inanç, akıl ve nakilden (Kur’an ve Peygamber (s.a.a) ile Ehl-i Beytinin (a.s) sünneti) alınmıştır. Şia’nın delillerine değinmeden önce Şia’nın manasına işaret ediyoruz: Şia Arap dilinde taraftar manasındadır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz İbrahim de O’nun şialarından/taraftarlarından idi.”[7]

Istılahta ise Şia, Peygamber’in vefat etmeden önce değişik ortamlarda ve bu cümleden olmak üzere Hicret’in onuncu yılı on sekiz Zilhicce’de Gadir Hum bölgesinde büyük bir topluluğun önünde kendi halifesini ve Müslümanların önderini belirlediğine ve onu kendinden sonra siyasî, ilmî ve dinî merci olarak atadığına inanan gruba denmektedir. Rivayetlere göre Resulullah (s.a.a) hayattayken bu lakabı (Şia) Emirul Muminin Hz. Ali’nin(a.s) taraftarlarına vermiştir. Ali bin Ebi Talib’e işaret ederek şöyle buyurmuştur:

“Canımı elinde bulundurana yemin olsun ki bu (Ali) ve şiaları/taraftarları kıyamet günü kurtuluşa ereceklerdir.” [8] [9]

Şiilik mezhebinin esas ve temeli tevhid, adalet, nübüvvet, imamet ve meaddır. Şia, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) halifeleri sıfatıyla on iki masum İmam’a (a.s) inanmaktadır. Bunların ilki Ali (a.s) ve sonuncusu da Mehdi’dir (a.s). Yüce İslam Peygamberi’nden (s.a.a) nakledilen hadislerde Ehlibeyt İmamlarının (a.s) sayısı ve adları belirtilmiştir.

Şia’nın Delilleri

Bu alanda birçok delil bulunmaktadır. Kısa olması için sadece bazılarına işaret ediyoruz:

1. Aklî Deliller:

Lütuf Kaidesi: Bu kaideye göre Allah insanların hidayete ermesi gayesiyle, dini tebliğ etme cihetinde peygamber yolladığı gibi peygamberden sonra da peygamberlerin yolunu sürdürmek için sayılı imamlar atayacaktır.

İlim Kaidesi: Yerinde ispatlanmış dinî öğretiler esasınca[10] Şia, imamın bir takım şartları olduğuna inanmaktadır. Masumiyet[11], en bilgin olmak ve en üstün olmak bu şartlardandır. Bu sıfatları (özellikle masumiyeti) tanımak insanlar için mümkün değildir ve sadece Allah bu sıfatlardan haberdardır. O halde imamı seçen ve atayan O’dur.

2. Naklî Deliller:

Kur’an:

“Sizin dostunuz ancak Allah’tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir.”[12]

Peygamber (s.a.a) duasında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım göğsümü ferah tut, işleri bana kolay kıl ve arkamın sağlam ve güçlü olması için ailemden Ali’yi vezirim yap.” Bunun üzerine Cebrail nazil oldu ve Peygamber’e (s.a.a) “Oku” dedi. Peygamber (s.a.a) “Neyi okuyayım?” dedi. O da “Sizin dostunuz ancak Allah’tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir, âyetini oku” dedi. Yani Allah ve Resulü (s.a.a) insanlara yönelik velayet taşıdıkları gibi Ali (a.s) de taşımaktadır.[13]

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.”[14]

Emir sahiplerinden maksat, İslam toplumunun maddî ve manevî önderliğinin tüm hayat alanlarında Allah ve Peygamber (s.a.a) tarafından kendilerine verildiği masum imamlardır ve onlardan başkalarını kapsamamaktadır.[15]

“Yakın akrabalarını uyar.”[16]

“Ey peygamber Rabbinden sana indirileni bildir ve bunu yapmazsan görevini yapmamış olursun.”[17]

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.”[18]

“Ey Ehl-i Beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.”[19]

Bu âyetler ve bu hususta belirtilen başka birçok âyet bu konuya işaret etmektedir.[20]

Sünnet:

Peygamber (s.a.a) tarih ve rivayetlerin açıkça belirttiği üzere her zaman Ali’yi (a.s) kendi vasi ve halifesi olarak tanıtmaktaydı. Biz numune olarak sadece birkaç tanesine işaret ediyoruz:

Yevmu’d-Dar Hadisi: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Bu benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir. Onun sözünü dinleyin ve kendisine itaat edin.” [21]

Güvercin Hadisi:

“Allah Resulü (s.a.a) için cennetten kızartılmış bir güvercin getirildi. Peygamber, Yüce Allah’tan yanındaki en sevgili yaratığın kendi yanına gelmesini istedi. Allah beni muvaffak kıldı ve ben Peygamber’in yanına geldim ve o güvercini beraber yedik.” [22]

Yakınlık Hadisi: Peygamber şöyle buyurdu:

“Ey Ali senin bana yakınlığın Harun’un Musa’ya yakınlığı gibidir ama benden sonra bir peygamber yoktur.” [23]

İki Emanet Hadisi: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Ben aranızda iki emanet bırakıyorum. Bunlardan birisi, diğerinden daha büyük olup gökten yere uzanan Allah’ın kitabıdır. Diğeri ise itretim olan Ehl-i Beytimdir. Kevser havuzunda bana ulaşıncaya dek bu ikisinin birbirinden ayrılmayacağı bana bildirilmiştir.” [24]

Gadir Hum Hadisi: Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Ben kimin dost ve rehberi isem Ali onun dost ve rehberidir.” Peygamber bu sözü üç defa ve bazı hadis aktarıcılarına göre ise dört defa tekrar etmiş ve ardından göğe bakarak şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Onun dostunu dost ve düşmanını düşman edin, onu seveni sevdir ve sevmeyeni sevgisiz kıl, yarenlerine yardım et ve kendisini terk edenleri yardımından mahrum kıl, hakkı onunla beraber kıl ve hakkı ondan ayırma.” Ardından şöyle buyurdu: “Biliniz ki burada hazır olanların tümü bu haberi burada olmayanlara bildirmekle görevlidir.” [25]

Mezkûr hadisler bu hususta nakledilen hadis pınarından bir damladır. O halde Şiiler tüm amel, inanç, ahlak ve ruh haletlerini İslam öğretileri esasınca tanzim eden ve Peygamber’in (s.a.a) buyruklarından dışarı çıkmayan bir topluluktur. Onlar Peygamber’in emrini Allah’ın emri bilmekte, Kur’an ve Allah Resulü’ne uymakta[26] ve Allah Resulü’nün peygamberliğini Ali bin Ebi Talib’in (a.s) vasilik ve hilafetiyle birlikte defalarca ilan ettiğine inanmaktadırlar.

- - - - - - - - - - - -


[1]     Cevad Âmulî, Abdullah, İntizar-ı Beşer ez Din, s. 24 ve 26.

[2]     “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin.” (Bakara/208)

[3]     Maide, 3.

[4]     “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır.” (Âl-i İmran/19)

[5]     “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecektir.” (Âl-i İmran/85)

[6]     Saduk, Hisal, s. 585.

[7]     Saffat, 83.

[8]     Celaleddin Suyutî, Durru’l-Mensur, c. 6, Beyyine Sûresinin yedinci âyetinin tefsiri. (“Şüphesiz, iman edip salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.”)

[9]     Şia Pasoh Midehed, s. 22-23.

[10]    Şia’nın kelam kitaplarına müracaat ediniz. Örneğin Keşfu’l-Murad, Bab-ı İmamet, Şerait-i İmam.

[11]    Daha fazla bilgi için Bakara Sûresinin 124. âyetinin tefsirine bakınız.

[12]    Maide, 55.

Hz. Peygamber’in Vahdeti İnşa Süreci Hz. Peygamber’in Vahdeti İnşa Süreci

[13]    “Sizin dostunuz ancak Allah’tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir.” (Maide/55) Mecmeu’l-Bahreyn ve diğer kitaplarda Abdullah bin Abbas’tan şöyle nakledilmiştir: Bir gün Zemzem Kuyusu kenarında oturmuş, Peygamber’in dilinden halka hadis nakletmekteydi. Aniden başında sarık olan yüzünü örtmüş bir adam yaklaştı ve İbni Abbas Peygamber’den (s.a.a) bir hadis naklettiğinde, o da Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu diyerek başka bir hadis nakletmeye başladı. İbni Abbas ondan kendisini tanıtmasını istedi. O yüzünü açtı ve şöyle dedi: “Ey insanlar her kim beni tanımıyorsa bilsin ki ben Ebuzer’im. Bu kulaklarımla Allah Resulü’nden duydum ve eğer yalan söylüyorsam kulaklarım sağır olsun. Bu gözlerimle hadiseyi gördüm ve eğer yalan söylüyorsam her ikisi de kör olsun. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Ali iyilerin önderi ve kâfirlerin katilidir. Her kim ona yardım ederse Allah ona yardım eder ve her kim ona yardım etmekten el çekerse Allah ona yardım etmekten el çeker.”

Sonra Ebuzer devam ederek şöyle dedi: “Bir gün Allah Resulü (s.a.a) ile birlikte mescitte namaz kılıyordum. Bir dilenci mescide girdi ve oradakilerden yardım istedi, ama hiç kimse ona bir şey vermedi. O da elini göğe doğru kaldırarak şöyle dedi: Ey Allah’ım sen şahit ol, ben senin peygamberinin mescidinde yardım diledim ama hiç kimse bana yardım etmedi. Bu esnada Ali (a.s) rüku halindeydi ve sağ elindeki küçük yüzüğü işaret etti. Dilenci yaklaştı ve yüzüğü onun elinden çıkardı. Namaz kılmakta olan Peygamber (s.a.a) bu hadiseyi gördü ve namazını tamamladıktan sonra göğe başını kaldırarak şöyle buyurdu:

“Ey Allah’ım! Kardeşim Musa senden ruhunu engin kılmanı, işleri kendisine kolaylaştırmanı ve halkın sözlerini anlaması için dilinin düğümünü çözmeni talep etti. Aynı şekilde Musa, kardeşi Harun’u kendisine yaver ve yardımcı kılmanı ve de onun vesilesiyle gücünü artırmanı ve işlerine onu ortak etmeni istedi. Ey Allah’ım! Ben senin elçin ve seçtiğin kimseyim. Göğsümü engin kıl, işleri bana kolaylaştır ve arkamın güçlenmesi ve sağlam olması için ailemden Ali’yi yardımcım kıl.”

Ebuzer şöyle nakletmektedir: Daha Peygamber’in (s.a.a) duası tamamlanmadan Cebrail nazil oldu ve Peygamber’e “Oku” dedi. Peygamber (s.a.a) “Neyi okuyayım?” dedi. O da “Sizin dostunuz ancak Allah’tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir.” âyetini oku.” dedi… (Tefsir-i Numûne, c. 4, s. 422)

[14]    Nisa Sûresi, 59. Tüm Şia müfessirler emir sahiplerinin masum imamlar olduğu ve İslam toplumunun maddî ve manevî tüm yaşam alanlarındaki önderliğin Allah ve Peygamber (s.a.a) tarafından kendilerine verildiği ve de onlardan başkasını kapsamadığı hususunda görüş birliği içindedirler. Elbette onlar tarafından bir makama atanmış ve İslam toplumunda bir görev üstlenmiş kimselere belirli şartlar çerçevesinde itaat etmek lazımdır. Bu, onlar emir sahipleri oldukları için değildir, emir sahiplerinin temsilcileri olmaları nedeniyledir.

[15]    Tefsir-i Numûne, c. 3, s. 436.

[16]    Şuara, 214.

[17]    Maide, 67.

[18]    Maide, 3.

[19]    Ahzab, 33.

[20]    Allâme Hillî, Hz. Ali’nin (a.s) imametini ispatlamak için bin delil ve muhaliflerin şüphelerini iptal etmek için de bin delil getirmiştir.

 ذا الکتاب الموسوم بکتاب الألفین الفارق بین الصدق و المین فأوردت فیه من الأدلة الیقینیة و البراهین العقلیة و النقلیة ألف دلیل على إمامة سید الوصیین علی بن‏أبی طالب أمیر المؤمنین ع و ألف دلیل على إبطال شبه الطاعنین و أوردت فیه من الأدلة على باقی الأئمة ع ما فیه کفایة للمسترشدین (Elfeyn kitabının mukaddimesi)

[21]    Tefsir-i Numûne, c. 15, s. 372.

[22]    Saduk, el-Hisal, c. 2, s. 580.

[23]    Ravza-i Kâfi, Tercüme-i Kemerî, c. 2, s. 182.

[24]    Keşfu’l-Gumme, Tercüme ve Şerh-i Zevareî, c. 1, s. 44.

[25]    Tefsir-i Numûne, c. 5, s. 12.

[26]    “Allah’a ve elçiye itaat edin.” (Muhammed/33) ve “Elçimin size verdiğini alın.” (Haşr/7) âyetleri gereği.

Editör: Hasan Bedel