.

.

Ehlader Araştırma Bölümü

                                    

“Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size pek az ilim verilmiştir.”

İsra/85

Din, hikmet, felsefe ve irfandaki önemli ve temel konulardan biri, insanî ve evrensel boyutta ruhu tanımaktır. Ruhun mahiyeti hakkında mütekellim ve İslam bilginleri arasında değişik görüşler mevcuttur. Âyet ve rivayetlerde de bu hususta genel bilgiler verilmiştir. Ancak genel olarak Kur’anî manasıyla ruhun hakikatini tanımak (ki daha çok meleklerden daha yüksek bir hakikate işaret etmektedir), zâhirî ilimler ve düşünürlerin fikirlerinin kapsamı dışındadır ve keşfî marifete ihtiyaç duyar. Nitekim nefsi tanımak Rabbi tanımaktır diye ifade edilen şey, ruhun hakikatini tanımaktır.[1]

Ruhun Anlamı Nedir?

Değişik ilimlerde “ruh” kelimesinin farklı anlamlarda kullanıldığını, bu kavramın hem eski ve hem de yeni ilimlerde özel ıstılah anlamını taşıdığını, Kur’anî literatürde de özel bir mananın göz önünde bulundurulduğunu ve bu hususta değişik tabirlerin kullanıldığını belirtmek gerekir. “er-Ruh”[2], “ruhi”[3], “ruhun minhu”[4], “ruhu’l-emin”[5] ve "Ruhu’l-Kudüs"[6] bu tabirlerden sayılır.

İsra Sûresi 85. Âyette Ruh

Kur’an-ı Kerim’de ruhun mahiyetine işaret eden önemli ayetlerden bir tanesi, İsra Sûresinin 85. âyetidir. Bu âyette şöyle buyurulmaktadır:

“Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size pek az ilim verilmiştir.”

Bu âyette ruhun hangi manasının sorulduğu hususunda birkaç ihtimal mevcuttur. Hayvanî ruh, insanî ruh (düşünen ruh), Ruhu’l-Kudüs ve Cebrail ve meleklerden daha üstün bir yaratık anlamıyla ruh bu ihtimallerden sayılır. Ancak kastedilenin tıp ilminde kendisinden söz edilen hayvanî ruh olamayacağı kesindir; çünkü bu ruh bilimin ulaşıp tanıyamayacağı bir olgu değildir. Aynı şekilde bu ruhun Cebrail de olduğu söylenemez. Çünkü ruh kelimesi mezkûr âyetin dışında birçok Kur’an âyetinde tekrarlanmıştır ve meleklerin yanında ve onlardan farklı zikredilmesi nedeniyle onun kesinlikle meleklerden ayrı bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Bazı âyetlerin açık ifadesi de bu farklılığa işaret etmektedir. Allâme Tabatabâî söz konusu âyet bağlamında ruhla ilgili şöyle demektedir: “Ruh anlaşıldığı kadarıyla Cebrail ve Cebrail’den çok daha büyük bir yaratıktır.”

Burada ruhun melekler ve Cebrail’in dışında başka bir varlık olduğuna delalet eden bazı rivayetlere işaret ediyoruz:

1- Bir şahıs Hz. Ali’nin (a.s) yanına gelir ve ruh Cebrail midir diye sorar. İmam Ali (a.s) şöyle buyurur:

“Cebrail melektir, ruh Cebrail değildir.”

2- Ebu Basir, İmam Sâdık’a (a.s) “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size pek az ilim verilmiştir.” âyeti hakkında bir soru sorar. İmam (a.s) şöyle buyurur:

“Ruh, Cebrail ve Mikail’den büyük olan, Allah Resulü (s.a.a) ve imamlara yoldaşlık eden ve melekût âleminden bir varlıktır.”

Bununla birlikte bazı âyetlerde Cebrail’in, Ruhu’l-emin olarak tanıtıldığını görmekteyiz. Ancak Allâme Tabatabâî’nin de işaret ettiği gibi bu iki konunun bir arada değerlendirilmesi için Kur’an’daki işaretlere bakmak gerekir: Cebrail ve diğer melekler ruhun taşıyıcıları ve nakledicileridir. Ruha iniş ve yükselişlerinde yoldaşlık etmektedirler. Bu yüzden ruh bir yönüyle melekler ve Cebrail ile örtüşmekte ve başka bir yönüyle de onlardan ayrı değerlendirilmektedir.[7]

Kur’an’da ve İsra Sûresinin 85. Ayetinde Ruhun Mahiyeti

Bu ruhun mahiyet ve hakikati hakkında Yüce Allah belirtilen âyette öz bir ifadeyle şöyle buyurmuştur:

“De ki ruh Rabbimin emrindendir.”

İlahi emrin mahiyetinin ne olduğunu öğrenmek için, bazı âyetlere müracaat edebiliriz:

“Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.” [8]

Allâme Tabatabâî el-Mizan Tefsiri’nde bu âyetin şuna işaret ettiğini söylemektedir: Allah’ın emri cinsinden olan ruh, zâta mensuptur ve “ilahi emir”, icat kelimesi olan “ol” kelimesinden ibaret olduğundan ve bu, Allah’ın zâtının özgün fiiline işaret ettiğinden, ilahi emir cinsinden olan ruh da zaman, mekân ve başka hiçbir maddî özellikle ölçülmez.[9] Bu ruh, Kur’an’da değişik tabirlerle betimlenmiştir. Birincisi, belirtilen âyette olduğu gibi yalnız ve mutlak olarak zikredilmesidir. Aynı şekilde bazen melekler ile birliktedir, bazen insanlara üfürülen hakikattir, bazen müminlere yoldaşlık eden ve onları teyit eden gerçeklik ve bazen de peygamberlerin kendisiyle temas kurduğu hakikattir.

Ruhun Mahiyeti Hakkında Neden Daha Fazla Açıklama Yapılmamıştır?

Genel olarak ruhun mahiyeti hakkında şu kadarı söylenebilir: Ruh soyut ve Allah’ın emri türünden bir hakikattir. Bu rabbanî olguyu ve mertebelerini idrak etmek, şuhud ilmini gerektirir ve bu mükaşefe sırlarından sayılır. İnsanların çoğu böyle bir idrakten yoksun olduğu için, bu hususta söz söylemek şaşkınlığa ve muhtemelen dalalete bile sebep olabilmektedir. Bu yüzden Kur’an’ın zahirinde ruhu tanımakla ilgili detaylı açıklamalar yapılmamıştır. Bu yüzden Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu ilimden yoksun olduğu düşünülmemelidir. Keşif ve yakîn nuruyla ruhun mahiyetini tanımak, ariflerin makamlarından sayılır ve bu ilimlerden yoksun kimselere bunun sırlarını açıklamanın amelî bir faydası olmayacaktır.[10] “Size pek az ilim verilmiştir" cümlesinin manası ise şudur: Zahir ulemasının bu mesele hakkındaki nasibi çok az bir şeydir, ruhun hakikati bunun ötesindedir ve keşfî ilimler dışında başka bir şeyle onu kavramak mümkün değildir.

Ruh Görülebilecek midir?

Belirtilen hususlardan ruhun zaman, mekân ve diğer maddî özellikler ötesi bir hakikat olması nedeniyle duyusal olarak idrak edilemeyeceği ve zâhirî olarak görülemeyeceği anlaşılmaktadır. Elbette mükaşefe ve kalbî şuhud ile masumların ruhun hakikatini kavraması imkân dâhilindedir ve eren ariflerin de bu şuhuda genel olarak sahip olması muhtemeldir. Bu, ruhun soyut olmasıyla bir çelişki arz etmez. Aynı şekilde ruhsal eser ve timsaller (ruhun zâtı değil) zarif bir madde kalıbında aşikâr olabilir ve müşahede edilebilir. Örneğin berzah âleminde ruh kalıbı taşıyan ve dünyevî cisme benzemekle birlikte zariflik ve nuraniyet açısından daha yüksek bir derecede bulunan suretsel beden bu kabildendir. Bazı ilimlerin literatüründe ve aynı şekilde bazı rivayet tabirlerinde bu suretsel kalıptan ruh diye söz edildiğini belirtmek gerekir. Çünkü bu kalıp maddî cisimden ayrıldıktan sonra ruhu taşımakta ve daha fazla bir ölçüde ruhsal eserleri aşikâr kılabilmektedir. Bu suretsel kalıp, salt soyut değildir ve bu yüzden suretsel keşifte görünebilir ve müşahede edilebilir. Öte taraftan onu Allah’a mensup ve ilahi emir türünden olan ruh hakikatiyle mukayese etmemek gerekir. Çünkü ruhun varlık âlemindeki konumu bundan yücedir ve ilahi sırlardan sayılır.

[1]     Ahmed b. Muhammed Hüseyin Erdekanî, Miratu’l-Ekvan(Tahrir-i Şerh-i Hidaye-i Molla Sadra), s. 37, Miras-ı Mektup.

[2]     İsra, 85; Mü’min, 15.

[3]     Hac, 29; Sâd, 72.

[4]     Mücadele, 22; Nisa, 171.

[5]     Şuâra, 193.

[6]     Bakara, 87 ve 253; Maide, 110; Nahl, 102.

[7]     Tabatabâî, Seyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan, Musevi Hemedanî, Seyyid Muhammed Bâkır, c. 13, s. 171-172 Camia-i Müderrisin, Kum, h.ş. 1374.

[8]     Yasin, 82.

[9]     el-Mizan, c. 1, s. 522-529.

[10]    Miratu’l-Ekvan(Tahrir-i Şerh-i Hidaye-i Molla Sadra), s. 36.

Editör: Hasan Bedel