.
.

Bismillahirrahmanirrahim

 

.

Bugün hiç şüphesiz çok ama çok müstesna bir gündür. Hak Teala tarafından insanlığa en büyük nimetin bahşedildiği, Hakk’ın en büyük tecellisinin vuku bulduğu, vücudu ve risaletiyle Allah’ın insanlara minnet ettiği ve Hz. Muhammed Mustafa’yı (a.s) alemlere rahmet olarak gönderdiği gündür. Dolayısıyla bugün rahmet günüdür. Çünkü bugün alemlere rahmet olan Resulü Kibriya’nın günüdür. Peygamber sevdalılarının sevinç ve mutluluk günüdür.

Gerçi bu yıl maalesef, milletimizin maruz kaldığı bu çetin imtihan ve musibetten dolayı sevincimiz buruktur. Ama bizler bugün Habib-i Kibriya’ya yönelerek, ona tevessül ederek rahmet ve muhabbet peygamberimizin kutsi nefesiyle yeniden ihya olmaya çalışmalıyız. Onun inayet ve lütfuyla teselli bulmaya gayret etmeliyiz. Onun rahmet dolu bakışlarına mazhar olmayı, şefkatli elleriyle yaralarımızı sarmayı Rabbimizden temenni etmeliyiz.

Yaşadığımız şartları dikkate alarak bugünün anlam ve felsefesine de uygun bir konu olması açısından, öyle zannediyorum Rahmet ve muhabbet elçisi Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) bu iki önemli özelliğinden ilham alarak, bugün en çok muhtaç olduğumuz rahmet, şefkat ve muhabbet konusunu ele almamız ve Efendimizin nurlu hayatında bulunan rahmet, şefkat ve muhabbet cilvelerinden bahsetmemiz gerekir.

Evet:

وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ ﴿١٠٧﴾

“Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya 107) buyurmaktadır Rabbimiz.

Evvela onun mübarek vücudu alemlere rahmet vesilesi ve rahmet kanalıdır.

Saniyen onun getirdiği din rahmet ve şefkat üzere bina edilmiştir.

Salisen onun hayatı büsbütün rahmet, şefkat ve merhamet cilveleri ve güzellikleriyle doludur.

Boşuna değildir ki Rabbimiz ona hitaben:

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظٖيمٍ ﴿٤﴾

“Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 4) buyurmaktadır.

Yine Rabbimiz şöyle buyuruyor:

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزٖيزٌؗ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرٖيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنٖينَ رَؤُ۫فٌ رَحٖيمٌ ﴿١٢٨﴾

“Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.” (Tevbe, 128)

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلٖيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَࣕ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِؕ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلٖينَ ﴿١٥٩﴾

“Allah'ın merhameti ile onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer sert ve katı yürekli olsaydın, etrafından dağılırlardı. O hâlde onları affet, onlar için bağışlanma dile ve işlerde onlara danış. Ancak karar aldığında (artık kararını uygula ve) Allah'a tevekkül et. Şüphesiz, Allah kendisine tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159)

O sadece müminlere değil, inanmayan kafirlere bile şefkatli ve merhametliydi. Yani inat ve inkarlarından dolayı onların kendilerini bedbaht etmeleri Resulullah’ı adeta kahrediyordu. Bu tabiri bizzat Kur’an söylüyor:

لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِنٖينَ ﴿٣﴾

 “Onlar iman etmiyorlar diye, (üzüntüden) neredeyse kendini helak edeceksin.” (Şuarâ, 3)

فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٰذَا الْحَدٖيثِ اَسَفاً ﴿٦﴾

“Bu söze (Kur’an’a) iman etmezlerse, onların peşinden üzüntüden neredeyse kendini helak edeceksin.” (Kehf, 6)

Hicr Suresi’nde önce şeytan ve ona uyanlardan bahsettikten sonra, şöyle buyurmaktadır:

وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَعٖينَۙ ﴿٤٣﴾ لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍؕ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌࣖ ﴿٤٤

"Cehennem, onların tümünün buluşma yeridir. * Onun yedi kapısı vardır; her kapısı için onlardan belli bir topluluk ayrılmıştır." (Hicr, 43-44)

Bu ayetler Resulullah’a (s.a.a) nazil olduğunda Allah Resulü şiddetle ağladı. Bunu gören ashap da Resulullah’ın neden bu şekilde rahatsız olduğunu bilmedikleri halde onun gözyaşlarını görünce onlar da ağladılar. Allah Resulü’nün o perişan halini gören ashap cesaret edip de sebebini soramadılar.

Allah Resulü Hz. Fatıma’yı görünce mutlu olduğu için ashaptan birisi (galiba Selman), durumu Hz. Hz. Fatıma’ya haber vermek ve Resulullah ile konuşmasını sağlamak için onun evine doğru hareket etti. Hz. Fatıma durumdan haberdar olunca, babasının yanına geldi ve şöyle dedi: “Canım sana feda olsun nedir sizi böyle ağlatan?!”

Allah Resulü (s.a.a) kızının cevabında kendisine inen o iki ayeti okudular. Hz. Fatıma onları duyunca başını aşağı indirdi ve “Eyvah, eyvah cehennem ateşine giren kimseye!” dediği halde yüz üstü yere düştü!”[1]

Evet, işte böyleydi o yüceler yücesi. Birçok zaman kendisine yanlış yapan kimseleri affettiğinde, onlara bizim aşırı diyebileceğimiz kadar merhametli davrandığında bazıları itiraz ediyor ve adeta bu kadarı da fazladır ya Resulallah dediklerinde, bir cümleyle cevap veriyordu onlara: 

اِنّما بُعثتُ رَحمَة.

“Ben ancak rahmet olarak gönderildim.”[2]

Hz. Ali (a.s) Allah Resulü’ne “Sünnetin ne olduğunu sorunca, bir şeyler söyledikten sonra şöyle buyurdu:

والحبُّ اساسی.

“Sevgi ve muhabbet benim temelimdir.”[3]

Yani, benim sünnetimin, benim dinimin esası ve temeli, sevgidir, muhabbettir.

Kendisini taşlayan, nice eziyetlere maruz bırakanlara karşı bile beddua etmedi. Evet beddua yerine onlar hakkında şöyle dua etti:

اللهمَّ أهد قومي فإنهم لا يعلمون

“Allah’ım! Benim şu kavmimi hidayet eyle; onlar cahillikleri yüzünden böyle yapıyorlar!”[4]

Mekke’nin fethinde yıllarca Resulullah’a ve Müslümanlara çektirmedikleri eza ve cefa bırakmayanları karşılarında gören bazı müslümanlar “الیوم یوم الملحمه الیوم تستحل الحرمه” (Bugün intikam günüdür.) çığlıkları attıklarında Allah Resulü (s.a.a) çok rahatsız oldu ve hemen sancağı Hz. Ali’nin eline vererek, Mekke sokaklarına inmesini ve “الیوم یوم المرحمه” (Bugün merhamet gündür.) diye haykırmasını emretti.[5]

Resulullah’ın bir müddet hizmetçiliğini yapan Enes bin Malik şöyle diyor:

کانَ رَسولَ اللّه‏ صلی‏ الله‏ علیه ‏و‏آله مِنْ اَشَدِّ الناسِ لُطْفا بالنّاس.

“İnsanlara en çok lütufkar, şefkat ve merhametle davranan Allah Resulü (s.a.a) idi.”[6]

Hz. Ali (a.s) şöyle nakletmektedir: “Resulullah (s.a.a) ashaptan bir kimseyi üç gün yanında görmeseydi, hemen sorur soruştururdu. Hasta olsa ziyaretine giderdi; seferde olsa selametle dönüşü için dua ederdi.”[7]

Yine şöyle buyurmaktadır:

“Allah Resulü (s.a.a) kendisine yapılan hiçbir haksızlıktan dolayı intikam peşinde olmadı. Ama Allah’ın haramlarından birisi çiğnendiğinde sadece Allah için öfkelenirdi!”[8]

“Cenaze merasimlerine katılırdı. Birisinin hastalandığını duyduğunda Medine’nin en ücra yerinde olsa bile ziyaretine giderdi.”[9]

Bu şefkat, merhamet ve muhabbeti kendisi gösterdiği gibi ashabına da aynı şeyleri emrederdi.

İşte bunlardan bazı örnekler:

Resulullah (s.a.a):

من لا يرحم لا يرحَم

“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”[10]

مَنْ لایَرحُم النّاس لایرحَمُهُ اللّه.

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.”[11]

Hz. Resulullah (s.a.a):

ألا اُخْبِرُكُمْ بِاَشبَهِكُم بى؟ قَالوا: بَلى يا رَسولَ اللّه. قالَ: اَحسَنُكُم خُلقا وَ اَليَنُكُم كَنَفا وَ اَبَرُّكُم بِقَرَابَتِهِ وَ اَشَدُّكُم حُبّا لاِخوانِهِ فى دينِهِ وَ اَصبَرُكُم عَلَى الحَقِّ وَ اَكظَمُكُم لِلغَيظِ وَ اَحسَنُكُم عَفْوا وَ اَشَدُّكُم مِن نَفْسِهِ اِنْصافا فِى الرِّضا وَ الْغَضَبِ.

“Bana en çok benzeyeninizin kim olduğunu söyleyeyim mi?” “Evet, ya Resulallah!” dediklerinde şöyle buyurdu: “Ahlakı en güzel olan, en çok mütevazı olan, yakınlarına en çok iyilik eden, din kardeşlerini en çok seven, hak uğruna en çok sabreden, öfkesini en çok yutan, en güzel affedici olan ve hem hoşnutluk anında hem de öfke anında içinde en çok insaf sahibi olan kimse!”[12]

Hz. Resulullah (s.a.a):

مَن اَصبَحَ لاَیهتَمُّ بِاُمُورِ المُسلِمینَ فَلَیسَ مِنهُم ومَن سَمِعَ رَجُلاً ینادِی یالَلمُسلِمینَ! فَلَم یجِبهُ فَلَیسَ بَمُسلِمٍ.

“Kim sabahlayıp da Müslümanların işleriyle ilgilenmezse, onlardan değildir ve kim “Ey Müslümanlar!” diye feryat edip (yardım dileyen) bir kimsenin sesini duyar ve cevap vermezse (yardımına koşmazsa) Müslüman değildir.”[13]

Hz. Resulullah (s.a.a):

مَنْ أَرَادَ أَنْ تُسْتَجَابَ دَعْوَتُهُ، وَأَنْ تُكْشَفَ كُرْبَتُهُ، فَلْيُفَرِّجْ عَنْ مُعْسِرٍ.

“Kim duasının kabul olmasını ve sıkıntısının bertaraf olmasını istiyorsa, zor durumda olan birisinin zorluğunu gidersin.”[14]

Hz. Resulullah (s.a.a):

مَن أحَبُّ النّاسِ إلَى اللّه؟ قالَ: أنفَعُ النّاسِ لِلنّاسِ.

"Allah katında insanların en sevimlisi kimdir?" diye sorulduğu zaman şöyle buyurdular: "İnsanlara en faydalı olanıdır."[15]

Hz. Resulullah (s.a.a):

من كفى ضريرا حاجة من حوائج الدنيا ومشى فيها حتى يقضي الله له حاجته أعطاه الله براءة من النفاق وبراءة من النار وقضى له سبعين حاجة من حوائج الدنيا، ولا يزال يخوض في رحمة الله عز وجل حتى يرجع.

“Kim zor durumda olan birisinin dünyevi ihtiyaçlarından birisini karşılamayı üstlenir ve Allah o ihtiyacı giderinceye kadar çaba gösterirse, Allah onu nifaktan ve cehennem ateşinden kurtarır ve onun için yetmiş dünyevi haceti giderir ve o işle uğraştığı müddetçe Allah’ın rahmetine dalmış olur!”[16]

Hz. Resulullah (s.a.a):

أیّها مُسلمٍ خَدَمَ قوماً مِنَ المسلمینَ إلاّ أعْطاهُ اللهُ مِثلَ عَددِهِم خُدّاماً فی الجَنَّه.

“Herhangi bir Müslüman, Müslümanlardan bir topluluğa hizmet ederse, hizmet ettiği Müslümanların sayısı kadar Allah cennette ona hizmetçi verir!”[17]

Hz. Resulullah (s.a.a):

مَنْ سَعی فی حاجَه أَخیهِ المؤمنِ فکأنَّما عَبَدَ اللهَ تِسْعَهَ آلافِ سنَه، صائماً نهارُهُ قائماً لَیلَهُ.

“Kim mümin kardeşinin ihtiyacını karşılamak için çaba gösterirse, geceleri ibadet ve gündüzleri oruç ile geçen dokuz bin yıl ibadet etmiş gibi olur!”[18]

Hz. Resulullah (s.a.a):

مِن اَحَبَّ الاَعمالِ اِلی اللهِ عَزَّوَجَلَّ اِذخالُ السُّرُوِر عَلَی المُؤمِنِ؛ اِشباعُ جُوعَتِهِ أَو تَنفِیسِ کُربَتِهِ؛ اَو قَضاءِ دَینِهِ.

“Mümini sevindirmek, açlığını gidermek veya borcunu ödemek ya da sıkıntısını gidermek, Allah katında en sevilen amellerdendir.”[19]

Hz. Resulullah (s.a.a):

الخلق كلهم عيال الله فأحبهم إلى الله عز وجل أنفعهم لعياله.

“Yaratılanlar Allah’ın ailesi gibidir. Bu yüzden Allah katında yaratılanların en sevimlisi, O’nun ailesine faydalı olan ve bir aileyi sevindiren kimsedir.”[20]

Hz. Resulullah (s.a.a):

مَنْ قَضی لأخیهِ المؤمنِ حاجه کانَ کمَن عَبَدَ اللهَ دَهرَهُ.

“Kim, mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, ömür boyu Allah'a ibadet etmiş kimse gibi olur."[21]

Hz. Resulullah (s.a.a):

مَن رَدَّ عَن قَومٍ مِنَ المُسلِمِین عادِیَة ماءٍ، اَو ناراً وَجَبَت لَهُ الجَنَّة.

"Kim, Müslümanların bir grubundan sel veya yangın gibi bir belayı defederse (sel veya yangına uğrayanların yardımına koşarsa), cennet onun için kesinleşmiş olur.”[22]

Hz. Resulullah (s.a.a):

خِدمَةُ المُؤمِنِ لِأخیهِ المُؤمِنِ دَرَجَةٌ لا یُدرَكُ فَضلَها إلاّ بِمِثلِها.

“Müminin mümin kardeşine yaptığı hizmet, öyle bir derecedir ki onun faziletine ancak kendi misliyle ulaşılır (hiçbir amel ona alternatif olamaz).”[23]

Hz. Resulullah (s.a.a):

من عال يتيما حتى يستغني عنه، أوجب الله عزّ وجل له بذلك الجنّة، كما أوجب الله لآكل مال اليتيم النار.

“İhtiyaçsız hale gelinceye kadar bir yetimin kefalet ve geçimini üstlenen kimse için Allah Azze ve Celle cenneti kesinleştirir; nitekim yetim malı yiyen için de (cehennem) ateşini kesinleştirir.”[24]

Evet, her zaman, ama özellikle içinde bulunduğumuz bu zor ve çetin şartlarda onun rahmet ve şefkatine her zamankinden daha çok muhtacız. Yine ondan ilham alarak birbirimizin sevgisine, şefkat ve merhametine ve buna dayalı maddi ve manevi yardımlaşmaya çok ama çok muhtacız. Bu her şeyden önce bizim insani ve vicdani görevimizdir. Saniyen O’nun ümmeti olmanın, onu örnek ve önder edinmenin bir gereğidir.

 

Rabbim bizi O’nun nurlu, izzet, rahmet, şefkat ve merhamet dolu yolundan izinden ayırmasın. Mahşerde bizi onun engin şefaatine nail eylesin.

 

Onun inayet ve lütfuyla ve onun yüzü suyu hürmetine Rabbim vefat eden kardeşlerimizi rahmet ve mağfiretine mazhar eylesin ve milletimize, bilhassa yakınlarına sabr-ı cemil ve ecr-i cezil inayet buyursun. Amin.

- - - - - - - - - -

[1]- Bihârü’l-Envâr, c.43, s. 87.
[2]- el-Vefâ bi-Ahvali’l-Mustafa, c. 2, s. 421.
[3]-  eş-Şifâ bi-Tarif-i Hukuki’l-Mustafa, c. 1, s. 18.
[4]- Bahrâni, Hilyetü’l-Ebrâr, s. 305. 
[5]- Vâkıdi el-Meğâzi, c. 2, s. 822.
[6]- Isfahâni, Hilyetü’l-Evliyâ, c. 6, s. 26.
[7]-Tabersi, Mekârimü’l-Ahlâk, s. 17.
[8]- Tabersî, Mekârimü’l-Ahlâk, s. 23.
[9]- İbn-i Şehrâşub, el-Menâkıb, c. 1, s. 127.
[10]- Âmili, Vesâilü’ş-Şia, c. 21, s. 485. 
[11]- Nuri, Müstedrekü’l-Vesâil, c. 9, s. 55-56.
[12]- Kuleyni, el-Kâfi, c. 2, s. 240-241.
[13]- Kuleyni, el-Kâfi , c. 2, s. 164. 
[14]- Muttaki Hindi, Kenzü’l-Ummâl, Hadis: 15379.
[15]- Kuleyni, el-K3afi, c. 2, s. 164.
[16]- Meclisi, Bihârü’l-Envâr, c. 71, s. 388. 
[17]- Kuleyni, el-Kâfi, c. 2, s. 207.
[18]- Meclisi, Bihârü’l-Envâr, c. 74, s. 316.
[19]- Kuleyni, el-Kâfi, c. 2, s. 192.
[20]- Burucerdi, Camiü Ehâdisi’ş-Şia, c. 16, s. 177.
[21]-Tûsi, el-Emâli, s. 481.
[22]- Kuleyni, el-Kâfi, c. 2, s. 164.
[23]- Nuri, Müstedreku Vesâili’ş-Şia,  c. 12, s. 429.
[24]- Kuleyni, el-Kâfi, c. 7, s. 51.