.
.

Bismillahirrahmanirrahim

Musa AYDIN

.

Resulullah (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s) Arasındaki Nispetler; Benzerlikler

Hz. Emirü’l-Müminin Ali’nin (a.s) faziletleri ve özellikleri hakkında çeşitli açılardan ve çeşitli başlıklar altında bahsetmek mümkündür. Bunlardan birisi de İmam’ın Resulullah’a yakınlığı, benzerliği ve aralarından müstesna nispetlerdir. Hz. Emir’in (a.s) mübarek doğum günleri olması hasebiyle bu yazıda işte bu nispetlerden/benzerliklerden bahsedeceğiz inşallah.

1- Aynı nurun iki parçası:

Hz. Resulullah (s.a.a):

كُنْتُ أَنَا وَعَلِیٌّ نُوراً بَیْنَ یَدَیِ اللهِ عَزَّ وَجَلَّ مُعَلَّقاً، یُسَبِّحُ اللهَ ذلِكَ النُّورُ وَیُقَدِّسُهُ قَبْلَ أَنْ یَخْلُقَ اللهُ آدَمَ بِأَرْبَعَةَ (عَـشْـرَ) أَلْفِ عَامٍ، فَلَـمَّا خَلَقَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ آدَمَ رَكَّبَ ذَلِكَ النُّورَ فِی صُلْبِهِ، فَلَمْ نَزَلْ فِی شَیْءٍ وَاحِدٍ حَتَّی افْتَرَقْنَا فِی صُلْبِ عَبْدِ الـمُطَلِّبِ فَجُزْءٌ أَنَا وَجُزْءٌ عَلِیٌ

“Ben ve Ali Allah’ın (Azze ve Celle) huzurunda asılı bir nur idik ve henüz Adem yaratılmadan 14 bin yıl önce o nur Allah’ı tenzih ve takdis ediyordu. Allah (Azze ve Celle) Adem’i yarattığında o nuru onun sülbüne yerleştirdi. Bu nur (nesilden nesile aktarılırken) hep bir bütündü. Ta ki Abdulmuttalib’in sülbünde ikiye ayrıldık. Bunun bir parçası ben, diğer parçası da Ali’dir!”[1]

 

2- Aynı ağacın kökünden:

Resulullah (s.a.a):

أنا و علیٌّ مِن شَجَرةٍ واحدةٍ وَالنّاسُ مِن أشجارٍ شَتّی.

“Ben ve Ali tek ağaçtanız (aynı kökten), başkaları ise farklı farklı ağaçlardan.”[2]

Hz. Resulullah (s.a.a):

اِنّ النّبيَّ صلى الله عليه و آله كان بعرَفَةَ و عليٌّ تجاهَهُ، فقالَ: يا عليُّ، اُدْنُ مِنّي (و) ضَعْ خَمْسَكَ في خَمْسِي. يا عليُّ، خُلِقْتُ أنا و أنتَ مِن شَجَرةٍ أنا أصلُها و أنتَ فَرعُها، و الحَسَنُ و الحُسَينُ أغصانُها، مَن تَعَلّقَ بغُصْنٍ مِنها أدخَلَهُ اللّهُ الجَنّةَ.

Hz. Resulullah (s.a.a) Arafat’taydı ve Hz. Ali (a.s) karşısında duruyordu. Allah Resulü (s.a.a) ona hitaben şöyle buyurdu:

“Ya Ali! Bana yaklaş ve elini elime koy.  Ya Ali! Ben ve sen aynı ağaçtan (kökten) yaratıldık. Ben bu ağacın kökü, sen gövdesi, Hasan ve Hüseyin ise onun dallarıdır. Kim bu ağacın bir dalına tutunursa, Allah onu cennete dahil eder.”[3]

 

3- O bendendir, ben de ondan:

Hz. Resulullah (s.a.a):

اِنَّ عَلیّاً مِنّی و اَنَا مِنهُ وَ هُوَ وَلیُّ کُلِّ مُؤمنٍ بَعدی.

“Ali bendendir, ben de ondanım ve o benden sonra her müminin velisidir.”[4]

Hz. Resulullah (s.a.a):

عَنْ ابنِ عَبَّاس فِی حَدِیثِ زَوَاجِ فَاطِمَةَ وَعَلِیٍّ، ثُمَّ التَزَمَهُمَا [رَسُولُ اللهِ (ص)] فَقَالَ: «اَللَّهُمَّ إِنَّهُـمَا مِنِّی وَأَنَا مِنْهُمَا، اَللَّهُمَّ كَمَا أَذْهَبْتَ عَنِّی الرِّجْسَ وَطَهَّرْتَنِی فَطَهِّرْهُمَا».

İbn-i Abbas Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin evliliği hadisinin bir bölümünde şöyle nakletmektedir:

“Sonra Resulullah (s.a.a) o ikisini kucakladı ve şöyle dua etti: “Allah’ım! Şüphesiz bu ikisi bendendir ve ben de onlardanım. Allah’ım! Her türlü fenalığı benden uzaklaştırdığın gibi onlardan da uzaklaştır ve beni tertemiz kıldığın gibi bunları da tertemiz kıl.”[5]

Resulullah (s.a.a):

إنّ علِيّا لَحْمُهُ مِن لَحْمي و دَمُهُ مِن دَمي.

“Hiç şüphesiz Ali’nin eti etimden, kanı kanımdandır.”[6]

4- Aynı mayadan:

Hz. Resululllah (s.a.a):

مَنْ سَرَّهُ أَنْ یَـحْیَا حَیَاتِی وَیَمُوتَ مَمَاتِی وَیَسْكُنَ جَنَّةَ عَدْنٍ غَرَسَهَا رَبِّی فَلْیُوالِ عَلِیّاً مِنْ بَعْدِی وَلْیُوَالِ وَلِیَّهُ، وَلْیَقْتَدِ بِالْأَئِمَّةِ مِنْ بَعْدِی، فَإِنَّهُمْ عِتْرَتِی، خُلِقُوا مِنْ طِینَتی، رُزِقُوا فَهْماً وَعِلْماً، وَوَیْلٌ لِلْمُكَذِّبِینَ بِفَضْلِهِمْ مِنْ أُمَّتِی، الْقَاطِعِینَ فِیهِمْ صِلَتِی، لَا أَنَالَـهُمُ‌ اللهُ شَفَاعَتِی.

“Kim benim gibi yaşamayı, benim gibi ölmeyi ve Rabbimin benim için hazırladığı Adn cennetinde yer almayı istiyorsa, benden sonra Ali’nin velayetini kabul etsin ve onu sevsin ve onu seveni de sevsin ve benden sonra gelecek (hak) imamlara uysun; şüphesiz onlar benim itretimdir; BENİM MAYAMDAN yaratılmışlardır. İlim ve idrak ile nasiplenmişlerdir. Ümmetimden onların üstünlüğünü yalanlayanların ve benimle onlar arasındaki bağı koparanların vay haline. Allah benim şefaatimi onlara nasip etmesin!”[7]

5- Allah, Muhammed, Ali:

Mübahele ayeti diye meşhur olan Âl-i İmrân Suresinin 61. ayetinde geçen özümüz-canımız ifadesinden maksadın Hz. Ali (a.s) olduğunda Şia alimlerinin hepsi, Sünni alimlerin de kahir çoğunluğu müttefiktir. Tefsir kitaplarına bakan bunu görür. Ayrıca bunu teyit eden birçok hadis de vardır ki biz burada bunlardan sadece birkaç örnek vereceğiz:

Hz. Resulullah (s.a.a):

ما من نبي الا وله نظير في أمته وعلي نظيري.

“Her peygamberin ümmeti arasında bir naziresi/benzeri bulunur; benim nazirem de Ali’dir.”[8]

Hz. Resulullah (.a.a.a):

عن ابو بکر سمعت رسول اللّه صلی اللّه علیه و سلم یقول: مَنْزِلَةُ عَلِی مِنی مِثْلُ مَنْزِلَتی مِنْ رِبی.

Birinci Halife Ebubekir b. Ebi Kuhafe Resulullah’tan şöyle duyduğunu nakleder:

“Ali’nin bana olan nispeti, benim Rabbime olan nispetim gibidir.”[9]

Hz. Resulullah (s.a.a):

قال رسول الله صلّى الله عليه وآله وسلّم: اشبهت خلقي وخلقي، وأنت من شجرتي التي أنا منها.

“(Ya Ali!) Yaratılışın da ahlakın da bana benzemiştir; sen benim yaratıldığım ağaçtan yaratılmışsın.”[10]

Hz. Resulullah (s.a.a):

علیٌّ مِنّی بِمنزِلةِ رَأسی مِن بَدَنی.

“Ali, bana göre bedenimdeki başım gibidir.”[11]

6- Peygamber’in (s.a.a) kardeşi:

Birçok hadiste Resulullah’ın (s.a.a) Hz. Ali’nin kardeşi olduğuna vurgu yapılmıştır; bunlardan birkaçı şöyledir:

Hz. Resulullah (s.a.a):

هذا (علیٌّ) اَخی وَ وَصِیّی وَ خلیفَتی مِن بَعدی فَاسمَعموا لَهُ و أَطیعوا.

Hz. Ali’ye işaret ederek:

“Bu benim kardeşim ve benden sonra vasim ve halifemdir.”[12]

Yine şöyle buyurmuştur:

عَلِیٌّ أَخِی فِی الدُّنْیَا وَالآخِرَةِ.

“Ali, dünyada da ahirette de benim kardeşimdir.”[13]

Hz. Resulullah (s.a.a):

 قال الإمامُ عليٌّ عليه السلام للنّبيِّ صلى الله عليه و آله لَمّا آخى بين أصحابهِ: لقد ذهبَ رُوحي و انقَطَعَ ظَهري حينَ رأيتُكَ فَعلتَ بأصحابِكَ ما فَعلتَ، غيري؛ فإنْ كانَ هذا مِن سَخَطٍ علَيَّ فلَكَ العُتْبى و الكَرامةُ! فقالَ رسولُ اللّهِ صلى الله عليه و آله: و الّذي بَعثَني بالحقِّ، ما أخَّرْتُكَ إلاّ لِنَفْسِي، و أنتَ مِنّي بمنزلةِ هارونَ مِن موسى، غيرَ أنَّهُ لا نبيَّ بَعدي ، و أنتَ أخي و وارِثي .

“Resulullah (s.a.a) ashabı arasında kardeşlik bağı oluşturduğunda, Hz. Ali (a.s) Resulullah’a hitaben şöyle arz etti: “Ben hariç ashabının hepsi arasında kardeşlik bağı oluşturduğunuzu gördüğümde ruhum (bedenimden) ayrıldı ve belim kırıldı (adeta). Eğer bu bana olan bir kızgınlığınızdan dolayı ise, buna elbette hakkınız vardır!” Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu: “Beni hak olarak peygamber seçene (Allah’a) andolsun ki seni sadece kendime bıraktım. Sen bana nispetle Harun’un Musa’ya olan konumunu taşıyorsun; ne var ki benden sonra peygamber yoktur. Ve sen benim kardeşim ve varisimsin!”[14]

7- Dünyada Peygamber’e (s.a.a) ilk iman eden ve kıyamette onunla ilk müsafaha edecek kimse:

Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurdu:

قال صلی الله علیه و آله لعلی: أنت أول من آمن بی وأنت أول من یصافحنی یوم القیامة وأنت الصدیق الأکبر وأنت الفاروق الذی یفرق بین الحق والباطل وأنت یعسوب المسلمین والمال یعسوب الکفار.

“(Ya Ali!) Sen (bu dünyada) bana ilk iman eden ve kıyamet günü benimle ilk müsafaha edecek kimsesin. En büyük Sıddîk sensin; hakkı batıldan ayıran Fâruk da sensin. Müslümanları yönlendiren sensin ve kafirleri yönlendiren ise mal mülktür.”[15]

8- Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ilminin varisi ve ilim şehrinin kapısı:

Hz. Resulullah (s.a.a):

يا عليُّ ، أنتَ ......... وارثُ عِلمي .

“Ya Ali! Sen … benim ilmimin varisisin.”[16]

Hz. Resulullah (s.a.a):

أنا مدينةُ العلمِ وعليٌّ بابُها، فمَن أرادَ العلمَ فلْيَأتِ البابَ.

“Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır. O halde kim ilim istiyorsa, kapıya gelsin.”[17]

Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

إنّ رسولُ اللّهِ صلى الله عليه و آله علّمَني ألفَ بابٍ مِن الحلالِ و الحرامِ، و مِمّا كانَ و مِمّا يكونُ إلى يومِ القيامةِ، كلُّ بابٍ مِنها يَفتَحُ ألفَ بابٍ، فذلكَ ألفُ ألفِ بابٍ، حتّى علِمتُ عِلمَ المَنايا و البَلايا و فَصلَ الخِطابِ.

“Allah Resulü (s.a.a) helal ve haram konusunda ve geçmişte vuku bulmuş ve kıyamete kadar vuku bulacaklar hakkında bana bin ilim kapısı açtı ki her kapı da bin ilim kapısı açmaktadır ki toplamda bin defa bin (bir milyon) kapı olur. Hatta ben ölümlerin ilmini, belaların ilmini ve hakkı batıldan ayıran fasih sözün ve davalarda tereddütsüz hüküm vermenin ilmini bilmekteyim!”[18]

Hz. Resulullah (s.a.a):

یا علی، أنا مدینة العلم وأنت بابها، ولن تُؤتى المدینة إلا من قبل الباب، وکذب من زعم أنه یحبنی و یبغضک، لأنک منی وأنا منک، لحمک من لحمی، ودمک من دمی، وروحک من روحی، و سریرتک من سریرتی، وعلانیتک من علانیتی، سعد من أطاعک وشقی من عصاک، وربح من تولاک وخسر من عاداک، فاز من لزمک وهلک من فارقک، مثلک ومثل الأئمة من ولدک بعدی مثل سفینة نوح، من رکبها نجا ومن تخلف عنها غرق، ومثلکم کمثل النجوم کلما غاب نجم طلع نجم إلى یوم القیامة.

“Ya Ali! Ben ilim şehriyim, sen de onun kapısısın; şehre ancak kapıdan girilir. Sana düşmanlık beslediği halde beni sevdiğini söyleyen kimse yalan söyler; zira sen bendensin, ben de sendenim; senin etin benim etimden, senin kanın benim kanımdan ve senin ruhun benim ruhumdandır; senin batının benim batınımdan ve senin aşikârın benim aşikârımdandır. Sana itaat eden saadete erer ve sana karşı gelen bedbaht olur. Seni seven-velayetini kabullenen kazanır ve sana düşmanlık eden hüsrana uğrar. Senden ayrılmayan kurtuluşa erer ve senden ayrılan helak olur. Senin ve evlatlarından olan imamların misali benden sonra Nuh’un gemisinin misalidir. Ona binen kurtulur, binmeyen boğulur. Sizin misaliniz yıldızların misalidir. Kıyamete kadar bir yıldız kaybolduğunda bir diğeri ortaya çıkar.”[19]

Hz. Resulullah (s.a.a):

علیّ باب علمی ومبین لأمتی ما أرسلت به من بعدی، حبّه إیمان وبغضه نفاق.

“Ali benim ilmimin kapısıdır ve benden sonra mesajlarımı ümmetime açıklayacak kimsedir. Onun sevgisi iman ve düşmanlığı nifaktır!”[20]

Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

كنتُ إذا سألتُ رسولَ اللّهِ صلى الله عليه و آله أعطاني، و إذا سَكَتُّ ابتَدَأني.

“Ben Resulullah’a (s.a.a) sorduğumda (hiçbir şeyi esirgemeden) bana (gereken cevabı ve ilimi) bağışlardı. Ben sustuğumda ise o anlatmaya başlardı!”[21]

Hz. Resulullah (s.a.a):

أقضى اُمّتي و أعلمُ اُمّتي بَعدي عليٌّ.

“Benden sonra, ümmetimin en iyi hüküm vereni ve en bilgilisi Ali’dir.”[22]

9- Peygamber’in (s.a.a) Harun’u (vasisi, veziri, halifesi):

Yukarıda naklettiğimiz hadislerde de buna açık vurgu vardı. Birkaçını daha ilave edelim.

Hz. Resulullah (s.a.a):

انتَ (یاعلیُّ) مِنّی بِمَنزِلَةِ هارونَ مِن موسی اِلّا اَنَّهُ لانَبیَّ بعدی.

“Senin bana göre menziletin/nispetin/konumun, Harun’un Musa’ya olan menzileti gibidir; tek fark benden sonra peygamber yoktur.”[23]

Hz. Resulullah (s.a.a):

إن الله تبارک وتعالى اصطفانی واختارنی وجعلنی رسولاً وأنزل علیّ سید الکتب، فقلت: إلهی، وسیدی! إنک أرسلت موسى إلى فرعون فسألک أن تجعل معه أخاه هارون وزیراً، یشد به عضده و یصدق به قوله، و إنی أسألک یا سیدی و إلهی، أن تجعل لی من أهلی وزیراً تشد به عضدی، فاجعل لی علیاً وزیراً وأخاً، واجعل الشجاعة فی قلبه وألبسه الهیبة على عدوه، وهو أول من آمن بی و صدقنی، وأول من وحد الله معی، و إنی سألت ذلک ربی عزوجل فأعطانیه، فهو سید الأوصیاء، اللحوق به سعادة و الموت فی طاعته شهادة، و اسمه فی التوراة مقرون إلى اسمی، و زوجته الصدیقة الکبرى ابنتی، و ابناه سیدا شباب أهل الجنة ابنای، وهو وهما و الأئمة من بعدهم حجج الله على خلقه بعد النبیین، و هم أبواب العلم فی أُمتی من تبعهم نجا من النار، و من اقتدى بهم هدی إلى صراط مستقیم، لم یهب الله محبتهم لعبد إلا أدخله الله الجنة.

Hiç şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâla beni seçti ve (insanlardan) ayırdı ve beni elçi olarak belirledi. Kitapların efendisini (Kur’an’ı) bana indirdi. Dedim ki:

“Ey benim mabudum ve efendim! Sen Musa’yı Firavun’a (tebliğ için) gönderdin. O senden (kardeşi) Harun’u onun yanında ve ona vezir-yardımcı olarak tayin etmeni ve böylece onunla arkasını güçlendirmesini ve sözünü tasdik etmesini istedi. Şüphesiz ben de senden -ey mabudum ve efendim-, arkamı güçlendirecek ailemden bir vezir-yardımcı istiyorum. Ali’yi benim vezirim ve kardeşim kıl. Kalbine şecaat yükle; düşmanına karşı onu heybetli kıl. Bana ilk iman eden, beni tasdik eden ve benimle birlikte Allah’ın tevhidine inanan odur.” Bunu yüce Rabbimden diledim ve bana istediğimi lütfetti; Odur vasilerin efendisi, ona bağlanmak saadet ve onun itaatinde ölmek şehadettir. Tevrat’ta onun ismi benim ismimin yanında zikredilmiştir. Onun zevcesi büyük Sıddîka kızım (Fatıma)dır. Onun iki oğlu benim de oğullarım olan cennet gençlerinin efendileri (Hasan ve Hüseyin)dir. O, iki oğlu ve onlardan sonra (o nesilden gelen) imamlar, peygamberlerden sonra Allah’ın mahlûkatı üzerine hüccetleridir. Onlar ümmetim arasında ilmin kapılarıdırlar. Onlara tabi olanlar (cehennem) ateşinden kurtulur, onlara uyanlar dosdoğru yola (sırat-ı müstakime) hidayet olurlar. Allah onların muhabbetini kime bağışlarsa, mutlaka onu cennete dahil eder.[24]

 

Hz. Resulullah (s.a.a):

أَخِی وَوَزِیرِی، وَخَیْرُ مَنْ أَتْرُكُ بَعْدِی، یَقْضِی دَیْنِی، وَیُنْجِزُ  وَعْدِی عَلِیُّ بْنُ أَبِی طَالِبٍ.

“Benim kardeşim, vezirim ve kendimden sonrası için bıraktığım en hayırlı kişi Ali b. Ebi Taliptir; o benim borcumu öder ve verdiğim sözleri yerine getirir.”[25]

Hz. Resulullah (s.a.a):

«یَا عَبْدَ الرَّحْمَنِ! أَنْتُمْ أَصْحَابِی وَعَلِیُّ بْنُ أَبِی طَالِبٍ مِنّی وَأَنَا مِنْ عَلِیٍّ، فَهُوَ بَابُ عِلْمی وَوَصِیِّی، وَهُوَ وَفَاطِمَةُ وَالْـحَسَنُ وَالْـحُسَیْنُ هُمْ خَیْرُ الْأَرْضِ عُنْصُراً وَشَرَفاً وَكَرَماً.

“Ey Abdurrahman! Siz benim ashabımsınız; Ali ise bendendir, ben de ondanım; o benim ilmimin kapısı ve vasimdir; o, Fatıma, Hasan ve Hüseyin, mayaları açısından, şeref ve yücelikleri açısından yeryüzünün en üstünüdürler.”[26]

Hz. Resulullah (s.a.a):

إنّ وصيّي و مَوضِعَ سِرّي و خيرَ مَن أتْرُكُ بَعدي و يُنجِزُ عِدَتي و يَقْضي دَيني عليُّ بنُ أبي طالبٍ.

“Benim vasi, sırdaşım ve kendimden sonra bırakacağım en hayırlı kişi Ali b. Ebi Talib’dir; benim vaatlerimi yerine getiren ve borçlarımı eda edecek olan da odur.”[27]

Hz. Resulullah (s.a.a):

إنّ لكلِّ نبيٍّ وصيّا و وارِثا، و إنّ عليّا وصيّي و وارِثي.

“Her peygamberin bir vasisi ve varisi vardır; şüphesiz benim vasim ve varisim de Ali’dir.”[28]

Hz. Resulullah (s.a.a):

قال صلى الله علیه واله لعلی علیه السلام: إذا کان یوم القیامة، یؤتى بک یا علی بسریر من نور، وعلى رأسک تاج، قد أضاء نوره وکاد یخطف أبصار أهل الموقف، فیأتی النداء من عند الله جل جلاله: أین وصی محمد رسول الله؟ فتقول: ها أنا ذا. فینادی المنادی: أدخل من أحبک الجنة وأدخل من عاداک فی النار، فأنت قسیم الجنة والنار.

Hz. Ali’ye hitaben şöyle buyurdu:

“Ya Ali! Kıyamet günü olduğunda sen, nurdan bir tahtın üzerinde getirileceksin. Başında bir taç olacak ve o tacın parlayan nuru neredeyse bütün mahşer ehlinin gözlerini kamaştıracak! Ardından Celali Yüce olan Allah tarafından şöyle bir nida gelecek: “Muhammed Resulullah’ın vasisi nerede?!” Sen “İşte buradayım!” diye cevap vereceksin. Bunun üzerine münadi şöyle seslenecek: “Seni seveni cennete ve sana düşman olanı (cehennem) ateşine dahil et.” Evet, cennet ve cehennemi taksim eden sensin (ya Ali!)”.[29]

10- Peygamber (s.a.a) kimin mevlası ise, Ali de onun velisi/mevlasıdır:

 

Hz. Resulullah (s.a.a):

اِنَّ عَلیّاً مِنّی و اَنَا مِنهُ وَ هُوَ وَلیُّ کُلِّ مُؤمنٍ بَعدی.

“Ali bendendir, ben de ondanım ve o benden sonra her müminin velisidir.”[30]

مَن كنتُ مَولاهُ فعليٌّ مَولاهُ.

“Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.”[31]

11- Ümmeti İki babası:

 

Hz. Resulullah (s.a.a):

یا علی! أنت أخی وأنا أخوک، أنا المصطفى للنبوة وأنت المجتبى للإمامة، أنا وأنت أبوا هذه الأمة، وأنت وصیی و وارثی وأبو ولدی، أتباعک أتباعی وأولیاؤک أولیائی وأعداؤک أعدائی، وأنت صاحبی على الحوض، وصاحبی فی المقام المحمود، وصاحب لوائی فی الآخرة، کما أنت صاحب لوائی فی الدنیا، لقد سعد من تولاک وشقی من عاداک، وإن الملائکة لتتقرب إلى الله بمحبتک وولایتک، وإن أهل مودتک فی السماء أکثر من أهل الأرض! یا علی أنت حجة الله على الناس بعدی، قولک قولی، أمرک أمری، نهیک نهیی، وطاعتک طاعتی ومعصیتک معصیتی، وحزبک حزبی حزب الله، ثم قرأ «ومن یتول الله ورسوله والذین آمنوا فإن حزب الله هم الغالبون» (مائدة : 56)

 “Ya Ali! Sen benim kardeşimsin, ben de senin. Ben peygamberliğe seçildim, sen de imamete. Ben ve sen bu ümmetin iki babalarıyız. Sen benim vasim, varisim ve evlatlarımın babasısın. Sana uyanlar bana uymuş olurlar; senin dostların benim de dostum, sen düşmanların benim de düşmanlarımdır. (Kevser) havuzu başında ve Makam-ı Mahmud’da sen benim arkadaşım olacaksın. Bu dünyada benim sancağımı taşıdığın gibi ahirette de sancaktarım sen olacaksın. Seni seven-velayetini kabullenen saadete ermiş olacak ve sana düşman olan bedbaht olacaktır. Melekler senin sevgin ve velayetin ile Allah’a yakınlaşmaya çalışırlar. Gökte seni sevenler yerdekilerden daha fazladır. Ey Ali! Sen benden sonra Allah’ın insanlar üzerindeki hüccetisin. Senin sözün benim sözüm, senin emrin benim emrim ve senin nehyin benim nehyimdir. Sana itaat bana itaattir ve sana karşı gelmek bana karşı gelmektir. Senin hizbin benim hizbimdir.” Ardından şu ayeti okudu:

“Kim Allah'ı, Resulü'nü ve (sözü edilen) müminleri kendine veli edinirse, (bilsin ki) Allah'ın hizbi gerçek galiplerdir.” (Mâide, 56)[32]

12- Peygamber’in damadı ve neslinin babası:

 

Meşhur tarihçi Mes’ûdi kitabında şöyle nakletmiştir:

فولد علي (عليه السّلام) و لرسول اللّه (صلّى اللّه عليه و آله) ثلاثون سنة فأحبّه رسول اللّه (صلّى اللّه عليه و آله) حبّا شديدا.

وقال لفاطمة امّه: اجعلي مهد على بجنب فراشي، و كان (صلّى اللّه عليه و آله) يلي تربيته و يوجره اللبن في ساعة رضاعه و يحرّك مهده عند نومه و يناغيه في يقظته، و يحمله على صدره تارة و على عاتقه اخرى و يتكتّفه و يقول:  هذا أخي و وليي و ناصري و صفيي و وصيي و ذخيرتي و كهفي و صهري و زوج كريمتي و أميني على وصيتي.

Peygamber (s.a.a) otuz yaşında iken Hz. Ali (a.s) dünyaya geldi. Allah Resulü onu çok ama çok sevdi. Annesi Fatıma binti Esed’e dedi ki: Ali’nin beşiğini benim yatağımın yayına koy. Resulullah (s.a.a) çoğu zaman onun terbiye ve bakımıyla ilgileniyordu. Süt vaktinde ona süt içiriyor, uyuma zamanında beşiğini sallıyor, uyanıkken onunla konuşuyordu. Bazen kucağına, bazen, omzuna, bazen de boynuna alıyor ve şöyle diyordu:

“Bu benim kardeşim, velim, yardımcım, seçtiğim, vasim, (geleceğe) birikimim, sığınağım, damadım ve kızımın eşi ve vasiyetime eminimdir. (Bazı nakillerde “Ve halifemdir.” ifadesi de yer almaktadır.)”[33]

13- Peygamber’in (s.a.a) fedaisi:

Aşağıdaki ayet Resulullah Mekke’den Medine’ye hicret ettiği gece, Hz. Ali onun yatağına yattığında nazil olmuştur:

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرٖي نَفْسَهُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِؕ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ ﴿٢٠٧﴾

“İnsanlardan öylesi de var ki, Allah'ın rızasını elde etmek için canını satar (feda eder). Allah, kullarına şefkatlidir.” (Bakara, 207)

Bu ayet Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olmuş- tur. Kureyş müşriklerinin Peygamber'i öldürmek için gizlice sözleşmeleri üzerine, Peygamber (s.a.a) Mekke'den ayrılmak zorunda kaldı. Düşmanların Peygamber'in Mekke'den ayrıldığını fark etmemeleri için birisinin onun yerinde yatması gerekiyordu. Bu işte can tehlikesi olmasına rağmen Hz. Ali (a.s), Allah'ın rızasını kazanmak için kendisini Resulullah (s.a.a)'e feda etmeye hazır oldu ve Peygamber'in yatağında yattı. Rivayete göre, Hz. Ali, Peygamber'in yerinde yattığında Cebrail onun baş ucunda ve Mi- kail ayak tarafında bekliyorlardı ve Cebrail şöyle diyordu: "Ne mutlu sana ey Ali! Kim senin gibi olabilir! Melekler seninle iftihar etmekteler."

(bk. es-Safî Tefsiri; Taberî, Tefsir, 2 / 99; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1 / 331; Üsdü'l-Gabe, 4 / 45; İbn Asakir, Tarih-u Dimaşk, 1 / 137; Biharu'l-Envar, 19 / 60.)

Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

لقد عَلِمَ المُسْتَحفَظونَ مِن أصحابِ محمّدٍ صلى الله عليه و آله أنّي لم أرُدَّ علَى اللّهِ و لا على رسولِهِ ساعةً قَطُّ ، و لقد واسَيْتُهُ بِنَفْسي في المَواطنِ الّتي تَنْكُصُ فيها الأبطالُ و تَتَأخَّرُ فيها الأقْدامُ ، نَجْدةً أكْرَمَنيَ اللّهُ بها .

“Muhammed'in ashabından olup onu ve dinini koruyanlar, benim bir an bile Allah'ın ve Resul'ünün emrini reddetmediğimi bilirler. Cesur yiğitlerin dayanamayıp geriledikleri tehlikeli anlarda bile, Allah'ın bana ihsan ettiği cesaretle canımı yoluna koydum. Resulullah, başı göğsümde, bedeni ellerimde olduğu hâlde can verdi ve böylece gözlerimin önünde geçti gitti.”[34]

14- Peygamber’in (s.a.a) şahidi:

Kur’an-ı Kerim’de iki yerde bu şahitliğe işaret edilmiştir. Birisi Hud suresinde geçer; şöyle buyurmaktadır:

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهٖ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِهٖ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًؕ … ﴿١٧﴾

“Rabbi tarafından apaçık bir delili bulunan ve kendisinden olan bir şahidin takip ettiği, öncesinde de (şahit olarak) bir önder ve rahmet olan Musa'nın kitabının bulunduğu kimse (bu gibi delilleri olmayan birisiyle aynı mıdır)?!...” (Hud, 17)

Bu ayetteki şahitten maksadın Hz. Ali olduğunu ortaya koyan birkaç hadis:

Hz. Resulullah (s.a.a):

(أَفَمَن كَانَ عَلَىٰ بَینَةٍ مِّن رَبِّهِ) أنا، و (یتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ) عَلِىٌّ.

“Ayette geçen ‘Rabbi tarafından apaçık bir delili bulunan’ kimseden maksat benim; “Kendisinden olan bir şahidin takip ettiği” kimseden maksat ise Ali’dir.”[35]

Buna benzer bir içerik Hz. Ali’nin kendisinden de nakledilmiştir:

نَعَم، أما تَقرَأُ: (أَفَمَنْ کانَ عَلیٰ بَیِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ وَ یَتْلوهُ شاهِدٌ مِنْهُ)؟ فَالنَّبِیٌّ(ص) کانَ عَلیٰ بَیِّنَةٍ مِن رَبِّهِ، و أنَا الشّاهِدُ مِنهُ.

“Ebu Tufeyl der ki Hz. Ali (a.s) Kufe mescidinde bize hutbe okuyordu. Bu sırada İbn-i Kevvâ isminde birisi ona yaklaştı ve şöyle dedi: “Acaba senin hakkında kimsenin sana ortak olmadığı bir ayet inmiş midir?” İmam şöyle buyurdu: “Evet (Kur’an’da şu ayeti) okumuyor musun?: “Rabbi tarafından apaçık bir delili bulunan ve kendisinden olan bir şahidin takip ettiği..” Bu ayetteki ‘Rabbinden apaçık delili olan” Peygamber, ‘Ondan olan şahit’ ise benim.”[36]

Bir diğer ayet Ra’d suresinde şöyle geçer:

وَيَقُولُ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلاًؕ قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَهٖيداً بَيْنٖي وَبَيْنَكُمْۙ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ ﴿٤٣﴾

“İnkâr edenler, ‘Sen peygamber değilsin.’ derler. De ki: "Benimle sizin aranızda Allah ve yanında kitap ilmi bulunan kimse şahit olarak yeter." (Ra’d, 43)

Bu ayette şahit olarak gösterilen “kitap ilmine büsbütün sahip olan” kimseden maksadın da Hz. Ali olduğu Şii, Sünni birçok kaynakta nakledilmiştir. İşte bunlardan bir iki örnek:

Kurtubi Tefsirinde Abdullah b. Ata’dan şöyle nakledilmiştir: “Ben Ebu Cafer b. Ali b. Hüseyin’e (İmam Muhammed Bâkır’a), ayette geçen “Kitap ilmine vakıf kişi”nin Abdullah b. Selam olduğunu zannediyor (bazıları. Ne dersiniz?) diye sorduğumda şöyle buyurdu: “O kişiden maksat Ali b. Ebi Talip’tir.”[37]

15- Peygamber’in (s.a.a) sırdaşı:

Hz. Resulullah (s.a.a):

صَاحِبُ سِرِّی عَلِیُّ بْنُ أَبِی طَالِبٍ.

“Benim sırrımın sahibi (sırdaşım) Ali b. Ebi Talip’tir.”[38]

16- Peygamber’in (s.a.a) mucizesi:

Mucize tabiri Kur’an’da ve hadislerde geçmez ama aynı anlamı taşıyan ayet tabiri birçok zaman geçer.

Hz. Ali (a.s) kendisi hakkında şöyle buyurmaktadır:

ما لله عزوجل آية هي اكبر مني ولا لله من نبأ اعظم مني.

“Allah’ın benden büyük mucizesi ve benden büyük haberi yoktur!”[39]

Bir diğer hadisinde ise şöyle geçer:

أنا الحُجّةُ العظمى والآيةُ الكبرى والمَثَلُ الأعلى.

“En büyük hüccet, en büyük ayet, en yüce örnek ve seçilmiş peygamberin kapısı benim.”[40]

17- Peygamber’in (s.a.a) sancaktarı:

Hz. Resulullah (s.a.a):

عَنْ جَابِر، قَالَ: قَالُوا: یَا رَسُولَ اللهِ! مَنْ یَـحْمِلُ رَایَتَكَ یَوْمَ الْقِیَامَةِ؟ قَالَ: مَنْ یَـحْسُنُ أَنْ یَـحْمِلَهَا إِلَّا مَنْ حَمَلَهَا فِی الدُّنْیَا؟ عَلِیُّ بْنُ أَبِی طَالِبٍ.

Cabir’den nakledildiğine göre ashap Resulullah’a dediler ki:

“Ya Resulallah! Kıyamet günü senin sancağını kim taşıyacak?” Şöyle cevap verdi: “Bu dünyada onu layıkıyla taşıyandan başka kim kıyamette layıkıyla taşıyabilir ki? O da Ali b. Ebi Talip’tir.”[41]

Hz. Resulullah (s.a.a):

أَلَا وَإِنِّی اُخْبِرُكَ یَا عَلِیُّ! أَنَّ اُمَّتی أَوَّلُ الْاُمَمِ یُـحَاسَبُونَ یَوْمَ الْقِیَامَةِ، ثُمَّ اُبَشِّرُكَ بِأَنَّكَ أَوَّلُ مَنْ یُدْعَی لِقَرَابَتِكَ مِنِّی وَمَنْزِلَتِكَ عِنْدِی فَیُدْفَعُ إِلَیْكَ لِوَائِی لِوَاءُ الْحَمْدِ، وَهُوَ أَوَّلُ لِوَاءٍ یُسَارُ بِهِ بَیْنَ السِّمَاطَیْنِ؛ آدمُ وَجَمِیعُ خَلْقِ اللهِ یَسْتَظِلُّونَ بِظِلِّ لِوَائِی یَوْمَ الْقِیَامَةِ.

“Beni iyi dinle ya Ali! Sana haber vermek istiyorum: Benim ümmetim kıyamet günü ilk sorgulanacak ümmettir. Sonra seni müjdelemek istiyorum ki kıyamet günü ilk çağrılacak kişi sensin; bana yakınlığından ve yanımdaki makamından dolayı. Sonra bana ait olan Hamd Sancağı sana verilecek… Adem ve bütün Allah’ın yarattıkları kıyamet günü benim sancağım altında gölgelenecekler.”[42]

18- Peygamber’in (s.a.a) Kevser Havzu’nun sahibi (görevlisi):

Verdiğimiz birçok hadiste buna işaret vardı. Bunlara bir hadis daha ilave edelim:

Hz. Resulullah (s.a.a):

عَلِیُّ بْنُ أَبِی طَالِبٍ صَاحِبُ حَوْضِی یَوْمَ الْقِیامَةِ.

“Ali b. Ebi Talip, kıyamet günü benim (Kevser) havuzumun sahibi olacaktır.”[43]

19- Peygamber’in (s.a.a) layık öğrencisi:

Hz. Resulullah (s.a.a):

اَنـَا اَدیبُ اللّه وَ عَلیٌّ اَدیبی.

“Ben Allah’ın terbiye ve eğitiminden geçmişim, Ali de benim.”[44]

Hz. Resulullah (s.a.a):

«ِإنَّ اللهَ أَمَرَنِی أَنْ اُدْنِیَكَ وَلَا اُقْصِیَكَ وَأَنْ اُعَلِّمَكَ، وَأَنْ تَعِیَ وَحَقٌّ لَكَ أَنْ تَعِیَ. قَالَ: فَنَزَلَتْ هَذِهِ الْآیَهُ: ﴿وَتَعِیهَا اُذُنٌ وَاعِیَةٌ﴾.

“(Ya Ali!) Şüphesiz ki Allah bana seni kendime yakınlaştırıp uzaklaştırmamamı emretti. Sana ilim öğretmemi ve senin de bunu kavramanı emretti. Öğrettiklerimi kavramaya layıksın sen. Bunun ardından şu ayet nazil oldu:

“Bunu size bir hatırlatma ve öğüt yapalım ve kavrayıcı kulaklar bunu kavrasın diye (yaptık).” (Hakka, 12)”[45]

20- Peygamber’in (s.a.a) Habibi (sevgilisi):

Hz. Resulullah (s.a.a):

عَنْ عَائِشَةَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ(ص) وَهُوَ فِی بَیْتِی لَـمَّا حَضَـرَهُ الـمَوْتُ:

«اُدْعُوا لِی حَبِیبِی، فَدَعَوتُ أَبَا بَكْرٍ، فَنَظَرَ إِلَیْهِ رَسُولُ اللهِ(ص) ثُمَّ وَضَعَ رَأْسَهُ، ثُمَّ قَالَ: ادْعُوا لِی حَبِیبِی. فَقُلْتُ: وَیْلَكُمُ اُدْعُوا لَهُ عَلِیَّ بْنَ أَبِی ‌طالِبٍ، فَوَاللهِ مَا یُرِیدُ غَیْرَهُ، فَلَمّا رَآهُ اسْتَوی جَالِساً، وَخَرَجَ الثَّوْبَ الَّذِی كَانَ عَلَیْهِ، ثُمَّ أَدْخَلَهُ فِیهِ، فَلَمْ یَزَلْ یَحْتَضِنُهُ حَتَّی قُبِضَ وَیَدُهُ عَلَیْهِ.

Ümmü’l-Müminin Aişe’den nakledilmiştir:

“Resulullah (s.a.a) benim hücremdeyken ölüm vakti geldiğinde “Benim habibimi çağırın.” buyurdu. Ben Ebubekir’i çağırdım. Resulullah ona bir baktı; bir şey demeden başını yastığa koydu, sonra kaldırıp yine “Bana habibimi çağırın diye seslendi. Ben (oradakilere) vay olsun size onun için Ali b. Ebi Talib’i çağırın. Vallahi ondan başkasını istemiyor!” dedim. Onu gördüğünde yataktan doğrularak oturdu. Ve üzerindeki örtüyü alıp Ali’yi de ona dahil etti ve bir müddet onu kucakladığı halde durdular; sonra eli onun elinde iken vefat etti.”[46]

Hz. Resulullah (s.a.a):

عَنْ مَعَاذَةِ الْغِفَارِیَةِ: كُنْتُ أَنِیساً لِرَسُولِ اللهِ(ص) أَخْرُجُ مَعَهُ فِی الْأَسْفَارِ، أَقُومُ عَلَی الْمَرْضَی، وَاُدَاوِی الْجَرْحَی. فَدَخَلْتُ عَلی رَسُولِ اللهِ(ص) بِبَیْتِ عائِشَةَ وَعَلِیٌّ خَارِجٌ مِنْ عِنْدِهَا،‌ فَسَمِعْتُهُ یَقوُلُ لِعَائِشَةَ:

«إِنَّ هَذَا أَحَبُّ الرِّجَالِ إِلَیَّ وَأَكْرَمَهُمْ عَلَیَّ، فَاعْرِفِی لِی حَقَّهُ، وَأَكْرِمِی مَثْوَاهُ»

Meâzeti’l-Gıfâriye şöyle der:

“Ben (bir müddet) Resulullah’a arkadaşlık/eşlik ediyor, onunla yolculuğa çıkıyordum; hastalara bakıyor, yaralıları tedavi ediyordum. Bir gün Aişe’nin odasındayken Resulullah’ın yanına girmek istedim. O sırada Ali’nin onun yanından çıktığını gördüm ve Resulullah’ın Aişe’ye hitaben şöyle buyurduğunu duydum: “Bu (Ali), şüphesiz ki erkeklerden en çok sevdiğim ve en çok değer verdiğim kimsedir. O halde benim ona yönelik hakkımı tanı ve onun yerine/konumuna saygılı ol!”[47]

Hz. Resulullah (s.a.a):

عَنْ سَعْدٍ، سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ ـ صلّی‌ الله‌ علیه ‌وآله ـ  یَقُولُ لِعَلِیٍّ ـ علیه ‌السلام ـ «ثَلَاثُ خِصَالٍ لِأَنْ یَكوُنَ لِی وَاحِدَةٌ مِنْهَا أَحَبُّ إِلَیَّ مِنَ الدُّنْیَا وَمَا فیهَا»، سَمِعْتُهُ یَقُولُ: «أَنْتَ مِنَّی بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَی إِلَّا أَنَّهُ لَا نَبِیَّ بَعْدِی»؛ وَسَمِعْتُهُ یَقُولُ: «لَاُعْطِیَنَّ الرَّایَةَ غَداً رَجُلاً  یُـحِبُّ اللهَ وَالرَّسُولَ وَیُـحِبُّهُ اللهُ وَرَسُولُهُ لَیْسَ بِفَرَّارٍ»؛ وَسَمِعْتُهُ یَقُولُ: «مَنْ كُنْتُ مَوْلَاهُ فَعَلِیٌّ مَوْلَاهُ»

Sa’d b. Ebi Vakkast’an şöyle nakledilmiştir:                                                                  

“Resulullah’ın (s.a.a) Ali hakkında üç özellik zikrettiğini duydum ki onlardan bir tanesine sahip olmayı dünya ve içinde bulunan her şeye tercih ederdim. Şöyle buyurduğunu duydum: “Sen bana göre Harun’un Musa’ya olan nispetini/konumunu taşıyorsun. Ne var ki benden sonra Peygamber olmayacaktır.” Yine (Hayber’in fethinde) şöyle buyurduğunu duydum: “Yarın sancağı öyle bir kişiye vereceğim ki Allah’ı ve Resulü’nü sever, Allah ve Resulü de onu sever. O asla düşmandan kaçmaz.” Bir de şöyle buyurduğunu duydum: “Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.”[48]

21- Ali’yi seven Peygamber’i (s.a.a) sevmiştir:

Hz. Resulullah (s.a.a):

یَا عَلِیُّ، مُـحِبُّكَ مُـحِبِّی، وَمُبْغِضُكَ مُبْغِضِ.

“Ya Ali! Seni seven beni sevmiştir; sana buğz eden/düşmanlık besleyen bana buğz etmiştir.”[49]

22- Ali’nin düşmanı Peygamber’in (s.a.a) düşmanıdır:

Hz. Resulullah (s.a.a):

إن الله قد فرض علیکم طاعتی ونهاکم عن معصیتی، وفرض علیکم طاعة علی بعدی و نهاکم عن معصیته، وهو وصیی ووارثی، وهو منی وأنا منه، حبه إیمان وبغضه کفر، محبه محبی ومبغضه مبغضی، وهو مولى من أنا مولاه، وأنا مولى کل مسلم ومسلمة، وأنا وهو أبوا هذه الأمة.

“Şüphesiz ki Allah bana itaat etmeyi size farz kılmış ve bana karşı gelmekten sizi sakındırmıştır. Benden sonra ise, Ali’nin itaatini size farz kılmış ve ona karşı gelmekten sizi sakındırmıştır. O benim vasim ve varisimdir; o bendendir, ben de ondanım. Onun sevgisi iman ve düşmanlığı küfürdür. Onu seven beni sevmiştir, ona buğz eden bana buğz etmiştir. Ben kime mevla isem, o da ona mevladır ve ben her kadın ve erkek Müslümanın mevlasıyım. Ben ve o bu ümmetin iki babalarıyız!”[50]

23- Ali’yi incitmek Peygamber’i (s.a.a) incitmektir:

Hz. Resulullah (s.a.a):

مَنْ آذَی عَلِیّاً فَقَدْ آذَانِی.

“Kim Ali’yi incitirse, beni incitmiş olur.”[51]

Hz. Resulullah (s.a.a):

يا علي، من آذى شعرة منك فقد آذاني، ومن آذاني آذى الله، ومن آذى الله لعنه ملأ السموات وملأ الأرض.

“Ya Ali! Kim senin bir kılını dahi incitirse, beni incitmiş olur ve beni inciten Allah’ı incitmiş olur. Kim de Allah’ı incitirse, Allah göklerin ve yerin dolusu ona lanet eder!”[52]

24- Ali’yle savaşan Peygamber’le (s.a.a) savaşmış olur:

 

Hz. Resulullah (s.a.a):

نَظَرَ النَّبِیُّ (ص) إِلَی عَلِیٍّ وَحَسَنٍ وَحُسَیْنٍ وَفَاطِمَةَ(ع)، فَقَالَ: أَنَا حَرْبٌ لِـمَنْ حَارَبَكُمْ، وَسِلْمٌ لِـمَنْ سَالَـمَكُمْ.

Peygamber (s.a.a) Ali’ye, Hasan’a, Hüseyin’e ve Fatıma’ya baktı ve şöyle buyurdu:

“Sizinle savaşanla ben de savaştayım; sizinle barışık olanla ben de barışığım.”[53]

25- Ali’den Ayrılan Peygamber’den (s.a.a) ayrılmış olur:

Hz. Resulullah (s.a.a):

قال رسول الله صلّى الله عليه وآله وسلّم لعلي: يا علي من فارقني فقد فارق الله ومن فارقك فارقني.

“Ya Ali! Kim benden ayrılırsa (ilişkisini keserse), Allah’tan ayrılmış olur ve kim senden ayrılırsa, benden ayrılmış olur.”[54]

26- Ali’ye itaat Peygamber’e (s.a.a) itaat, Ali’ye karşı gelmek ise Peygamber’e karşı gelmektir:

Hz. Resulullah (s.a.a):

مَنْ أَطَاعَنی فَقَدْ أَطَاعَ اللهَ وَمَنْ عَصَانِی فَقَدْ عَصَی اللهَ، وَمَنْ أَطَاعَ عَلِیّاً فَقَدْ أَطَاعَنِی، وَمَنْ عَصَی عَلِیّاً فَقَدْ عَصَانِی.

“Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur ve kim bana karşı gelirse, Allah’a karşı gelmiş olur. Aynı şekilde kim Ali’ye itaat ederse, bana itaat etmiş olur ve kim Ali’ye karşı gelirse, bana karşı gelmiş olur.”[55]

27- Peygamber’in (s.a.a) dünya ve ahiret yoldaşı:

Hz. Resulullah (s.a.a):

أَبْشِرْ یَا عَلِیُّ حَیَاتُكَ مَعِی وَمَوْتُكَ مَعِی.

“Müjdeler olsun sana ya Ali! Senin hayatın da ölümün de benimle birliktedir.”[56]

Hz. Resulullah (s.a.a):

یَا عَلِیُّ یَدُ كَ فِی یَدِی تَدْخُلُ مَعِیَ یَوْمَ ‌الْقِیَامَةِ حَیْثُ أَدْخُلُ.

“Ya Ali! Senin elin benim elimde olacak. Kıyamet günü ben nereye girersem, sen de benimle birlikte gireceksin.”[57]

Hz. Resulullah (s.a.a):

فِی الْـجَنَّةِ دَرَجَةٌ تُدْعَی «الْوَسِیلَة» فَإِذَا سَأَلْتُمُ اللهَ فَاسْأَلُوا لِیَ الْوَسِیلَةَ». قَالوُا: یَا رَسُولَ اللهِ، مَنْ یَسْكُنُ مَعَكَ فِیها؟ قَالَ: «عَلِیٌّ وَفَاطِمَةُ وَالْـحَسَنُ وَالْـحُسَیْنُ.

“Cennette bir derece vardır ki adına “Vesile” denir. Allah’tan istediğinizde benim için “Vesile” makamını isteyin.” Dediler ki: ‘Ya Resulallah! O derecede kim sizinle birlikte olacak?’ Şöyle buyurdu: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin.”[58]

28- Peygamber’in (s.a.a) gördüğünü görür, duyduğunu duyardı:

Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

و لَقَد قَرَنَ اللّهُ بهِ صلى الله عليه و آله مِن لَدُن أن كانَ فَطيما أعظَمَ مَلَكٍ مِن مَلائكتِهِ، يَسلُكُ بهِ طَريقَ المَكارِمِ، و مَحاسِنِ أخلاقِ العالَمِ، لَيلَهُ و نَهارَهُ وَ لَقَدْ كُنْتُ أَتَّبِعُهُ اتِّبَاعَ الْفَصِيلِ أَثَرَ أُمِّهِ يَرْفَعُ لِي فِي كُلِّ يَوْمٍ مِنْ أَخْلَاقِهِ عَلَماً وَ يَأْمُرُنِي بِالِاقْتِدَاءِ بِهِ.

و لَقد كانَ يُجاوِرُ في كلِّ سَنَةٍ بحِراء (حَرّاءَ)، فأراهُ ، و لا يَراهُ غَيري. و لَم يَجمَعْ بَيتٌ واحِدٌ يَومئذٍ في الإسلامِ غَيرَ رسولِ اللّهِ صلى الله عليه و آله و خَديجَةَ و أنا ثالِثُهُما، أرى نُورَ الوَحيِ و الرِّسالَةِ، و أشَمُّ رِيحَ النُّبُوّةِ.

و لَقد سَمِعتُ رَنَّةَ (رَنةَ) الشَّيطانِ حِينَ نَزَلَ الوَحيُ علَيهِ صلى الله عليه و آله، فقُلتُ: يا رسولَ اللّهِ، ما هذهِ الرَّنَّةُ؟ فقالَ: هذا الشَّيطانُ قَد أيِسَ مِن عِبادَتِهِ، إنّكَ تَسمَعُ ما أسمَعُ و تَرى ما أرى، إلاّ أنّكَ لَستَ بِنَبيِّ ، و لكِنّكَ لَوزيرٌ، و إنّكَ لَعلى خَيرٍ ...

“Allah, meleklerinden en büyüğünü sütten kesildiği andan itibaren Resulullah’a (s.a.a) eşlik etmesi için görevlendirdi. O melek, onu gece gündüz yüceliklerin yolunda yürütür, âlemin ahlâkının güzelliklerini öğretirdi. Ben de bir yavrunun annesini arkasından takip ettiği gibi onu öylece takip ederdim. Her gün sahip olduğu ahlakından bir nişaneyi önüme koyar, ona uymamı isterdi. Her yıl (bir müddet) Hira dağına çekilirdi; onu ben görürdüm, ama benden başkası görmezdi. O gün Resulullah ve Hatice'nin evinden başka İslam’a ait başka hiçbir ev yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahyin ve risaletin nurunu görür, nübüvvetin kokusunu alırdım.

Gerçekten de O'na (s.a.a) vahiy geldiği zaman, şeytanın inlemesini duydum da "Ya Resulallah! Bu inleme nedir?" diye sordum. "Bu, kendisine kulluk edilmesinden ümidini kesen Şeytan’dır.” buyurdu. (Sonra şöyle ilave etti:) “Sen benim duyduğumu duyuyor, gördüğümü görüyorsun. Ancak sen nebi değilsin, vezirsin ve şüphesiz hayır üzeresin.”[59]

29- Ali’nin adaleti Peygamber’in (s.a.a) adaletidir:

Hz. Resulullah (s.a.a):

كَفِّي و كَفُّ عليٍّ في العَدلِ سَواءٌ.

“Benim ve Ali’nin eli adalette eşittir!”[60]

30- Kapsayıcı hadisler:

Hz. Resulullah (s.a.a):

قال صلى الله علیه واله لعلی علیه السلام: یا علی! أنت صاحب حوضی وصاحب لوائی، وحبیب قلبی ووصیی ووارث علمی، وأنت مستودع مواریث الأنبیاء من قبلی، وأنت أمین الله على أرضه، وحجة الله على بریته، وأنت رکن الإیمان وعمود الإسلام، وأنت مصباح الدجى ومنار الهدى، والعلم المرفوع لأهل الدنیا. یا علی! من اتّبعک نجا ومن تخلف عنک هلک، وأنت الطریق الواضح والصراط المستقیم، وأنت قائد الغر المحجلین ویعسوب المؤمنین، وأنت مولى من أنا مولاه، وأنا مولى کل مؤمن ومؤمنة، لایحبک إلاّ طاهر الولادة، ولا یبغضک إلاّ خبیث الولادة، وما عرجنی ربی عزوجل إلى السماء وکلمنی ربی إلاّ قال: یا محمد اقرأ علیاً منی السلام، وعرِّفه أنه إمام أولیائی، ونور أهل طاعتی، وهنیئاً لک هذه الکرامة.

“Ya Ali! Benim (Kevser) havuzumun ve sancağımın sahibi, kalbimin sevgilisi, vasim ve ilmimin varisi sensin. Sen, benden önceki peygamberlerin miraslarının tevdi edildiği kimsesin. Sen Allah’ın yeryüzündeki emini ve yarattıkları üzerindeki hüccetisin. İmanın rüknü ve İslam’ın direği sensin. Karanlığın kandili, hidayetin meşalesi ve dünya ehli için dikilen sancak sensin! Ya Ali! Sana uyan kurtulur ve senden yüz çeviren helak olur. Apaçık yol ve sırat-ı müstakim sensin. Yüzü akların önderi ve müminlerin reisi sensin. Ben kimin mevlası isem, sen de onun mevlasısın ve ben kadın erkek her müminin mevlasıyım. Seni ancak, temiz bir doğuma sahip olan (helalzade) sever ve senden ancak pis bir doğuma sahip olan nefret eder. Rabbim beni her miraca götürdüğünde ve benimle konuştuğunda, mutlaka şöyle buyururdu: “Ey Muhammed! Benden Ali’ye selam söyle ve dostlarımın imamı ve bana itaat edenlerin nuru olduğunu ona bildir.” Ne mutlu sana bu yücelikten dolayı!”[61]

 

Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

أنا خليفةُ رسولِ اللّهِ و وزيرُهُ و وارِثُهُ، أنا أخو رسولُ اللّهِ و وصيُّهُ و حبيبُهُ، أنا صَفِيُّ رسولِ اللّهِ و صاحِبُهُ، أنا ابنُ عمِّ رسولِ اللّهِ و زوجُ ابنتِهِ و أبو وُلْدِهِ، أنا سيّدُ الوصيّينَ و وصيُّ سيّدِ النّبيّينَ، أنا الحُجّةُ العظمى و الآيةُ الكبرى و المَثَلُ الأعلى و بابُ النّبيِّ المصطفى، أنا العُرْوَةُ الوُثْقى و كلمةُ التّقوى و أمينُ اللّهِ  تعالى ذِكْرُهُ على أهلِ الدُّنيا.

“Resulullah’ın halifesi, veziri ve varisi benim; Resulullah’ın kardeşi, vasisi ve habibi benim; Resulullah’ın seçtiği ve arkadaşı benim; Resulullah’ın amcasının oğlu, kızının eşi ve evlatlarının babası benim. Vasilerin efendisi ve Peygamberlerin efendisinin vasisi benim. En büyük hüccet, en büyük ayet, en yüce örnek ve seçilmiş peygamberin kapısı benim. (Allah’ın) sağlam kulpu, takva kelimesi ve zikri yüce Allah’ın dünya ehli üzerine emin kıldığı kimse benim.”[62]

31- Bütün bunlardan sonra Hz. Ali’nin (a.s) şu sözü anlamını buluyor:

Hz. Emirü’l-Müminin Ali (a.s):

إنّ أولَى النّاسِ بأمْرِ هذهِ الاُمّةِ قَديما و حَديثا أقْرَبُها مِنَ الرَّسولِ و أعْلَمُها بالكِتابِ و أفْقَهُها في الدِّينِ، أوَّلُها إسلاما و أفْضَلُها جِهادا و أشَدُّها بِما تَحْمِلُهُ الأئمّةُ مِنْ أمْرِ الاُمّةِ اضْطِلاعا.

“Geçmişten günümüze kadar bu ümmetin (yönetim ve imamet) işine en layık olan kişi, Peygamber’e en yakın olan, Allah’ın kitabını en iyi bilen, dine en derinlemesine vakıf olan, ilk müslüman olan, en iyi cihad eden ve imamların ümmetten taraf yüklenmeleri gereken sorumluluklarını en güçlü şekilde yüklenen kimsedir.”[63]

- - - - - - - - - - - - -

[1]- Deylemi, Firdevsü’l-Ahbâr, c. 3, s. 332, Ayni, Menâkıbu Seyyidinâ Ali, s. 21, Kunduzi Hanefi, Yenâbiü’l-Meveddet, c. 2, s. 307, İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 67, Kenciî Şâfii, Kifâyetü’t-Tâlib, s.315, İbn-i Meğâzilî, el-Menâkıb, s. 93-94.
[2]- Mecmeü’z-Zevâid, c. 9, s. 100, Kenzü’l-Ummâl, c. 11, s. 608.
[3]- İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk (Hz. Ali’nin Hayatı), c. 1, s. 129. 
[4]- Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 438, Hasâisü’n-Neseî, s. 23.
[5]- Tabarâni, el-Mucemü’l-Kebir, c. 22, s. 413, c. 24, s. 134, San’âni, el-Musannef, c. 5, s. 489.
[6]- Muttaki Hindî, Kenzü’l-Ummâl, Hadis: 32936.
[7]- Hakim Nişâburi, Müstedrekü’s-Sahihayn, c. 3, s. 128, İsfahâni, Hilyetü’l-Evliâ, c. 1, s. 86, İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 240, Muttaki Hindî, Kenzü’l-Ummâl, c. 12, s. 103-104, Kunduzi Hanefi, Yenâbiü’l-Meveddet, c, 1, s. 379-380.
[8]- Muhibbuddin Taberi, er-Riyâdu’n-Nadire, c. 3, s. 153.
[9]- Muhibbuddin Taberi, Zehâirü’l-Ukba, s. 64,  Zehebi, Mizânü’l-İ’tidâl, c. 3, s. 540, İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mizân, c. 5, s.161.
[10]- Vassâbi, Esne’l-Metâlib, s. 45.
[11]- Hatib Bağdâdi, Tarihu Bağdâd, c. 7, s. 12, Muttaki Hindî, Kenzü’l-Ummâl, c. 11, s. 603.
[12]- Taberi, Tarih-i Taberi, c. 2, s. 331, İbn-i Esir, el-Kâmil, c. 2, s. 63, Muttaki Hindi Hanefi, Kenzü’l-Ummâl, c. 13, s. 131.
[13]- Tirmizi, Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 300.
[14]- İbn-i Esâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 53.
[15]- Kunduzî, Yenâbîü’l-Meveddet, s. 73. Bu hadisi Heysemî Mecmaü’z-Zevâid kitabında (c. 9, s. 102) Ebuzer ve Selman’dan şöyle nakletmiştir: “Resulullah (s.a.a) Ali’nin elinden tutarak şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki bu, (dünyada) bana ilk iman eden ve kıyamet günü benimle ilk müsafaha edecek kimsedir. En büyük Sıddîk budur; hakkı batıldan ayıran Faruk da budur. Müslümanları yönlendiren öncü budur ve zalimleri yönlendiren ise mal mülktür.”
[16]- Kunduzî, Yenâbîü’l-Meveddet, c. 1, s. 397.  
[17]- İmam Hasan, İmam Hüseyin, Abdullah b.  Abbas, Cabir b. Abdullah Ensâri, Abdullah b. Mes’ud, Abdullah b. Ömer, Hüzeyfe b. Yeman ve diğer bazı ravilerden nakledilen ve mütevatir derecesine ulaşan bu hadis cüzi farklarla birçok kaynakta nakledilmiştir ki onlardan bazısı şöyledir: Hâkim Nişâburî, el-Müstedrek, c. 3, s. 126, Tirmizi, es-Sünen, c. 5, s. 637, İbn-u Abdi’l-Birr, el-İstiâb, c. 3, s. 1102, İbn-u Hacer Askalânî, Lisânü’l-Mizân, c. 2, s. 155,Suyutî, Câmiü’s-Sağîr, c. 1, s. 415, Muttaki Hindî, Kenzü’l-Ummâl, Hadis: 32890, Suyuti, el-Liâli’l-Masnûa, c. 1, s. 303-304, Hatib Bağdâdi, Tarihu Bağdâd, c. 4, s. 348.
[18]- Sadûk, El-Hisâl, s. 646. Ehl-i Sünnet kaynaklarından olan Yenâbiü’l-Meveddet kitabında (s. 14) Kunduzî bu hadisi Hz. Ali’den (a.s) şu şekilde nakletmiştir: “Resulullah (s.a.a) bana bin ilim kapısı öğretti ki her kapı da bin ilim kapısı açmaktadır.”
[19]- Yenâbiü’l-Meveddet, s. 36.
[20]- Suyuti, el-Liâli’l-Masnûa, c. 1, s. 173, Muttaki Hindî, Kenzü’l-Ummâl, Hadis: 32878.
[21]- Muttaki Hindî, Kenzü’l-Ummâl, Hadis: 36387.
[22]- Sadûk, el-Emâli, s. 642 / 870.
[23]- Tirmizi, Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 641, Müslim, Sahih-i Müslim, c. 4, s. 44.
[24]- Kunduzî, Yenâbîü’l-Meveddet, c. 1, s. 74.
[25]-Tabarâni, el-Mucemü’l-Kebir, c. 6, s. 221, Heysemi, Mecmeü’z-Zevâid, c. 9, s. 113,  Hârezmi, el-Menâkıb, s.67, Muttaki Hindi Hanefi, Kenzü’l-Ummâl, c. 11, s. 611, İbn-i Murdeveyh, el-Menâkıb, s.104.
[26]-  Kunduzî, Yenâbiü’l-Meveddet, c. 2, s. 333, Hârezmi, Maktelü’l-Hüseyn, c. 1, s. 60.
[27]- Muttaki Hindi Hanefi, Kenzü’l-Ummâl, Hadis: 32952.
[28]- İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 392.
[29]- Kunduzî, Yenâbiü’l-Meveddet, s. 96.
[30]- Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 438, Hasâisü’n-Neseî, s. 23.
[31]- İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 188.
[32]- Kunduzî, Yenâbîü’l-Meveddet, s. 146-147.
[33]- Mes’ûdi, İsbatü’l-Vasiyye, c. 1, s. 144.
[34]- Nehcü’l-Belağa, Hutbe: 197.
[35]- Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 3, s. 324. Muttaki Hindi Hanefi, Kenzü’l-Ummâl, c. 2, s. 439.
[36]- Heskâni, Şevahidü’t-Tenzil, c. 1, s. 363.
[37]- Kurtubi, Tefsir, c.9, s. 336, Kunduzi Hanefi, Yenâbiü’l-Meveddet, c. 1, s. 305.
[38]- İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 317, Deylemi, Firdevsü’l-Ahbâr, c. 2, s. 561.
[39]- Besâirü’d-Derecât, s. 88.
[40]- Meclisi, Bihârü’l-Envar, c. 39, s. 335.
[41]- Tabarâni, el-Mu’cemü’l-Kebir, c. 2, s. 247, İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 75.
[42]- Muhibbuddin Taberi, er-Riyadu’n-Nadire, c. 3, s. 171, İbn-i Dimeşkî, Cevâhirü’l-Metâlib, c. 1, s. 181. Hârezmi, el-Menâkıb, s. 140.
[43]- Tabarâni, el-Mu’cemü’l-Kebir, c. 1, s. 67, Mennâvi, Künûzü’l-Hakâik, c. 2, s. 17, Heysemi, Mecmeü’z-Zevâid, c. 10, 367, Hârezmi, el-Menâkıb, s. 310.
[44]- Deylemi, Mekârimü’l-Ahlak, s. 17.
[45]-  İsfahâni, Hilyetü’l-Evliâ, c. 1, s. 67, İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 361, Muttaki Hindî, Kenzü’l-Ummâl, c. 13, s. 135-136, Kunduzi Hanefi, Yenâbiü’l-Meveddet, c, 1, s. 379-380, Zımahşeri, el-Keşşâf, c. 4, s. 600,  
[46]
[47]- İbn-i Hacer, el-İsâbe, c. 8, s. 308, İbn-i sir, Üsdü’l-Gâbe, c. 5, s. 547, İbn-i Mürdeveyh, el-Menâkıb, s. 69-70.
[48]- Muttaki Hindi Hanefi, Kenzü’l-Ummâl, c. 13, s. 162-163, İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 115-116.
[49]- İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 369, Heysemi, Mecmeü’z-Zevâid, c. 9, 132, Muttaki Hindi Hanefi, Kenzü’l-Ummâl, c.11, s. 622.
[50]- Kunduz’i, Yenâbiü’l-Meveddet, s. 146.
[51]- Kenci-i Şafii, Kifâyetü’t-Tâlib, s. 41.
[52]- Hârezmi, el-Menâkıb, s. 235.
[53]- Ahmet b. Hanbel, el-Müsned, c. 2, s. 442, Hâkim Nişaburi, el-Müstedrek Alas-Sahihayn, c. 3, s. 149, Muttaki Hindi Hanefi, Kenzü’l-Ummâl, c.12, s. 97, Tirmizi, Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 360.
[54]- Mennâvi, Feyzü’l-Kadir, c. 4, s. 470, Mecmeü’z-Zevâid, c. 9, s. 135, Tabarâni, el-Mu’cemü’l-Kebir, c. 12, s. 323, Muttaki Hindi, Kenzü’l-Ummâl, c. 11, s. 614.
[55]- Hâkim Nişâburi, el-Müstedreku Ala’s-Sahihayn, c. 3, s. 121.
[56]-  İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 366, Heysemi, Mecmeü’z-Zevâid, c. 9, s. 12, Taberâni, el-Mu’cemü’l-Kebir, c. 7, s. 308. Kunduzi Hanefi, Yenâbiü’l-Meveddet, c. 1, s. 246.
[57]- İbn-i Asâkir, Tarihu Dimeşk, c. 18, s. 393, Kenzü’l-Ummâl, c. 11, s. 627, Muhibbuddin Taberi, Zehâirü’l-Ukbâ, s. 89.
[58]- İbn-i Kesir, Tefsir, c. 2, s. 56, Kenzü’l-Ummâl, c. 12, s. 103, c. 13, s. 609, İbn-i Meğâzili, el-Menâkıb, s. 189.
[59]- Seyyid Razi, Nehcü’l-Belâğa, hutbe: 192. 
[60]- İbn-i Esâkir, Tarihu Dimeşk, c. 42, s. 369.
[61]- Kunduzî, Yenâbiü’l-Meveddet, s. 158.
[62]- Meclisi, Bihârü’l-Envar, c. 39, s. 335.
[63]- İbn-i Ebi’l-Hadid,  Şerhu Nehci’l-Belağa, c. 3, s. 210.