.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

1- Peygamber’in (s.a.a) Nübüvvetinin Kabulü

Masumlar’ın (a.s) eğitimsel siyerinde, Müslümanlara karşı Peygamber’in (s.a.a) nübüvvetini isbat konusuna girdikleri görülmemiştir. Müslümanların karşısında Peygamber’in (s.a.a) nübüvvetini inkâr edilemez kabul etmiş ve Peygamber’i (s.a.a) tanıtmakla, siyerini, sünnetini ve sözlerini anlatmakla meşgul olmuşlardır.

Şimdi, neden Müslümanların karşısında Peygamber’in (s.a.a) nübüvvetini isbatlayan delillerden bahsetmedikleri sorusu gündeme gelmektedir.

Cevabında iki noktaya işaret edilebilir:

1- Masumlar’ın (a.s) zamanında halkın İslâm Peygamberi’nin nübüvveti hakkında şüpheleri yoktu. Zira daha hayatlarının başlarında Hz. Muhammed’in (s.a.a) nübüvvetine iman üzere eğitiliyorlardı. Her gün defalarca ebeveynlerinin, tanıdıklarının, müezzinin, öğretmenin ve diğerlerinin Onun elçiliğine ve nübüvvetine şehadet ettiklerini görüyorlardı. Kur’ân’ın da O’na (s.a.a) Allah tarafından vahyedildiğini biliyorlardı. Böyle bir atmosferde Onun nübüvvetini isbatlamaya lüzum olmayacağı açıktır. Bu yüzden Masumlar (a.s) da Müslümanların karşısında böyle konulardan bahsetmiyorlardı.

2- Böyle bir atmosferde nübüvvetin isbatı için deliller sunmak, eğitim karşıtı etkilere yol açabilir. Zira Peygamber’in (s.a.a) nübüvvetinin isbatı hakkında tartışmak, Hz. Muhammed’in (s.a.a) gerçekten peygamber olmadığı anlamına gelebilir. Bu, Onun peygamberliğiyle ilgili şüphesi olmayan öğrenciyi şüpheye düşürecek bir kapı açabilir. Bu yüzden Masumlar (a.s) da Müslümanlara nübüvvet konusunu öğretirken, peygamberin nübüvveti esasını inkâr edilemez görerek kabul ediyorlardı.

Bununla birlikte İslâmî toplumda O’nun peygamberliğine inanmayan diğer dinlere mensup kimseler de yaşıyordu. İlâveten Müslümanların arasında nübüvveti kesinlikle kabul etmeyen kimseler de yaşıyordu. Masumlar (a.s) bu kimselerle veya herhangi bir sebeple İslâm Peygamberi’nin (s.a.a) nübüvvetinde şüphe eden kişilerle karşılaştıklarında doyurucu deliller sunuyorlardı. Burada bu siyerlerden sadece bir örnek vereceğiz:

İmam Sâdık (a.s) kendisine “Nebileri ve resulleri nasıl isbatlıyorsun?”[1] diye soran bir zındığa cevaben şöyle buyurdu:

“Bizi, bizden ve tüm mahlûkattan daha üstün bir yaratan ve meydana getiren olduğunu, O’nun bilgili ve yüce olduğunu, mahlûkatın O’nu ne görebileceğini ne de O’na dokunabileceğini, O’nunla direk yüz yüze gelinemeyeceğini isbatladığımız zaman, mahlûkatı arasında, istediklerini yarattıkları ve kulları için açıklayan elçileri olduğu da isbatlanmaktadır.”[2]

2- Nübüvvet Felsefesinin Anlatılması

İmamlar’ın (a.s), özellikle de Emiru’l-Muminin’in (a.s) siyerinde enbiyanın görevlendirilmesinin zarureti ve enbiyanın hedefi ve vazifesi hakkında birçok söz söylenmiştir. Emiru’l-Muminin (a.s) Nehcu’l-Belağa’da çeşitli yerlerde bu konudan bahsetmiştir. Hutbelerinden birinde şöyle buyuruyor:

“Allah, vahyi için seçtiği elçilerini yarattıklarına delil kılmak, halkın özür getirme yolunu kapatmak, doğruluk dili ile onları hakka çağırmak için gönderdi.”[3]

Yine Nehcu’l-Belağa’nın ilk hutbesinde şöyle buyuruyor:

“Sonra münezzeh olan Allah, Âdem’in çocuklarından nebiler seçti. Onlardan kendilerine vahyedileni halka ulaştıracaklarına ve elçiliğinde emaneti koruyacaklarına dair söz aldı. İnsanların çoğu Allah’a verdikleri sözü değiştirince, hakkını inkâr edince, Allah’a eşler koşunca, şeytanlar onları Allah’ı tanımaktan alıkoyunca ve Allah’a ibadetten ayırınca Allah da onlara elçiler gönderdi ve insanlardan fıtrî sözlerini tutmalarını istemek, insanlara unuttukları nimetini hatırlatmak, davetle hücceti tamamlamak, aklın gizlerini ortaya çıkarmak ve onlara kudret ayetlerini göstermek için kesintisiz nebiler gönderdi.”[4]

Ebu Basir’den de şöyle nakledilmiştir: Bir adam İmam Sâdık’a (a.s) şöyle sordu: “Neden Allah insanlara peygamberler ve elçiler yolladı?” İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu:

“Sebebi Resulleri yolladıktan sonra insanların Allah’a bir hüccetleri olmasın ve bize bir müjdeleyici ve gözetici gelmedi demesinler diyedir. Bir sebebi de Allah’ın insanlara hücceti olsunlar diyedir. Acaba Allah’ın, cehennem bekçilerinden nakille, cehennem ehline hüccet olsun diye “Size bir gözetici gelmedi mi?” diye buyurduğunu duymadın mı?”[5]

Kur’an’a Göre İnsan
Kur’an’a Göre İnsan
İçeriği Görüntüle

Burada şu konuyu hatırlatmakta fayda var. Masumlar (a.s) peygamberliğin zaruretini ve hedefini anlatırken nübüvvet esasını isbatlamaya çalışmıyorlardı. Bu yolla neden Allah, peygamberler yolluyor, insanın peygamberlere ne ihtiyacı var, peygamberlerin vazifeleri nelerdir gibi konuları anlatmaya uğraşıyorlardı. Bu konu, yukarda naklettiğimiz ikinci siyerde açıkça görülmektedir.

Şimdi, neden Ehl-i Beyt (a.s) bu konulardan bahsediyordu sorusu gündeme gelmektedir. Cevabında iki konuya değinebiliriz:

1- Bu konular, nübüvvetle ilgili konulardır ve peygamberi tanıtmanın şartı, bu konulardan bahsetmektir.

2- Bu konuların anlatılmasının dinî eğitimde istenilen amelî etkileri vardır. Bu konuların anlatılmasının amelî etkileri, kişilere kemal ve saadete ulaşmada Peygamber’den (s.a.a) nasıl esinleneceklerini öğretmesidir.

Açıklaması şudur: Allah sayısız nimetleri insanın ihtiyarına sunmuştur. Bu nimetler insanın saymaya gücünün yetmeyeceği kadardır.

“Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp bitirmeye güç yetiremezsiniz.”[6]

Allah, Peygamber (s.a.a) nimeti dışında hiçbir nimet için müminlere minnet koymamıştır:

“Allah, müminlere, aralarından kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir minnette (taşınması ağır olan bir iyilikte) bulundu.”[7]

Bu konu, diğer nimetlere kıyasla bu nimetin yüce kıymetini ve konumunu göstermektedir.

Diğer taraftan insan Allah’ın nimetlerinden, ancak o nimetleri hangi maksatla yarattığını ve o nimetin yaşamında ne tür bir tesiri olabileceğini bilirse en iyi şekilde faydalanabilir. Örnek olarak tıbbî ilaçları verebiliriz. Eğer bir kimse bu ilaçların her birinin ne amaçla yapıldığını, insan vücuduna ne etkileri olduğunu bilirse, sağlığına kavuşmak için bunları kullanabilir. İlacı yapanın hedefi ve vücuda etkileri hakkında bir bilgisi olmayan kimse ise bunu kullanmaz ve eğer kullanırsa da büyük ihtimalle yanlış ve yersiz olur. Durumuna bir faydası olmayacağı gibi, ona zarar bile vermesi mümkündür.

Peygamber (s.a.a) Allah’ın en büyük nimetidir. İnsanın bu nimetten en iyi şekilde faydalanabilmesi için, Allah’ın peygamberi ne amaçla görevlendirdiğini, insanın neden peygambere ihtiyacı olduğunu ve Allah’ın ona hangi vazifeleri yüklediğini bilmesi gerekir. Masumlar (a.s) bu siyerlerde, bu sorulara cevap vermişlerdir.

3- Peygamber’in (s.a.a) Etkilerinin ve Hizmetlerinin Anlatılması

Masumlar (a.s) Peygamber’i (s.a.a) tanıtırken, maddî ve manevî etkilerinden de bahsediyorlardı. Örneğin Emiru’l-Muminin (a.s) Nehcu’l-Belağa’da Müslümanların Peygamber’in görevlendirilmesinden önceki durumunu anlatırken şöyle buyuruyor:

“Allah onu insanlar şaşkınlık içinde delalete düşmüşken gönderdi. Fitneye dalmışlar, heva ve hevesleri onları azdırmıştı. Büyükleri aşağılayarak, cahilleri de cehalete düşürerek düşkünlüğe uğramışlardı. İşlerinde şaşırarak şaşkına dönmüşler, bilgisizlikleri yüzünden belaya uğramışlardı. O, (Hz. Muhammed) öğüt vermek için çok uğraştı; doğru yolda yürüdü, onları hikmete ve güzel öğüde davet etti.”[8]

Bu hutbede Peygamber’in (s.a.a) manevî bereketlerini ve etkilerini saymıştır. Başka bir yerde Onun maddî etkilerini anlatmıştır. Orada şöyle buyuruyor:

“Allah-u Teâlâ Muhammed’i âlemleri korkutmak ve indirdiği hükümleri emin bir halde korumak için gönderdi. Siz Arap toplumu en kötü bir din üzereydiniz ve en kötü bir yeri yurt edinmiştiniz. Sarp kayalar ve (seslerden ürkmeyen) zehirli yılanlar vardı çevrenizde. Pis sular içiyor, sert şeyler yiyor, birbirinizin kanını döküyor, yakınlık hakkını gözetmiyordunuz.”[9]

Ehl-i Beyt (a.s) neden Peygamber’in (s.a.a) etkilerini ve hizmetlerini insanlara anlatıyordu? Bu beyanların onların inancı ve bilgisi üzerinde ne tür etkileri vardı?

Anlaşılan Peygamber’in (s.a.a) etkilerinin ve hizmetlerinin anlatılması hem insanların Peygamber (s.a.a) hakkındaki bilgilerinin derinleşmesini ve hem de Ona olan imanlarının kuvvetlenmesini sağlıyordu.

Bu beyanlar, insanların Peygamber (s.a.a) hakkındaki bilgilerini derinleştiriyordu. Zira Peygamber (s.a.a) çeşitli boyutlara sahiptir ve bu boyutlardan her birinin öğrenilmesiyle insanın bilgisi kuvvetlenmekte ve derinleşmektedir. Allah’ın ne amaçla Peygamber’i (s.a.a) görevlendirdiği, vazifelerinin neler olduğu, Allah’ın Peygamber’le (s.a.a) irtibatının şekli ve vahyin nasıl olduğu, Peygamber’İn (s.a.a) insanların yaşamı üzerindeki tesirleri gibi konular, Peygamber’in (s.a.a) varlığının boyutlarından bir kısmını oluşturmaktadır. Bu beyanlarda Masumlar (a.s), Peygamber’in (s.a.a) varlığının boyutlarından biri olan toplumdaki etki ve hizmetlerine değinmişlerdir. Bu boyutla aşina olmak, Müslümanların Peygamber (s.a.a) hakkındaki bilgilerinin daha doyurucu olmasını sağlamaktadır.

Bu beyanlar, insanların Peygamber’e (s.a.a) imanını derinleştirerek güçlendirmektedir. Zira insan fıtratı gereği hakkı arar ve hakka yönelir. Allah, ayetlerinden ve nişanelerinden sonra İbrahim’e (a.s) şöyle emrediyor:

“O halde yüzünü, Allah’ı birleyerek dine, insanları üzerine yaratmış olduğu Allah’ın fıtratına doğrult. Allah’ın yaratışında değişiklik bulunmaz.”[10]

Bu ayete göre hakka yönelmek ve onu kabul etmek, insan fıtratının gereğidir. Diğer bir ifadeyle hakka yönelme ve onu kabul etme insanın fıtratıdır. Bu sebeple hakka yönelme bir kavme, ülkeye ve ırka mahsus değildir. Her ülkeden ve her ırktan her insan, hakkı arar ve hakka yönelir. Her ideolojinin takipçilerinin, kendi ideolojilerini hak bilmesi, bu konuyu teyit etmektedir. Çeşitli dinlerin ve mezheplerin takipçilerinin ihtilafı da sadece her birinin kendi din veya mezheplerinin hak, diğer dinlerin ve mezheplerin batıl olduğuna inanmalarındandır.

Hakkı batıldan ayırmak her zaman kolay değildir. Bazen hakla batıl öyle birbirine karışır ve benzer ki hakkı batıldan ayırmak güçleşir. Böyle durumlarda hakkı batıldan ayırmak için, hak ve batılın ölçülerini tanımaktan başka çare yoktur.

Hakkın ölçülerinden biri “yararlılık” ve batılın ölçülerinden biri de “boşluk ve faydasızlık”tır. Allah hakkı batıldan ayırmada hak ve batılı nehirden akan suya ve üzerindeki köpüğe, yine zeminde gizli metaller veya altın ve üzerlerindeki köpüğe benzetmektedir.

“Köpüğe gelince, o atılır gider, insanlara yarar sağlayacak şey ise yeryüzünde kalır.”[11]

Bununla birlikte her ne kadar batıl, hakkın üzerini örtüyor olsa da hak her zaman halk için faydalı, batıl ise boş ve faydasızdır. Kalıcı olan da haktır, batıl değil.

İnsanlar da genellikle varlıklarının derinliklerinde hakkın faydalı ve batılın da faydasız olduğunu bilirler. Beşeriyet tarihi, insanların faydalı şeyleri koruduklarını, faydasız ve zararlı şeyleri bıraktıklarını göstermiştir. Bu yüzden günümüzde düşünürler, dinlerin bekasının en önemli delili olarak bu yararlılığı görmektedirler.

Burada da Masumlar (a.s) bu kaideden istifade etmiş ve Peygamber’in (s.a.a) hizmetlerini ve etkilerini beyan etmişlerdir. Gerçekte bu siyerlerde Masumlar (a.s), Peygamber’in (s.a.a) hakkaniyetinin belirtilerini anlatmışlardır. Bu anlatılanların, onların Peygamber’e (s.a.a) imanlarını derinleştirdiği ve kuvvetlendirdiği açıktır.

4- Peygamber’in (s.a.a) siyerinin nitelendirilmesi

Masumlar’ın (a.s) siyerinde, söylenenlere ilâveten çeşitli boyutlarıyla Peygamber’in (s.a.a) siyerinin nitelendirilmesine de çok dikkat edilmiştir. Öyle ki O’nun (s.a.a) en küçük hareketi bile söylenmeden geçilmemiştir. Müslümanlara, Kureyş’in kâfirlerine, düşmanlara ve Arap yarımadasında yaşayan diğer din mensuplarına davranışı gibi Peygamber’in (s.a.a) toplumsal özellikleri özenle anlatılmıştır. Peygamber’in (s.a.a) evdeki ahlâkı, giyinme biçimi, yemek yemesi ve uyuması dikkatle belirtilmiştir. Hatta boyu, teninin rengi, saçının rengi vb. gibi fiziksel özellikleri de anlatılmıştır. Emiru’l-Muminin (a.s) Peygamber’i (s.a.a) şu şekilde nitelendiriyor:

“Peygamber (s.a.a) insanların en affedicisi, en cesaretlisi, en doğru sözlüsü, sözüne ve anlaşmasına en vefalı olanı, en yumuşak huylusu ve en güzel mizaçlısıydı. Heybeti, onu ilk kez görenlerin kalbine oturuyordu. Onunla yakınlaşanların kalbinde ise sevgisi yer ediyordu.”[12]

Neden Masumlar (a.s) Peygamber’in (s.a.a) siyerini nitelendirmeye özen gösteriyorlardı? Acaba bunun, muhatabın Peygamber’e (s.a.a) inancı üzerinde bir tesiri mi vardı?

Görünüşe göre Peygamber’in (s.a.a) siyerinin nitelendirilmesi hem muhatapların Peygamber’le (s.a.a) aşina olmasında müessirdir, hem de inancının oluşup kuvvetlenmesinde. Muhatabın Peygamber’le (s.a.a) aşina olması üzerindeki tesiri açıktır. Zira muhatap, davranışının türü ve tarzı ve de çeşitli boyutlarda davranışına hâkim olan mantıkla aşina oluyor. Ek olarak muhatap, Peygamber’in (s.a.a) siyerine dikkat ederek Onun şahsiyetini daha iyi tanıyabilir, diğer insanların şahsiyetleriyle kıyaslayabilir ve Onun şahsiyetinin üstünlüğünü idrak ederek Ona iman edebilir. Peygamber’in (s.a.a) davranışını görerek ona iman eden kimseler çoktur. Örneğin Emiru’l-Muminin’den (a.s) şöyle nakledilmiştir:

“Bir Yahudi’nin Peygamber’den (s.a.a) birkaç dinar alacağı vardı ve bunu istiyordu. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Yahudi! Bir şeyim yok ki sana ödeyeyim.” Yahudi dedi ki: “Ey Muhammed! Alacağımı ödeyene kadar seni bırakmayacağım. Bu yüzden seninle oturacağım.” Yahudi oturdu. Peygamber (s.a.a) öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını orada kıldı. Peygamber’in (s.a.a) ashabı ise Yahudiyi tehdit ediyorlardı. Peygamber (s.a.a) ashabına baktı ve şöyle buyurdu: “Onunla ne işiniz var?!” Ashap dedi ki: “Ey Resulullah! Bir Yahudi seni buraya hapis mi etti?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Rabbim beni, tarafımda olanlara veya olmayanlara zulmetmem için görevlendirmedi.” Güneş tepeye çıktığında Yahudi şöyle dedi: “Şehadet ediyorum ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve resulüdür. Malımın yarısı Allah’ın yoluna (harcanmaya) mahsustur. Yemin olsun yaptığım şey sadece Tevrat’ta anlatılan özelliklerinizi incelemek amacıylaydı. Tevrat’ta sizin sıfatlarınızı şöyle okudum: Muhammed Abdullah’ın oğludur. Doğduğu yer Mekke ve hicret edeceği yer Medine’dir. Ne kabadır, ne zora sokar, ne feryat edendir, ne de küfürbaz.”[13]

- - - - - - - - - -


[1] Nebi Kendisine kitap verilen ve verilmeyen bütün peygamberler için denir; Çoğulu “enbiya”dır. Kendisine kitap verilen peygambere de “resul” denir; çoğulu “rusul” denir.

[2] Kâfî, C. 1, s. 128, 1. rivayet.

[3] Nehcu’l-Belağa, 144. Hutbe, s. 324.

[4] a.g.e.; 1. Hutbe, s. 36.

[5] Mîzânu’l-Hikme, C. 9, s. 331, 19186. rivayet.

[6] İbrahim, 34.

[7] Âl-i İmran, 164.

[8] Nehcu’l-Belağa, 95. Hutbe, sayfa 210.

[9] a.g.e, 26. Hutbe, s. 79-80.

[10] Rum, 30.

[11] Ra’d, 17.

[12] Bihâru’l-Envâr, C. 16, s. 231, 35. rivayet.

[13] Bihâru’l-Envâr, C. 16, s. 216, 5. rivayet.