"Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın; olur ki, alay edilenler kendilerinden daha hayırlı bulunurlar." Hucurat/11
Toplumsal ve ahlaki değerler, hiç şüphesiz insanlığı ayakta tutan en önemli unsurlardandır. İşte bu yüzden bir toplumun içten içe çürümesini isteyen ve onun yıkılmasını bekleyen zihniyetler, işe önce o toplumun ahlaki değer ve mukaddesatlarını yıkmak, zayıflatmak ve alaya almakla başlarlar.
"Alay ettir ve Aşağıla" taktiğidir bu. Düzenli bir orduya ağır zayiatlar verdiren "Vur-Kaç" taktiğinden daha etkili ve daha tehlikelidir "Alay ettir ve Aşağıla" taktiği.
Biz bunları kendi ülkemizde birebir müşahede etmekte ve hatta birçoğundan da gafil kalmaktayız. Bu makalemizde aslında çocukluğumuzdan beri zihnimize işlenmiş terimlerin bir nevi analizi yapılacaktır. Yalnızca bizim değil, babalarımız ve hatta dedelerimizin çocukluğunda başlanmış bir bilinçaltı kodlama savaşının tahlilidir.
Değerlere açılan savaş ve onlarla alay etme hastalığı sarmıştı toplumumuzu. Kullandığı terim ve kelimenin aslının ne olduğundan bihaber insanlara çevirdiler bizleri. Ya da cevap veremediğimiz ve önüne geçemediğimiz için kötüleyip, alaya aldığımız çevreler yüzünden biz ateşe verdik bu güzel dünyayı. Buyurulduğu gibi;
"İçimizde olan kin bizi adaletten uzak kıldı."
Mesela bir Goygoycu kültürü hâkimdi Osmanlı ve Yeni Cumhuriyet'te. Ama bu, kimi çevreler sayesinde kulağa itici gelen, anlamı her türlü olumsuzluğa açık bir kelime haline getirilmişti. Yani o günden bugüne alay ve azar için kullanıldı bu tabir; "Goygoy yapma!" "Goygoycu musun?" gibi terimler haline dönüşüverdi. Hatta Türk Dil Kurumu dahi birçok şeyde olduğu gibi bu işe de çanak tuttu; Bakın aslında ne iken sözlüklere ne şekilde girivermişti Goygoycu;
Sokak sokak dolaşıp, Hz. Nebi (s.a.a) ve Ehlibeyt'e (a.s) mersiyeler okuyup halkın, âlemlerin yaratılış sebepleri olan bu insanları unutmamaları için didinen hırpani kıyafetli dervişlerdi. Ama bu terim bugün sözlüklerde ve halkın zihninde; "Boşu boşuna, bilgisiz olarak, gereksiz yere çok konuşan kimse, şakşakçı ve Dilenci" olarak yer almaktadır.
Bakın sokaklarda omuz omuza vermiş bu insanlar neler söylerlerdi hep bir ağızdan;
"Hasan ile Hüseyin'e olan işlere,
Gökte melek, yerde her can ağladı.
Görün görün Yezidlerin halını,
Bağladılar hep suların rahını,
Soldurdular Fatıma ana gülünü..."
Hatta şair ve düşünür Ercüment Ekrem Talu şöyle anlatmaktadır Goygoycular'ı:
"Nerede kaldı ki, Goygoycuları hatırlayalım onları bir masal gibi çocuklarımıza anlatalım? Onlar, Muharrem ayı girdi mi matem tutarak evdeki endam aynalarının yüzüne perde geren, otuz gün tahta kupalarda su içen ve kapıları neşe ve nişata kapalı bulunduran babalarımızla beraber tarihin bir türlü doymak bilmeyen gayyâsına göçüp gittiler."
İstanbul'daki çocukluk yıllarımda çokça gördüğüm ama sonraları izlerini yitirdiğim Goygoyculara geçtiğimiz aylarda Bursa'nın ara sokaklarının birisinde denk geldim. Sanırım karı-koca olan iki âmâ, gözlerini yitirmiş eş ve elinde maşrapa ile gelecek yardımları toplamak için onlara hem yardımcı hem de yoldaş olan küçük bir çocuk. Söylediklerinden aklımda kalanları şöyleydi;
"Ahd ü peymanımız var Mehdi'ye,
Yüz çevirmeyiz Hanedan-i Nebi'ye."
Sanırım şimdi daha iyi anlaşılmıştır bugün neden Goygoyculara "Boşu boşuna, gereksiz yere çok konuşan kimseler" diye isim verildiği. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt (a.s) düşmanları her daim onların dostlarını aşağılamışlardır da ondan.
"(İnsanları) Diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay haline!" Humeze/1
"Alay ettir ve Aşağıla" taktiği ile kendimize yuva edindiğimiz bu topraklara giren Batı zihniyeti ve onun sadık köleleri az önce değindiğimiz "Goygoycular" benzeri birçok hatta eşeledikçe çoktan da öte değerlerimizi lekelediklerini görmekteyiz.
Mesela bunlardan bir tanesi "Abdal" sözcüğüdür. Aslında Tasavvufta manevi ve yüce bir rütbe olan "Abdallık" günümüze ne şekilde yansıtılmıştır değil mi? Safeviler devrinde İran'da ve zaman zaman da Anadolu'da yaşayan Türk oymaklarından biri olarak da anılır Abdallar. İnsan-ı Kamil manasına da gelmekte olan "Abdal" Yüce Allah'tan başka dünyadaki her şeyden vazgeçmiş kişidir aslında. Arapça "Be-De-Le" kökünden türemiş olan bu sıfatın manası "Tebdil Olmak" "Öze Dönmek" demektir. Gelgelelim geçmişinden ve değerlerinden bihaber yaşayan bizler bu erişilmesi güç mertebeyi "Aptal" olarak evirmiş ve TDK'nin kabul ettiği; "Zekâsı pek gelişmemiş, zekâ yoksunu, alık ve ahmak" manalarında kullanmışız.
"Aptal" ile "Abdal" farklıdır diyenlere burada sıcağı sıcağına bir cevap verelim de cehaletle didinip durmasınlar artık. "Budala" kelimesi Arapça olan "Abdal" sözcüğünün çoğul halidir ve yine TDK bunu şöyle manalandırır; "Budala yani Ahmak, bön ve bir şeye aşırı düşkün kimse." Anlaşılan o ki; irfanı bir terim olan ve neredeyse İnsan-ı Kamil'e eş tutulacak bir sıfatı ne hale sokmuşlar da uyutuvermişler bizleri.
"Ukala" da aynı hükümdedir maalesef. Aslında "Akıllı, bilgin ve kanaat önderleri" manasına gelen bu sözcük günümüzde "Kendini akıllı ve bilgili sanan, bilgiçlik taslayan kimse" olarak kayıtlara geçmiştir.
Bir başka kelime de "Düldül" sözcüğüdür. Düldül için sokaklarda bir anket yapmaya kalkışırsak herhalde Red Kit'in bineği olduğu ortaya çıkacaktır. Ama işin özü Allah Resulü'nün (saa) Hz. Ali'ye (as) hediye ettiği atın adıdır. Hatta şu an dahi şahsım adına konuyu değerlendirecek olursam; bizzat bir konuşma ya da yazıda "İmam Ali, Düldül'e binmişti." diye bir cümle kuramam çünkü gülesim gelir. Çünkü biz, bilinçaltı kodlama savaşının esiri olmuşuzdur maalesef. Artık kızıl saçlı bir İngiliz olan bu çizgi roman karakteri binmektedir Düldül'e. Hâlbuki o atın özgün adı "Jolly Jumper" olarak geçmektedir. Art niyet aramayalım mı yine?
Bir sonraki kelimelerimiz ise "Dürzü" "Abaza" ve "Fellah" sözcükleridir. Ağırlıklı olarak Lübnan ve Suriye'de yaşayan bir türev dinidir "Dürzîlik" bugün halk arasında "Ağır hakaret ve küfür sözü" olarak kullanılmaktadır. Ya da "Abaza" sözcüğü; cinsellikte aşırıya giden malum şahıslar için telaffuz edilmekte olup, özünde günümüz Umman ve Yemen bölgelerinde yaşayan İslam mezhepleri arasında kabul görülen İbaziler'den veyahut Kafkasya'da varlıklarını sürdüren bir ırkın ismidir. "Fellah" kelimesi de Adana ve Mersin yörelerinde kendi hallerinde yaşayan ama Sünni Müslümanların bir türlü peşini bırakmadığı toprak ve çiftçilikle uğraşan Aleviler için kullanılan tahkir sözcüğü olagelmiştir.
Bunlar gibi birçok örneği gündelik hayatımızda ister istemez kullanmakta ve kardeşlerimizin bilmeden de olsa gıybetini yapmaktayız.
Kuzey Avrupa'nın korsan ve kan döken kavmi olan Vikingler'i bizlere öylesine sevdiren bu bilinçaltı kodlama savaşı yüzünden şunu demekten kendimizi alamıyoruz;
"Batı, ne kadar da çok sevdirmiş kendini bizlere;
Hâlbuki ne çok dökmüştü kanımızı yerlere."
Merhum milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy bizlerin bu uzunca süredir içinde bulunduğu durumu şöyle dökmekte kalemden deftere;
"Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,
Saldırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi:
Lâkin aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanmış yutmadan son lokmayı!"