Farklı bölgelerde yaşayan toplumlar, aynı inanca sahip olsalar da yaşadıkları topraklarda tarih sürecinde karşılaştıkları olaylar, sevinçler, üzüntüler, gördükleri zulümler ve bunun gibi etkenlerden dolayı farklı ruh yapısına sahip olurlar.

Örneğin güçlü olarak ve fazla ezilmeden yaşayan toplumlarla, başka bir gücün altında ezilerek yaşayan toplumlar farklıdırlar. Aynı inanca sahip olsalar da sürekli savaşmak zorunda kalan, kıtlıkla mücadele eden ve sürekli iftiraya uğrayan toplumlarla, hiç savaş yüzü görmemiş, bolluk içinde yaşamış ve iftiraya maruz kalmamış toplumlar arasında dağlar kadar fark vardır.

İnsanların ve toplumların karakterlerini sadece inançları değil yaşanmışlıkları da ciddi şekilde etkiler. Kısacası bir insanın veya bir toplumun karakter yapısında inancı, bulunduğu kültür ve yaşanmışlıkları etkilidir. Bu yüzden bazen aynı inanca sahip toplumlar, birbirlerini anlamazlar ve idrak edemezler.

Bu doğrultuda Anadolu’daki Alevilere değinmek istiyorum.  

Dünyanın farklı bölgelerinde ve ülkelerinde Ehlibeyt ve 12 İmam inancına sahip birçok toplum vardır. Belki bulunmuş oldukları yörelerin ve ülkelerin kültürlerinden dolayı yaşamlarında bazı farklar olsa da öz olarak aynı inanca sahiptirler. Hepsi de Allah, Muhammed, Ali yolundan gitmeyi kendilerine ilke edinmişlerdir.

Ama dediğimiz gibi her toplumun tarih sürecinde yaşanmışlıkları o toplumun karakter yapısını etkiler.

Anadolu Aleviliğine baktığımızda tarih boyunca yaşanmışlıkları, Ehlibeyt inancıyla yoğrulduğunda ince ruhlu, etrafındakileri kırmak istemeyen, ince eleyip sık dokuyan, kalp kırmaktan korkan, insana değer veren, adalet olgusunu önemseyen, 72 millete bir gözle bakan ve bunun gibi inceliklere sahip bir toplum ortaya çıkmıştır. Bu ruha, Anadolu’daki Alevilik Ruhu dedik. Bu toplum, tarih boyunca sürekli baskı altında yaşamış, ezilmiş, hor görülmüş, türlü türlü iftiralara uğramış, inancını ve ibadetlerini gizlemek zorunda kalmış, kendi inancını öğreneceği ilim merkezlerinden uzak tutulmuş, sürekli asimile edilmeye çalışılmış ve daha nice sıkıntı ve zorluklar yaşamış bir toplumdur.

Böylesine sıkıntılar ve acılarla bu güne kadar gelen bu toplumu, bu sıkıntıların hiçbirisine maruz kalmamış veya az miktarına maruz kalmış bir toplumun anlaması ve idrak etmesi mümkün değildir; hatta aynı inanca sahip olsalar dahi.

Baskılardan ve mahrum bırakmalardan dolayı inancı ile ibadeti arasında sıkışmış, ibadet boyutuna fazla yüklendiğinde belki de inancını kaybedecek bir toplumu anlamak zordur.

Ehlibeyt ve 12 İmam inancı korunsun, kaybedilmesin diye belki de bazı ibadetlerden uzaklaşmak zorunda kalan bir toplumu anlamak, yürek ister.

Zulme uğrayanın derdini, ancak zulme uğrayan bir başkası anlar. Mazlum birisini anlamak için mazlum olmak gerekir.

Anadolu’daki Aleviler zulmün birçok çeşidini gördükleri ve yaşadıkları için Ehlibeyt’in ve 12 İmamlar’ın başlarına gelen zulümleri çok daha iyi anlarlar ve bu yüzden Ehlibeyt’in başından geçen bir musibet anlatıldığında içten ve yürekten gelen bir acıyla hüzünlenirler ve gözlerinden yaşlar akıtırlar.

Bunun en büyük delili Muharrem Ayı geldiğinde yemeden içmeden kesilirler. Helal olan birçok şeyi kendilerine yasak ederler. Neden yasak ederler?! Kerbela’da İmam Hüseyin (a.s) susuz şehit edilmişti çünkü. Kardeşlerine, evlatlarına, minik yavrularına, o küçük kızlarına merhamet dahi edilmemişti. En sonunda âlemlere seslenmişti İmam Hüseyin (a.s), bana yardım edecek, benim yoluma yardım edecek kimse yok mu diye.

Bu hazin seslenişi Anadolu’da Aleviler çok iyi idrak ederler; çünkü kapılarına işaretler vurulurken, 40 bin Alevi katledilirken, onlar da sesleniyordu bu âleme ki bize yardım edecek kimse yok mu, diye. Ama kimse gelmiyordu yardımlarına, İmam Hüseyin’in yardımına gelmedikleri gibi…

Alevi Din Alimi

Ali Akın Caba