Bugün İslam ümmetinin içinde bulunduğu durumu doğru okuyabilmemiz adına unutmamız gerekir ki; nice sözde imam Hüseyin (a.s) dostları Kerbela’da sınıfta kalırken Hür ve Züheyr, Hüseyni safta yer almıştı.

Muharrem'in yas ve matemlerinin tutulduğu hiçbir mekân, Kerbela kadar kutsal ve değerli değildir.

Kerbela, İmam Hüseyin ve şehitleri kucağında barındıran ve bayraklaştıran bir şehirdir.

Ancak hakbin gözle bakılacak olursa Kerbela'da bayraklaşan şehitler tüm sınırları kaldırmış Kerbela'nın coğrafi ve zaman sınırlarında hapsolmayacağını tüm mekânlara ve zamanlara haykırmıştır.

Yazılan tarih mi yaşanan tarih mi?

Tarihe iki pencereden bakabiliriz. Büyük bir çoğunluğa göre tarih, bir takım olayları, rakam ve sayıları gelecek nesillere taşıyan sayfalar yığınından ibarettir. Ancak bir kesim vardır ki tarihte kendi kimliklerini ararlar. Kendilerini tarihi şahsiyetlerinin yerine koyar, olayları içine girer ve kendisinde ölçer.

Bu yöntemi benimseyen insanların kendilerini coğrafi ve zaman sınırlarından soyutlamaları hiç de zor değildir. Bunlar dil, din, ırk ve milli bağlardan ve tutsaklıklardan azat olarak geçmişin ve geleceğin her sahnesinde hazır ve nazır görürler kendilerini. Sınırlamalardan özgürleşmiş insanlar Kerbela'da olduklarını görür ve sayfalarını seçerler.

Biz Müslümanların inancına göre, Allah zaman ve mekânla sınırlandırılamaz. Buna göre içinde yaşadığımız zaman dilimi ve üzerinde bulunduğumuz toprak parçası Allah katında bir sınırı ifade etmez. Bu sınırlar bizim bedenimizin mahpusudur. Ancak hakikatimiz bu sınırların tutsağı ve esiri değildir. Zaten kıyamet günü zaman, mekân, dil, ırk ve milliyetlerin olmadığı sadece hakikatlerin tecelli ettiği bir gündür. Bu gerçekten hareketle etrafımıza çektiğimiz tüm sınırlarında yapay olduğu anlaşılmaktadır.

Bize göre geçmiş zamanları yaşayanlar nasıl ki hayatın gerçekleri, hak ve batıl yol ayrımında imtihana tabi tutulmuşlarsa bizlerde bugün Hüseyin ve Yezit arasında seçim yapmak, saf tutmak ve gerçeği ifa etmekle yükümlüyüz. Büyük bir sınavdan geçmekteyiz. Bilmeliyiz ki "Keşke Hüseyin ile Kerbela'da olsaydık" sözü, sadece ulaşılmaz bir temenni değil güncel ve gerçekçi bir özlem ve arzudur.

Peygamberimiz (s.a.a) ve pak Ehlibeyt'i bizlere, Kur'an'ın sadece kadim ve kutsal bir kitap değil aksine güneş ve ay misali olduğunu öğretmiştir. Nasıl ki güneş ve ay her gün yeniden insanlığın üzerine doğuyorsa, Kur’an’da her gün yeniden insanlığa inmekte ve günümüz olaylarını aydınlatmaktadır.

Kur'an'a bu gözle bakanlar, hayatın labirentinde kaybolmadan aydınlık yolu bulabilirler. Kur’an’a bu açıdan bakanlar bilirler ki;

"Bu zaman diliminde yaşıyor olan bedenimizdir. Ruh ve hakikatimiz ilk insanla akmaya başlayan insanlık ırmağının uzantısıdır."

Kur'an, sadece tefsiri nükteler keşfetmek, fıkhi kurallar çıkarmak ve tarihi olayları okumak kitabı değildir. Kur'an, her gün yeniden doğan ve güncel olaylarla ilintili konulara ışık tutan bir güneştir. Bu yüzdendir ki imam Ali (a.s), muttakileri tavsif ve tasvir ederken şöyle buyuruyor;

"Onlar cennetleri müjdeleyen ayetleri tilavet ederken sanki cenneteymiş gibi sevinirler. Azap ayetlerini okuduklarında ise orada müezzep olurlar ve ateşin alevlenme sesini duyarlar."

Kur'an'ı böyle anlamanın şartı ise onu diri ve hayat bahşedici gönülle görebilmektir.

Zaman ve mekân şartlarına sığınma gafletini, feraset ve basiret aydınlığına tercih edenler, hakikatleri de bedenleri gibi tutsak edenlerdir. Hâlbuki ilahi imtihanda zaman ve mekân sınırları kimseye mazeret olmayacaktır.

Kim bilir belki bizimde kendi çapımızda bir Kerbela'mız ve Aşura'mız olacaktır. Bugün değilse de yarın mutlaka kendi Kerbela'mızla yüzleşeceğiz. O gün gelip çattığında "Ya Leyteni/Keşke" bizler Hüseyin ile olabilecek miyiz? Yoksa bugün alay ettiğimiz Hür ve Züheyr gibiler Hüseyin safına geçecek, biz ise Kerbela ve Hüseyin'den kaçanlardan hatta katillerden mi olacağız? Bunun muhasebesini yapmalıyız.

Bugün İslam ümmetinin içinde bulunduğu durumu doğru okuyabilmemiz adına unutmamız gerekir ki; nice sözde imam Hüseyin (a.s) dostları Kerbela’da sınıfta kalırken Hür ve Züheyr, Hüseyni safta yer almıştı.

Ehlibeyt dostu olduğunu iddia edip aynı zamanda Hüseyin'in bayraklarına (Ayetullah Hamanei ve Ayetullah Sistani) hakaret edenler zamanımızın vefasız ve omurgasız Küfelileri değil de kimlerdir?

Hz. Hüseyin (a.s) ve Kerbela dostu olduğunu iddia edip bu pak yolu başlarındaki pis kanı akıtmakla lekeleyenler (kama vuranlar) Siyonist ve tekfircilerin maşaları değil iseler en hafif ifadeyle cahil ve gafildirler.

Unutmamalıyız ki; eğer her yer Kerbela ve her gün Aşura ise (ki masum imam böyle buyurmuştur) o zaman bizde Kerbela'mızda Hüseyin'e tabi olmalıyız. Ve bilmeliyiz ki herkesin kendine göre bir Hüseyin'i olamaz. Ümmetin bir Hüseyin'i olur ve diğerleri ancak O'na fedai olabilirler. Bu nedenle Hüseyin dostu olduğunu iddia edenler O’nun istediği şekilde yaşamalı hatta O'nun öngördüğü ölçüler içinde Kerbela'nın kahraman şehitlerine yas tutmalıdırlar.