.

Ehlader Araştırma Bölümü

Abdullah Karahan

Hz. Hüseyin ve ailesinin katledilmesinin İslâm tarihinin üzücü olaylarından biri olduğuna şüphe yoktur. Bu olay İslâm tarihinde çok yönlü sarsılmalara sebep olduğu gibi kültür ve medeniyetimizde de farklı savrulmalara yol açmıştır. Bu olaydan gereği gibi ders alabilmek için onu açık yüreklilikle ve sağduyuyla her açıdan değerlendirmek Müslüman ilim adamlarının önemli görevleri arasındadır.

Kerbela Olayı” diye adlandırılan bu müessif olay, hadis ilmi açısından da değerlendirmeye muhtaçtır. Zira bu konu tartışılırken bazı rivâyetler gündeme sıkça gelebilmektedir. Özellikle Hz. Peygamber’in henüz hayattayken, Hz. Hüseyin’in ileride İslâm ümmeti tarafından öldürüleceğini önceden haber veren muhtevaya sahip olan rivâyetler Kerbela Olayı hakkındaki tartışmalara çok önemli bir boyut katmaktadır. Öyle ki, tartışmalar esnasında bu rivâyetler müsbet veya menfi anlamda mutlaka gündeme gelmektedir. Bu nedenle konu hakkındaki inceleme araştırma ve tartışmaların sağlıklı bir zeminde yürüyebilmesi için söz konusu haberlerin hadis ilmi kriterleri açısından incelenmesi büyük önem arz etmektedir.

Ayrıca hadis bilginlerinin ve şârihlerin bu rivayetler hakkındaki değerlendirme, yorum ve yaklaşımlarını incelemenin Sünnî ilim dünyasının bu tür haberlere tarih boyunca nasıl baktığını anlamamız açısından da faydalı olacağı muhakkaktır.

Sunmayı düşündüğümüz bildiri, Hz. Hüseyin’in öldürüleceğini önceden haber veren rivâyetleri hadis tekniği açısından incelemeyi, sıhhatlerini değerlendirmeyi ve İslâmî kaynaklarda işleniş tarzını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Hz. Hüseyin’in öldürüleceğini haber veren rivâyetlerin en önemlileri doğal olarak Hz. Peygamber’in konu ile ilgili iki farklı hadisidir. Dolayısıyla çalışmamızın temelini bu iki hadis teşkil etmektedir. Söz konusu iki rivâyetle aynı iddiayı dillendiren ve sahîh olması durumunda onları mana olarak destekleyebilecek nitelikte olan iki mevkûf rivâyet daha vardır.

Hz. Ali ile İbn-i Abbâs gibi iki önemli Sahâbîye izafe edilen ve Hz. Peygamber’in söylememesi durumunda bilinemeyecek bir bilgi ihtiva etmesi sebebiyle hükmen merfû kabul edilebilecek bu iki rivâyet de konumuz açısından önem taşıdığı için incelenmeyi hak etmektedir. Bununla birlikte Ümmü Seleme ile İbn-i Abbâs’ın rüyalarında Hz. Hüseyin’in öldürüleceğini gördüklerini bildiren haberler her ne kadar rüya olsalar da dolaylı olarak konumuzu ilgilendirdiği için incelenmelidir. Dolayısıyla öncelikli olarak söz konusu iki hadisin sened ve metin tahlili yapılmak suretiyle konunun temeli oluşturulacak, daha sonra bunları destekleyebilecek nitelikteki iki Sahâbî sözü ele alınacak ve en sonunda da yine iki Sahâbînin Hz. Hüseyin’in öldürülmesiyle alakalı olarak görmüş olduğu iki rüya söz konusu hadisler çerçevesinde değerlendirilecektir.

Hz. Hüseyin’in Öldürüleceğini Önceden Bildiren Rivâyetler

            Hadis ihtiva eden kaynaklarda yer alan Hz. Hüseyin’in öldürüleceğini bildiren rivâyetler şunlardır:

"Cebrâil benden sonra ümmetimin onu öldüreceğini haber verdi. Sonra Cebrâil elini uzatarak beyaz bir toprak getirdi ve: “Oğlun bu yerde şehid edilecektir. Bu yerin ismi ise Taff’dır (Kerbela).” dedi."

            İbi Abbas (r.a.), Allah Teâlâ’nın Resûlüllah’a (saa) şöyle vahyettiğini nakletmiştir:

“Yahya bin Zekeriyyâ’nın kanı için yetmiş bin kişi öldürdüm; Hüseyin’in katli içinse bunun iki misli kişi öldüreceğim.”

            Hz. Ali (as) şöyle buyurmuştur:

“Hüseyin mutlaka öldürülecek. Onun öldürüleceği yeri biliyorum. İki nehrin yakınında bir yerde öldürülecek.”

            İbn Abbas (r.a.) şöyle demişti:

"Bizim, Hüseyin ibn-i Ali'nin Taff'da (Kerbela) öldürüleceği hususunda hiç şüphemiz yoktu; Peygamber'in Ehl-i Beyt'i de bu konuda ittifakla aynı şeyi düşünüyordu."

            Ümmü Seleme`nin (r.a.) yanına girdim, ağlıyordu. "Niye ağlıyorsun!" diyesordum. Bana şu cevabı verdi: "Şimdi Resulullah`ı (saa) rüyamda gördüm. Başında ve sakallarında toprak vardı. "Neyiniz var, ey Allah`ın Elçisi?" dedim. "Az önce Hüseyin`in öldürüldüğüne şahid oldum." buyurdu.

            İbn Abbas (r.a.) şöyle anlatıyor:

"Bir gün gündüzün ortasında uykuya daldım. Rüyamda Allah Elçisi’ni (saa) gördüm. Üstü başı toz-toprak içerisindeydi ve saçın sakalı birbirine karışmıştı. Elinde de bir kavanoz vardı. Onun ne olduğunu sordum. “Hüseyin ve arkadaşlarının kanıdır. Sabahtan beri durmadan bunu topluyorum.” buyurdu. Gerçekten de sonradan öğrendik ki, Hüseyin benim o rüyayı gördüğüm gün şehit edilmişti."

Rivâyetlerin Metin Ve Senedlerinin Tahlili

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber’in sözü olarak nakledilen ilk iki rivâyet konumuz açısından çok önemlidir. Özellikle birinci rivâyet konunun özünü ve temelini teşkil etmektedir. Bu nedenle yapılan tüm değerlendirmeler bu rivâyetin ekseninde olmak zorundadır ve bundan dolayı birinci rivâyetin sened ve metinleri oldukça geniş bir şekilde araştırılacaktır. İkinci rivâyet de, özünde Hz. Hüseyin’in öldürüleceğini önceden haber verir bir mahiyet taşıdığı için önemlidir. Dolayısıyla sıhhatinin tespiti ve konumuzla bağlantılı olarak yorumu gereklilik arz etmektedir. Hz. Ali ile Hz. İbn-i Abbâs’ın sözleri de temel aldığımız söz konusu iki rivâyetle aynı konuyu işlemekte ve önceki iki rivâyeti desteklemektedir. Bu nedenle sıhhatleri hususunda verilecek hüküm konuya boyut katacaktır.

Ümmü Seleme (r.a.) ve İbn-i Abbâs’ın (r.a.) rüyalarına gelince bunlar da hem konuları hem de içlerinde Hz. Peygamber’in adının geçmesi sebebiyle ve belki de en önemlisi Kerbela Olayı konuşulduğunda gündeme getirildikleri için özellikle sıhhatleri açısından araştırılmalıdır.

Birinci Rivâyet

Hz. Hüseyin’in katliyle birebir ilgili olması nedeniyle Sünnî hadis kaynakları içinde birçok farklı metin ve tarîkle farklı şekillerde yer alan ve bu yönüyle konuyla alakalı rivâyetler içinde en yaygın ve meşhur olanı Cebrâil ile Hz. Peygamber arasında geçen diyalogu ihtiva eden haberdir. Metin farklılıkları dikkate almamak kaydıyla haber genel hatlarıyla şöyle bir muhtevaya sahiptir.

            "Bir gün Cebrâil Resûlüllah’ın (saa) yanına gelmişti. O sırada torunu Hüseyin yanlarına geldi. Hz. Peygamber onu kucağına alıp sevmeye başladı. Cebrâil Allah Elçisi’ne: “Onu seviyor musun? diye sordu. Hz. Peygamber de: “Evet seviyorum.” cevabını verdi. Bunun üzerine Cebrâil: “Ümmetin onu öldürecek, istersen sana onun öldürüleceği yeri göstereyim.” dedi. Resûlüllah da “Peki, göster.” deyince, Cebrâil oradan aldığı/getirdiği bir avuç (kırmızı) toprağı O’na gösterdi ve avucuna verdi. Bunun üzerine Allah Elçisi ağladı."

Bu rivâyet, bazı farklı ayrıntılar ihtiva etmekle birlikte, aynı muhtevayı anlatır şekilde Hz. Peygamber’in hanımları Ümmü Seleme, Âişe, Zeyneb bint-i Cahş, Amcası Abbâs’ın hanımı Ümmü’l-Fadl bint-i el-Hâris, damadı Hz. Ali, Enes bin Mâlik ve Ebû Ümâme gibi önde gelen Sahâbilere dayanmakta ve sekiz farklı metin yapısını bünyesinde barındırmaktadır. Bunlar içinde en çok tarîke sahip olup kaynaklarda yaygın bir şekilde zikredilen rivâyetlerin Enes bin Mâlik ve Ümmü Seleme kanalıyla gelenleri olduğu dikkat çekmektedir.

Birinci Rivâyetin Metin ve Senedlerinin Tahlili

Bu rivâyeti değerlendirebilmek için öncelikle sekiz farklı metin yapısının tarîklerini, metinlerini ve hangi kaynaklarda yer aldığını görmek daha sonra sened ve metinlerini incelemek faydalı olacaktır.

Birinci Metin

            “Yağmur meleği Resûlüllah’ın yanına gelmek için Allah’tan izin istedi. O da izin verdi. Allah Elçisi (saa) hanımı Ümm-ü Seleme’ye “Bu melekle konuştuğum sürece kimsenin içeri girmemesi için kapıyı bekle, kimse içeri girmesin.” diye emretti. Allah Elçisi’nin yağmur meleği ile konuştuğu esnada Hüseyin kapıya geldi ve içeri girmek istedi. Ümmü Seleme engel olmak için çaba harcasa da Hüseyin onun elinden kurtulup Resul-i Ekrem’in bulunduğu odaya girdi ve O’nun üzerine çıkarak oynamaya başladı. Yağmur meleği Peygamber’e (saa): “O’nu seviyor musun?” diye sorduğunda, Hz. Muhammed:“Evet” cevabını verdi. Melek: “İyi ama senin ümmetin onu katledecek; istersen öldürüleceği yeri sana göstereyim.” dedi ve bir avuç kırmızı renkte çamur (toprak) getirdi. Ümm-ü Seleme o toprağı aldı ve kendi elbisesinin içinde bir yere sakladı.”

Hadisi Enes’ten duyan Sabit: “Sonraları biz oranın Kerbela olduğunu öğrendik.” diye açıklamada bulunmuştur.

Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ve Ebû Ya’lâ’nın (ö. 307/919) el-Müsnedleri, İbn Hibbân’ın (ö. 354/965) es-Sahîh’i ve Taberânî’nin (ö. 360/971) el-Mu’cemü’l-kebîr’inde yer alan rivâyetin senedleri şöyledir:

            Hz. Peygember > Enes b. Mâlik > Sâbit el-Bünânî > Umâra b. Zâzân > Müemmel > Ahmed b. Hanbel.

            Hz. Peygember > Enes b. Mâlik > Sâbit el-Bünânî > Umâra b. Zâzân > Abdüssamed b. Hassân > Ahmed b. Hanbel.

            Hz. Peygember > Enes b. Mâlik > Sâbit el-Bünânî > Umâra b. Zâzân > Şeybân b. Ferrûh > el-Hasen b. Süfyân > İbn Hibbân

            Hz. Peygember > Enesb. Mâlik > Sâbit el-Bünânî > Umâra b. Zâzân > Şeybân b. Ferrûh > Abdân b. Ahmed > Taberânî.

            Hz. Peygember > Enes b. Mâlik > Sâbit el-Bünânî > Umâra b. Zâzân > Şeybân b. Ferrûh > Muhammed b. Muhammed et-Temmâr > Taberânî.

Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürüleceğini bildiren rivâyetler içinde en yaygın olanlardan biri olan bu haber Umâra b. Zâzân’a kadar garîb bir senedle gelmiş, daha sonra şöhret kazanmıştır. Seneddeki Umâra sadûk ve sâlih bir kimse olarak tanınmakla birlikte Buhârî’ye (ö. 256/870) göre zaman zaman rivâyetlerinde hata yapan biridir. Bu nedenle el-Edebü’l-müfred’inde ondan hadis nakletmekle birlikte es-Sahîh’ine onun rivâyetlerini almamıştır. Ebû Hâtim er-Râzî (ö.277/890) hadislerinin yazılabileceğini ancak delil olarak kullanılamayacağını ifade eder. Ahmed b. Hanbel de Umâra’nın Sâbit > Enes b. Mâlik vasıtasıyla münker rivâyetler naklettiğini bildirir. Dolayısıyla hem hıfzında zayıflık bulunduğu için hem de Ahmed b. Hanbel’in bu açıklamasından dolayı bu rivâyetin sıhhati hususunda ihtiyatlı olmak en isabetli yol olarak görülmelidir.

Hadisin metnine gelince bütün tarîklerde birbirine oldukça yakın lafızlarla nakledilmiştir. Bu durum, metnin iyi muhafaza edildiğini ve değişikliğe uğratılmadan nakledildiğini gösterir. Rivâyetin sonundaki Ümm-ü Seleme’nin Cebrâil’in getirdiği toprağı alıp elbisesinin içinde sakladığını bildiren cümle, hadisin diğer metinlerinde bulunmayan bir ayrıntı olarak dikkat çekmektedir.

Tüm bunlar neticesinde hadisin metin olarak “Ümmü Seleme o toprağı aldı ve kendi elbisesinin içinde bir yere sakladı.” cümlesinin ilave olma özelliğini ve Kerbela adının geçmemesini dikkatlerden uzak tutmamak kaydıyla diğer tarîklerle paralellik arz eden ve oldukça sağlıklı yapıya sahip bir rivâyet olduğunu, buna mukabil seneddeki Umâra b. Zâzân’ın, Sâbit > Enes b. Mâlik vasıtasıyla münker rivâyetler naklettiği hususunu dikkatlerden uzak tutmayıp rivâyetin sıhhati hususunda ihtiyatlı olmak gerektiğini söylemek mümkündür.

İkinci Metin

            "Ümmü Seleme şöyle anlatır: "Bir gün Resûlüllah (saa) evimde oturuyorken "Kimse yanıma girmesin!" buyurdu. Ben de kimsenin içeri girmemesi için kapının önünde beklemeye başladım. Derken Hüseyin geldi ve (ben farkında olmadan) içeri girdi. Biraz sonra Allah Elçisi’nin içini çekerek ağladığını duydum. İçeriye bir de baktım ki, Hüseyin Allah Elçisi’nin kucağında, Hz. Peygamber onun alnını okşuyor ve öylece ağlıyordu. Ben "Allah'a yemin ederim ki, haberim olmadan içeri girmiş” diye mazeret beyan ettim. Hz. Peygamber (saa): "Cebrâil bizimle beraberdi. Bana: ‘Hüseyin'i seviyor musun?’ diye sordu, ben de: ‘Evet’ diyerek onayladım. Bunun üzerine Cebrâil: "Senin ümmetin onu, Kerbela denilen yerde öldürecek" dedi ve oranın toprağından (bir avuç) alıp bana gösterdi."

Ahmed b. Hanbel ve Abd b. Humeyd’in (ö. 249/863) Müsnedleri, İbn Ebî Şeybe’nin (ö. 235/849) el-Musannef’i, İbn Ebî Âsım’ın (ö. 287/900) el-Âhâd ve’l-mesânî’si ve Taberânî’nin el-Mu’cemü’l-kebîr’inde aynı muhtevaya sahip birbirinden bazı ayrıntı farklılıkları bulunan metnin senedleri şöyledir:

            Hz. Peygember > Ümmü Seleme/Âişe > Sa’îd b. Ebî Hind > Abdullah b.

Sa’îd b. Ebî Hind > Vekî’, Ahmed b. Hanbel.

            Hz. Peygember > Ümmü Seleme > Sâlih b. Erbed > Musa b. Sâlih el-Cühenî > Ya’lâ b. Ubeyd > İbn Ebî Şeybe.

            Hz. Peygember > Ümmü Seleme > Muttalib b. Abdillah b. Hantab > Kesîrb. Zeyd > Süleymân b. Bilâl > Yahyâ b. Abdilhamîd el-Himmânî > el-Hüseyn b. İshâk et-Tüsterî > Taberânî.

Kerbela rivâyetleri içinde en yaygını olan bu haber Sahâbe döneminden hemen sonra meşhur bir rivâyet olma özelliğini kazanmıştır ve birçok tarîke sahiptir. Bu rivâyetin ilk tarîki, yani “Ümmü Seleme > Sa’îd b. Ebî Hind > Abdullah b. Sa’îd b. Ebî Hind” isimlerinin yer aldığı senedin bütün râvileri sikadır.

           

Bu yönüyle sened sahih gözükmektedir. Heysemî de (ö. 807/1405) bu kanaattedir. Sa’îd b. Ebî Hind (ö. 116/734), Kütüb-i Sitte müelliflerinin tamamının kendisinden rivâyette bulunduğu sika bir râvidir. Bununla birlikte kendisine tenkit yöneltenler de bulunmaktadır. Oğlu Abdullah da (ö. 147/764) Ebû Hâtim tarafından zayıf olarak değerlendirilse de tenkitçilerin büyük çoğunluğu tarafından sika bir kimse olarak nitelenir. el-Elbânî, Sa’îd ile Ümmü Seleme’nin vefat tarihleri arasında elli dört yıl gibi oldukça uzun bir zaman bulunmasını gerekçe göstererek Sa’îd’in, naklettiği bu hadisi Ümmü Seleme’den direk duymamış olması ihtimaline dikkat çekmiştir. Ancak Sa’îd’in hayat hikâyesine bakıldığında onun Ebû Musa el-Eş’arî, Ebû Hureyre gibi kimselerden de nakilde bulunduğu görülür. Dolayısıyla el-Elbânî’nin bu yaklaşımını aşırı şüphecilik olarak değerlendirmek mümkündür. Bu tarîk Abd b. Humeyd’in ve Ahmed b. Hanbel’in Müsnedlerinde yer almaktadır. Ancak Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde bulunan versiyonun metni, diğer tarîklere göre oldukça farklıdır.

Rivâyetin metinlerine bakılınca, ortak nokta olarak Hz. Peygamber’in Ümmü Seleme’nin evinde olduğu ve Hüseyin’in bu esnada içeri girdiği ve Resûlüllah’ın (saa) Cebrâîl ile diğer metinlerde de zikredilen malum diyalogun yaşandığı görülür. Dolayısıyla metin kendi içinde tutarlı bir şekilde fazla bir değişikliğe uğramadan nakledilmiştir. Hz. Hüseyin’in öldürüleceği yerin Kerbela olduğunun açıkça zikredilmesi ise bu metnin dikkat çeken en önemli özelliği olarak zikredilmeye değerdir.

Üçüncü Metin

            "Ümmü Seleme şöyle anlatır: “Resulullah (s.a.), bir gün yanı üzerine yattı.Kaygılı ve üzüntülü bir şekilde uyandı. Sonra yine uzanıp uyudu ve yine kaygılı ve üzüntülü olarak uyandı. Avucunda, kırmızı bir toprak vardı ve onu öpüyordu. “O toprak nedir ey Allah’ın Elçisi?” diye sordum. Hz. Peygamber: “Cebrâil, Hüseyin’in Irak toprağında öldürüleceğini bana haber verdi, ben de Cebrâîl’e ‘öldürüleceği yerin toprağını bana göster’ dedim. İşte bu, oranın toprağı.” karşılığını verdi."

Hz. Peygember > Ümmü Seleme > Abdullah b. Vehb b. Zem’a > Hâşim b. Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkâs > Musa b. Ya’kûb ez-Zem’i > İbrahim b. Duhaym > Taberânî.

Hz. Peygember > Ümmü Seleme > Abdullah b. Vehb b. Zem’a > Hâşim b. Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkâs > Musa b. Ya’kûb ez-Zem’i > Muhammed b. Hâlid b. Usme > Fadl b. Sehl el-A’rec > İbn Ebî Âsım.

Hz. Peygember > Ümmü Seleme > Abdullah b. Vehb b. Zem’a > Hâşim b. Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkâs > Musa b. Ya’kûb ez-Zem’i > Hâlid b. Mahled el-Katavânî > Ahmed b. Hâzım el-Ğıfârî > Ebu’l-Hüseyn Ali b. Abdirrahman eş-Şeybânî > Hâkim.

Hz. Peygember > Ümmü Seleme > Abdullah b. Vehb b. Zem’a > Hâşim b. Hâşim b. Utbe b. Ebî Vakkâs > Musa b. Ya’kûb ez-Zem’i > Hâlid b. Mahled el-Katavânî > Abbâs b. Muhammed ed-Dûrî > Ebu’l-Abbâs Muhammed b. Ya’kûb > Ebû Abdillah el-Hâfız > Beyhakî.

Taberânî’nin (ö. 360/971) el-Mu’cemü’l-kebîr’i, İbn Ebî Âsım’ın el-Âhâd ve’l-mesânî’si, Hâkim’in (ö. 405/1014) el-Müstedrek’i ve Beyhakî’nin (ö. 458/1066) Delâilü’n-nübüvve adlı eserinde yer alan bu rivâyet Hz. Peygamber’den itibaren garîb bir yolla nakledilirken Musa b. Ya’kûb ez-Zem’i’den itibaren şöhret bularak kaynaklara ulaşmıştır. Seneddeki râvilerden Musa b. Ya’kûb’un dedesi olan Abdullah b. Vehb b. Zem’a’nın Rıdvân bey’atine katılan sahâbîlerden olduğu söylenir. Bunun haricinde hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır.

Kütüb-i Sitte müelliflerinin hepsinin nakilde bulunduğu Hâşim b. Hâşim (ö. 144/761) hakkında, İbn Ma’în, Nesâî ve İbn Hibbân sika olduğunu söylemiş Ahmed b. Hanbel de rivâyetlerinde bir beis bulunmadığını ifade etmiştir. Buna göre Hâşim’in sika bir râvi olduğu  söylenebilir. Musa b. Ya’kûb ise İbn Ma’în ve İbn Hibbân gibi tenkitçiler tarafından sika olarak görülürken Ali b. el-Medinî (ö. 234/848) ve Nesâî gibi bazı kimseler tarafından zayıf sayılmıştır. Kimi tentikçiler ise rivâyetlerinde beis olmadığını söylemiştir. Bu değerlendirmelerden hareketle ez-Zem’î’nin orta seviyede bir râvi olduğunu, ancak kimi zaman münker hadisler rivâyet etme ihtimali bulunduğunu söylemek mümkündür.

Dördüncü Metin

            "Âişe şöyle anlatır: “Bir gün Resûlüllah’a vahiy gelirken Hüseyin O’nun yanına girdi; Allah Elçisi’nin omzuna atladı ve sırtında oynamaya başladı. Cebrâîl: “Ey Muhammed onu seviyor musun?” diye sordu. Hz. Peygamber de, “Oğlumu niçin sevmeyeyim ki!” cevabını verdi. Bunun üzerine Cebrâîl: “Ümmetin senden sonra onu öldürecek.” deyip elini uzatarak Allah Elçisi’ne beyaz bir toprak verdi ve: “Oğlun işte bu toprakta öldürülecek, ey Muhammed!, oranın ismi de Taff’tır.” dedi. Cebrâîl yanından ayrılınca Allah Elçisi odadan çıktı; elinde toprak, ağlıyordu. Bana hitaben: “Ey Aişe, Cebrâil bana oğlum Hüseyin’in Taff toprağında öldürüleceğini haber verdi. Ümmetim benden sonra fitneye düşecek.” buyurdu. Hz. Peygamber daha sonra ağlayarak, aralarında Ali, Ebû Bekir, Ömer, Huzeyfe, Ammâr ve Ebû Zerr’in bulunduğu ashabının yanına gitti. Onlar: “Niçin ağlıyorsun, ey Allah’ın Elçisi?” diye sordular. O da: “Cebrâil bana oğlum Hüseyin’in benden sonra Taff toprağında öldürüleceğini haber verdi, bana oranın toprağını getirdi ve onun orada yatacağını bildirdi.” karşılığını verdi."

Hz. Peygember > Âişe > Sa’îd > Abdullah b. Sa’îd > el-Fadl b. Musa > el-Hüseyn b. Hureys > Muhammed b. Abdillah el-Hadramî > Taberânî.

           

Taberânî’den gelen bu tarîkte hocası Muhammed b. Abdillah el-Hadramî (ö. 297/910) büyük bir hadis imamı ve müsned müellifidir. Onun hocası Hüseyn b. Hureys de (ö. 244/858) İbn Mâce hariç Kütüb-i Sitte imamlarının nakilde bulunduğu güvenilir bir hadis hâfızıdır. el-Fadl b. Musa da (ö. 192/808) hadis tenkitçileri tarafından güvenilir kabul edilen bir kimse durumundadır. Abdullah b. Sa’îd b. Ebî Hind (ö. 147/764) ise güvenilir bir kimse olmakla birlikte hıfzı zayıf bir insan olarak tanınır.

           

Hadisin metnine gelince, anlatımda dikkat çeken ilk ve en önemli husus Resûlüllah’ın (saa) Cebrâil ile konuştuğunu Hz. Âişe’ye bildirmesi, hadisin ondan nakledilmiş olmasıdır. Halbuki bu rivâyetin en yaygın metinlerinin Sahâbî râvisi Ümmü Seleme’dir ve Hz. Peygamber başından geçenleri ona anlatmaktadır. Dolayısıyla bu metin diğer rivâyetlerle muhâlif durumdadır.

Birbirine muhâlif görünen bu metinler bu açıdan incelendiğinde Hz. Ümmü Seleme’den gelenlerin daha tercih edilebilir bir konumda olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Zira Ümmü Seleme’den gelen metinler sened bakımından daha sağlamdır, ayrıca hem daha yaygındır hem de Enes b. Mâlik’in rivâyetinde de Ümmü Seleme’nin adı geçmektedir. Dolayısıyla bu rivâyete sened açısından en iyimser yaklaşımla hasen hükmü verilse bile metin açısından ortaya çıkan ilave problemler hadise zayıf hükmü verilmesinin daha isabetli olacağını ortaya koymaktadır.

Beşinci Metin

            "Âişe şöyle nakletmiştir: “Resulullah (saa), bir gün Hüseyin’i kucağına oturttu. O esnada Cebrâîl geldi ve: “Bu senin oğlun mu?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Evet” cevabını verince; “Ümmetin senden sonra onu öldürecek.” dedi. Bunu duyan Allah Elçisi’nin gözleri yaşardı. Cebrâîl: “İstersen öldürüleceği yerin toprağını göstereyim.” diye ekledi. Hz. Peygamber: “Peki, göster” deyince Taff toprağından bir miktar ona getirdi.”

Hz. Peygember > Âişe > Ebû Seleme b. Abdirrahman > Muhammed b. İbrahim> Umâra b. Ğâziye > Eyyûb > Hammâd b. Seleme > Ebû Sa’îd mevlâ Benî Hâşim > Ahmed b. Ömer el-Allâf > es-Sâ’iğ > Taberânî.

Sadece Taberânî (ö. 360/971) tarafından el-Mu’cemü’l-evsat adlı eserde nakledilen bu rivâyet hakkında müellif: “Bu hadisi Eyyûb’ten Hammâd haricinde kimse nakletmemiştir” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Ancak kaynaklarda araştırıldığında onu  Âişe’den böyle bir metinle Ebû Seleme’den başkası da nakletmemiştir. Dolayısıyla hadis kaynağından itibaren garîb bir yolla Taberânî’ye ulaşmıştır. Seneddeki râviler müellifin hocasından itibaren incelenecek olursa Muhammed b. Ali es-Sâ’iğ’in (ö. 291/904) sika, hadis hâfızı bir kimse olduğu görülür.

Altıncı Metin

            "Hz. Âbbas’ın zevcesi Ümmü’l-Fadl, bir gün, Peygamberimizin yanına gelip: “Ey Allah’ın Elçisi! Ben, gece bir rüyâ gördüm!” dedi. Peygamber (saa): “Nasıl bir rüyaydı?” diye sorunca “Çok şiddetli bir rüyaydı” cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlüllah “Nasıldı?” diye yeniden sorunca, Ümmü’l-Fadl: “Senin vücudundan bir parça kesilip evime konuluyordu” sözleriyle rüyasını anlattı. Hz. Peygamber: “Hayır olsun! Fâtıma, inşallah bir oğlan doğuracak ve çocuk (emzirmen için) senin evine gelecek” buyurdu. Bir müddet sonra Fâtıma Hüseyin’i doğurdu ve Hz. Peygamber’in dediği gibi bebek (emzirmem için)benim evime geldi. Ümmü’l-Fadl devamla şöyle anlatır: “Bir gün, Hüseyin’i alıp Resûlüllah’ın yanına götürmüştüm. Bir müddet başka şeylerle meşgul oldum.

            Sonra Allah Elçisi’nin gözlerinden yaşlar boşaldığını gördüm. Üzüntüyle: “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Elçisi! Niçin ağlıyorsun?” diye sordum. O da: “Cebrâil yanıma geldi ve bu oğlumu ümmetimin öldüreceğini haber verdi.” buyurdu. Ben “Hüseyin’i mi?” diye üsteleyince de “Evet onu. (Hatta) Cebrâil bana öldürüleceği yerin kırmızı toprağını da getirdi.” cevabını verdi.”

Hz. Peygember > Ümmü’l-Fadl bint el-Hâris> Ebû Ammâr Şeddâd b. Abdillah> el-Evzâ’î > Muhammed b. Mus’ab > Ebu’l-Ahvas Muhammed b. el-Heysem el-Kâdî > Ebû Abdillah Muhammed b. Ali el-Cevherî > Hâkim.

Hz. Peygember > Ümmü’l-Fadl bint el-Hâris > Ebû Ammâr Şeddâd b. Abdillah> el-Evzâ’î > Muhammed b. Mus’ab > Ebu’l-Ahvas Muhammed b. el-Heysem el-Kâdî > Ebû Abdillah Muhammed b. Ali el-Cevherî > Hâkim > Beyhakî.

Hadisi eserine alan Hâkim en-Neysâbûrî (ö. 405/1014) onun Sahîhayn müelliflerinin şartlarını taşıyan sahih bir hadis olduğunu savunmuştur.

           

Hadisin metnine bakıldığında ise iki farklı hadisin birleştirildiği izlenimi edinilmektedir. Zira Ümmü’l-Fadl’ın rüyasını anlatan bölüm bazı hadis kaynaklarında mevcuttur. Ancak söz konusu rivâyetlerde metnin sonu bu şekilde olmayıp, çocuğun Hz. Peygamber’in üzerine idrarını yaptığı hususu dile getirilmektedir. Dolayısıyla hadisin asıl halinin sadece baş tarafı yani rüyânın anlatıldığı bölüm olduğu, son tarafının ise konumuz olan hadisin başka tarîklerinden alınıp yanlışlıkla eklenmiş bir cümle olduğunu söylemek mümkündür.

Yedinci Metin

            "Zeyneb bint Cahş şöyle anlatır: Hz. Peygamber bir gün evimde uyurken, ben farkına varmadan Hüseyin içeri girmiş, Allah Elçisi’nin yanına ulaşmış, karnının üzerine çıkmış ve göbeğine idrarını yapmıştı. Bunun üzerine Resûlüllah uyandı. Ben hemen oraya geldim ve çocuğu karnından almaya davrandım. Hz. Peygamber: “Bırak, dokunma da çocuk idrarını bitirsin.” buyurdu. Biraz sonra bir kâse su alarak üzerine döktü ve: “Erkek çocuğun idrarına su dökülür, kız çocuğunun idrarı ise yıkanır.” diye açıklamada bulundu. Ardından abdest aldı ve namaza durdu. Hüseyin’i de kucağına almıştı. Rukû ve secde ettiği zaman yere bırakıyor, ayağa kalktığı zaman yeniden kucaklıyordu. Namazda oturunca dua etmeye başladı ve ellerini kaldırdı. Namazını bitirince “Ey Allah’ın Elçisi! Bugün şimdiye kadar hiç yapmadığın bir şeyi yaptığını gördüm. Bunun nedeni nedir?” diye sordum. Resûlüllah: “Cebrâil yanıma geldi ve bu oğlumun öldürüleceğini bana haber verdi, ben ‘o halde öldürüleceği yerin toprağını bana göster’ dedim; o da bana kırmızı bir toprak getirdi” cevabını verdi.”

Hz. Peygember > Zeyneb bint Cahş > Ebu’l-Kâsım mevlâ Zeyneb > Leys >Abdüsselâm b. Harb > Ebû Nu’aym > Ali b. Abdilazîz > Taberânî.

Taberânî’den başka hiçbir müellifin eserinde zikretmediği bu rivâyet, sened bakımından zayıftır. Zira seneddeki Leys b. Ebî Süleym (ö. 143/760) zayıf bir râvidir. Onun hocası durumundaki Ebu’l-Kâsım mevlâ Zeyneb bint Cahş ise mechûldür. Heysemî isim belirtmeden senedinde mechûl bir râvi bulunduğunu söyleyerek bu rivâyeti zayıf saymıştır. Onun kastettiği şahsın Ebu’l-Kâsım olması muhtemeldir. Zaten senedde Leys’in bulunması ona zayıf hükmünü vermeye yeterli bir sebeptir.

Aslında rivâyetin metni de bazı problemler ihtiva etmektedir. Sözgelimi haberin ilk bölümü yani Hüseyin’in Hz. Peygamber’in üzerine idrarını yaptığı hususu konumuzla alakalı hiçbir rivâyette yer almaz. Daha ziyade müstakil bir rivâyet olarak nakledilen bu bölüm, muhtelif Sahâbîlerden gelmekle birlikte, Zeyneb bint Cahş’tan da nakledilmiştir. Fakat bu rivâyetlerin hiçbirinde Hz. Hüseyin’in öldürüleceğinin haber verilmesi konusunun dile getirilmemiş olması dikkat çekmektedir.

Ayrıca Hüseyin’in idrar yapmasıyla alakalı Zeynep’ten nakledilen rivâyetler incelendiğinde senedlerinin neredeyse buradakiyle aynı olması, üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husustur. Buradan hareketle metnin, metnin ilk bölümünün başka müstakil bir hadis olması ve iki farklı rivâyetin birleştirilmesi neticesinde meydana getirildiği neticesine varılabilir. Hz. Hüseyin’in öldürüleceğini bildiren rivâyetlerin, genellikle Ümmü Seleme ile ilişkili olarak nakledilirken sadece burada Zeyneb bint Cahş ile ilişkilendirilmesi de böyle bir şeyin gerçekleşmiş olma ihtimalini güçlendirmektedir. Şu halde bu rivâyetin hem sened hem de metin açısından zayıf olduğu ortaya çıkmaktadır.

Sekizinci Metin

            "Hz. Ali’nin yardımcılarından Nüceyy şöyle nakletmiştir: "Hz. Ali Sıffîn Savaşı’na giderken ben de onunla birlikteydim; onun ibriğini taşıyordum. Sıffîn’e bağlı Neynevâ köyüne vardığımızda durdu ve: "Sabret ey Ebû Abdillah (Hüseyin), sabret ey Ebû Abdillah, Fırat kıyısına vardığında sabret." diye bağırdı. Ben kendisine niçin bu şekilde bağırdığını sordum. O da şu cevabı verdi: “Bir gün Resûlullah’ın yanına gitmiştim. Gözlerinden yaşlar akmaktaydı. Kendisine: "Ey Allah’ın Elçisi, seni birisi mi kızdırdı, niçin ağlıyorsun?” diye sordum. O da: “Hayır. Az önce Cebrâil yanımdaydı. Bana Hüseyin´in Fırat kıyısında öldürüleceğini söyledi ve ‘İstersen öldürüleceği yerin toprağını sana koklatayım’ dedi. Ben: “Peki” deyince de elini uzattı, bir avuç toprak getirip bana verdi. Ben de o toprağı görünce kendime hakim olamadım, gözümden yaşlar akmaya başladı.” buyurdu."

            Hz. Peygember > Ali b. Ebî Tâlib > Nüceyy el-Hadramî > Abdullah b. Nüceyy> Şürahbîl b. Müdrik el-Cu’fî > Muhammed b. Ubeyd > Ahmed b. Hanbel.

            Hz. Peygember > Ali b. Ebî Tâlib > Nüceyy el-Hadramî > Abdullah b. Nüceyy> Şürahbîl b. Müdrik el-Cu’fî > Muhammed b. Ubeyd > İbn Ebî Şeybe.

            Hz. Peygember > Ali b. Ebî Tâlib > Nüceyy el-Hadramî> Abdullah b. Nüceyy> Şürahbîl b. Müdrik el-Cu’fî > Muhammed b. Ubeyd > İbn Ebî Şeybe >İbn Ebî Âsım.

            Hz. Peygember > Ali b. Ebî Tâlib > Nüceyy el-Hadramî > Abdullah b. Nüceyy> Şürahbîl b. Müdrik el-Cu’fî > Muhammed b. Ubeyd > İbn Ebî Şeybe >Muhammed b. Abdillah el-Hadramî > Taberânî.

            Hz. Peygember > Ali b. Ebî Tâlib > Nüceyy el-Hadramî > Abdullah b. Nüceyy> Şürahbîl b. Müdrik el-Cu’fî > Muhammed b. Ubeyd > Ebû Hayseme > Ebû Ya’lâ.

            Hz. Peygember > Ali b. Ebî Tâlib > Nüceyy el-Hadramî > Abdullah b.Nüceyy> Şürahbîl b. Müdrik el-Cu’fî > Muhammed b. Ubeyd > Muhammed b. Muammer > Yûsuf b. Musa > Bezzâr.

Garîb bir senede sahip olan bu rivâyeti nakledenlerden Nüceyy el-Hadramî’nin güvenilirlik durumu hakkında kaynaklarda tatmin edici bilgi bulunmamaktadır. İbn Hibbân (ö. 354/965) onu es-Sikât’ına almıştır. Ancak ondan başka sika olduğunu söyleyen hatta güvenilirliği hakkında herhangi bir görüş beyan eden başka kimse bilinmemektedir. Zehebî de onu durumu tam tespit edilemeyen kimselerden saymakta ve bu rivâyeti zayıf saymaktadır. Hatta Zehebî “bu rivâyetin sahih olduğunu söylemek vehimdir” diyerek görüşünü teyit etmiştir. Nüceyy’in oğlu Abdullah da Hz. Ali taraftarı olduğu bilinen ve güvenilirliği üzerinde ittifak edilemeyen bir şahıstır. Her ne kadar Nureddin el-Heysemî (ö. 807/1405) bu hadisin râvilerinin sika olduğunu söyleyerek sıhhatine hükmetmişse ve el-Elbânî, sened zayıf olmakla birlikte başka rivâyetlerle desteklendiği için bu hadisin sahih olduğunu ileri sürse de,bize göre, garîb bir senede sahip olup başka güvenilir râvi yahut râviler tarafından desteklenmeyen, metni de, el-Elbânî’nin iddiasının aksine, destekten ve güvenmeyi sağlayacak bazı ilave karinelerden mahrum olan bu rivâyetin zayıf sayılması daha isabetli görünmektedir. Ayrıca Hz. Ali’nin "Sabret ey Ebû Abdillah (Hüseyin), sabret ey Ebû Abdillah, Fırat kıyısına vardığında sabret" diye bağırması gibi, gerçekleşmesi muhtemel olmakla birlikte başka kimsenin duymamış ve nakletmemiş olmasından hareketle, inanmakta zorluk çekilebilecek, güvenebilmek için daha sağlam delillerin bulunmasını gerektiren ilginç ayrıntıların bulunması da rivâyetin metnini zayıflatmaktadır.