.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

İslam’ın çalışma ve kazanma alanındaki olması ve olmaması gereken emirlerinin toplamına genel olarak bakıldığında bu dinin İslam camiasından çalışıp kazanma hususunda özel bir yöntem istediği görülür. Daha sonra bu alanda özel bir örneklik sunmaktadır. Bir yazarın ifade ettiği gibi İslam, çalışma ve kazanma havzasında bir çeşit üstün ahlak örneğini yaymanın çabası içindedir.

İslam, ahlaki kaideleri yaygınlaştırmaya çalışmak suretiyle ticareti bir tür kazan-kaybet oyunu halinden çıkarıp kazan-kazan oyununa dönüştürmüştür. Bu oyunda bazen zayıf insanların durumuna riayet etme sebebiyle alışılagelen kaybediş bile bir tür kazanç sayılmıştır ve kaybet-kazan oyunu da kazan-kazan oyununa dönüşmüştür[1].

Muameleyi sade tutmak”[2], “borçlulara kolaylık sunmak”[3], “giderleri temin edince kar almamak”[4]veya en az kârla yetinmek, “satılmış malı geri almak”[5], “kazanç sağlamak için yemin etmemek”[6]ve “işe erkenden başlamak”[7], çalışma ve kazanma konusundaki İslamî adaptan bir kısmıdır. Bununla birlikte burada İslamî açıdan iş ve kazancın en önemli adabından bir kısmına dair açıklamalarla konuyu anlatmaya çalışacağız. Bu hususların dikkate alınması İslamî değer sistemindeki iş ve kazancın mahiyetini diğer sistemlerdekinden farklı kılmaktadır.

İlahî Niyet Taşımak

Daha önce de gördüğümüz gibi İslam, çalışıp kazanmaya çok değer vermiş, onun uhrevi sevabını Allah yolunda şehid olanların sevabı ile bir tutmuştur ama her keyfiyet ve niyetteki çalışıp kazanmayı da bir değer saymamıştır. İslam, insanı ebedi yücelik ve saadete ulaştırmak ister. Dolayısıyla İslamî değer sisteminde ancak insanın ruhsal ve manevi tekâmülünün hizmetinde olacak bir çalışma ve kazancın değeri vardır. Bu da ancak ilahi bir niyet ve Hazret-i Hakk’a yakınlaşma kastı taşıdığında gerçekleşir. Elbette daha önce de işaret ettiğimiz gibi burada maksat, halka hizmet veya kendisi ve ailesini başkalarına muhtaç olmaktan kurtarma niyetinin ilahi bir niyet olmayışı değildir. Bilakis maksadımız bireyin çalışıp kazanmadaki nihai hedefinin ilahi hoşnutluk ve yakınlığa ulaşmak istemesidir. Bu durumda ara hedefler de değerli olacaktır. Eğer bireylerin çalışıp kazanmadaki düşüncesi ilahi olursa, iş ve kazançlarının ahlaki değeri olur. Aksi halde manevi ve uhrevi değeri olmaz.

Bu yüzden birçok hadiste iş yaparken ilahi niyete sahip olunması gerektiği konusu vurgulanmıştır. Bir rivayette şöyle nakledilmiştir:

“Bir gün Hz. Resulullah (s.a.a), ashabından bir grupla oturmuştu. Sabahın başından itibaren çalışmakla meşgul olan güçlü bir genç gördüler. Resulullah’ın (s.a.a) sahabesinden bir kısmı teessüfle o gence bakıp şöyle dediler: “Keşke bu şahıs gençliğini ve gücünü Allah yolunda harcasaydı!” Resulü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: “Öyle demeyin; zira eğer bu genç kendisini başkalarına muhtaç olmaktan kurtarmak için çalışıyorsa, o Allah’ın yolundadır. Eğer zayıf durumdaki anne-babasının giderlerini veya güçsüz durumdaki ailesinin masraflarını karşılamak için çalışıyorsa, o Allah’ın yolundadır. Fakat eğer böbürlenip övünmek ve malını biriktirip çoğaltmak için çalışıyorsa, o şeytanın yolundadır.”[8]

Bir şahıs İmam Sadık’ın (a.s) huzuruna gelip kendi ruh halini o hazrete şu şekilde açıkladı:

“Ben dünyayı ve dünya malını seviyorum; ona ulaşmak ve dünyadan mümkün olduğu kadar çok nasiplenmek istiyorum.” İmam onun mal toplama ve servet kazanmadaki hedefini sordu. O şahıs şu cevabı verdi: “Hedefim kendimi ve ailemi refaha kavuşturmak, elde ettiğim malla sılayı rahim yapmak (akrabalık bağlarımı güçlendirmek), yoksullara sadaka vermek, hac ve umre yapmaktır.” İmam buyurdu: “Bu, dünya peşinde olmak değil, aksine ahireti talep etmektir.”[9]

İyi İş Yapmak: İşin Niteliği

İşin niteliği meselesi, önemli konulardan biridir. Herkes sahip olduğu güç ve yeteneği ölçüsünde yaptığı işin keyfiyetine dikkat etmelidir. İş ahlâkı, üstlendiğimiz her görevi en iyi şekilde yapmamız anlamına gelmektedir. Esasen her kişinin değer ve kıymeti, ortaya koyduğu işinin niteliği ile ölçülür. İmam Ali (a.s), Seyyid Razi’nin tabiriyle “değeri hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek kadar değerli olan” bir sözünde şöyle buyurmuştur:

قِيمَةُ كُلِ‏ امْرِئٍ‏ مَا يُحْسِنُه

“Her insanın değeri, yaptığı güzel iş miktarıncadır. [Ederin, ettiğin kadardır.][10]

Çalışıp Kazanmadaki Ulvi Mülahazalar

Aziz İslam dini, çalışıp kazanma konusunu sırf sonucuna bakarak değerlendirmeyi reddetmiştir. Yani çalışıp kazanmak, sırf daha fazla kâr ve maddi menfaat sağlama maksadına matuf olur da birey ve toplumun ruhsal, ahlaki ve manevi yükselişinin hizmetinde olmazsa, İslamî açıdan hiçbir değeri olmaz. Gerçi böyle bir kazanma isteği, hırs ve tamah haddine ulaşmadıkça işsiz kalmaktan ve sermayeyi muattal bırakmaktan daha iyidir[11]. Fakat İslamî öğretilerin bütününe bakıldığında çok rahatlıkla şu sonuca varılmaktadır: İslamî açıdan çalışıp kazanmaya konulan hedef, kâr ve çıkar sağlama hesaplarının çok ötesinde bir şeydir. İslam, ahlakı maddi kâr ve çıkarın hizmetine vermek yerine, maddi kâr ve çıkarı, insanoğlunun ahlakı, yükselişi ve tekâmülünün hizmetinde görmektedir. Hatta kim daha fazla kazanç ve maddi rızıktan daha çok nasip peşinde olursa, İslam dini, bunun ahlaki faziletlere amel etmenin sayesinde gerçekleşeceğini söylüyor. Ayetlerde ve İslamî rivayetlerde kazancın bereketi ve rızkın genişlemesi, ilahi takvanın riayeti ve Allah’ın emirlerine amel etmenin bir sonucu ve mahsulü olarak görülmüştür. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

وَ لَوْ أَنَّهُمْ أَقامُوا التَّوْراةَ وَ الْإِنْجيلَ وَ ما أُنْزِلَ إِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَأَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَ مِنْ تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ مِنْهُمْ أُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌ وَ كَثيرٌ مِنْهُمْ ساءَ ما يَعْمَلُون

“Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden kendilerine indirileni (Kur’an’ı) hakkıyla uygulasalardı (bunlardaki hükümlere riayet etselerdi), başlarının üzerinden ve ayaklarının altından (bol nimet) yerlerdi. İçlerinde mutedil bir topluluk da var. Ama onlardan çoğunun yaptığı ne kötüdür.”[12]

Helal Rızık Kazanma

Rızık elde etmek için yapılan çalışma ve kazanım, şer’i ölçüler ve ilahi yasalar çerçevesi temeline dayalı olmalıdır. Bu, çalışma ve kazanma sahasında İslamî yaşam tarzının en belirgin özelliklerinden biridir. Bu sebeple kazanç elde etmek ve ticari faaliyet sahasına adım atmak isteyen kimsenin şer’i hükümleri ve ilahi ölçüleri öğrenmesi ciddi şekilde tavsiye edilmiştir. Eğer birey, bu sahadaki şer’i hükümlerin ayrıntılarına aşina olmazsa birtakım ahlaki rezaletlere ve dine aykırı davranışlara bulaşabilir.

Yüce Peygamberimiz (s.a.a) veda haccı yolculuğu sırasında halka hitaben şöyle buyurmuştur:

أَنَّهُ لَا تَمُوتُ نَفْسٌ حَتَّى تَسْتَكْمِلَ رِزْقَهَا فَاتَّقُوا اللّٰهَ عَزَّ وَ جَلَّ وَ أَجْمِلُوا فِي الطَّلَبِ وَ لَا يَحْمِلَنَّكُمُ اسْتِبْطَاءُ شَيْ‏ءٍ مِنَ الرِّزْقِ أَنْ تَطْلُبُوهُ بِشَيْ‏ءٍ مِنْ مَعْصِيَةِ اللّٰهِ فَإِنَّ اللّٰهَ تَبَارَكَ وَ تَعَالَى قَسَمَ الْأَرْزَاقَ بَيْنَ خَلْقِهِ حَلَالًا وَ لَمْ يَقْسِمْهَا حَرَاماً فَمَنِ اتَّقَى اللّٰهَ عَزَّ وَ جَلَّ وَ صَبَرَ أَتَاهُ اللّٰهُ بِرِزْقِهِ مِنْ حِلِّهِ وَ مَنْ هَتَكَ حِجَابَ السِّتْرِ وَ عَجَّلَ فَأَخَذَهُ مِنْ غَيْرِ حِلِّهِ قُصَّ بِهِ مِنْ رِزْقِهِ الْحَلَالِ وَ حُوسِبَ عَلَيْهِ يَوْمَ الْقِيَامَة

“Hiç kimse [bu dünyadan] kâmil olarak rızkını almadan ölmeyecektir. O halde Allah’tan sakının ve rızık arayışında güzel ve itidalli davranın. Rızkın gecikmesi, sakın sizi, onu Allah’a günah işleyerek aramaya itmesin. Yüce Allah rızıkları tüm kulları arasında helal olarak bölüştürmüştür, haram şekilde taksim etmemiştir. Kim Allah’tan sakınır ve sabrederse Allah helalinden ona rızkını ulaştırır. Kim setr perdesini yırtar ve acele ederek onu helal olmayan yoldan alırsa, bu davranışıyla helal olan rızkı azaltılır ve kıyamet günü buna karşılık hesaba çekilir.”[13]

Çalışıp Kazanma ve Allah Sevgisi

İslam, çalışma ve kazanma ortamında ahlak ve maneviyatı yaymak için çalışan kimseyi Allah’ın habibi ve dostu olarak tanımlamıştır. Doğal olarak kendisini Allah’ın habibi ve dostu gören kimse O’nun isteklerine itaat eder, emirlerini uygulamaya koyar ve kendisine ilahi bir hüviyet verir. Kendisini, dostu olduğu Allah’ın kabul edeceği bir ahlak ile süsler. Resulü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

الكاسب‏ من يده خليل اللّٰه

“Çalışan kişi, eli Allah’ın dostu olan kimsedir.”[14]

Çalışma ve Kazanmanın Afetlerini Tanıma

Çalışma ve ticaret sahası, kâr-zarar hesabıyla iç içe olmasından kaynaklanan sürekli hesap yapma alışkanlığının hâkim olduğu, kendine özgü özellikleri sebebiyle birçok ahlaki afetin sürekli hedefi olmuştur. Bireyler, iş ve kazançta başarı sağlamak adına birtakım ahlaki olmayan davranışlara yönelebilirler. Bu sebeple eksik satma, eşyanın zahirini süsleme, gizli anlaşma, bilgi saklama, yanlış ve yanıltıcı bilgi verme, muamelede hıyanet gibi ahlaki olmayan davranışlar, bireyleri sürekli tehdit etmektedir. Her halükarda daha fazla kazanç sağlamak, piyasada en üstün ve etkin konuma kavuşmak ve nihayetinde daha kolay yoldan daha fazla kâr elde etmek herkesin idealinde olan bir şeydir. İşte bu ideal birçok ahlaki afete yol açabilir. İmam Ali (a.s) Malik Eşter’e yazdığı emirnamesinde iyi tüccarların özelliklerinden söz etmiş, onlara değer verilmesini emretmiş ve onları tehdit eden ahlaki afetleri de hatırlatmıştır:

“Tüccarlar ve sanatkârlara karşı hayırla muamele etmeni, memurlarına da onlara iyi davranmalarını söylemeni tavsiye ederim. Onların bir kısmı, oturdukları yerde ticaretle meşgul olur; bir kısmı, bir yerden bir yere mal götürür. Bir kısmı da halkın muhtaç olduğu şeyleri elleriyle hazırlar; bunlar faydalı kişilerdir. Gerekli şeyleri ülkendeki karalarda, denizlerde, dağlarda, ovalarda yolları aşarak, meşakkat çekerek getirirler; halkın, o insanların bulunduğu yerlere gitmeye ne imkânı ne de gücü vardır. Onlar, barış içindedirler; şerlerinden, kinlerinden korkulmaz; isyanlarından asla çekinilmez…

Şunu da bilesin ki bunların çoğunda aşırı hırsla, kötü bir cimrilik, bencillik, ihtikâr ve alışverişi keyiflerine göre yapma gayreti vardır. Bu, halk için bir zarar kapısıdır; valiler için de bir kusurdur.

Vurgunculuğu önle, çünkü Resulullah da bunu men etmiştir. Taraflardan birine zulmetmeksizin alan ve satan her iki tarafın da zararına sebep olmayacak şekilde bir alışverişin gerçekleşmesini sağla. Yasaklandıktan sonra vurgunculuğa kalkışan olursa, onu adalet sınırını aşmaksızın cezalandır[15].”

İmam Ali’nin (a.s) Kûfe’de bulunduğu dönemdeki siretine dair şu nakledilmiştir:

"Her gün sabah hükümet konağından çıkar ve Küfe pazarında dolaşırdı. “Sebine” veya “Sebtiye” ismindeki kırbacı da omzunda olurdu. Her pazar yerinin başına uğrar ve yüksek sesle esnafa nasihatte bulunur, onları ilahi takvaya riayete davet ederdi. Satıcılar o hazretin mübarek sesini duyduklarında ellerinde ne varsa yere bırakıp gönüllerini ona teslim eder, mübarek sedasını duymak için kulak kabartırlardı. İmam Ali (a.s) ticaret ve kazancın afetlerini onlara hatırlatmaya çalışırdı; yemin etmekten, yalan söylemekten, zulüm ve haksızlıktan kaçınmalarını isterdi. Mustazaflara insaflı davranmalarını, faizden uzak durmalarını ve teraziyi doğru şekilde kullanmalarını söylerdi.”

Daha Fazla Kazanma Hırsı

Daha çok mal biriktirme ve daha fazla kâr elde etme hırsı bazen insanı öyle bir duruma düşürür ki temel ahlaki ve dini görevlerinden gafil olur; eşine ve çocuklarının haklarını görmezden gelir. Her şeyi ticaret ve kazanca feda eder. Hatta kendi rahatlık ve asayişini bile iş ve kazanca feda eder. Kimi zaman öyle bir noktaya varır ki şer’i görevleri ve dini vaciplerini dahi iş ve kazanca feda eder. İslam dini böyle bir iş ve kazanma anlayışını asla beğenmez. Bu yüzden İslamî rivayetlerde kazanma konusunda itidalli olunması ve rızık arayışında orta yolun takip edilmesi tavsiyesinde bulunulmuştur. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

لَوْ كَانَ الْعَبْدُ فِي حَجَرٍ لَأَتَاهُ اللّٰهُ بِرِزْقِهِ فَأَجْمِلُوا فِي الطَّلَبِ

“Eğer kul bir taşın bağrında dahi olsa Allah ona rızkını ulaştırır; o halde rızık arayışında itidalli olun.”

İşe Sırf Kâr Sağlama Gözüyle Bakmak

İmam Sadık’ın (a.s) “Musadif” isminde bir hizmetçisi vardı. İmam (a.s), Mısır’a gitmek üzere olan bir ticaret kervanı ile gidip ticaret yapması için ona bin dinar verdi. Bu kervan Mısır’a yaklaştığında oradan yeni çıkmış olan bir kafile ile karşılaştılar. Onlara, Mısır’daki ticaret durumunu ve yanlarında götürdükleri mallara ne ölçüde ihtiyaç duyulduğunu sordular. Yanlarındaki malın Mısır’da az bulunduğunu anlayınca da onları yüzde yüz kârdan aşağı fiyata satmamak üzere aralarında yemin ederek anlaştılar. Onlar mallarını satıp ticaretlerinden fahiş bir kâr elde ettiler. Hepsi sevinçli bir şekilde Medine’ye geri döndü. Müsadif, her birinde bin dinar olan iki kese parayı İmam Sadık’a (a.s) takdim ettiğinde hazret bu olağanüstü kâra şaşırdı. Müsadif olayı anlatınca İmam Sadık (a.s) onların ahlaki olmayan bu davranışlarından rahatsız oldu ve şöyle buyurdu:

“Fesubhanallah! Acaba mallarınızı Müslüman kardeşlerinize iki katı fiyatına satmak üzere yemin mi ettiniz?!” Daha sonra hazret iki keseden birini aldı ve şöyle buyurdu: Ben sermayemi aldım ve böyle bir kâra ihtiyacım yok. Ey Müsadif! Kılıçla savaşmak, helal kazançtan daha kolaydır."

Ahlak ile Maişet Arasındaki Bağ

Birçok rivayette güzel ahlak, rızkın genişlemesinin, kötü ahlaksa darlık ve yoksulluğun amillerinden biri olarak tanımlanmıştır. Resulü Ekrem (s.a.a), kıymetli sahabesi Ebuzer Gifari’ye hitaben buyurduğu tavsiyesinde bu gerçeğe işaret etmiştir:

يا اباذر اِنَّ الرَّجُلَ لَيَحرُمَ رزقَه بالذنب يُصِيبُه

“Ey Ebuzer! İnsan bazen işlediği günah yüzünden rızkından mahrum olur.”

Başka rivayetlerde de şunu okuyoruz:

فى سِعَةِ الاخلاقِ كُنُوزُ الارزاق

“Rızık hazineleri güzel ahlakta saklıdır.”

حُسنُ الخُلقِ يَزيدُ فى الرِّزق

“Güzel ahlak rızkı artırır.”

Bu rivayetler herkesin anlayacağı zahiri bir anlama sahip olmakla birlikte tecrübe edilmiş şu sosyal gerçeği de beyan etmektedir: Bireyin güzel huylu olması ve ahlaki erdemleri taşıması, insanların ona yönelmesine vesile olur. Tecrübe de şunu göstermiştir ki müşteriler çoğunlukla güzel ahlak sahibi olan satıcılara temayül etmektedir. Ayrıca mesleki açıdan bir satıcıyla irtibatı olan hammadde satıcısı, ortaklar, alıcılar vb. kimseler de lüzumu halinde ahlakı güzel olan satıcıyı maddi ve manevi anlamda desteklemektedir. Tüm bunlar güzel ahlak sahibi kişilerin rızıklarının genişlemesine sebep olur.

Fakat bu hadisleri bu şekilde sıradan ve bilindik manada özetlemek doğru değildir. Özellikle birinci rivayete göre günah ister bireysel olsun ister içtimai, hem maddi hem de manevi rızıktan mahrumiyete sebep olmaktadır. Dolayısıyla bu irtibatın ne şekilde olduğunu açıklamak için aşağıdaki nüktelere dikkat etmek gerekir:

Birincisi; burada sözü geçen “rızık” kavramının oldukça geniş bir manası vardır. Yani sadece herkesçe bilinen gıda, giyim, mesken, binek vb. maddi konularla sınırlı olmayıp manevi ve uhrevi rızıkları da içermektedir. Başka bir tabirle insana sunulan tüm ilahi nimetler “rızık” sayılmaktadır. Hatta şunu iyi bilmek gerekir ki, ilim, iman, ibadet vb. manevi rızıkların değeri, maddi rızıkların çok üstünde ve ötesinde bir değere sahiptir. Bazen bir günah insanın tahsilini sürdürmesine engel olabilir. Bazen bir günah insanın dini vazifelerini ve ibadetlerini yerine getirme başarısını yok edebilir. Hatta maneviyatı çok üst düzeyde olan ve daha fazla manevi rızıklardan nasiplenmiş kimselerin işleyeceği küçük bir günah, onları gece namazından mahrum bırakabilir.

İkincisi; bu âlemde hiçbir varlığın sebepsiz olmadığı kendi yerinde ispatlanmıştır. Binaenaleyh musibetler, mahrumiyetler ve sıkıntılar da sebepsiz değildir. Fakat şunu da çok iyi bilmekteyiz ki, Allah mutlak hayırdır ve O’ndan hayırdan başka bir şey gelmez. O halde musibetler ve sıkıntıların sebebini başka yerde aramak gerekir. Kur’an, müteaddit ayetlerde çeşitli ifadelerle insanın başına gelen mahrumiyetlerin asıl sebebinin, onun kendi uygunsuz davranışları olduğu gerçeğini beyan etmiştir:

وَ ما أصابَكُمْ مِنْ مُصيبَة فَبِما كَسَبَتْ أيْديكُمْ وَ يَعْفُوا عَنْ كَثير

“Başınıza gelen her musibet, ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. (Günahlarınızın) birçoğunu da affeder.”[16]

Bu mesele, aynı şekilde maddi ve manevi rızıklara ulaşma konusunda da geçerlidir. Kur’an-ı Kerim Allah’tan sakınmayı, rızkın genişlemesinin amillerinden biri saymış, şöyle buyurmuştur:

وَ لَوْ أنَّ أهْلَ الْقُرى آمَنُوا وَ اتَّقَوْا لَفَتَحْنا عَلَيْهِمْ بَرَكات مِنَ السَّماءِ وَ اْلأَرْضِ وَ لكِنْ كَذَّبُوا فَأخَذْناهُمْ بِما كانُوا يَكْسِبُونَ

“Eğer o şehirlerin halkı iman edip takvalı olsalardı, gökten ve yerden onlara nice bereketler açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de onları yapmakta olduklarına (günahlarına) karşılık yakaladık.”[17]

وَ مَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجاً وَ يَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لا يَحْتَسِبُ وَ مَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إنَّ اللّٰهَ بالِغُ أمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْء قَدْرًا

“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu sağlar ve ona ummadığı yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse, Allah ona yeter. Allah buyruğunu sonuçlandırır. Allah, her şey için bir ölçü koymuştur.”[18]

Dolayısıyla her ne kadar cüzi ve kıt aklımızı kullanarak günah ile rızıktan mahrumiyet arasındaki, özellikle de maddi rızıklardan mahrum kalma arasındaki bağı idrak edemesek de şunu bilmemiz gerekir ki, Kur’an-ı Kerim ve İslam’ın orijinal maarifi açısından böyle bir bağ kesin olarak tanımlanmıştır. Biz aklımız ve ilmimizle bazı konularda iki olgu arasındaki etki ve tepkiyi idrak edebilmekteyiz. Fakat akıl aynı zamanda şu gerçeğin de hakkını teslim etmiştir: Zahiri sebeplerin dışında birtakım sebepler ve etkenler vardır ki beşer aklı onları kavrayamaz. Müstakil akıl, bu sebeplerin sınırlarını keşfetme gücüne sahip değildir. Bu âlemde birtakım sebeplerin var olduğu, ancak onlarla sonuçları arasındaki irtibatın bizim için hissedilmediği hususu da Kur’anî ve İslamî açıdan inkâr edilemez bir gerçektir.

[1]     Der Amedi ber Felsefeyi Ahlakı Ticaret ba Ruykerdi İslamî, Cevad Tevekküli, Der Marifeti Ahlaki, sayı 1, sonbahar ve kış 1388, s. 21.
[2]     Vesailu’ş-Şia, c. 12, s. 332.
[3]     Bakara ,280.
[4]     Vesailu’ş-Şia, c. 12, s. 293.
[5]     A.g.e, s. 286.
[6]     A.g.e, s. 310.
[7]     Men La Yehzuruhu’l-Fakih, c. 3, s. 157.
[8]     el-Muhaccetu’l-Beyza fi Tehzibi’l-Ehya, Muhsin Feyz Kaşani, Tashih-i Ali Ekber Gaffari, c. 3, s. 140.
[9]     el-Kâfi, c. 5, s. 72.
[10]    Nehc’ül Belaga, 81. Hikmetli Söz.
[11]    Bir rivayette Muaz’dan şöyle nakledilmiştir: İmam Sadık’a (a.s) şöyle arz ettim: Benim ticarete ihtiyacım yok. Zira o kadar çok sermayem var ki, ömrümün sonuna kadar evde otursam ve hiçbir iş yapmasam bile yine de bana az gelmeyecektir. Bu yüzden ticareti bıraktım. İmam Sadık (a.s) ona şu cevabı verdi: Ticareti bırakmak, aklı götürür. (el-Kâfi, c. 5, s. 148).
[12]    Maide ,66.
[13]    el-Kâfi, c. 5, s. 8.
[14]    Nehc’ül Fesahe, s. 618, h. 2190.
[15]    Nehc’ül Belaga, 53. Mektup.
[16]    Şura ,30.
[17]    A’raf ,96.
[18]    Talak ,2-3.
Editör: Hasan Bedel