Bismillahirrahmanirrahim

Öncelikle konumuzun anlaşılır hâle gelmesi için kalbin ne olduğuna ve insan için ne denli önem arz ettiğine değinmemiz gerekir.

Kur’ân müfessiri merhum Allame Tabatabai, kalp hakkında şöyle buyuruyor: “Kalp, insanın akıl ettiği şeydir. Onunla hakkı batıldan, hayrı şerden ve faydalıyı zararlıdan ayırt eder. Dolayısıyla eğer kalp akıl etmez ve bu ayrıştırmaları yapamazsa, varlığı yokluğu gibi olur. Çünkü herhangi bir eseri yoktur ve varlığıyla yokluğu birbirine eşittir.”[1]

Allame Tabatabai; “Al­lah, ye­min­le­ri­niz­de­ki beyhudelikle si­zi so­rum­lu tut­maz; ancak kalplerinizin kazandıkları ile sorumlu tutar.”[2] ayetinde geçen kalp hakkında şöyle diyor: Birçok de­lilde olduğu gi­bi bu ayet-i ke­ri­medeki ‘kalp’ kav­ra­mı ile kas­te­di­len şe­y, ne­fis ve ruh an­la­mın­da biz­zat in­sa­nın ken­di­si­dir.[3]

Molla Sadra Şirazi ve Gazali gibi âlimlerin de dediği gibi; kalp, nefs-i natika yani insanın hakikatidir.[4]Kur’ân-ı Kerim’e de müracaat edildiğinde bu manayı elde etmek mümkündür. Kur’ân-ı Kerim, idrak ve duyguyu kalbe istinat etmektedir. Kur’ân-ı Kerim husulî(zahirî),[5]huzurî (bâtıni)[6]ve vahiy[7]olmak üzere üç çeşit idrak türünden bahsetmektedir. İdrakin her çeşidi kalbin işidir ve sağlıklı kalp bunları rahatlıkla elde edebilir. Ancak vahyin idraki ise oldukça sırlı ve sadece peygamberlere mahsustur. Kur’ân-ı Kerim; huşu,[8]sükûnet,[9]iman,[10]takva,[11]merhamet,[12]tövbe,[13]temizlik,[14]itminan,[15]ülfet,[16]hastalık,[17]hasret,[18]katılık,[19]sertlik,[20]korku,[21]ürperme,[22]gaflet,[23]öfke,[24]şüphe,[25]sapma,[26]taassup,[27]inkâr,[28]nifak[29]gibi bazı içsel ve bâtıni duyguları kalbe istinat etmektedir. Kalbi maddi ve manevi olarak ikiye ayırdığımızda ve Kur’ân-ı Kerim’de kullanıldığı yerlere baktığımızda, manevi boyutunun kastedildiği anlaşılmaktadır.

Kur’ân müfessiri merhum Allame Tabatabai bu hususa değinerek, Enfal Suresi 24. ayetin konumuzla ilgili olan kısmında şöyle buyuruyor: “Bilin ki Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer...”[30] Haylule yani araya girmek; iki şeyin ortasına girip ayırmak demektir. Kalp; bildiğimiz organın adıdır. Kur’ân’da genellikle insanın eşya ve olayları algılamasını sağlayan yetenek anlamında kullanılır. İnsanın sevgi, nefret, korku, ümit, temenni ve bunalım gibi içsel duygularına ilişkin yargılar onun aracılığıyla belirginleşir. O hâlde kalp, yargılayan ve hükmedendir. Bir şeyi severken, bir başkasından nefret eder. Korkan, uman, temenni eden, sevinen ve üzülen odur. Gerçekte kalp, insanın nefsidir, kendisidir. Sahip kılındığı güçler ve içsel duygular aracılığıyla işlevini görür.[31]

Dolayısıyla buradaki kalpten kasıt, anatomi ilminde incelenen ve kanı vücuda dağıtan organ değil, hislerin ve duyguların yer aldığı, kazandıklarından dolayı sorumlu tutulan,[32]düşünen,[33]mutmain olup huzura kavuşan,[34]önem verilmediğinde kör olan,[35]insanları kaynaştırıp yakınlaştırarak muhabbetli kılan,[36]imanı içinde taşıyan,[37]öğüt ve nasihati kabul eden[38]ve insanın ruhunda yer alan bir güç merkezdir. Kalp, insanın nefsi, canı ve özü; idrak, maneviyat ve duygularının merkezi ve yönetildiği yerdir.  

İnsanın kemal veya noksanlığı, kalbin kemal veya noksanlığından ibarettir. Ahlak ve irfan ilminde kalp, manevi ve bâtınî değişikliklerin yaşandığı yerdir. İrfan ilmi; kalbî şahitlik, tanıma, kavrama ve marifeti kemal bilmektedir. Bir arifin nazarında gerçek idrak, akılla algılanan idrakin üstünde ve kalple algılanan idraktir. Bir arife göre duyu organları ve akılla algılama yetersiz, varlık âlemindeki gerçeklerin idrak yolu ise sadece nefsi arındırarak hakikat nurunun kalp aynasında yansımasına bağlıdır. Bu yüzdendir ki irfandaki hüccet ve kanıt, delil getirmeye veya akli tahlillere dayanmamaktadır. Dolayısıyla irfan ilmi, insanın ruhundaki güçleri eğitmek ve kalbî idrakini sağlamak için desturlar vermekte ve programlar dökmektedir. Bu yüzdendir ki irfan ilminde genel manada marifet ve bilgi, özel manada ise Allah’ı tanımak, kalbe istinat edilmiştir akla değil. Arife göre kalp cevher ve özken; akıl, his ve diğer organlar ise kalbin kabuğu, hadimi ve tabiidir. Neticeten şöyle diyebiliriz: İnsan kalple özetlenir ve kalpten ibarettir. İnsanda var olan yetenek ve güçlerin hepsi onun kalbinden neşet etmekte ve kalbinden emir almaktadır. İnsandaki bu güç ve yeteneklerin hepsi, kalbin varoluşsal ve amelî araç gereçleridir. Kalp kendisine ait bu araç gereçlerle çeşitli işleri gerçekleştirmektedir. Mevlana’nın bununla ilgili olan şiiri şöyledir:

“Şu akıp duran iki göz kaynağı gibi hani; gözlerimiz, gönlün, canın buyruğuna uymuştur.

Gönül dilerse göz, zehiri, yılanı görür; gönül dilerse gördüğü şeyden ibret de alır.

Gönül dilerse, göz görülecek şeylere bakar; gönül dilerse örtülü şeylere akar.

 Gönül dilerse tam olan şeylere doğru gider; gönül dilerse gözü parça-buçuklarda hapseder.

 Bu beş duygunun her biri, lüleler gibi, gönlün dileğiyle, gönlün buyruğuyla iş görür.

Gönül ne tarafa buyurursa beş duygu, eteklerini çemrer de o yana koşar.

Musa’nın elindeki sopa, nasıl Musa’ya uymuşsa elle ayak da, apaçık, gönlün duygusuna uymuştur.

Gönül isterse ayak oyuna dalar; yahut da yavaş yürüyüşü bırakır, hızlı yürüyüşe kaçar.

Gönül dilerse el, parmaklarla hisâba koyulur; yahut da tutar, kitap yazar…[39]

Kalbin diğer ruhsal güçlere hâkim oluğu ve onları kendi egemenliği altında istediği gibi kullandığını gösteren pek çok hadis ve rivayet de vardır. Bu hadis ve rivayetlerden bazısı şöyledir:

Hz. Resulullah (s.a.a): “Kalp kraldır ve onun orduları vardır. Kral iyi olursa orduları da iyi, kral kötü olursa orduları da kötü olur.”[40]    

Hz. İmam Ali (a.s): Kalp hikmet pınarı, kulak onun göletidir (nüfuz ettiği yerdir).”[41]Yani doğru ilim ve hikmet kalpten kaynaklanır ve insanların kulağından içeri nüfuz eder.[42]

Hz. İmam Ali (a.s): “Kalp dilin hazinedarıdır.”[43]Yani kalpte ve gönülde her ne varsa dil de onu dillendirip konuşur.

Hz. İmam Ali (a.s): “Kalp gözün kitabıdır.”[44]

Hz. İmam Ali (a.s): “Gözler kalplerin casuslardır.”[45]Yani gözler gördüğü her şeyin haberini kalbe getirir ki onların üzerinde tefekkür ederek ilahi marifet ve ilmin sırlarına ulaşıp özel bilgi ve hakikatlere erebilsin.[46]

Beden ve ruh arasında oldukça derin ve manalı bir irtibat bağı vardır. Bedensel hayatın devamı vücudumuzdaki kalp organının çalışmasına bağlı olduğu gibi ruhsal hayat ve sağlığın da devamı ruhumuzdaki manevi değerlerin yer aldığı kalbe bağlıdır. İnsanın göz, kulak, dil ve diğer azalarının doğru yol üzere hareket etmesi için kalbinin canlanması ve harekete geçmesi gerekir. Kimi zaman kalp, bedenin diğer azalarının verilerinden etkilenerek harekete geçse de böyle bir durumun yaşanması oldukça az ve sınırlıdır. Ancak kimi zaman ise kalp direk olarak harekete geçer ve etkisinde kaldığı verilerle hem kendisini hem de diğer azalarını doğru yol üzere harekete geçirir. Bu ikinci tür hareketliliğin merkezi direk kalbin kendisi olduğu için oldukça etkili, kalıcı ve seridir. Direk olarak kalbin etkilenmesi diye tabir edebileceğimiz bu olay, adeta atom enerjisiyle karşı karşıya gelmiş bir cisim gibi tesir altında kalmış, neticeten onun enerjisiyle yanıp kül olmuş ve o enerjinin istediği gibi şekillenmiştir.    

Âlemin batınını anlama ve Yüce Allah’ın varlığını idrak edip tanımanın yolu, sadece ve sadece kalpten geçer. Madde, misal ve akıl âlemlerinin çeşitli bağ ve zincirlerinden kurtularak Allah’a doğru manevi seyir gerçekleştirmenin yolu, kalbi cilalayarak nurlandırmakla sağlanabilir. Aşk, manevi bir değer ve kalple ilgilidir. Dünyevi duygu ve tutkulardan kurtulup ilahi aşka yönlenmenin ve Allah’ın istediği sıfatlara sahip olmanın yolu, kalpteki manevi temizliğe bağlıdır. Dolayısıyla bir arifin hedefi, kalbin kemale ermesi ve ilahi aşkla nurlanmasından ibarettir. Neticeten kalp; insanın irfanî makamları kesbedip seyr ve süluk yolundaki büyük cihadını gerçekleştirmesi için bedensel ve ruhsal güç ve yeteneklerini harekete geçiren manevi bir motor görevini üstlenmiştir.   

Kur’ân ayetlerinden anlaşıldığı kadarıyla kalp; idrak etme, duygulanma ve amel etme boyutlarını kendinde bulunduran bir güç merkezidir. Bu boyutlar birbiriyle irtibat hâlindedir. İdrak edip gerçekleri anlayan kalbin duyguları kabarır ve kabaran duygular ise insanı amel etmeye yönlendirir.

Vücudumuzdaki en değerli organ ve ruhumuzdaki en değerli gücün akıl olduğunu düşünürüz genelde, ama aslında en önemli organ ve güç merkezi kalptir. Çünkü insanı harekete geçiren ve bildiklerini amele dökmesini sağlayan şey kalptir, akıl değil. Kalp, aklı da içinde bulunduran bir kap gibidir. İnsan aklıyla anladığı gerçekleri kalbine indirip kalbiyle idrak etmedikçe ve duygularını o gerçeklere karşı yönlendirmedikçe amele koyulmaz. Umutlu olan veya korkan, seven veya nefret eden, inanan veya inkâr eden akıl değil kalptir. İnsanı harekete geçiren umut, korku, sevgi, nefret, kaygı ve öfke gibi duyguların merkezi kalptir. Dolayısıyla insanın ameli boyutta ilerleme kat etmesini sağlayan güç merkezi kalptir. İnsanın akılla algıladığı pek çok doğru ve gerçeği amele dökmemesinin ana nedeni, bu gerçekleri kalbine indirerek idrak etmemesinden kaynaklanır. Müslümanlar Allah’ın varlığı ve birliğine inanan, onun emir ve yasaklarının uygulanması gerektiğini bilen insanlardır. Ancak kâfirlerin işlediği günahların aynısını bazı Müslümanlar da işlemekte ve Allah’ın emir yasaklarını ayaklar altına almaktadır. Çünkü bazı Müslümanlar akıllarıyla bildikleri ve sadece akıllarıyla kabul edip dilleriyle ikrar ettikleri Allah inancını kalplerine indirememiş ve kalplerindeki duygu sellerini bu inanca doğru harekete geçirememişlerdir. Dolayısıyla bazı Müslümanlar sadece akılları ve dilleriyle Allah’a inanırken, bazıları da kalpleriyle inanmıştır. Kalbe inmeyen inancın insanı harekete geçirmeye ve amel boyutuna ulaşarak sonsuz cennetlere eriştirmeye gücü yetmez. 

Kur’ân’da Kalbin Çeşitleri

1- Selim kalp:

Zahiri ve batini leke, kusur ve kuşkudan arınmış, saf, doğru, temiz ve her çeşit itikadi ve ahlaki hastalıktan uzak olan, Allah dışında hiçbir şeye bağlılığı olmayan kalbe denir.[47]

Kur’ân-ı Kerim’deki selim kalple ilgili iki ayet şöyledir:

“O gün, ne mal fayda verir, ne de oğullar. Ancak Allah’a selim (temiz) bir kalple gelen kimse müstesna.”[48]

“Hani o, selim (temiz) ve arınmış bir kalple Rabbine geldi.[49]

2- Tövbekâr ve Allah’a yönelen kalp:

Selim olan kalpten daha düşük bir dereceye sahip olsa da bu dünyada işlediği hata ve günahlardan tövbe ederek kendisini temizleyen kalbe denir.

Kur’ân-ı Kerim bu hususta şöyle buyuruyor:

“Cennet de takvalı olanlara yakınlaştırılmıştır, uzak değildir. İşte size vadedilen (cennet) budur. Sürekli (Allah'a) yönelen ve (Allah'ın emirlerini) koruyan herkes içindir. Gizlide Rahman'dan korkan ve (Allah'a) yönelmiş bir kalple gelen kimse içindir.”[50]

3- Hastalıklı kalp:

Selim ve tövbekâr kalbin karşısında yer alan kalptir. Hastalıklı kalp; mühürlü[51], kilitli[52], kılıflı[53], kaplı[54], sapmış[55], katı[56]ve kinli[57]kalptir.

Allah’ın peygamber ve veli kullarının en önemli görevi insanların nefsini arındırarak onlara kitabı ve hikmeti öğretmektir.[58]Diğer bir tabirle; insanların kalplerinde, Kur’ân-ı Kerim ve hikmetle etki bırakıp onların kalplerini manevi güzelliklerle süsleyerek selim kalp hâline getirmek veya hasta olan kalplerini arındırarak tövbekâr bir kalbe dönüştürmektir. Bu uğurda en büyük çabayı hiç kuşkusuz Peygamber Efendimiz (s.a.a) vermiş ve Hz. İmam Hüseyin (a.s) gibi selim kalpli yüce insanları terbiye etmiştir. Hz. İmam Hüseyin (a.s) de kendi sırası gelince hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış, yaşamı ve gerçekleştirdiği ilahi kıyamla selim kalpli insanlar eğitmiş, günahkâr gönülleri arındırarak sağlıklı hâle getirmiş ve hasta kalplilerin gerçek yüzünü ortaya koymayı başarmıştır. İmam Hüseyin’in (a.s) gerçekleştirdiği kıyam ve şehadetinin kalplerde etki edeceği ve bu etkinin tüm asırlara yayılacağı hususunda İmam Cafer Sadık’tan (a.s) nakledilen hadis şöyledir: “Peygamber (s.a.a), kendisine doğru gelen Hüseyin b. Ali’ye (a.s) baktı ve onu kucağına oturtarak şöyle buyurdu: Hüseyin’in (a.s) öldürülmesinden dolayı müminlerin kalbinde öyle bir ateş oluşacaktır ki sonsuza kadar sönmeyecektir. Sonra İmam Cafer Sadık (a.s) dedi ki: Babam her gözyaşının maktulüne feda olsun. Denildi ki: Ey Resulullah’ın (s.a.a) oğlu! Her gözyaşının maktulü ne demektir? Buyurdu: Hüseyin’i (a.s) hatırlayan her müminin mutlaka ona ağlamasıdır.”[59]

İmam Hüseyin (a.s), ailesi ve bazı yarenleriyle mukaddes bir hareket gerçekleştirmiş, biat edildiği takdirde İslam’ın yok olmasına sebebiyet vereceği için zamanın sultanı Yezid b. Muaviye’ye biat etmemiş ve bu uğurda şehadet şerbetini içmiştir. Şecere-i tayyibe, evladı Resul (s.a.a) olup pak eteklerde yetişen, Hz. Muhammed Mustafa (a.s) tarafından cennet gençlerinin efendisi olmakla müjdelenen İmam Hüseyin (a.s) ve yarenlerinin şehadeti; ailesi, çocukları ve Hz. Resulullah (s.a.a) evlatlarının esareti ve çektiği acılarla devam eden bu mukaddes hareket, ilk günden günümüze kadar müslümanların gündeminden düşmemiş, gönüllerinde derin yaralar açarak kalplerinde unutulması mümkün olmayan izler bırakmıştır.

Zamanla Aşura kıyamı, zulmün karşısında ayağa kalkarak harekete geçmenin ve mazlumların yanında yer almanın sembolü hâline gelmiştir. Bu kıyam tarih boyunca hatırlanmış, özellikle Hz. Peygamber’in (s.a.a) pak soyu tarafından yapılan çalışmalarla unutulmasına ve eskimesine izin verilmemiştir. Aşura kıyamının en önemli etkisi hiç şüphesiz kalplerde gerçekleşmiştir. Zalimlerin hâkimiyetini sorgulamayan, Emevilerin babadan oğula geçecek şekilde hâkimiyeti elinde tutmak için başlattığı çalışmanın nasıl sonuçlar doğuracağının farkında olmayan müslümanların genelinin karşı karşıya kaldığı Kerbela katliamı ve Aşura kıyamı, onların kalbinde derin, manidar ve manevi izler bırakmış, günümüze kadar etkisini artırarak canlılığını gönüller ve kalplerde devam ettirmiştir. Aşura günü Kerbela’da yaşananlardan en çok etkilenen hiç şüphesiz orada birebir bulunanlardı. Çoluk çocukları, bacı kardeşleri ve davetini kabul eden en yakın yarenleriyle çıktığı bu yolculukta hunharca katledilen İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbela şehitlerinin ilahi hedef uğruna feda ettikleri can ve kanlarının etkisi öncelikle Hz. Zeynep (s.a) ve İmam Zeynelabidin (a.s) öncülüğünde bu olayları birebir yaşayan ve sonrasında esarete götürülen Kerbela kahramanlarının kalbinde belirmiş, onların anlatım ve tebliğiyle de günümüze kadar bu etkisini kalpten kalbe devam ettirmiştir. Bu kıyamın kalpte yarattığı etki o kadar olumlu, değerli, öze dönüştüren, yol gösterici, hakiki, paha biçilmez ve manevidir ki bu olumlu değişimi kalplerinde hisseden herkes bu duyguları dilleriyle beyan etmekten aciz olduklarını haykırmış, Aşura günü yaşananları andıklarından dolayı ellerine geçen manevi kazanımı hiçbir şeyle değişmeye hazır olmadıklarını defalarca ifade etmişlerdir.

Kerbela olayıyla karşı karşıya kalan İslam ümmeti adeta şoke olmuş ve Kerbela esirlerinin ağıt, mersiye ve matem tutmasını görünce yaşanan gerçeğin oldukça dokunaklı, düşündürücü ve farklı olduğunu anlamış, İmam Hüseyin (a.s) ve yarenlerinin şehadetine ağlayıp matem tutanlarla matem tutmuş ve Emevi hanedanının asıl hedefinin ne olduğunu sezmiştir. Kalbi etkileyen ve özüne dönüştürerek manevi hayatına kavuşmasına yardımcı olan en önemli etkenlerden birisi hiç şüphesiz gözyaşı dökmektir. Özellikle eğer bu gözyaşı Allah’ın peygamberleri, veli kulları ve şehitler için dökülürse daha da etkili olacak, kalplerin, onların sevgisiyle dolup taşmasını sebep olacak ve neticede mahbubuna benzemesini sağlayacaktır. İmam Hüseyin (a.s) ilahi uğurda feda ettiği kendi, ailesi ve yarenlerinin kanı, esareti ve fedakârlığıyla müslümanların sadece gözlerinin yaşarmasını değil, kalp gözlerinin de hakikatleri görmesini ve gerçekleri idrak etmesini sağlamış, manevi duygularını canlandırarak amele koyulmasını sağlamıştır.

Selam olsun kalpleri arındıran Hüseyin’e

Selam olsun gözyaşlarının şehidi Hüseyin’e

Selam olsun gönülleri ilahi aşkla süsleyen Hüseyin’e

[1] Allame Tabatabai, el-Mizân, 18/356

[2] Bakara, 225

[3] Allame Tabatabai, el-Mizân, 2/223

[4] Molla Sadra Şirazi, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Kerim, 4/404, İntişârât-i Bîdâr, Kum 1366 hş, 2. bs; Gazali, Risaletu’l-Ledunniyye, s.7, Matbaatu Kurdistanu’l-İlmiyye, Mısru’l-Muhammediyye 1328 hş  

[5] A’raf, 179; Hac, 46: Tedebbür, anlama, akıl etme gibi tabirler kalbe istinat edilmektedir.

[6] Hac, 46, Necm, 11-13: Kalbin görmesi veya kör olması gibi tabirler kalbe istinat edilmektedir.

[7] Bakara, 97; Şuara, 193-194

[8] Hadid, 16

[9] Feth, 4

[10] Maide, 41; Mücadele, 22

[11] Hac,32

[12] Hadid, 27

[13] Kaf, 33

[14] Maide, 41; Şuara, 88-89

[15] Ra’d, 28

[16] Enfâl, 63; Tevbe, 60

[17] Bakara, 10; Âl-i İmrân, 7; Maide, 52

[18] Âl-i İmrân, 156

[19] Maide, 13; En’âm, 43; Âl-i İmran, 159

[20] Âl-i İmran, 159

[21] Ahzab, 26

[22] Enfâl, 2; Müminûn, 60

[23] Müminûn, 63

[24] Tevbe, 15

[25] Tevbe, 45

[26] Saff, 5

[27] Feth, 26

[28] Nahl, 22

[29] Tevbe, 77

[30] Enfal, 24

[31] Allame Tabatabai, el-Mizan (Türkçe tercümesi), 9/64-65

[32] Bakara, 225

[33] Hac, 46

[34] Ra’d, 28

[35] Hac, 46

[36] Âl-i İmran, 103

[37] Hucurat, 14

[38] Kaf, 37

[39] Gölpınarlı, Mesnevi Tercümesi ve Şerhi, s.586-587, İnkilâp Kitapevi 3. bs

         همچو اين دو چشمه‏ى چشم روان           هست در حكم دل و فرمان جان‏

         گر بخواهد رفت سوى زهر و مار            ور بخواهد رفت سوى اعتبار

         گر بخواهد سوى محسوسات رفت           ور بخواهد سوى ملبوسات رفت‏

         گر بخواهد سوى كليات راند                 ور بخواهد حبس جزويات ماند

         همچنين هر پنج حس چون نايزه            بر مراد و امر دل شد جايزه‏

         هر طرف كه دل اشارت كردشان             مى‏رود هر پنج حس دامن كشان‏

         دست و پا در امر دل اندر ملا                همچو اندر دست موسى آن عصا

         دل بخواهد پا در آيد زو به رقص            يا گريزد سوى افزونى ز نقص‏

         دل بخواهد دست آيد در حساب             با اصابع تا نويسد او كتاب‏

[40] Abdurrazzak, el-Musannef, 11/221, thk: Habibur’-Rahman el-A’zamî, nşr: Menşûrâtu’l-Meclisi’l-İlmî

[41] Temîmî Âmudî, Abdulvahid b. Muhammed, Gureru’l-Hikem ve Dureru’l-Kelim, s.114 h.2068, thk: Seyyid Mehdi Recâî, Dâru’l-Kutubi’l-İslamiyye, Kum 1410 hk

[42] Aga Cemal Hânsârî, Muhammed b. Hüseyin, Şerh-i Aga Cemal Hânsârî Ber Gureru’l-Hikem ve Dureru’l-Kelim, 2/119, thk: Celaleddin Hüseynî, Dâneşgah-i Tahran, Tahran 1366 hş 

[43] Temîmî Âmudî, age, s.27 h.317

[44] Şerif Razî, Nehcü’l-Belâğa, s.548, thk: Subhî Salih, Hicret, Kum 1414 hk, 1. bs

[45] Temîmî Âmudî, age, s.32 h.459

[46] Aga Cemal Hânsârî, age, 1/111

[47]Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune,19/87-88; Allame Tabatabai, el-Mizân, 15/288; 17/148   

[48]Şuara, 88-89: إِلَّا مَنْ أَتىَ اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَ لَا بَنُونَ

[49] Saffat, 84: إِذْ جَاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيم

[50]Kaf, 31-33: مَنْ خَشِيَ الرَّحْمنَ بِالْغَيْبِ وَ جاءَ بِقَلْبٍ مُنيبهذا ما تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفيظوَ أُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقينَ غَيْرَ بَعيدٍ   

[51] Bakara, 7: Allah, (inkârları sebebiyle) onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.

[52] Muhammed, 24: Onlar, Kur’an’ı hakkıyla düşünmezler mi? Yoksa kalplerinde kalplere ait kilitler mi var?

[53] Bakara, 88: (Onlar,) “Kalplerimiz kılıf içindedir (Senin ne dediğini anlamıyoruz).” dediler.

[54] Muttaffifin, 14: Hayır; (onların düşündükleri gibi değil;) onların yaptıkları işler, (pas gibi) kalplerinin üzerini kaplamıştır.  

[55] Al-i İmran, 7: Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve tevilini bulmak için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler.  

[56] Bakara, 74: Sonra, bunun ardından yine kalpleriniz katılaştı. Kalpleriniz taş gibi yahut daha da katı (oldu). 

[57] Haşr, 10: Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!

    Hicr, 47: Kalplerinde olan kinleri çıkardık. Kardeşçe karşı karşıya tahtların üzerinde otururlar.  

    A’raf, 43: Kalplerinde olan her türlü kini çıkarırız.

[58] Al-i İmran,164: “Gerçekten Allah, ayetlerini onlara okuması, onları arıtması ve onlara kitabı ve hikmeti öğretmesi için, kendilerinden olan bir peygamber göndermekle müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.”

[59] Muhaddis Nuri, Mustedreku’l-Vesâil, 10/318

جَعْفَرِ بْنِ مُحَمَّدٍ ع قَالَ: نَظَرَ النَّبِيُّ ص إِلَى الْحُسَيْنِ بْنِ عَلِيٍّ ع وَ هُوَ مُقْبِلٌ فَأَجْلَسَهُ فِي حِجْرِهِ وَ قَالَ إِنَّ لِقَتْلِ الْحُسَيْنِ حَرَارَةً فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لَا تَبْرُدُ أَبَداً ثُمَّ قَالَ ع بِأَبِي قَتِيلُ‏ كُلِ‏ عَبْرَةٍ قِيلَ وَ مَا قَتِيلُ‏ كُلِ‏ عَبْرَةٍ يَا ابْنَ رَسُولِ اللَّهِ قَالَ لَا يَذْكُرُهُ مُؤْمِنٌ إِلَّا بَكَى.