بسم الله الرحمن الرحیم

Cafer-i Tayyâr, Ebû Tâlib ve Fatime bint. Esed’in oğludur. Bi’setten yirmi yıl önce dünyaya gelmiştir. Tâlib, Akil, Hz. Ali (a.s) isimlerinde üç erkek ve Ümmü Hânî ve Cumâne isminde iki kız kardeşi vardı.[1] Mekke’de meydana gelen kıtlık döneminde Ebû Tâlib’in ailesinin çok olması ve maddi sorunlarından dolayı amcası Abbas onu evine götürerek sorumluluğunu üstlenmişti. O sıralar Cafer-i Tayyâr on altı yaşındaydı.[2]

     

       Eşi ve Çocukları

Cafer-i Tayyâr gençlik döneminde zamanın çirkinliklerine, ahlaki ve akidevi bozukluklarına bulaşmayarak kendi kişiliğine ve karakterine üstünlük katmayı başarmıştı. O, Esma bint. Umeys’le evlendi ve bu evlilikten Abdullah, Muhammed ve Avn isminde üç tane çocukları oldu. Başka çocukları da olduğu nakledilmiştir. Çocukları Habeşistan diyarında dünyaya gelmiştir.[3]

       İslamiyet’i Kabulü

İslam dinini kabul eden üçüncü şahıs olması en doğru olan görüştür.[4] Hz. Hatice (s.a) ve İmam Ali’den (a.s) sonra Peygamber Efendimizle (s.a.a) beraber namaz kılan üçüncü Müslüman’dır. Peygamber Efendimizin, İmam Ali ve Hatice validemizle birlikte Mescidu’l Haram’da namaz kıldıkları bir gün, Cafer-i Tayyâr babası Ebû Tâlib’le onları gördü. Şafkatli, çocuklarının geleceğini düşünen ve sorumluluğunun bilincinde olan Ebû Tâlib; oğlu Cafer’den onlarla beraber namaz kılmasını istedi. Cafer’de babasının sözünü dinleyerek onlarla beraber namaz kıldı.[5]

       Habeşistan’a Hicreti

Müşriklerin kötü tavır ve baskılarını çoğaltmalarının ardından Resulullah (s.a.a) bi’setin 5. yılında Müslümanlara Habeşistan’a gitmelerini tavsiye etti. 15 kişilik ilk grup Şuaybe Limanı’nı geçerek Habeşistan’a ulaştılar. Bu gurup 2-3 ayın ardından Kureyşlilerin Müslüman olduğu ve işkence etmedikleri söylentilerini doğru sanarak Mekke’ye geri döndüler. Ancak bu sadece bir söylentiden ibaretti. Bunun ardından ikinci grup Habeşistan’a hicret için hazırlık yaptı. Cafer ikinci grupla beraber Habeşistan’a hicret etti. Peygamber’imiz (s.a.a) onu bu grubun başkanı seçmişti. Cafer görevini başarıyla yerine getiriyordu. Müşrikler Müslümanların Habeşistan’daki emniyet içindeki yaşamını tehlikeli buldukları için Abdullah b. Ebi Rabi’a ve Amr b. As’ı göndererek onları geri döndürmeyi denediler. Bu girişimde başarılı olamamalarının en önemli sebebi Cafer-i Tayyâr’ın Müslümanların temsilcisi olarak yaptığı görevi layıkıyla yerine getirmesi olmuştur.

Müşriklerin temsilcileri, getirdikleri hediyeleri Habeşistan kıralı Necaşî’ye sunduktan sonra muhacir Müslümanların geri döndürülmesini istediler. Ancak Necaşî; Müslümanları dinlemeden karar vermedi. İşte tam burada kalbi imanla nurlanmış ve kendisini İslam dinine adamış birinin sözcülüğü gerekiyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.a) kimi liderliğe seçeceğini ve kimin buhranlarda inananları doğru yola hidayet edeceğini elbette daha iyi biliyordu. Resulullah’ın (s.a.a) bu seçimi inananları müşriklerin pençesinden alıp kurtarmayı başarmıştı.

Cafer-i Tayyâr burada sahneye çıkarak Habeşistan kralının söz hakkı tanımasının ardından şöyle konuşmuştu:“ Ey padişah! Bizler cahiliyet ehli kavimdik. Putlara tapıyor, murdarı yiyor, çirkin işler yapıyor, akrabayla irtibatı kesiyor, komşuların hakkını gözetmiyorduk ve güçlümüz zayıfı eziyordu. Bizler bu şekilde yaşamaya devam ederken Allah içimizden birini Peygamber olarak gönderdi. Bizler onun soyunu, doğruluğunu, emin olduğunu ve iffetini biliyorduk.

O, bizleri Allah’ı bir bilmeye, O’na ibadet etmeye, bizlerin ve babalarımızın taptığı taşlar ve putlardan yüz çevirmeye davet etti. Bizleri doğru konuşmaya, emaneti yerine ulaştırmaya, sılayırahim yapmaya, komşuyla iyi geçinmeye, haramlardan kaçınmaya ve kan dökmemeye emretti. Yine o Peygamber bizleri çirkinliklerden, batıl sözden, yetim malı yemekten ve evli kadınlara iftira etmekten menetti. Yalnızca Allah’a tapmamızı, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamızı, namazı, zekâtı ve orucu emretti. Bizlerde onu doğruladık, ona iman ettik, Allah katından getirdiklerine amel ettik, yalnızca Allah’a ibadet ettik, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık, haram ettiklerini haram ve helal ettiklerini de helal bildik.

Bunun ardından kavmimiz bizimle düşmanlık ve bizlere işkence etti. Dinimizle aramıza girerek Allah’a tapmaktan putlara tapmaya, önceden çirkin bildiğimiz işleri tekrar helal etmeye çalıştılar. Bizleri ezmeye, zulmetmeye, sıkıntılara düçar etmeye ve dinimizden uzaklaştırmaya çalışınca; sizin ülkenize doğru yola çıktık. Sizi diğerlerine tercih ederek; size doğru yöneldik ve sizin yanınızda zulme uğramamayı umut ettik.

Necâşî Cafer’e şöyle dedi: Acaba onun Allah tarafından getirdiklerinden senin yanında bir şey var mı? Cafer: Evet, dedi. Necâşî: Oku, dedi.

Cafer Meryem Suresi’nin başındaki ayetleri okudu. Ayetleri işiten Necâşî o kadar ağladı ki sakalları ıslandı. Papazlar o kadar ağladı ki önlerindeki İncil sayfaları ıslandı. Sonra Necâşî muhacirlere dönerek şöyle dedi: Sizin söyledikleriniz ve İsa’nın getirdikleri aynı yerden kaynaklanmaktadır. Ardından müşriklerin elçilerine şöyle dedi:

Buradan uzaklaşın, vallahi bunları size teslim etmeyeceğim.

Müşriklerin elçileri ertesi gün tekrar Habeşistan kralının yanına gelerek muhacirlerin İsa hakkında tuhaf sözler söylediklerini ve onun Allah’ın kulu olduğuna inandıklarını söyleyerek; kralı kandırabileceklerini sandılar. Kral muhacirleri huzuruna çağırarak konuyu onlardan sordu. Burada da yine Cafer-i Tayyâr sözcü olarak şöyle dedi: Bizler İsa hakkında Peygamberimizin getirdiğini söylemekteyiz. İsa, Allah’ın kulu, resulü, ruhu ve kelimesidir. Allah onu iffetli ve tertemiz olan Meryem’e vermiştir. Cafer’in bu sözlerinin ardından Necâşî; vallahi İsa senin söylediklerinden başka bir şey değildir diyerek müşriklerin temsilcilerini topraklarından uzaklaştırdı.[6]

     Habeşistan’dan Dönüşü

Son muhacirlerin Habeşistan’dan dönüşleri Cafer ile beraber hicri 7. yılda ve Hayber Kaleleri’nin fethinin ardından gerçekleşmiştir.[7] Bu durum karşısında çok mutlu olan Peygamber Efendimiz; (s.a.a) kendisi şahsen Cafer-i Tayyâr ve beraberindekileri karşılamaya çıktılar. O kadar mutluydular ki; Cafer’in anlından öptükten sonra sevinçlerini şu ifadeyle beyan etmişlerdir:

“Hangisine sevineceğimi bilmiyorum, Cafer’in gelişine mi yoksa Hayber’in fethine mi?”[8]

Peygamber Efendimiz (s.a.a) Cafer’e ve beraberindekilere Hayber’in fethinden elde edilen ganimetlerden verdi ve onu Mescid-i Nebevi’nin yakınında bir yere yerleştirdi.[9]

   

     Şehit Oluşu

Cafer-i Tayyâr hicri 8. yılında meydana gelen Mute Savaşı’na katılan üç komutandan biridir. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ilahi görevi gereği tüm insanları İslam dinine davet etmekle sorumluydu. Bu doğrultuda Peygamber Efendimiz (s.a.a) Roma İmparatorluğu tarafından atanan Şam hâkimi Haris b. Ebî Şimr el-Gassanî’ye, Haris b. Umeyr el-Ezdî aracılığıyla bir mektup göndererek onu ve Şam halkını İslam dinine davet etti.

Ancak Peygamber’in elçisi Şam’ın sınır bölgelerine ulaşınca, sınır bölgelerinin komutanlığı elinde olan Şurahbil b. Amr tarafından Mute köyünde tutuklanarak öldürüldü. Bu durum karşısında Resulullah (s.a.a) çok üzüldü ve üç bin kişilik bir ordu düzenleyerek elçisinin şehit edildiği bölgeye gönderdi. İşte bu ordunun üç komutanından ilki olarak Peygamber’in (s.a.a) emrine lebbeyk diyen ve bu yolda yüz bin kişilik Roma ordusuna karşı komutanlık görevini en iyi şekilde yerine getirerek önce bu yolda kollarını veren ve bedenine onlarca yara aldıktan sonra kırk yaşlarında şehadet şerbetini içen Cafer-i Tayyâr’dır.[10]      

    

     Peygamber Efendimizin (s.a.a) Cafer-i Tayyâr’a Ağlaması

Cafer’in şehit olduğu haberini alan Peygamber Efendimiz, (s.a.a) duygularının ve bu acı olaydan duyduğu üzüntünün etkisiyle gözyaşlarına hâkim olamamışlardır. Cafer-i Tayyâr’ın evine giderek eşine tesliyet dilemişler, çocuklarını bağırlarına başmışlar ve onlarla beraber Cafer’e mübarek gözyaşlarını dökerek şöyle buyurmuşlardır: “Ağlayanlar Cafer gibisine ağlasın.”[11]

     Cafer-i Tayyâr’ın Faziletleri ve Üstün Yönleri

Kökenli ve saygın bir ailede yetişen Cafer, pek çok güzel ahlak, olgun tavır ve davranışlar sergilediği için Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve Müslümanların övgüsüne mazhar olmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Cafer’e şöyle buyurmuştur: “Huyun, suyun ve hilkatin (bedensel özelliklerin) bana benziyor.”[12]Peygamber Efendimiz (s.a.a) onu gönülden sevdiği için Habeşistan dönüşlerine çok sevinmişle, kendileri onları karşılamayı çıkmış ve Cafer’in alnından öperek sevinçlerini şöyle dile getirmişlerdir:“Hangisine sevineceğimi bilmiyorum, Cafer’in gelişine mi yoksa Hayber’in fethine mi?”[13]

Cafer-i Tayyâr’ın en önemli faziletlerinden biri üçüncü Müslüman olması ve Peygamberle birlikte namaz kılan ilk üç kişiden biri olmasıdır.[14]

Yetimlerin, kimsesizlerin ve miskinlerin yardımına koşar, onlar için elinden geleni esirgemezdi. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz (s.a.a) ona “ebel mesakin”(miskinlerin babası) lakabını vermişlerdir.[15]

Cennette meleklerle beraber uçmasından dolayı “tayyâr”ve Mute savaşında her iki kolunu Allah yolunda vermesinin ardından Peygamber’imizin (s.a.a) ona cennette meleklerle uçacağı iki kanat verildiğini müjdelemesinden dolayı da “zulcenaheyn”lakaplarıyla meşhur olmuşlardır.[16]

Kötülüklerden iyiliklere, kötü insanlardan iyi insanlara ve kötü yerlerden iyi yerlere hicret etmek İslam dini açısından önem arz ettiği için ve bu doğrultuda Cafer’in önce Habeşistan’a oradan da Medine’ye hicret etmesi sebebiyle ona “zuhicreteyn” (iki hicret sahibi) denmiştir.[17]

Habeşistan kıralı Necâşî ve sevenleri onun eliyle Müslüman olmuştur.[18]

İmam Ali (a.s) ağabeysi Cafer-i Tayyâr’a çok değer verirdi. Abdullah b. Cafer şöyle diyor: “Ben İmam Ali’den (a.s) bir şey istemiştim ve o bana vermemişti. Ben de Cafer hakkına isteğimi tekrar dileyince bana isteğimi verdi.”[19]

Cafer-i Tayyâr hatip, akıllı, mantıklı, takvalı ve istidlal ehli olduğu için Rasulullah (s.a.a) onu Habeşistan’a muhaceret edenlerin önderi etmiş ve oda bu görevini başarıyla yerine getirmiştir.[20]

Cafer-i Tayyâr’ın en önemli ve örnek özelliklerinden birisi Allah yolunda ve Rasulullah’ın (s.a.a) emrine itaat ederek canını feda etmesi ve şehadetşerbetini içerek fani dünyadan göçmesidir. Roma ordusunun sayı açısından çok fazla olmasına rağmen komutanlık görevini en iyi şekilde yerine getirerek, son nefeslerine kadar İslam sancağını iftiharla taşımışlardır. Peygamber Efendimizin (s.a.a) onun şehadetinden dolayı duydukları üzüntü, döktükler gözyaşıve ağlayanları Cafer gibisine ağlamaya teşvikleri[21] de Cafer’in şahsiyetinin ne denli yüce olduğunu göstermektedir. Allah-u Teâlâ dünyada ziyaretini ahirette şefaatini hepimize nasip eylesin.        

      

     

  

[1] Eminî, A’yânu’ş Şia, 8, 125.

[2] İbn Hişam, Siretu’n Nebeviyye, 1, 246; Taberî, Tarih, 2, 313; İbn Abdulbir, el-İstîâb, 1, 38.

[3] Eminî, A’yânu’ş Şia, 4, 119.

[4] Eminî, A’yânu’ş Şia, 4, 119.

[5] Age; İbn Esir Cafer bin Ebû Tâlib’in biyografisinde şöyle diyor: “Kardeşi Ali’nin Müslüman olmasından kısa bir süre sonra Müslüman olmuştur. Ebû Tâlib; Peygamber ve Ali’yi beraber namaz kılarken gördü. Ali Peygamber’in sağ tarafında duruyordu. Ebû Tâlib Cafer’e şöyle dedi: Amcaoğlunun yanında namaz kıl. Oda Peygamber’in sol tarafında namaz kıldı.” Usdu’l Gâbe, 1, 341.

[6]İbn Hişam, Siretu’n Nebeviyye, 1, 336-337; İbn Esir, el-Kâmil, 2, 81-82; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 3,        74; İbn Cevzi, el-Muntezam, 2, 382.

[7] İbn Sa’d, el-Tabakâtu’l Kubra, 4, 25; İbn Abdulbir, el-İstîâb,1, 242.

[8] İbn Sa’d, el-Tabakâtu’l Kubra, 4, 26; Yakubî, Tarih-i Yakubî, 2,56; Belâzurî, Ensâbu’l Eşraf, 1, 199; Makdisî, el-Bed’u ve’t-Tarih, 5, 99; İbn Haldun, Tarih-i İbn Haldun, 2, 455; Askalânî, el-İsâbe, 1, 593.

[9] İbn Sa’d, el-Tabakâtu’l Kubra, 4, 26; İbn Esir, Usdu’l Gâbe, 1, 342; Emin, A’yanu’ş Şia, 4, 123; Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 6, 549.

[10] Vâkidî, el-Meğâzî, 2, 755-756 ve 769; İbn Sa’d, el-Tabakâtu’l Kubra, 2, 97-98 ve 4, 255; Mesûdî, el-Tenbih ve’l-İşrâf, 231-232; İbn Cevzî, el-Muntezam, 3, 318-319; Minhac Sirac, Tabakât-i Nâsirî, 1, 74; Askalânî, el-İsâbe, 1, 593.  

[11] İbn Esir, Usdu’l Gâbe, 1, 343; İbn Abdulbir, el-İstîâb, 1, 243; Vâkidî, el-Meğâzî, 2, 766; İbn Sa’d, el-Tabakâtu’l Kubra, 8, 220; Belâzurî, Ensâbu’l Eşraf, 2, 43; Yakubî, Tarih-i Yakubî, 2, 65-66, İbn Asâkir, Tarih-u Medinet-i Dimeşk, 72, 133-134.

[12] Buhârî, Sahih-i Buhârî, 3, 168 ve 5, 85; Tirmizî, Sahih, 5, 320; İbn Hanbel, Musned, 1, 108 ve 115 ve 230; İbn Bitrîk Hillî, el-Umde, 409, İrbilî, Keşfu’l Gumme, 1, 99; İbn Abdulbir, el-İstîâb, 1, 243; Askalânî, el-İsâbe, 1, 592.

[13] İbn Sa’d, el-Tabakâtu’l Kubra, 4, 26; Yakubî, Tarih-i Yakubî, 2,56.

[14] Eminî, A’yânu’ş Şia, 4, 119; İbn Esir, Usdu’l Gâbe, 1, 341.

[15] Ebu’l Ferec el-İsfehanî, Mekâtilu’t Tâlibiyyin, 26; Askalânî, el-İsâbe, 1, 592.

[16] Askalânî, el-İsâbe, 1, 593-594; İbn Esir, Usdu’l Gâbe, 1, 343; Eminî, A’yânu’ş Şia, 1, 273 ve 4, 125; İbn Abdulbir, el-İstîâb, 1, 242.

[17] Eminî, A’yânu’ş Şia, 4, 120; İbn Kutaybe, el-Meârif, 205.

[18] Askalânî, el-İsâbe, 1, 593.

[19] İbn Abdulbir, el-İstîâb, 1, 244.

[20] İbn Hişam, Siretu’n Nebeviyye, 1, 336-337.

[21] İbn Esir, Usdu’l Gâbe, 1, 343; İbn Abdulbir, el-İstîâb, 1, 243; Vâkidî, el-Meğâzî, 2, 766.