.
.

Bismillâhirrahmânirrahîm

Kur’an-ı Kerim’e göre herhangi bir şeyin ölümü, o şeyin “ecelinin” gelmesidir. Ecel; son, nihayet, ölüm vakti, mühlet, süre gibi anlamlara gelir. İster insan olsun ister olmasın bütün varlıkların böyle bir eceli vardır. Nitekim şöyle buyrulmaktadır:

مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ.

“Allah gökleri, yeri ve bunların arasındaki şeyleri yalnızca hak üzere ve belirlenmiş bir ecel ile yaratmıştır.”[1]

Tüm varlıklar kendi hareketlerinde sakinleşecekleri, huzur ve istikrar bulacakları bir noktaya ulaşacaklar, ondan sonra baki kalacakladır. Kuran’a göre bu huzur ve istikrar noktası Allah’ın katıdır. Nitekim şöyle buyrulmaktadır:

مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ.

“Sizin yanınızdaki şeyler tükenir, ancak Allah’ın katındaki şeyler baki kalır.”[2] 

Dolayısıyla varlıklar Allah’ın katına varıp O’nun huzuruna çıktıkları zaman ebedi ve ölümsüz hale gelirler. İnsan ve insanın dışındaki tüm varlıklar Allah’a yönelir, sonunda O’na döner ve O’nun huzurunda toplanırlar. Herkesin Allah’a dönüşü “ölüm” diye isimlendirilebilir. Dünya hayatı; içinde hareket, çürüme, bozulma, değişme, zaman, darlık, karanlık, çokluk, azlık, dağılma, hastalık, mutsuzluk ve sonunda da ölüm olan bir yaşamdır. Ancak Allah’ın katındaki hayatta ise bahsedilen kusurlardan uzak bir şekilde yaşama, ölümsüzlük, enginlik, ışık, nur, mutluluk, huzur, sevinç, vahdet, birlik, rahatlık vb. şeyler vardır. Nitekim şöyle buyrulmaktadır:

وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ.

“Bu dünya hayatı yalnızca eğlence ve oyundur. Ancak ahiret yurdu, kesinlikle (gerçek) hayat odur.”[3]

Dolayısıyla insandan göklere, yere ve bunlardaki her şeye kadar tüm varlıkların farklı kelimelerle ifade edilse de “ölümlü” olacağı sonucuna varılabilir. Ruhun bedenden ayrılışı olan insanın ölümü “ölüm” kelimesiyle, insan olmayan bir varlığın ölümü ise başka anlamlarla zikredilmiş olabilir.

Ancak Kıyamet-i Kübra’da dünyalıların, berzahtakilerin ve göktekilerin hepsi hep birlikte ölümü tadacaklardır. O zaman ölüm, sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da gerçekleşecektir. Belli bir zaman geçtikten sonra tekrar diriltilecekler ve Allah Teala’nın huzurunda toplanacaklardır.

Kur’an-ı Kerim’e göre böyle bir olay “Sûr’a üflenme” olarak isimlendirilmiştir. Sûr’a üflenme olayı iki defa gerçekleşecektir. Birinci Sûr’a üflendiği zaman cisimsel ve ruhsal olarak bütün varlıklar ölecek ve ikinci Sûr’a üflendiği zaman ise hepsi dirileceklerdir. Şimdi bu konuyla ilgili araştırmaya geçilecektir:

1. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

وَ نُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّماواتِ وَ مَنْ فِي الْأَرْضِ إِلاَّ مَنْ شاءَ اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرى‏ فَإِذا هُمْ قِيامٌ يَنْظُرُونَ.

“Sûr'a üfürüldü; böylece, Allah'ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan kimseler çarpılıp bayıldı/öldü. Sonra bir daha ona üfürüldü, aniden onlar ayağa kalkıp bakarlar."[4]

Saiga; yıldırım veya şimşek gibi bir şeyin çarpması sonucu bayıldı veya öldü demektir.

2. “Kim Sûra üfleyecek? Büyüklüğü ne kadar olacak?” gibi sorularla ilgili olarak şöyle bir rivayet nakledilmiştir:

“İsrafil’e ait olan Sûr, bir başlığa ve iki ses çıkış yerine sahip olacaktır. Ses çıkış yerlerinin arası gök ile yer arası kadar olacaktır… Yeryüzünde Sûr’a üflediği zaman hiçbir canlı kalmayacaktır. Gökyüzünde üflediği zaman gökyüzü ehli ölecektir. Sonra Allah-u Teâlâ, İsrafil’e “Öl” diye emir verecek ve o da ölecektir.”[5]

3. “Sûr nasıl olacak?” sorusuna Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle cevap vermiştir:

“Sûr, kulların ruhları sayısınca deliklere sahip olan nurdan bir boynuzdur.”[6]

Sûr nurdan olacak, dolayısıyla çıkaracağı ses de maddi bir ses olmayacaktır. Eğer maddi bir ses olsaydı kısa bir mesafeden daha uzağa gidemezdi. Ancak nur ve ışık cinsinden olan bir ses ise tahmin edilemeyecek kadar hızlı ve etkili olur. İşte Sûr’un sesi de böyledir, hatta bundan daha tesirlidir.

4. İmam Seccad’dan (s) nakledilen bir rivayete göre; Sûr’a üflendiği zaman yeryüzünde, berzah aleminde, göklerde ve bunların arasında bulunan varlıklar cisimsel ve ruhsal olarak öleceklerdir. Hatta arşı taşıyan mukarreb melekler de ölecektir. Hatta Cebrail, Mikail, Azrail ve İsrafil dahi öleceklerdir. Anlaşılan o ki en az bir defa olsa da her şey ölümü tadacaktır.[7] Nitekim Allah Teala Kur’an’da “Her nefis ölümü tadacaktır”[8] diye buyurmaktadır.

5. Zumer suresinin 68. Ayetine göre Sûr’a üflendiği zaman bazılarının ruhlarının “Allah'ın dilediği kimseler dışında” ifadesiyle o zaman ölümü tatmayacakları anlaşılmaktadır. Hatta bu konu Neml suresinde de şöyle geçmektedir:

وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّامَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ.

“Sûr'a üflendiği gün, Allah'ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde kim varsa korkuya kapılır. Hepsi boyun bükmüş olarak O’na gelirler.”[9]

Fezia; korktu, dehşete kapıldı, ürktü  demektir.

Görüldüğü gibi Sûr’a üflendiği zaman bütün varlıklar korkunç bir şekilde dehşete kapılacaklar ve öleceklerdir. Ancak Allah Teala bazı varlıkları bunun dışında bırakmıştır. Peki, Sûr’a üflendiği zaman dehşete kapılmayacak, korkmayacak, bayılmayacak ve ölmeyecek olan kişiler kimledir?

Bu sorunun cevabı hem Kur’an’da hem de rivayetlerde verilmiştir. Şimdi bu konuyla ilgili araştırmaya geçilecektir:

a) Onlar “muhles” olanlardır.

Birinci Sûr’a üflendiği zaman ölen kişilerin hepsinin, ikinci Sûr’a üflendiği zaman Allah Teala’nın huzurunda adeta işledikleri suçlardan ve günahlardan dolayı hesap vermeleri için hazır hale getirileceklerinden söz edilmektedir. Örneğin;

Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ.

“O, çığlıktan başka bir şey değildir. Hemen onların hepsi huzurumuzda hazır hale getirileceklerdir.”[10]

Keza şöyle buyurmaktadır:

وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًاۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ .

“Allah ile cinler arasında bir soy karar kıldılar, ancak kesinlikle cinler kendilerinin hazır hale getirileceklerini bilmişlerdir.”[11]

Böyle ayetlere karşın Allah Teala “muhles” olan kullarının hazır hale getirilmeyeceğinden söz etmektedir. Dolayısıyla onların her türlü hesaptan, korkudan ve dehşetten güven içinde olacakları anlaşılmaktadır. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır:

فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَ اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ.

“Sonra onu yalanladılar, kesinlikle onlar hazır hale getirileceklerdir. Ancak Allah’ın muhles olan kulları müstesnadır.”[12]

Muhles; ihlaslı kılınmış kişilerdir. Muhles; yetenekli, liyakatli, gayretli, salih, imanlı, takvalı, fedakar, cömert oldukları için özel bir şekilde ihlaslı kılınmış kişilerdir. Elbette onları layık oldukları için ihlaslı kılan Allah Teala’dır. Muhles olanlar her zaman ihlaslıdırlar ve hiçbir zaman Allah’ın rızasından başka bir şey düşünmezler. Muhles olanlara, masum ve günahsız olanlar diye söylemek mümkündür. Ancak muhlis bazen hata yapan ve günah işleyen kullardır.

Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ. اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ.

“(Şeytan) dedi ki: ‘Rabbim! Beni azdırdığın için, yeryüzünü onlar için süsleyeceğim ve onların hepsini azdıracağım. Ancak onlardan senin muhles kulların müstesnadır.’ (Allah) dedi ki: ‘Bana ulaşan müstakim yol işte budur. Senin benim kullarım üzerinde hiçbir gücün yoktur.’”

Şeytan, Allah’ın muhles kullarını hak yoldan çıkaramayacağını ve onları hiçbir şekilde hiçbir günaha sürükleyemeyeceğini açıkça itiraf etmektedir. Ardından Allah Teala muhles kullarının yolunun müstakim yol olduğunu; eğrisi, yanlışı, zikzağı olmadığını; dosdoğru yol olduğunu;  onların üzerinde şeytanın hiçbir etkisinin olmadığını ilan etmektedir. Dolayısıyla muhles olanların, masum ve günahsız oldukları, aynı zamanda her zaman müstakim yol üzere hareket ettikleri de işte bu şekilde anlaşılmaktadır.

Peki, muhles, masum ve müstakim olanlar kimlerdir?

Şia kaynaklarına göre Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Müstakim yol, peygamberlerin yoludur.”[13]

Ehli Sünnet âlimlerinden olan Hâkim Haskani, Peygamberimizin (s.a.a) Hz. Ali’ye (s) hitap ederek şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

أنت الطريق الواضح و أنت الصراط المستقيم و أنت يعسوب المؤمنين.

“(Ey Ali!) Apaçık yol sensin, müstakim yol sensin, müminlerin rehberi sensin.”[14]

Peygamberimiz (s.a.a) Ehli Beyt imamları hakkında şöyle buyurmuştur:

“Onlar, ümmetimin içindeki ilim kapılarıdır. Onlara tabi olan ateşten kurtulur. Onlara uyan müstakim yola hidayet olur. Allah-u Teâlâ, onların muhabbetlerini, yalnızca cennete koyacağı kullarına hibe etmiştir.”[15]

Netice olarak muhles, masum, müstakim olanlar; Peygamber Efendimiz (s.a.a), Ehl-i Beyt ve peygamberlerdir ki onlar kıyamet gününün dehşetinden güvende olacak ve ruhları ölmeyecek olanlardır.

b) Onlar “Vechullah/Allah’ın vechi” olanlardır.

Vecih; yüz, çehre, sima gibi anlamlara gelir.

Vecih; bir varlığın en mükemmel şekilde tanınmasına yardımcı olan en önemli vesilesidir. Örneğin her insan yüzünden ve çehresinden tanınır. Bir insanı diğer insanlardan ayırt eden en önemli özelliği yüzüdür. Ancak Allah Teala’nın zatının yüzü ve çehresi yoktur. Çünkü Allah cisim değildir. Dolayısıyla  “Yedullah/Allah’ın eli”[16] ifadesinde Peygamber Efendimizin (s.a.a) eli kastedildiği gibi “Vechullah/Allah’ın vechi” ile de mecazi olarak Allah’ın peygamberleri, imamları ve velileri kastedilmiştir. Zira onlar Allah Teala’yı tanıtan en mükemmel vesilelerdir. Onlar Allah Teala’nın en büyük ayetleridir. Onlar Allah Teala’nın en sadık elçileridir. Onlar Allah’ın katında yüzü ak olan kullardır. Onlar Allah’ın seçkin, onurlu, şerefli, itibarlı, izzetli kullarıdır. Onlar Allah’ın katında mevki ve makam sahibi kullarıdır. İşte bu ve benzeri özelliklerinden dolayı Allah Teala onlar hakkında “Onun vechi dışında her şey helak olacaktır”[17] diye buyurmaktadır.

Helak; ölmek, yok olmak, telef olmak, boşa gitmek, mahvolmak gibi anlamlara gelir.

Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde “Vechullah/Allah’ın vechi” olanlar tanıtılmışlardır. Şimdi birkaç tane örnek sunulacaktır:

Rabbimiz, Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve Hz. Musa (a) hakkında şöyle buyurmaktadır:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اٰذَوْا مُوسٰى فَبَرَّاَهُ اللّٰهُ مِمَّا قَالُواۜ وَكَانَ عِنْدَ اللّٰهِ وَج۪يهًا.

“Ey iman edenler! Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın ki Allah onu, onların söyledikleri şeylerden temize çıkardı. O, Allah katında vecihti.”

Ayetin mefhumundan anlaşılan o ki Hz. Musa (a) Allah’ın vechi olduğu için ona eziyet edilmemesi gerekiyordu, ancak İsrailoğulları ona eziyet etmişlerdi, bu yüzden lanete ve azaba duçar olmuşlardır. Peygamber Efendimiz (s.a.a) de Allah’ın vechi olduğu için ona da eziyet edilmemesi gerekir. Dolayısıyla Peygamberimizin (s.a.a) zamanında yaşayan sahabilerin ve sonradan dünyaya gelen Müslümanların hiçbir şekilde ona eziyet etmemeleri, onu incitmemeleri ve ona zulüm etmemeleri gerekir. Aksi takdirde İsrailoğullarının durumuna duçar olacaklardır. Bu ayette her iki peygamberin en önemli ve en belirgin ortak özellikleri Allah’ın vechi olmalarıdır.

Rabbimiz başka bir ayette Hz. İsa (a) hakkında şöyle buyurmaktadır:

اِذْ قَالَتِ الْمَلٰٓئِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّٰهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُۗ اِسْمُهُ الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَج۪يهًا فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ.

“Bir zaman Melekler, dediler ki: ‘Ey Meryem! doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette vecihtir ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır.’”

Görüldüğü gibi Hz. İsa (a) da Allah’ın vechidir. Buradan hareketle bütün peygamberlerin Allah’ın vechi oldukları sonucuna varmak mümkündür. Ancak yukarıdaki ayetin son kısmındaki “(Allah'a) yakın kılınanlardandır” ifadesi dikkatleri kendisine çekmektedir. Adeta Allah’ın vechi olanların, aynı zamanda Allah’a yakın kılınanlar oldukları da belirtilmiştir. Peki, yakın kılınanlar kimlerdir?

Allah Teala bu konuda Vakıa suresinde şöyle buyurmaktadır:

وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ.

“Öne geçenler vardır, öne geçenler vardır. (Allah’a) yakın kılınanlar işte onlardır.”[18]

Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Abdullah b. Abbas şöyle söylemiştir:

Allah Teala “Öne geçenler vardır, öne geçenler vardır” diye buyurmuştur; onlar iman etmede Hz. Musa’ya oranla Yuşa b. Nun, Hz. İsa’ya oranla Şemun b. Yuhanna, Hz. Peygambere (s.a.a) oranla Hz. Ali b. Ebi Talib’dir.[19]

Yine İbn Abbas şöyle söylemiştir:

Allah’ın Resulüne (s.a.a) Allah Teala’nın “Öne geçenler vardır, öne geçenler vardır” ayeti hakkında sorulunca “Bunun tefsirini Cebrail bana ‘Onlar cennete ilk girecek olan Ali ve onun şiasıdır’ diye açıkladı” şeklinde buyurmuştur.[20]

Anlaşılan o ki peygamberlerin varisleri ve halifeleri de Allah’ın vechidirler. Peygamberimizin (s.a.a) gerçek varisleri ve halifeleri on iki tanedir ve onlar Ehl-i Beyt (s) imamlarıdır. Dolayısıyla onlar da Allah’ın vechidirler. Nitekim İmam Cafer Sadık (s) “Allah’ın vechi biziz”[21] diye buyurmuştur. Ayrıca yine Ehl-i Beyt İmamlarından (s) nakledilen meşhur Tevessül duasında başta Peygamber Efendimize (s.a.a), ardından İmam Ali’ye (s), Hz. Fatıma’ya (s) ve diğer İmamlara (s) “Ey Allah’ın katındaki vecih! Ey Allah’ın vechi! Allah katında bize şefaatçi ol”[22] diye tevessül edilmektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.a), Ehl-i Beyt (s), bütün peygamberler ve onların gerçek varisleri Allah’ın vechidirler. Allah’ın vechi oldukları için Sûr’a üflendiği zaman ölmeyeceklerdir.

c) Sûr’a üflendiği zaman “Allah'ın dilediği kimseler dışında” herkes ölecek, şeklinde buyrulmuştu. Konuyla ilgili olarak Peygamber Efendimiz (s.a.a) “Onlar şehitlerdir”[23] diye buyurmuştur. En sahih rivayetlere göre Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve Ehl-i Beytinin hepsi şehittirler. Zaten sıradan bir şehit Sûr’a üflendiği zaman ölmeyecekse, Peygamber Efendimizin (s.a.a) ve Ehl-i Beytinin ölmemesi daha evladır, çünkü her yönden sıradan bir şehitten daha üstündürler, hatta kıyaslamak dahi mümkündür değildir. Ayrıca bazı rivayetlerde de Sûr’dan etkilenmeyecekler kişiler hakkında “Peygamberler ve başkaları” diye nakledilmiştir.[24] Bazı kitaplarda ise “Peygamberler ve veliler” diye söylenmiştir.[25]

ç) Ayrıca onlar “hasene” sahibi olanlardır.

Neml Sûresinin 89. Ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ.

“Kim hasene getirirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o günün korkusundan güven içindedirler.”

Demek ki, o gün “hasene” getirecek olan kişi veya “hasene” ile birlikte gelecek olan kişi de herkesi kuşatan korkudan, dehşetten ve ölümden güvende olacaktır.

Peki, “hasene” ne demektir?

Neml suresinin 87. Ayetinde “fezia” kelimesi kullanılmıştı ve her şeyin dehşete kapılacağını bu kelimeyle bildirmişti. Aynı surenin 89. Ayetinde de aynı kökten gelen “feza” kelimesi kullanılarak “hasene” sahibi olanların da dehşetten ve ölümden etkilenmeyecekleri haber verilmektedir. Dolayısıyla konunun aynı konu olduğu anlaşılmaktadır.

Hasene; kelime anlamı olarak iyilik, hayır, güzellik gibi anlamlara gelir. Ancak bir insanın sıradan bir iyilik yaparak o günün dehşetinden kurtulamayacağı çok açıktır. Dolayısıyla “hasene” ile kastedilen şeyin daha büyük ve daha önemli bir şey olması gerekir. Rivayetlere başvurulduğu zaman “hasene”nin Peygamber Efendimizin (s.a.a) veziri İmam Ali’nin (s) ve Ehl-i Beytin velayeti, imameti, sevgisi, muhabbeti olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim İmam Muhammed Bakır (s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın Resulü (s.a.a), Hz. Ali ve onun şiası çok güzel kokan bir tepede nurdan koltukların üzerinde olacaklardır. İnsanlar üzülecekler, ancak onlar üzülmeyeceklerdir. İnsanlar korkup dehşete kapılacak, ancak onlar korkmayacaklardır. Allah Teala  “Kim hasene getirirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o günün korkusundan güven içindedirler”[26] diye buyurmaktadır. Allah’a yemin olsun ki “hasene” Hz. Ali’nin (s) velayetidir.[27]

Görüldüğü gibi “hasene”ye sahip olan kişi veya “hasene” ile birlikte olan kişi de o günün dehşetinden güven içinde olacaktır. Yani Ehl-i Beytin velayetine ve imametine inanan, onları can-ı gönülden seven, onların yolunda yaşayan bir insan da kesinlikle güvende olacaktır. Peygamber Efendimizin (s.a.a) ve Ehl-i Beytin zaten güven içinde olacakları hem bu kanıtla hem de daha önceki kanıtlarla ispat edilmişti.

Sonuç olarak şöyle söylenebilir:

Masum, mutahhar, günahsız, en emin, en ihlaslı, en takvalı, en imanlı gibi en yüksek faziletlere sahip olan Peygamber Efendimiz (s.a.a), onun Ehl-i Beyti (s), bütün peygamberler (a) ve onların gerçek varislerinin ruhları Sûr’a üflendiği zaman ölümü tatmayacak olanlardır. Ayrıca diğer insanlardan da kim onlara iman, amel, ahlak bakımından en yakın derecede ise onlar da ruhsal olarak ölümü tatmayacak ve Sûr’dan etkilenmeyecek olanlardır.

[1] Rum 8.
[2] Nahl 96.
[3] Ankebut 64.
[4] Zumer 68.
[5] Tefsiri Numune 19/536
[6] Tefsiri Numune 19/539
[7] Tefsiri Ehl-i Beyt 13/296; İrşâdu’l-Kulûb 1/53.
[8] Âl-i İmran 185.
[9] Neml 87.
[10] Yasin 53.
[11] Saffat 158.
[12] Saffat 127-128.
[13] Tefsiri Nur-us Segaleyn 1/20
[14] Şevahid-ut Tenzil 1/76
[15] Bihar 38/96
[16] Fetih 10.
[17] Kasas 88.
[18] Vakıa 10-11.
[19] Şevâhidu’t-Tenzîl, 2/297 (931).
[20] Şevâhidu’t-Tenzîl, 2/295 (927).
[21] Bihar 26/259.
[22] https://tr.wikishia.net/view/Tevessül Duası.
[23] Nur-us Segaleyn: 4/503
[24] el-Mizan, Zümer suresi 68. ayetin tefsirine bakın.
[25] Rahigı’m-Mahtum: 1-3/538 (Cevadi Amulî)
[26] Neml 89.
[27] Tefsiri Kenzu’d-Dakâik 9/601.