.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Yüce Peygamberimiz (s.a.a), şakacı bir mizaca sahip olmayı, müminlerin özelliklerinden birisi olarak saymıştır. Bu yüzden mümince bir yaşam tarzında şaka ve şakacı tabiata sahip olmanın özel bir yeri vardır:

المؤمن دَعِبٌ لَعِبٌ؛ و المنافق قَطِبٌ غَضِبٌ

“Mümin tatlı dilli ve şakacıdır; münafık ise asık suratlı ve öfkelidir[1].”

İslam’la yeni tanışmış olan müminler, sürekli ciddi olmaları gerektiğini zannediyorlardı. Bu yüzden her türlü gülüşme ve şakadan kaçınıyorlardı[2]. Hz. Resulullah (s.a.a) bu güruha karşı şunu buyurmuştur:

أَمَا إِنِّي‏ أُصَلِّي‏ وَ أَنَامُ‏ وَ أَصُومُ وَ أُفْطِرُ وَ أَضْحَكُ وَ أَبْكِي فَمَنْ رَغِبَ عَنْ مِنْهَاجِي وَ سُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي

“Şunu bilin ki ben hem namaz kılıyorum, hem uyuyorum. Bazı günler oruç tutuyorum, bazen de tutmuyorum; gülüyorum, ağlıyorum. O halde kim benim yöntemimden yüz çevirirse benden değildir[3].”

Peygamberin (s.a.a) bizzat kendisi, bazen Müslümanların yüzündeki üzüntüyü gidermek için şaka yapıyor ve onları güldürüyordu. İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmaktadır:

كَانَ‏ رَسُولُ‏ اللّٰهِ‏ لَيَسُرُّ الرَّجُلَ‏ مِنْ‏ أَصْحَابِهِ‏ إِذَا رَآهُ مَغْمُوماً بِالْمُدَاعَبَةِ وَ كَانَ يَقُولُ إِنَّ اللّٰهَ يُبْغِضُ الْمُعَبِّسَ فِي وَجْهِ إِخْوَانِه

“Resulullah (s.a.a), ashabından birini mahzun halde gördüğünde onunla şakalaşırdı ve şöyle buyururdu: Allah, kardeşlerine asık suratla bakan kimseye gazap eder.” [4]

İmam Sadık’ın (a.s) ashabından Yunus Şeybani isminde biri şöyle der: Bir gün İmam Sadık (a.s) bana: “Aranızda şaka yapmanın yeri nedir?” diye sordu. Ben: “Çok az!” diye cevap verdim. Bunun üzerine hazret şöyle buyurdu:

فَلَا تَفْعَلُوا فَإِنَّ الْمُدَاعَبَةَ مِنْ‏ حُسْنِ‏ الْخُلُقِ‏ وَ إِنَّكَ‏ لَتُدْخِلُ‏ بِهَا السُّرُورَ عَلَى أَخِيكَ وَ لَقَدْ كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ ص يُدَاعِبُ الرَّجُلَ يُرِيدُ أَنْ يَسُرَّه

“Böyle yapmayın! Şaka yapmak güzel ahlaktandır; zira sen şaka yaparak kardeşini sevindirirsin. Resulullah da sevindirmek istediği kişiye şaka yapardı[5].”

Elbette şaka yapmak haddizatında bir değer değildir; mutluluk ve saadet için bir araçtır. Bu yüzden onun birtakım şartları ve sınırları vardır. Eğer bu şartlar dikkate alınmaz ve sınırlar aşılırsa makûs etki yaratacaktır. Yani birey ve toplumun saadetine vesile olması gerekirken onların sapkınlığına ve bedbahtlığına sebep olacaktır.

Örnek verecek olursak; şaka yaparken doğruluk ve gerçeğin sınırı aşılmamalıdır. Dolayısıyla şaka yaparken yalana düşmemek gerekir. İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle buyurmaktadır:

لَا يَجِدُ عَبْدٌ طَعْمَ الْإِيمَانِ حَتَّى‏ يَتْرُكَ‏ الْكَذِبَ‏ هَزْلَهُ وَ جِدَّه

“Hiçbir kul ister şaka olsun ister ciddi, yalanı terk etmedikçe imanın lezzetini tadamaz[6].”

Namahrem biriyle şakalaşmak İslam açısından doğru değildir. Hz. Resulullah (s.a.a) okuduğu son hutbesinde şöyle buyurdu:

مَنْ‏ فَاكَهَ‏ امْرَأَةً لَا يَمْلِكُهَا حُبِسَ بِكُلِّ كَلِمَةٍ كَلَّمَهَا فِي الدُّنْيَا أَلْفَ عَامٍ وَ الْمَرْأَةُ إِذَا طَاوَعَتِ الرَّجُلَ فَالْتَزَمَهَا حَرَاماً ... أَوْ فَاكَهَهَا ... فَعَلَيْهَا مِنَ الْوِزْرِ مَا عَلَى الرَّجُل

“Mahremi olmayan bir kadınla şaka yapan bir erkek dünyada söylediği her kelime karşılığında (cehennemde) bin yıl hapsedilecektir. Eğer kadın da o erkeğe uymuş ve onunla harama himmet etmişse… veya şakalaşmışsa… erkeğe verilen cezanın aynısı ona da verilecektir[7].”

Şakanın değerli olma şartlarından biri de fazla şaka yapmamaktır. Şaka konusunda da ölçüyü korumak gerekir. Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

كَثْرَةُ الْمِزَاحِ يَذْهَبُ بِمَاءِ الْوَجْهِ وَ كَثْرَةُ الضَّحِكِ يَمْحُو الْإِيمَان

“Çok şaka yapmak saygınlığı götürür ve çok gülmek imanı yok eder[8].”

[1]     Tuhef’ul Ukul, s.49.

[2]     Bu telakki, daha sonra gelen bazı yazarlarda da olmuştur. Bazı şaireler, haysiyeti korumak için her türlü şakadan kaçınılması gerektiğini tavsiye etmiştir! Onlar şöyle demiştir: Şakadan kaçın, varsa aklın/Haysiyetini yakma sakın!

[3]     el-Kâfi, c. 2, s. 85, h. 1.

[4]     Keşfu’r-Reybe, Zeyneddin b. Ali (Şehid-i Sani), s. 83.

[5]     el-Kâfi, c. 2, s. 663.

[6]     A.g.e, s. 340.

[7]     Alamu’d-Din fi Sıfati’l-Muminin, Hasan b. Muhammed Deylemi, s. 414.

[8]     el-Emali, Şeyh Saduk, s. 270.