Nasıl bir alem bu Ya Rab!

Ne bıraktılar rahatça düşünelim,

Ne de düşüncelerimizi rahatça diyelim...

Hiç şüphesiz medya gelmiş geçmiş en büyük zihin kontrol aracıdır. Sanki az kontrol ediliyormuşuz gibi, yapıştılar beynimize de bir rahat yüzü göstermediler bize.

George Orwell'ın 1948 senesinde kaleme aldığı ve günümüz modern dünyasını üç aşağı beş yukarı anlattığı '1984' adlı eserini daha önce okumuş olanlar ya da yeni okuyanlar  "Büyük Birader/Big Brother" karakterini ve "Büyük Birader Sizi İzliyor!" sloganını çokça duymuştur.

Eserde artık gına getirecek ve hatta okuyucuya bıkkınlık verecek derecede bir tebligat ve propaganda yöntemi izlenmektedir. Yavaş yavaş başlanmış ve ardınca yaptırımlara varan zihin operasyonları ve sonrasında her şeyin normal algılanması...

Bu sistem çok eski bir düzenektir. Osmanlı ve Safavi dönemi saray tellallarının master üstü mastır yapmış şeklidir.

Bizim para babaları ve siyasi amcalarımız, benimsetmek istedikleri yaşam standartlarını başka türlü normalleştiremeyecekleri için bilinçaltlarımız hedef alınarak, kendi yeni dünya düzenlerini pratiğe dökmek adına, tek tip inanç ve değer yargılarına sahip olan insan modelini YARATMAYA çalışıyorlar.

- Hele, dur orda! Yaratmak Allah'a mahsustur Hoca!

- Yok, Aziz Kardeşim! Burada anlatmak istediğim 'Yaratmak' fiili, Tanrı'nın eyleminden farklı...

- Hele heleeeee... Tanrı nedir Hoca!? Sen de iyice zırvaladın.

- Ne var Ya HU Tanrı'da?

- Allah demek icap eder, Tanrı diyemezsin. Aynı şey değil...

İşte yukarıdaki diyalog, bu algı operasyonundan nasibini almış küçük bir örnektir. Askerde yemek içtimasında 'Tanrımıza hamdolsun, Milletimiz varolsun!' demek istemeyen askerin, borazan gibi sesiyle herkes 'Tanrımıza hamdolsun' derken aradan 'Allah'ımıza hamdolsun' diyerek büyük bir cihada kalkıştığını ve aldığı cezayı da makamını yükseltecek İslam yolunda çekilen bir çile olarak görmesidir bu zihinsel oyunun sonucu.

Bu öyle bir sistemdir ki; temelde zihnimize yerleştirilmek istenen birçok fikri, bizlere kabul ettiğimiz değerler üzerinden dayatırlar.

Algımıza işlemek istediklerini 2002 yılından önce Kartel Medya ile sözde Laik Baronlar, 2002'den sonra da Yandaş Medya ile sözde İslami Hahamlar dayattılar. Televizyon ve yazılı basın ülkemizde bu görevi fazlasıyla başardı.

Bir dönemin Reha Muhtar ve Uğur Dündar gibi TV kurtlarının piyon olarak kullanılarak İslam'a açtıkları savaşı yaşayan bu toplum, şimdi de rövanş peşinde. Hoş, yine de sözde Laik olanların hatırı sayılır çoğunluğu tekrar hükümete erişse aynısını tekrar yapmaz mı? Yapar. İkna odalarını tekrar kurar...

Konumuza dönerek şunu dile getirmek istiyorum; İstanbul'da Metro, Metrobüs, Tramvay ve Vapurlarda yalnızca günlük 3,5-4 milyon insan yolculuk yapmakta. Artık nerdeyse her toplu taşıma aracında reklam ekranları da mevcut. Son iki haftadır da bu ekranlardan Osmanlı Padişahlarının hayatlarına dair detay kesitler yayınlanmakta. Altunizade durağından binen bir yolcu, Zeytinburnu durağına gelene değin aynı padişahın hayatını yaklaşık 7 defa izlemek durumunda. Kalabalıktan camdan dışarıyı görme gibi bir lüksü olmayan İstanbul halkının; 'insanların yüzüne bakmaktansa başım üstünde olan ekranlara bakayım bari!' yaklaşımıyla tasarlanmış zihin sarsan ekranlar.

Fiili hükümet ne yapmak istediğini çok iyi biliyor. Kahır çoğunluğun kabul ettiği değerler üzerinden hareket ediyorlar.

Bundaki asıl hedef Amerika'nın bizler için yeniden tasarlayıp diktiği Neo-Osmanlıcılık elbisesini giydirmek. Yeni Osmanlıcılık yeni hedeflerle karşımızda. Hele son iki senedir ekranları dolduran Osmanlı tadındaki diziler. Bu, Cumhuriyet'in ilk evresi ve Kırklı yıllarda Zalımınoğlu İnönü'nün bu topluma yaşattığı musibetin Hz. Master olduğu haldir.

Sözü fazla uzatmadan, 91 yaşında ölen ve 40 yılı aşkın siyaset arenasında analardan emilen sütü burunlardan getiren Süleyman Demirel'e dair söylenen bir sözle bitiriyorum;

"Babamı yönettin, beni yönettin, oğlumu da yönettin, torunumu da mı yöneteceksin? Bi el çekin bea!..."