İnsan bazen birisiyle uyuşur, huyları, anlayışları ve düşünceleri aynı olur; bunun için de onunla arkadaş olur. Bu insani ilişkilerdeki en küçük bağdır. Arkadaşlık yaşanabilecek en güzel duygulardan biridir; çünkü insana zenginlik, heyecan ve güven verir. Biranda bir birinizi görürsünüz, seçersiniz, bu arada bir tür içtenlik oluşur aranızda; sonra yan yana yürüye bilirsiniz, oturup konuşabilirsiniz. Aşınılan yollar ayrı bile olsa, arada kilometrelerce mesafe bile olsa arkadaşlar birbirlerini geliştire bilirler.

Arkadaşlıktan daha üstün olanı ise birisini sevmektir. Sevmek yani iki gün ayrı kalıp üçüncü gün onsuz olamamak, onun boşluğunu hissedip, biran önce yanında hissetmektir. Sevgi insanı dünyadan koparmalıdır, sevgi ancak bu şekilde sevgi olabilir. Başkasını sevmek Allah için oluşacak sevgi kıvılcımlarını keşfetmek demektir.

Sevgi çok şiddetli bir hal aldı mı, yani bir saat bile ondan ayrı kalamadın mı işte o zaman aşk oluşmuş demektir. Sevdiğin kişiyi iki dakika düşünür sonra üç saat unutursun, ama aşk böyle değil iki dakika unutur üç saat düşünürsün.

Lakin tüm bunlardan daha üstün olanı dostluktur.

Arkadaşlıkta da, sevgide de, aşkta da menfaat var, insanın egosu, bencilliği, hubbu'z-zatı. Oysa dostluk öyle mi? Tamamen saftır, tertemiz, en güçlü aşklar biter, sağlam dostluklarsa gün geçtikçe daha da sağlamlaşır.

Arkadaşlık, sevgi, aşk güzeldir, tüm bu güzellikleri en zirvede yaşayan ve tüm kemalleri en haliyle kendisinde mütecessim kılan hiç şüphesiz Allah Resulü'dür; fakat Allah Resulü o çok sevdiği biricik eşi Hatice'yi kaybettiği zaman ağlıyor, dayanılmaz bir acı gönlünü kaplıyor, yaşamın zorlukları karşısında dağ gibi oysa şimdi boynu bükük kalıyor. Nedeni sorulduğunda ise şu kutsal kelimeyi kullanıyor:

"Dostum, bugün dostumu kaybettim…"

Arkadaşımı değil, sevgilimi, aşkımı yahut eşimi; ben bugün dostu mu kaybettim.

Aynı şeyi Merhum Allame Tabatabai de yapıyor. Yıllarca öğrencilerine dünyanın acılarından, elemlerinden nasıl kurtulunması gerektiğini öğreten ve yaşamının her lahzasında tamamen teslimiyet içerisinde olan, bütün hoşluk ve nahoşlukaları müsavi karşılayan bu gerçek rabbani arif; eşi öldüğü zaman mendili ıslanacak kadar hüzünle kederle ağlamaya başlıyor. Buna şaşıran öğrencileri: "Sabrı sizden öğrendik, peki bu gözyaşları niye?" dediklerinde cevaben diyor: "Çünkü bugün dostumu kaybettim."

Demek ki dostluk her şeyden çok daha güzel, daha değerli ve daha kutsal.

Evet, bir önceki makalede dediğim gibi "Hala güzel insanlar var",dost diyebileceğimiz, gönlümüzü açıp önlerine koya bileceğimiz,utanmadan sıkılmadan saatlerce bıkmadan konuşa bileceğimiz,güzel dostlar var.Öyle güzel dostlar ki;Selmanların ,Ebuzerlerin ve Miktatların birer günümüz izdüşümü olan..ölümüne olan ve bizi ölümsüzlüğe koşturan…

Dost var; yüzü gülen, yüzünü güldüren,gözü ağlasa bile gönlünü güldüren,gönlünü Kâbeleştirmiş,Gönül Kabesine sadece O'nu (c.c) yerleştirmiş.Ufku da pek geniştir bu dostun,gönlünün geniş olması gibi..onunla sohbetten feyiz alırsınız,bir şeyler öğrenir,yanlışlarınızı görürsünüz,yanından kalktığınız zaman mutlusunuzdur,çünkü sizde inkılâp yaratmıştır ,sizi zengin kılmıştır.

Yanında olduğunuz sürece bir an bile kalkıp gitmek istemezsiniz, zira mutlusunuzdur onunla, kalkıp gitmek yani yeniden hayat mücadelesine geri dönmek, yeniden yaşamın zorluklarıyla baş başa kalmak ve yeniden mütekebbirlerin, hasidlerin ve müfterilerin arasında olmak demek.

Başkalarının alelade biri olarak gördüğü, sizin gözlerinizde saklı bir hazine gibidir, kimsenin farkında olmadığı, belki de değersiz gördüğüdür; ama siz farkındasınız o dostunuzun nasıl uçsuz bucaksız bir deniz olduğunun, kıyılarına varılamayan..

Dostlukla, hayranlıkla saatlerce bakarsınız ve bakınca da içinizi bir ürperti, bir korku sarmalar; ya biterse, ya bir daha göremezsem, ya dostluk ipi elimden kayıverirse, halim nice olur? Sürekli bu veda/ayrılık psikolojisi içerisinde yaşarsınız.

Allah buyuruyor: "Ademoğlu kurtuluşun yok, dünyada sana üç bela kesin verecem; ölüm, yokluk ve hastalık."Diyorum ki Allah'ım bu üçüne eyvallah, dayanabilirim; peki bazı has kullarına verdiğin diğer üç belayı da bana verecek olursan yani "müstekbirler, hasitler ve müfteriler" belasını bana verecek olursan ben neylerim?

İşte bu esnada buyuruyor: bu belalarıma dayanman için de ben sana dost verdim. O bir tek dost ile can yakıcı, gönül kırıcı, yürek parçalayıcı sözler sana vız gelir.



Hoş geldin, ver hasret çekene bir mektup dosttan 
Vereyim seve seve canımı gelen mektuba dosttan 

Hep âşık, şeyda ve perişanım, bülbül gibi kafeste 
Düştüm kafese aldığım şeker ve bademle dosttan 

Siyah saçların tuzak, yüzündeki ben tohum olmuş 
Tuzaklara düştüm bir tohum almak için dosttan 

Aşk şarabından bir yudum içtim, mahşere ayılmam 
Ayılmaz benim gibi, aldı mı kadehi ezelde dosttan

Hafız! Dertlerinle yan, alışmalısın bu acı, kedere 
Aşkın dermanı yok, bir ilaç gelmedi dosttan. 


                                                                       Hafız-ı Şirazi



Amma velâkin! Yaşamımızda bizi hayata bağlayan böyle dostların varlığı ile müteselli iken bunların mukabilinde ise; bakışıyla, konuşmasıyla, duruşuyla, şikâyetleri ve tavırları ile insanı ezen, üzen, kıran ve karalayan da yok deil. Sanki ayaklı sirke küpüdür, ok gibi saplanmakta her sözü yüreğinize, en mutlu anınızda bile asık dudak ve surat ile gününüzü zehir eder. Hep kaçarsınız böylelerinden, hatta gölgelerinden.

Özellikle, ah şu dilleri ile ne cinayetler işlemekteler..

Öyle anlar oluyor ki konuştuğu cümleler bazen insanın kalbine hançer gibi saplanıp kalır. Bu herkesin iş yerinde patronundan, çok sevdiği bel bağladığı eşinden, babasından, ablasından, halasından, teyzesinden, arkadaşından… başına gelmiş bir hadisedir.

İşte bunlar, yani insanların şeref ve haysiyetiyle oynayan, onları küçük düşüren, manen sıkıntıya sokan, geceleri uykusuz bırakan, hislerini rencide eden, en samimi yanlarıyla dalga geçen, zatı harap kötü sözlüler var ya, onların akıbeti pek yaman olacaktır.

Ağzı ile dünyada gönüllere azap ateşi saçan, yalan, dolan, gıybet, iftira, töhmet… ile yürekleri dağlayanların ötede içecekleri de kendi cinsinden olacaktır; yani dünyada kalpleri alevli sözleriyle yandırdıkları için ahirette yakıcı kaynar suları içecekler ve gıybetler yapıp ölü kardeşlerinin etini yedikleri için de o etlerdeki ‘irin’leri yiyecekler. Acı ama gerçek!