.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
a) Allah’la Özel Bir Sözleşme ve Ahitleşme
Hac, sahip olduğu özel değer ve itibardan dolayı insanlar için şeref ve itibar kaynağı olan ilahî bir ahittir. Bu yüzden haccı farz kılan ilahî tabir, namaz ve zekâtı farz kılan “Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin!” hitabında olduğu gibi emir kipiyle değil; özel bir ilahî ahit ve sözleşmeyi ifade eden bir dille ifade edilmiştir: “O evi haccetmek, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” ‘lam’ edatı ve ‘ism-i celale’den mürekkep ve mutaalıkına mukaddem kılınan böyle bir tabir, diğer ibadetlerle ilgili hiç kullanılmamıştır.
Bu özel tabir, çok açık bir şekilde haccın önemini göstermektedir. Her ne kadar Yüce Allah oruçla ilgili de: “Oruç, benim içindir” diye buyurur; ama hac, aynı zamanda orucu da içerir. Zira örneğin kurbanlık hayvan bulamayan bir hacı adayı, üç günü hacda yedi günü döndükten sonra olmak üzere on gün oruç tutmakla mükelleftir:
“…Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar…”[1]
Aynı şekilde namazın içerdiği bütün bereketler hacda da gerçekleşir. Zira örneğin haccın rükünlerinden sayılan tavaf, namaz hükmündedir: “Beyti tavaf etmek namazdır.”[2] Evet, hacda namaz da vardır. Ancak daha da ötesi “Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın)” emrine icabet ederek tavaf esnasında Makam-ı İbrahim’de namaza duran hacılar, âlemlerin rabbine dua ve niyaz ile yönelir ve cemaat halinde omuz omuza ‘dinin direğini’ ikame ederler. Bu vesileyle Mevla’mıza yakınlaşarak namazın içerdiği bütün güzelliklere nâil olurlar. İşte bu itibarla, rivayet olunur ki:
“Hac, namaz ve oruçtan daha faziletlidir.”[3]
Hacı adayı, zekâtta var olan bütün bereketleri de elde eder. Zira hacc ibadetinde, insanoğlunun yaratılışında kök salmış olan cimrilik ve tamahkârlığı yok eden İnfak, bağış ve özveri de vardır. Hacc insanın ruhunu, bu kötü hasletlerin kir ve pasından arındırır. Cimrilik ve tamahkârlıktan arınan bir ruh ise “kurtulmuş” olanlar zümresine dâhil olur:
“Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[4]
Sözün özü, hacc bütün bu ibadetlerin sonsuz faziletlerine de şamil gelir.[5] Bununla birlikte diğer hiçbir ibadette bulunmayan özellikler de barındırır. En başlıca özellik, haccın Yüce Allah ve kulu arasında gerçekleşen bir ahit ve misak olmasıdır. Bu itibarla İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur:
“Mezardaki ölüler, dünya ve içindeki her şeye karşılık tek bir hacca sahip olmayı arzularlar.”[6]
* *
İlahi Hitabın Hacca Özgü Yönleriyle İlgili Bir Kaç Nükte
“…O evi haccetmek, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır…”[7]
Bu ayet haccın farz kılınması konusunu birçok vurguyla birlikte ele alır. Bazılarına değinmek gerekirse:
1. Söz konusu cümle, bir inşa değil, haber cümlesidir. Bir haber cümlesiyle inşa/emir murat etmek, inşa cümlesiyle ifade olunan emirden daha güçlü bir vurgu ifade eder.
2. Söz konusu haber cümlesi, bir isim cümlesidir. ‘sübut’ ve ‘gerçeklik’ ifade etmesi bakımından isim cümlesi, fiil cümlesinden daha güçlüdür.
3. “لِلَّهِ” / Lillahi kelimesindeki ‘lam-ı teklif’ edatı –ki bu cümlede haber, yani لِلَّهِ öneminden dolayı müptedaya yani “حج” kelimesine mukaddem kılınmıştır- haccın farz olduğunu ifade eder. Zira “لام/lam” edatı “…Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a aittir…”[8] ayetinde ‘ait olma ve sahiplik’ anlamlarında kullanılırken bu ayette ‘yükümlülük’ anlamını taşır. Yani “bu yükümlülük, Yüce Allah tarafından kullarına farz kılınmıştır” manasına gelir. Tıpkı adak siğasında olduğu gibi ki şöyle denir: “şu işi şöyle yapmam Allah’ın benim üzerimdeki hakkıdır!”
4. Bazen bir fiilin farz olduğunu ifade etmek için “على” edatı kullanılır. Örneğin: “bir şeyi elinde bulunduran, onu iade edinceye kadar sorumludur” kuralında olduğu gibi. Söz konusu ayette konunun önemini vurgulamak için “لِلَّهِ” kelimesinden hemen sonra “على” edatı kullanılmıştır. Şunu da hatırlatmak gerekir ki “لام” ve “على” edatlarının birlikte kullanıldığı yerlerde, bir hükmün birisi tarafından diğerine farz kılındığı anlamı yatar. Tabi bu farz kılma, karşı tarafa bir yük yükleme ve onun zararına olacak bir iş isteme şeklinde değildir. Dolayısıyla burada “ عَلَى النَّاس” tabiri kullanılmış olsa da, aslında “لِلنَّاسِ” anlamında olup “insanlar aleyhinde/onların zararına” anlamına gelen عَلَى النَّاس anlamını taşımaz. Aynı şekilde “لِلَّهِ” tabirindeki “لام” “Allah’ın lehine/yararına” anlamını ifade etmez. Bu demektir ki bu iki edatın birlikte kullanılmasından dolayı cümlenin anlamı: “Allah tarafından insanlar üzerine…” şeklinde olmalıdır. Zira haccın faydası, insanların kendilerine döner; Allah’a değil. Hülasa, bu ve benzeri ayetlerde söz konusu olan ‘vücup’ sadece insanlar için ‘hayır’ vesilesi olacak iş ve ödevler içindir. Nitekim “Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür...”[9] Ayeti de bu anlamı ifade eder. Bu demektir ki insanın ‘hayrına’ olan bir şey onun için bir zarar ve ziyan kaynağı olamaz.
5. Diğer bütün ilahî yükümlülük ve ödevlerde, kanun koyucu güç yetirebilen muhataplara hitap eder.[10] Tıpkı “…Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a aittir…” ayetinde olduğu gibi. Lakin haccı farz kılan söz konusu ayette, mükellefiyete muhatap kimselerden iki kez bahsedilir; ilkin icmal ve umum ifade eden bir üslupla sonra da tafsil ve tahsis ile. Zira ilkin teklif ‘nas’ yani insanlara yöneltilir sonra da “Yoluna gücü yetenler…” tabiriyle mükellef olan insanlar belirginleştirilir. Dolayısıyla “Yoluna gücü yetenler” tabiri icmalden sonra tafsil ve ibhamdan sonra tebyin olmakla, bir vurgu ifade etmektedir. Bu siyakın ‘tekit’ içermesi, konunun ‘bedel’ ile açıklanmış olmasından dolayıdır. Zira ‘bedel’ tekrar hükmündedir ve tekrar, tekit ve pekiştirme amaçlıdır. Yani doğrudan “Allah, güç yetirenlere farz kılmıştır” tabiri yerine ilkin “Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır” tabiri sonrada “güç yetirebilenlere/bir yol bulabilenlere” tabiri kullanılmıştır. Burada ‘insanlar’ tabirine “güç yetirebilen bazı insanlardan” söz edilerek ‘bedel’ getirilmiştir.
6. Güç yetirebilen insanların haccı yerine getirmemeleri ile ilgili “kim haccı terk ederse” tabiri yerine “kim küfre saparsa/inkâr ederse” tabiri kullanılmıştır. Bazı rivayetlere göre bu tabir de “kim terk ederse” anlamındadır.[11] Haccı terk etmenin “küfre sapmak” şeklinde ifade olunması, bu ibadetin çok önemsenmesi gereken ibadetlerden olduğunu ifade etmek içindir. Tabi ki burada küfürden maksat, ‘ameli’ küfürdür ‘itikadî’ küfür değil. Tıpkı Şer’î hâkim ya da Müslümanların valisinin hükmünü reddetmekte olduğu gibi ki, İmam Sadık (a.s) bu konuda bu tutumun “Masum İmam’ın hükmünü reddetmekle eşdeğer olduğunu” ve ‘ameli küfür’ sayıldığını bildirir.[12] Elbette burada Masum İmam’ı reddetmek ve inkâr etmek, ‘mezhebi bir küfürdür’ ‘dini bir küfür’ değildir. Evet, Resulullah’ın (s.a.a) risâletini inkâr, ‘dini/itikadî’ küfürdür. Allah’ın rububiyyetini inkâr etmek, ‘ilhadî’ bir küfürdür. Dolayısıyla Sünni, Ehl-i Kitap ve ateist bir laik arasına fark koymak gerekir. Bu fark mezhep, din ve ilhad arasındaki farklarla ilgilidir.
Haccı terk eden bir kimsenin ‘küfrüyle’ ilgili İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur:
“Kim ki üzerindeki hac farizasını, aşırı bir sıkıntı, haccı yerine getirmesine mani zor bir hastalık ya da siyasî iktidarın engellemesi haricindeki herhangi bir bahaneyle tek ederse, Yahudilik ya da Hıristiyanlık dini üzere ölse yeridir.”[13]
Bu rivayetten anlaşılan, ameli küfrün insanı, tedrici olarak kâfirlere yaklaştırdığıdır; müşriklere değil. Zira o, henüz tevhid inancında olup Ehl-i Kitap zümresinden sayılır.
7. “Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” Bu ayet-i kerimedeki غَنِيٌّ/müstağnidir kelimesi, haccı terk edenlerin kaale alınmadıklarını ifade etmek içindir. Zira âlemlerin rabbi, sadece haccı terk edenlerden değil, bütün âlemlerden müstağnidir ve hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Dolayısıyla haccı terk etmek, Allah Teâlâ’ya bir halel getirmez. Aksine bu durumda halel bulan ve zarara uğrayan sadece ve sadece haccı terk edenin kendisidir.
Hatırlatma:
Daha sonra ele alacağımız ismet hanedanı Ehlibeyt (a.s) yoluyla elimize ulaşan rivayetlerin ışığında haccın farz kılınmasının sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Şark ve garptan insanların bir araya gelmeleri ve tanışmaları
2. Ekonomik canlılık
3. Hz. Peygamberin iz ve hatıralarıyla tanışmak
4. Tövbe ve Allah’a yeniden dönüş
5. Hayır ve mağfiret talebi
6. İnfak ve ihsan
7. Bedenlerin zorluklara alıştırılması
8. Bedensel haz ve şehvetlerden uzaklaşmak
İnsanların hem din hem de dünyalarının iyilik ve maslahatını temin eden ve hem bireysel sonuçlar (arınma) hem de sayısız sosyal faydaların kaynağı olan diğer onlarca sebepten daha söz edilebilir. Tabi bu sebeplerin bir kısmı haccın fer’î hikmet ve gayelerine bir kısmı da haccın temel ve ana gaye ve hikmetine delalet eder. İslam, bütün insanlığı vahdet ve birliğe davet eder. Örneğin her gün kılınan cemaat namazları, her hafta kılınan cuma namazları, her yıl eda olunan bayram namazları ve her yıl yerine getirilen hac ibadeti bu davetin bir sonucudur. İslam, her yıl, herkesin ömründe en az bir kez, evrensel ve uluslararası bir kongre hükmünde olan hac ziyaretinde bulunup Müslümanların siyasî ve sosyal çıkarları ve aklî ve naklî ilmî kazanımlarıyla ilgili malumat edinmesi, karşılıklı alışveriş, işbirliği ve ortaklıklar yoluyla bu bereketin daha bir çoğalmasını ister.
b) Hac Tüm Boyutlarıyla Bir İlahî Şiardır
Yüce Allah, haccın gerçekleştiği zaman ve mekânı, hac ve umre ziyaretini eda eden kimseleri, hac kurbanlıklarını ve hatta bir hayvanın kurbanlık olduğunu belirtmek için boynuna asılan nişaneyi dahi birer ilahî şiar diye nitelendirir. Sadece hac ve umre maksadıyla ihrama bürünenleri değil; yeryüzünün en uzak köşelerinden hac ve umre maksadıyla yola çıkıp, değil harem bölgesi, hatta daha henüz mîkat noktasına dahi ulaşmamış olanları dahi ilahî şiarlar dâhilinde değerlendirir:
“Ey İnananlar! Allah’ın şiarlarına/nişanelerine, hürmet edilen aya, hediye olan kurbanlığa, gerdanlıklar takılan hayvanlara, Rablerinden bol nimet ve rıza talep ederek Beyt-i Haram’a yönelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin…”[14]
Hac, baştanbaşa; Kâbe’den, kurbanlık hayvanın boynuna asılan metal parçası ya da ayakkabıya kadar bütünüyle ilahî bir şiardır. Dolayısıyla hiç kimse bu sahada kendi keyfince hiçbir şeyi helal ya da serbest kılamaz. Aksine bütünüyle bütün ahkâmını vacip bilerek saygınlığını koruması gerekir.
‘Helal’ önü açık ve serbest, ‘haram’ yasak ve ‘ihtilal/ihlal’ başkasının hakkına tecavüz anlamına gelir. Buna karşılık ‘ihtiram’ gelir ki bir şeyin harim ve saygınlığını korumak anlamındadır. Bir şey ya da şahsın ihtilal/ihlali esnasında onun harimi/mahremiyeti ve saygınlığı korunmaz ve bu saha açık ve serbest bırakılır. ‘Şa’air’, ‘Şaire’ kelimesinin çoğulu olup ‘nişane/alamet’ anlamına gelir. Bu itibarla bütün ilahî ahkâm ve O’nun azametini gösteren her şey, ilahî şiarlar zümresinden sayılır. Demek ki Yüce Allah “Allah’ın şiarlarını helal saymayınız!” diye buyururken “ilahî şiarları ‘önü açık ve serbest bir alan’ bellemeyiniz!’ demektedir. Öyle ki, ilahî ahkâm, dinî düşünce, dinle bağlantılı şahsiyetler, eşya, mekân ve zamanların hürmet sınırları ve haremini her önüne gelen rahatlıkla çiğneyip aşmasın, bu konularla ilgili ahkâm kesmeye kalkışmasın, yakışıksız davranışlar reva görmesin ve kendince bu sahaya yeni bir şeyler ekleyip çıkarmasın diye bir uyarı vardır bu ayette.
Kur’an-ı Kerim, hac ahkâmı hakkında diğer birçok yerde yine yukarıdaki ana ilkeden bahseder. Örneğin Safa ve Merve ile ilgili şöyle buyurur:
“Şüphesiz Safa ile Merve Allah’ın nişanelerindendir/şiarlarındandır…”[15]
İnsanları, ilahî şiarları yüceltmeye ve ilahî sınır ve harimi korumaya teşvik ederken, yine başka bir ana ilkeye; yani bu şiarları yüceltmenin semerelerini beyan eder ve şöyle buyurur:
“…Kim de Allah’ın hürmet edilmesini istediği şeylere saygı gösterirse bu, kendisi için Rabbi katında şüphesiz hayırlıdır…”[16]“…kim Allah’ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır.”[17]
Hatırlatma:
Daha önce de değindiğimiz üzere, Yüce Allah, hac ve umre ziyaretine gidenleri kendi şiarları içerisinde addetmiştir. Öyle ki hacı ve umreci ziyarete niyetlendiği ilk lahzadan itibaren ilahî şiarlardan sayılır. Bu itibarla yolculuk hazırlıklarını yaparken, giriş ve çıkışlarında, hizmet sunumunda, aynı şekilde alışveriş yaparken vs. hac ve umre ile ilgili bütün adımlarında ve bütün yol boyunca onlara saygısızlık etmek, hakaret etmek ve sorun yaratmak caiz değildir.
Ayette yer alan hitap umumidir. Dolayısıyla hacı adayının kendisi de Allah’ın kendisi için öngörmüş olduğu saygınlık ve hürmetin kadrini bilmek ve yakışıksız davranışlardan kaçınmakla mükelleftir. Elbette hac ve umre ziyaretini bir tür seyahat, ticaret maksat ya da şöhret ve desinler diye yerine getirmek isteyenlerin ilahî hürmetler/Allah’ın saygın görülmesini emrettiği çerçevede görülemeyecekleri açık olsa gerek.
c) Ay’ın Hareketleri ve Hac Mevsiminin Belirlenmesi
Haccın önemini anlatan bir diğer ayet:
“Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir…”[18]
Her ne kadar ‘vakit ölçüleri’ tabiri, insanın ilgi alanına giren her şeyi; hatta haccı da içine alsa da burada haccın önemini vurgulamak için umum ifade eden bir tabirden sonra hususi bir konuya ayrıca değinilmiştir. Mealen anlatılmak istenen şudur: Ay’ın hareketliliği, değişim ve dönüşümü, hac aylarının teşhisini kolaylaştırmak ve insanların söz konusu aylara gelindiğinde hac için hazırlanmalarını sağlamak içindir.
d) Hacda Hakkın Apaçık Ayetlerine Tanık Olmak
Kur’an-ı Kerim’de her şeyin Allah’ın birer ayet ve nişanesi olduğuna sıkça değinilmiştir. Ancak haccın zaman ve mekân bakımından taşıdığı özelliklerden dolayı, onunla ilgili ‘apaçık ayetler’ tabiri kullanılır. Burada maksat, tekvinî olmayan ayetlerdir. Zira tekvinî/yaratılış âlemine dair ayet ve nişaneler, coğrafi iklimsel, doğal ve sair özelliklerle ilgili incelikler, hac dışındaki bütün her yerde mevcuttur. Hacda tanık olunan ilahî ayetler ise Kâbe, Hacerü’l Esved, Makam-ı İbrahim ve diğer ilahî ayet ve nişanelerdir. Ekilip biçilmeyen bir toprak parçasının Hz. İbrahim’in “Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir” dileği üzerine gönüllerin şevkle arzuladıkları bir konum kazanması ilahî bir ayettir. Haccın bütün diğer bereket ve esrarı da bu doğrultuda olup bunların birçoğunu da sadece Hakk’ın veli kulları tanıklık edebilir.
e) Bazı Ayetlerin Hacla Bağlantılı Tefsiri
Yukarıdaki ayetlerin yanı sıra, rivayetlerde bazı diğer birçok ayet de hac ile bağlantılı olarak tefsir olunmuştur. Örnek babından üç rivayeti ele alıyoruz:
1. Muaviye b. Ammar: İmam Sadık’a (a.s) ömründe bir kez olsun hacca gitmemiş zengin biri hakkında bir soru sordum. İmam hazretleri şöyle buyurdular: Böyle biri, Allah’ın haklarında biz onları kör olarak haşredeceğiz diye buyurduğu kimselerdendir:
“ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.”[19]
Ravi diyor ki: İmam Sadık (a.s) benim bu açıklama karşısında şaşırdığımı görünce şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ, böyle birini (dünya hayatında da) hak yolu tanımaktan alıkoyar.”[20]
“Bu dünyada basireti olmayan, âhirette kör olarak haşredilir.”[21]
Bu rivayet her ne kadar hac ile ilgili olsa da, son cümledeki ifadelerden anlaşılan, kıyamette arız olacak körlüğün hacca özgü olmadığı ve diğer bütün durumlarda da eğer bir hakkın zayi olması söz konusu ise böyle bir azabın söz konusu olacağı anlaşılmaktadır.
2. Ebu Basir: İmam Sadık’a (a.s) şu ayet hakkında bir soru sordum:
“Bu dünyada kör olan kimse âhirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.”[22]
İmam şöyle buyurdu:
“Bu ayet, üzerine farz olan hac farizasını ölüm gelip çatıncaya kadar erteleyenler hakkındadır. Bu kimseler, kıyamet günü kör olarak haşrolunacaklardır.”[23]
Bu iki rivayetten anlaşılan, haccı terk eden bir kimsenin içyüzünün aslında kör olduğudur. Âhirette işte bu yüz ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla orada kör olarak mahşere gelecektir.
İnsanı kötü bir akıbete ve helak olmaya sevk eden etkenlerden biri de ikinci rivayette de işaret olunan ertelemelerdir. Yani bilerek ve kasten farz olan bir ödevi yerine getirmemek ve sürekli ‘ilerde yaparım’ diye geciktirmektir.
“Erteleyip durmaların akıbetinden sakınınız. Zira geçmiş ümmetler içerisinde niceleri bu yüzden helak olmuşlardır.”[24]
Zira insanoğlunun ne zamana kadar yaşayacağını kimse bilemez. Emiru’l Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurur:
“Yarın öbür gün deyip durma! Zira sende önce gelen niceleri, bu tür umutlar ve ertelemeler yüzünden helak olmuşlardır. En nihayet de Allah’ın emri (ölüm) ansızın gelip çatıvermiştir…”[25]
3. Bazı hadislerde “Öyleyse Allah’a koşuşun”[26] ayeti hacca tatbik edilerek açıklanmıştır. Bu doğrultuda İmam Bakır (a.s) şöyle buyurur:
“Allah’a doğru haccediniz!”[27]
- - - - - - - - - - - -
[1] Bakara: 196
[2] Availu’l Leali, c. 1, s. 214 ve c. 2, s. 167
[3] Men La Yahduruhu’l Fakih, c.2, s.221, Hadis: 2236
[4] Haşr: 9
[5] Vesailu’ş Şia, c. 11, s.110-111
[6] Men La Yahduruhu’l Fakih, c.2, s. 226, Hadis: 2251; Vesailu’ş Şia, s. 110-117
[7] Al-i İmran: 97
[8] Enfal: 41
[9] Bakara: 216
[10] Haccın şümul ve kuşatıcılığı sınırsızdır. Öyle ki yeni doğmuş bir bebeğe tavaf yaptırmak şer’î ve müstehap sayılmıştır. Oysaki diğer bütün ibadetlerde fakihlerin birçoğuna göre çocukların ameli, sadece alıştırma hükmünde sayılır.
[11] Tefsiri-i Kumi, c.1, s.107; Biharu’l Envar, c.69, s.93
[12] Vesailu’ş Şia, c.1, s.34
[13] El Kâfi, c.4, s.268, H. 1; Vesailu’ş Şia, c.11, s. 29-30 Hadisteki ‘fa’ edatı, hac farizasının acilen yerine getirilmesine delalet eder. Zira hiç kimse ne zaman öleceğini bilemez ve her an bu korkunç tehlike çanı hep çaladurur. Bu yüzden hac imkânı olan bir kimse, başkası yerine ‘naip’ olarak haca gidemez. Çünkü hiç kimse hac farizasını imkân bulabildiği yıldan bir sonrakine erteleyemez.
[14] Maide: 2
[15] Bakara: 158
[16] Hac: 30
[17] Hac: 32
[18] Bakara: 189
[19] Taha: 124
[20] Vesailu’ş Şia, c.11, s.25
[21] İsra: 72
[22] İsra: 72
[23] El Kâfi, c.4, s. 268-269; Vesailu’ş Şia, c.11, s. 26-27
[24] Fıkhu’r Rıza, s.293-294; Biharu’l Envar, c.93, s.191-192
[25] El Kâfi, c.2, s. 136
[26] Zariyat: 50
[27] El Kâfi, c.4, s.256; Vesailu’ş Şia, c.11, s. 9-10 ve 104-105