.
.

Ehlader Araştırma Bölümü



Peygamber aracılığıyla dile getirilen yeni düşünce, bakış ve yeni hayat mesajı, oluşumlu ve birbiriyle bağlantılı bir topluluğun düşünce, ruh ve amelinde gerçekleştiği takdirde ancak vaadedilen yaşamın temelini oluşturacaktır. Oturmuş ve girilemez bir "cephe"yi oluşturan bu topluluk, birlik ve aşılmazlığını daha çok güçlendirmeli ve muhalif fikrî ve amelî akımlar karşısında erimemeye, hazmedilmemeye ve yok olmamaya ciddi anlamda gayret etmelidir.

Bu amaç, imanlı cephenin zayıflamasına ve renk kaybetmesine neden olacak başkalarına bağımlılıkların her türünden sakınmayı ve hatta gereklilik ve olasılık durumunda onlarla aralarındaki normal ilişkilerini bile kesmelerini zorunlu kılmaktadır.

Bu fikrî ve amelî cepheleşme, Kur'ân literatüründe "velayet" (muvalat, tevelli) adlandırılmıştır. İslâm toplumunun temel taşı ve İslâm ümmetinin ana direği olan bu birbirine bağlı topluluk güçlü ümmete dönüştüğü ve İslâmca beğenilen bir toplum düzeni kurduğu gün de birlik ve beraberliğini korumak, düşmanların nüfuz ve bozgunculuklarını önlemek için "velayet" ilkesini gözetmek zorundadır.

Kur'ânî velayetin inceliklerinin izi, Kur'ân'ın birçok ayetinde araştırılmalıdır. Ey inananlar, düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinip onları sevmeyin, onlara haber yolluyorsunuz ama onlar, size gerçek olarak gelen şeye kâfir olmuşlardır da Peygamber'i ve sizi, Rabbiniz Allah'a inanıyorsunuz diye yurdunuzdan çıkarıyorlar; benim yolumda savaşmak ve razılığımı arayıp elde etmek için yurdunuzdan çıktıysanız, siz, onlara sevgiyle sır veriyorsunuz ve bense sizin gizlediğiniz şeyi de daha iyi bilirim, açığa vurduğunuz şeyi de ve sizden kim bu işi yaparsa gerçekten de düz ve doğru yoldan sapmış, yolunu kaybetmiş gitmiştir. Size üst olurlar da ele geçirirlerse düşman olurlar size ve ellerini ve dillerini, kötülükle uzatırlar size ve onlar isterler ki siz kâfir olasınız. Kıyamet gününde yakınlarınız da kesin olarak bir fayda veremez size, evlâtlarınız da, aranızı ayırır ve Allah, ne yapıyorsanız hepsini de görür. Gerçekten de İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda güzel bir örnek var size; hani kavimlerine demişlerdi ki: Şüphe yok ki biz, sizden ve Allah'tan başka kulluk ettiklerinizden tamamıyla uzağız, inkâr ettik sizi ve aramızla aranızda, bir Allah'a siz de inanıncaya dek ebedî bir düşmanlık ve nefret belirmiştir...1

İslâm Ümmetinin Bağları

Gerçekte İslâm'ın ideal düzeninin kurucusu olan tek ve birbirine bağlı cephe, büyük "ümmet" birliğini teşkil ettikten sonra müminler ve dine inananlar düzeyine yayılır ve "velayet" ilkesi, İslâm ümmetinin dahilî ve haricî tutumlarında ortaya çıkar. İçerde halkın her bir ferdi ve kanadı, olanca dikkat ve ihtiyatla güçlerini bir yol ve bir hedef yönünde toplamakla ve de güçlerinin bir kısmının heder olmasına neden olan ayrılıklardan ciddi anlamda sakınmakla sorumludurlar.

Dışarda ise, İslâm dünyasını alçaltacak ve bağımsızlıktan mahrum etme tehlikesine düşürecek her tür ilişkiden, anlaşma ve yakınlaşmadan katiyen kaçınmalıdırlar. Açıktır ki "velayet" ilkesinin bu iki yönünü (içerde birlik, bağlılık, dayanışma ve de dışarda bağımsızlık) korumak ve kollamak, merkezde ve egemen bir gücün varlığını kaçınılmaz kılar. Gerçekte bu, İslâm'ın olumlu ve yapıcı bütün unsurlarının bütünüdür (imam, İslâmî yönetici). Ayrıca köklü ve güçlü bir bağın, ümmetin bütün bireylerini, toplumun genel canlılığının ve faaliyetinin ana ekseni olan imamın şahsına bağlamasını ve ona bağımlı kılmasını gerektirir...

İşte bu noktada velayetin bir diğer boyutu ortaya çıkar ve bu da, "İslâm âleminin imam ve önderinin velayeti"dir. Kur'ân'ın bu incelikler ve dakik gerçekler hakkındaki açık ifadeleri aşağıdaki ayetlerde görülebilir:

Ey inananlar, Yahudilerle Nasranîleri veli edinmeyin. Onlar, birbirlerinin velileridir ve sizden kim onları veli edinirse şüphe yok ki o da, onlardandır. Şüphe yok ki Allah, zalim olan kavmi doğru yola sevk etmez. Yüreklerinde bir hastalık olanları ve bir felâkete uğramamızdan korkuyoruz, diyerek (bahane getirerek) onların içine katılan, onlara koşanları görürsün. Fakat belki de Allah bir fetih verir, yahut kendi katından bir iş çıkarır meydana da (gönlü hasta olan) onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı nadim oluverirler. İnananlar da derler ki, sizinle beraber olduklarına dair bütün kuvvetleriyle yemin edenler bunlar mı? İşte yaptıkları boşa çıktı, ziyankâr oluverdiler. Ey inananlar, içinizden kim çıkar da dininden dönerse Allah onlara bedel öyle bir kavim getirecektir yakında ki O onları sevecek, onlar da, O'nu sevecek, inananlara karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı yüce olacak o kavim. Allah yolunda savaşacaklar ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmayacaklar. Bu, Allah'ın lütfü ve inayetidir ki dilediğine verir ve Allah'ın lütfü boldur, O her şeyi bilir. Sizin veliniz (ve sosyal bağların merkezi), ancak Allah'tır ve O'nun Resulü'dür ve namaz kılan ve rükû ederken zekât verenler inananlardır. Ve kim, Allah'ı, Peygamberini ve söz konusu inananları veli edinirse bilsin ki hiç şüphesiz Allah'ın hizbidir üst olacaklar.2

Ey inananlar, Allah'tan nasıl sakınmak lazımsa öyle sakının ve ancak Müslüman olarak can verin. Hep birden Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, bölük bölük olmayın.3

Velayet Cenneti

Bir toplumun "velayet" ilkesine sahip olması, ancak o toplumda "veli"nin belirli olup amelen hayat canlılıklarının ve etkinliklerinin tümünün başında ve esin kaynağı olmasına bağlıdır. Bireyin de "velayet" ilkesine sahip olması, ancak -"Allah'ın velayeti"nin mazharı olan- "veli"yi doğru olarak tanımasına, kendisini ona daha çok bağlama ve bağımlı kılma yönünde gayret göstermesine bağlıdır. "Veli", yeryüzünde Allah'ın halifesi ve ilâhî adaletin egemenlik ve gücünün mazharı olduğundan dolayı, bir yandan insanların yücelmesi ve yetkinlik kazanması için onların yaratılışına işlenen bütün imkân ve yetenekleri insanlar lehine kullanırken, öte yandan da bu müsait zeminlerden az bir miktarının bile insanlık aleyhine kullanılmasına veya ortadan kaldırılmasına -ki bunun kendisi de büyük bir kayıptır- engel olur.

"Veli", insan fidanının yeşerebilmesi ve gelişebilmesi için elverişli toprak, faydalı su, müsait hava kadar gerekli olan adalet ve emniyeti insanın yaşam çevresine hakim kılar ve zulmün -şirk, başkalarına haksızlık, öze zulüm- her türünün ortaya çıkmasını önler. Herkesi Allah'a kulluğa yönlendirir; Allah'ı anmayı (namaz), servetin adil dağılımını (zekât), iyiliklerin yaygınlaşmasını (marufu emretme), kötülüklerin ve eğriliklerin kökünün kazınmasını (münkerden nehyetme) programının öncelikleri olarak belirler. Kısacası "veli", insanlığı ve insan gerçeğini yaratılış amaç ve hedefine yakınlaştırır.

Aşağıdaki ayetlerde düşünmek, velayet cennetinin uçsuz bucaksız ufkunu önümüze serecek ve "Din buyruklarının hiçbiri velayet kadar önemli değildir." sözünün sırrını ortaya çıkaracaktır:

İsrailoğulları'ndan kâfir olanlara Davud'un diliyle de lânet edilmişti, Meryemoğlu İsa'nın diliyle de. Bu da isyan ettiklerinden ve aşırı gittiklerindendi. İşledikleri kötülükten, birbirlerini menetmezlerdi. Gerçekten de yaptıkları iş, ne de kötüydü. Onların çoğunu görürsün ki kâfirlere dostluk ederler. Ne de kötüdür nefislerinin, onlara hazırlayıp sunduğu şey; Allah'ın gazabına uğrayacaklardır ve azap içinde ebedî olarak kalacaklardır. Allah'a, Peygambere ve ona indirilene inansalardı onları dost edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu, buyruktan çıkmış kötü kişilerdir.4

Ey inananlar, sizden önce, kendilerine kitap verilenlerle kâfirlerden, dininizi alay konusu yapan, onu oyuncak sayan kişileri dost edinmeyin, çekinin Allah'tan inanmışsanız. Birbirinizi namaza çağırdığınız zaman, bununla alay ederler, bir oyun sayarlar bunu. Bu da şüphe yok ki akılları olmayan, akıl edemeyen bir kavim olduklarındandır.

De ki: "Ey kitap ehli, bizden hoşlanmayışınızın sebebi, ancak Allah'a ve bize indirilene ve bizden önce indirilenlere inanmamızdan başka bir şey mi ki? Ve sizin çoğunuz, buyruktan çıkmış kişilersiniz." De ki: "Bundan daha fena olanları, Allah'ın cezasına uğramış bulunanları haber vereyim mi size? Allah'ın lânet ettiği, gazabına uğrattığı, içlerinden bir kısmını maymun ve domuz şekline soktuğu kişiler ve Şeytan'a tapanlar. İşte bunlardır yeri daha kötü olanlar, doğru yoldan daha fazla sapmış bulunanlar."5
 


-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1- Mümtehine, 1-4
2- Mâide, 51-56
3- Âl-i İmran, 102-103
4- Mâide, 78-81
5- Maide,57-60