Ehlader Araştırma Bölümü


Hz. Muhammed (s.a.a) Hatice'nin kendisiyle evlenmeye eğilimi olduğunu duyunca amcasını bu olaydan haberdar kıldı ve Ebu Talib'i Hatice'ye görücü gönderdi.[1]


Ebu Talib evlilik akdini şöyle okudu: "Allah' a şükürler olsun ki bize İbrahim ve oğlu İsmail' in zürriyetinden olma şerefi ile bizi değerli bir şehir, haccedilen bir evle şereflendirdi ve diğer insanlardan üstün kıldı."


"Muhammed, kardeşim Abdullah'ın oğludur. Kureyş'ten hiçbir genç ondan değerli değildir. İyilik, fazilet, ileri görüşlülük, akıl ve fikir bakımından hiç kimse ona ulaşamaz. Gerçi mal bakımından fa- kirdir. Mal da ebedi olmayan bir gölge ve geri alınacak bir emanettir."


"O, Hatice'yi istiyor. Hatice de onu istiyor. Mehir olarak istediklerinizi ben uhdeme alıyorum. Allah' a yemin ederim ki, bundan sonra onun evrensel bir mesajı ve büyük bir makamı olacaktır."[2]



Ebu Talib'in, Risaleti Desteklemesi ve Genel Davetin Başlangıcı:


İbn-i İshak şöyle yazıyor: Resulullah kavmine İslâm' ı tebliğ edip davetini onlara Allah'ın buyurduğu şekilde açıklayınca akrabaları ondan ayrılmadı ve ona itiraz etmediler. Ama Resulullah onların putlarını tahkir edince bu onlara ağır geldi. Allah'ın, İslam nuruyla koruduğu bir avuç kimseler dışında hepsi ona karşı cephe aldı. İşte bu ortamda Ebu Talib Resulullah'ın yardımına koştu. Böylece Peygamber de huzur ve ümit içinde risaletini eda ediyordu. Dolayısıyla hiçbir şey ona engel olamıyordu.


Kureyş, Peygamberin kendi ilahlarına kötü söylediğini Ebu Talib'e şikayet ettiklerinde Ebu Talib Peygambere gelerek şöyle dedi: "Yeğenim! Kavmim bana gelerek şikayette bulundular. Hem bana hem de kendine bir lütufta bulun da gücümün dışında kalan bir şey yapma."


Resulullah şöyle buyurdu: "Allah'a andolsun ki, güneşi sağ elime ve ayı da sol elime verecek olsalar yine de davamdan vazgeçmem. Ya Allah dinini galip kılacak, ya da bu yolda öldürülünceye kadar çalışacağım. "


Peygamber daha sonra ağladı. Gitmek istediğinde Ebu Talib ona "Yeğenim geri dön." diye seslendi. Resulullah da geri dönünce Ebu Talib şöyle dedi: "Git ve ne istiyorsan söyle. Allah'a andolsun ki seni asla onlara teslim etmeyeceğim."[3]


Bir rivayette de yer aldığı üzere Ebu Talib Ali'ye, "Oğlum seçtiğin bu din nedir?" diye sordu. Ali (a.s): "Baba, ben Allah'a ve Resulü'ne iman ettim. Peygamberin elçiliğini tasdik ettim. Allah için onunla namaz kıldım ve kendisine tabi oldum." dedi.


Ebu Talib ise cevap olarak şöyle buyurdu: "İyi bil ki Peygamber seni iyilikten başka bir şeye davet etmemiştir. O halde ona tabi ol."[4]


Seyyid Fehhar şöyle yazıyor: Bir gün Ebu Talib, oğlu Cafer ile birlikte yürürken Peygamber ile Ali'nin namaz kıldığını gördü. Ebu Talib, oğlu Cafer'e: "Amcanın oğluna katıl." diye buyurdu. Böylece Cafer de Resulullah ve Ali ile birlikte namaz kıldı. Bu esnada Ebu Talib şu şiiri okudu:


"Ali ve Cafer musibet ve zorluk anlarında benim dayanaklarımdır. Onu yalnız bırakmayın ve amcanızın oğluna yardım ediniz. O amcanız kardeşlerimiz arasında bir anne ve babadanız .


Allah'a andolsun ki, onu yardımsız bırakmayacağım. Oğullarım arasında temiz nesepli olanlar onu yalnız bırakmayacaktır."[5]


Şeyh Mufid şöyle demiştir: "Ebu Talib'in iman ettiğinin bir delili de oğlu Ali ve Cafer'e Resulullullah'a itaat etmelerini emretmesidir."

Ebu Talib kardeşi Hamza'ya da Resulullah'a (s.a.a) yardım hususunda şöyle buyurdu:


"Ey Hamza! Ahmed'in dininde sabırlı olmak gerekir. Bu dine yardımcı ol ki, bu sabır sayesinde tevfik kazanasın. Rabbinden hak ile geleni savun. Bu yolda sadık ve azimli ol. Hakkı asla gizleme. 'O' na i'inan ettim' demen beni çok sevindirdi. O halde Allah için Resulullah' a yardımcı ol."[6]


İbn-i Sa'd şöyle diyor: Kureyş İslam'ın aşikâr olduğunu ve Müslümanların Kâbe'nin etrafında toplandığını görünce paniğe kapılıp Ebu Talib'in yanına koştular ve şöyle dediler: "Sen hepimizden üstünsün, efendimizsin. Bu akılsızların yeğenine uyarak neler yaptığını görüyor musun? İlahlarımızı terk edip bizlere dil uzatıyor ve cahil olduğumuzu söylüyorlar."


Ammare b. Velid' i de beraberinde getiren Kureyşliler sözlerine şöyle devam ettiler: "Biz sana Kureyş gençlerinin en güzelini , yücesini ve tatlısını getirdik." dediler. "Onu sana veriyoruz. Sana yardımcı olur. Sen de yeğenini bize teslim et ki, onu öldürelim. Zira bu iş kabilemiz için daha hayırlı bir sonuçtur."


Ebu Talib: "Benimle insaflı konuşmadınız." dedi. "Siz, yeğeninize bakmam için bana veriyorsunuz. Ama kendi yeğenimi öldürmeniz için sizlere teslim etmemi istiyorsunuz. Hayır, bu insaf değildir."


Onlar, "O halde yeğenini çağır da onunla insaflı konuşalım." dediler. Resulullah (s.a.a) gelince Ebu Talib şöyle dedi: "Ey yeğenim! Bunlar amcaların ve kavminin büyükleridir. Seninle insaflı bir şekilde konuşmak istiyorlar." Resulullah (s.a.a): "Sözünüzü söyleyin, ben sizleri dinliyorum" dedi.


Onlar dediler ki: "Bizi ilahlarımızla baş başa bırak. Biz de seni ilahınla baş başa bırakalım." İbn-i Saa'd'ın nakline göre, Ebu Talib: "Bunlar insaflı konuşuyorlar. Kabul et." dedi. Resulullah şöyle buyurdu: "Sizin bu teklifinizi kabullenirsem, sizleri Arapların padişahı kılacak ve Arap olmayanların da karşınızda hor ve hakir olmasını sağlayacak bir kelimeyi dile getirmeye hazır mısınız?"


Ebu Cehil şöyle dedi: "Evet bu yararlı bir sözdür. Evet babana andolsun ki, onu ve benzeri onlarca kelimeyi de deriz."


Resulullah: "O halde 'lailahe illallah' deyiniz" diye buyurdu. Bu sözden dolayı kızarak kalkıp oradan ayrıldılar. Kendi aralarında, şöyle dediler: "Artık asla onun yanına dönmeyeceğiz. En iyisi onu habersizce katledelim." dediler.


O gece Resulullah'tan bir haber alınamadı. Ebu Talib ve Peygamberin amcaları Peygamberin ikamet etmekte olduğu yere geldiler, ama Peygamberi bulamadılar. Ebu Talib, Haşimoğulları ve Muttalib oğullarından bir grup genci etrafına toplayarak onlara şöyle dedi: "Hepiniz keskin bir kılıç alıp benimle gelin. Her biriniz Kureyş büyüklerinden birinin, özellikle de Ebu Cehil'in yanına oturun. Eğer Muhammed öldürülmüş ise Ebu Cehil de yaşamamalıdır." Gençler de: "Dediğini yerine getireceğiz." dediler.


Bu esnada Zeyd b. Harise geldi. Ebu Talib, "Yeğenimi görmedin mi?" diye sordu. Harise: "Gördüm, az önce birlikteydik." diye cevap verdi. Ebu Talib şöyle dedi: "Onu görmedikçe eve gitmeyeceğim."


Zeyd hemen "Safa" kenarındaki bir evde Müslümanlarla konuşmakta olan Resulullah'ın (s.a.a) yanına vardı ve durumu kendisine iletti. Resulullah kalkıp Ebu Talib'in yanına geldi. Ebu Talib şöyle dedi: "Yeğenim, neredeydin? İyi misin?" Resulullah (s.a.a) "Evet" diye buyurdu. Daha sonra Ebu Talib "Evine git:" dedi. Resulullah (s.a.a) da kalkıp evine gitti.


Sabahleyin Ebu Talib Resulullah'ın (s.a.a) elinden tutarak Haşim oğulları ve Abdulmuttalib oğullarından bir grup ile birlikte Kureyşliler'in yanına geldi ve şöyle dedi:


"Ey Kureyşliler! Acaba ne yapmak istediğimi biliyor muydunuz?" Onlar, "Hayır" deyince Ebu Talib onlar hakkında almış olduğu kararını açıkladı ve beraberindeki gençlerden kılıçlarını çıkarmalarını istedi. Gençler de beraberlerinde bulundurdukları keskin kılıçlarını çıkartıp gösterdiler. Ebu Talib daha sonra şöyle dedi: "Allah'a andolsun eğer Muhaınmed'i öldürmüş olsaydınız, sizleri yok edinceye kadar savaşırdım." Bu sözler karşısında Kureyşliler özellikle de Ebu Cehil dehşete kapıldı.[7]


İbn-uz Zab'ari'nin Hikayesi:


Rivayette yer aldığı üzere bir gün Resulullah (s.a.a) namaz kılmak için Kâbe'ye gitti. Namaza durunca, Ebu Cehil etrafındakilere şöyle dedi: "Kim bu adamın yanına gidip namazını bozabilir?"


İbn'uz Zab'ari adında birisi elini hayvan pisliğine ve kana sürerek Resulullah'ın yüzüne sürdü.


Resulullah namazdan çıkarak amcası Ebu Talib'in yanına gitti ve "Amcacığım, bana ne yaptıklarını görmüyor musun?" dedi. Ebu Talib "kim yaptı?" diye sorunca Resulullah, "Abdullah b. Zab'ari" diye cevab verdi. '


Ebu Talib kılıcını alarak Kureyşlilerin yanına gitti. Onlar Ebu Talib'i görünce ayağa kalkmak istediler. Ebu Talib onlara şöyle dedi: Allah'a andolsun yerinden kalkanı kılıcımla oturturum."


Ebu Talib daha sonra eline bir miktar hayvan pisliği alarak onların yüz, sakal ve elbiselerine sürdü ve onlara ağır sözler söyledi.[8]


Kureyş Vesikası:


Ebut Talib, Kureyş'in, Resululah'ı (s.a.a) öldürmeye kesin karar aldığını duyunca şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki, beni defnetmedikleri müddetçe sana dokunamazlar, sen benim hayrımı dileyerek davet ettin, sen sadıksın (söylediğin doğrudur) ve eminsin. Sen dinlerin en hayırlısını getirdin."


Ebu-l Futuh Razi bu hususta şöyle diyor: "Bu sözler Ebu Talib'in imanını açıkça göstermektedir. Zira 'Sana iman ettim ve seni tasdik ettim.' sözü ile 'Sen sadıksın' sözü arasında hiç bir fark yoktur."[9]


Kureyş, Resulullah'ı öldüremeyeceğini ve Ebu Talib'in Resulullah'ı (s.a.a) himayeden el çekmeyeceğini anlayınca Peygamberi öldürmek için kendilerine teslim edinceye kadar Haşim oğulları'yla alış verişi keseceklerine dair kendi aralarında bir vesika imzaladılar. Böylece Resulullah, Haşimoğulları ve Muttalib oğullarından olan yakınlarıyla birlikte bir vadide muhasara altına alındı.


Bu muhasara tam üç yıl sürdü. Bu müddet zarfında Resulullah, Ebu Talib ve Hatice tüm mallarını harcadılar ve büyük bir sıkıntı ve yokluğa düştüler. Allah-u Teala, Resulüne Kâ'be binası içine asılı olan vesikayı, Allah kelimesi müstesna, hepsini böceklerin yiyip yok ettiklerini vahyetti.


Resulullah da durumu Ebu Talib'e bildirdi. Daha sonra hep birlikte gidip Kâbe'nin yanında oturdular. Kureyşliler şöyle dediler: "Ey Ebu Talib, artık sözünü hatırlamalı, kavminle dostluk kurmalı ve yeğenin hususundaki tutuculuğundan el çekmelisin." Ebu Talib onlara, şöyle dedi: "Ey kavmim! Vesikayı getirin belki sıla-i rahim etmek ve kini ortadan kaldırmak için bir yol buluruz."


Vesikayı getirdiler Ebu Talib onlara şöyle dedi. "Bu sizin imzaladığınız vesikadır. Bu vesikaya hiç dokundunuz mu?" Onlar "Hayır" dediler. Ebu Talib daha sonra şöyle dedi: "Allah-u Teala Resulüne bu vesikanın Allah kelimesi dışında tamamen yok edildiğini vahyetmiştir. Şimdi eğer doğru söylüyorsa ne yapacaksınız?" Onlar, "Ondan el çekeriz." dediler. Ebu Talib de "Eğer o yalan söylemişse o zaman da öldürmek için sizlere teslim ederim." dedi. Onlar da "insaflı konuştun, iyi dedin" dediler.


Vesikayı açtıklarında Allah kelimesi dışında tüm yazılanların yok edildiğini gördüler.


Ama buna rağmen inatla, "Bu yeğeninin büyüsüdür." dediler.


Ebu Talib şöyle dedi: "O halde niçin biz muhasaraya teslim olalım? Halbuki siz buna daha layıksınız." Ebu Talib daha sonra beraberindekilerle Kâbe perdelerinin içine girdi ve şöyle dedi: "Allah'ım bize zulmedenlere, bizimle akrabalık ilişkilerini kesenlere ve bizlere layık olmadığımız şeyleri yakıştıranlara karşı yardım et bize."[10]



------------------------------------------------------------------------------------------------


 [1]- Kamil-i İbn-i Esir, c.l,s.472.

 [2]- Şerh-i Nehc-ul Belağa, c. 14, s. 70.

 [3]- Sire-i İbn-i İshak, s.154.

 [4]- Tarih-i Taberi, c.2, s.214.

 [5]- İman-u Ebi Talip, s.39.

 [6]- Şerh-i Nehc-ul Belağa, c. 14, s. 76, el-Hüccet-u Alâ'z-Zahib, s.277.

 [7]- Tabakat-ı İbn-i Sa'd, c.1, s.201-202.

 [8]- Tefsir-i Kurtubi, c.6, s.405, el-Kafi, c.1, s.449.

 [9]- Tefsir-i Eb'ul Futuh, c.4, s.407.

 [10]- Sire-i İbn-i İshak, s.163-164. Kamil-i İbn-i Esir, c.l, s.504-506, Tarih-i Yakubi, c.2, s.33.