.
.
Ehlader Araştırma Bölümü
Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.”[1]
Diğer bir yerde ise şöyle buyurmuştur:
“Vay olsun o namaz kılanlara ki namazlarından gafildirler.”[2]
Yüce Allah bu insanları, namaz kılmadıkları için değil, namaz kıldıkları halde namazdan gafil oldukları için kınamıştır.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye dek namaza yaklaşmayın.”[3]
Bu ayeti kerimede dünya sarhoşluğuna işaret edilmiştir. Zira hükmün sebebi açıkça ifade edilmiştir.
Diğer bir yerde ise şöyle buyurmuştur:
“Gafillerden olma.”[4]
Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Beni anmak için namaz kıl.”[5]
Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Dünya düşüncesine kapılmadan iki rekât namaz kılabilen kişinin tüm geçmiş günahları bağışlanır.
İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Farz namazını kılmak istediğinde bu namazı vaktinde kılmaya özen göster ve bir daha namaz kılamayacakmış gibi hayatının son namazını kılarmışçasına bu namazını yerine getir.
Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Namaz kılarken vücuduyla beraber kalbiyle de namaz kılmayan kişinin namazına Yüce Allah itina göstermez.
İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Yüce Allah yalnızca bir namazını kabul etmiş olduğu kuluna azap etmez. Yüce Allah yalnızca bir iyiliğini kabul etmiş olduğu kuluna azap etmez.
Hz İbrahim (a.s) namaz kılarken, ağlama sesi bir mil öteden duyulduğu ve namaz esnasında kaynayan bir kazan haletinde olduğu rivayet edilmiştir.
İmam Hasan (a.s) abdest alınca yüzünün rengi değişirdi. “neden böylesin?” diye sorulduğunda ise şöyle buyuruyordu: Yüce arş sahibinin karşısına çıkacak olan birisinin rengi değişmelidir. Aynı durum İmam Zeynel Abidin (a.s) ile ilgili de nakledilmiştir.
İmam Zeynel Abidin (a.s) abdest alınca yüzünün rengi sararırdı ve ailesi “her namazda neden bu hale geliyorsunuz?” diye sorduğunda ise şöyle buyuruyorlardı: Acaba kimin karşısına çıkacağımı biliyor musunuz?
İmam Zeynel Abidin (a.s) namaz kılarken sırtındaki aba yere düştü ancak İmam (a.s) bunu düzeltmek için hiçbir şey yapmayınca bunu gören bir şahıs İmam’a (a.s) bunun sebebini sordu ve İmam Zeynel Abidin (a.s) şöyle buyurdular: Yazıklar olsun sana! Kimin karşısında idim bilmiyor musun? Yüce Allah ancak bilinçli bir şekilde kılınan namazı kabul ediyor. Soruyu soran şahıs “öyleyse helak olduk” deyince İmam Zeynel Abidin (a.s) şöyle buyurdular: Hayır, yüce Allah bu eksikliklerimizi kıldığımız sünnet namazlarla giderir.
İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: İmam Zeynel Abidin (a.s) namaza durduğunda yüzünün rengi değişir, secdeden kalktığında yüzünden ve başından ter damlaları dökülürdü.
İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Babam İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyururdu: İmam Zeynel Abidin (a.s.) namaza durduğunda, rüzgârın ancak yapraklarını hareket ettirebildiği bir ağaç gibi hareketsizce dururdu.
Ebu Hamid ve diğer ahlak âlimleri namazın hayatını eksiksiz kılan özelliklerin altı batınî mana özelliğinden ibaret olduğunu söylemişlerdir; Kalbin Allah’a yönelmesi (huzurul-kalb), anlayış (tefehhüm), Allah’ın yüceliğini ve heybetini anmak ve O’nun karşısında kendini küçük görmek, Allah’tan ümit beslemek ve O’ndan hayâ etmek.
Birinci Özellik: Kalbin Allah’a Yönelmesi (Huzur-u Kalb)
İnsan ancak namaz esnasında yaptığı ve dile getirdiği şeylerin dışındaki her şeyi kalbinden çıkarabilirse gerçek anlamda kalbiyle Allah’a yönelmiştir. Böylece ilim, fiil ve kavil birliği sağlanmış olur. Başka düşüncelere dalmamalıdır. Bu halden ayrıldığından hemen içinde bulunduğu namaz halini anımsamalı ve kalbin O’nun zikrine vermelidir. Bu haldeki bir insan gerçek anlamda Allah’a yönelmiştir.
İkinci Özellik: Anlayış (Tefehhüm)
Bu özellik kelâm yani konuşma anlamındadır. Kalbin Allah’a yönelmesinin (huzur-u kalb) ötesinde bir özelliktir. Çoğu zaman kalp, kelimelerle Allah’a yöneliyor olduğu halde kelimelerin anlamıyla Allah’a yönelmemiş olabilir. Allah ile konuşmak özelliğinin anlamı, söylenen sözlerin anlamlarını bilerek ve bu anlamları düşünerek söylemektir. Burada tefehhümden kastettiğimiz anlam budur. Böyle olunca insanların bu aşamadaki konum ve makamları çok farklılık kazanabilir. Zira insanların Kur’ân ayetleri ve namazda söylenen zikir ve dualar konusundaki anlayışı çok farklı olabilir. İnsanın namaz dışında düşünerek elde edemediği birçok incelik, namaz esnasında kalbine ilham edilebilir. Namazın insanı kötülüklerden sakındırması ancak bu özellik sayesinde gerçekleşebilir. İnsanın namaz esnasında anladığı kavramlar onu kötülüklerden uzaklaştırıyor.
Üçüncü Özellik: Allah’ın Yüceliğini Anmak
Allah’ın yüceliğini anmak, Allah’a yönelmek ve onunla konuşmanın ötesinde bir aşamadır. Zira insan bilinçli ve farkında olarak birisiyle konuşup da O’nun yüceliğini anmayabilir.
Dördüncü Özellik: Allah’ın Yüceliği Karşısında Eziklik Hissi
Allah’ın yüceliği karşısında eziklik hissi yaşamak, Allah’ın yüceliğini anmanın ötesinde bir aşamadır. Zira bu duygu, Allah’ın yüceliğini anmaktan sonra gelişen bir duygudur ve ilahi korku taşımayan bir insanda meydana gelemez. Ayrıca her korku türü de bu sonucu doğuramaz ve yalnızca Allah’ın yüceliğini anıp da korkuya kapılan bir insan bu duyguya sahip olabilir.
Beşinci Özellik: Allah’a Ümit Beslemek
Kul, her zaman için, kıldığı namazla Allah’ın rahmetini kazanabilmeği ummalıdır ve aynı zamanda yapmış olduğu günahlardan ötürü Allah’ın gazabına uğramaktan korkmalıdır.
Altıncı Özellik: Allah’tan Hayâ Etmek
Bu duygunun kaynağı ise kulun, geçmişte yapmış olduğu günah ve kusurların şuurunda olmasıdır.
Bu altı aşamanın kaynağı olarak birçok sebep ve etken zikredilmiştir. Allah’a yönelmek (huzur-u kalb) için “önemsemek” etkeni üzerinde durulmuştur. Kuşkusuz kalbin ancak önemli gördüğün şeylere ve sen istesen de istemesen de önemli gördüğü şeylere yönelir. Dolayısıyla bu özelliğin insanın fıtratında yer aldığını ve bu özellikle birlikte dünyaya geldiğini söyleyebiliriz. Namaz esnasındaki bir insanın kalbi, Allah’a yönelmiş değil ise, bu, o kalbin duruk bir halde olduğu anlamına gelmez. Aksine bu kişinin kalbi dünyevi işlerinin yanındadır ve bu kalbi Allah’a döndürmek fazladan bir çaba ve gayrete ihtiyaç duyacaktır. Bu durumdaki bir insan ise ancak Allah’a yönelerek amacına ulaşabileceğini kavradıktan sonra bu gayreti gösterebilir. Bu gerçeği kavramak da iman etmek, ahiretin hayatının kalıcı hayat olduğuna inanmak ve namazın insanı bu amaca ulaştırabileceğine inanmakla mümkün olabilir. Tarif edilen bu marifet, dünyanın değersizliği bilincine eklenince bu birliktelikten Allah’a yönelmek sonucu doğacaktır.
Allah’la konuşmaya gelince bu aşama Allah’a yönelmekten sonra gelişen bir özelliktir ve dille söylenen sözleri bilinçli bir şekilde söylemek anlamındadır. Bu özelliği elde etmek için ise Allah’a yönelme hasletinin gerek duyduğu şeyler üzerinde üzerine odaklanmak ve farklı şeylere yönelmesini engellemeye ihtiyaç duyulmaktadır.
İnsanın aklını meşgul eden düşüncelerden kurtulmanın yolu ise bu düşüncelerin kaynağını bulup kökünü kurutmaktır. Bu köklere inilmediği sürece bu düşüncelerin ardı arkası kesilmeyecektir ve insanın düşüncesi her zaman dağınık olacaktır. Kuşkusuz bir şeyi seven kişi onu anmaktan hoşlanır ve kalp de sevgilisini çokça anmaktan haz duyar. Bu nedenle Allah dışındaki varlıklara gönül bağlayan insanların, düşüncelerden uzak, yalnızca Allah’ın anıldığı bir namaz kılmaları beklenemez.
Allah’ın yüceliğini anmak konusuna gelince bu özellik ancak iki aşamalı marifetin var olduğu bir kalpte meydana gelebilir.
Birincisi Allah’ın üstünlüğü ve yüceliğini anmaktır. Bu, imanın ana direklerindendir. Kuşkusuz Allah’ın yüceliğine inanmayan kişi kendini O’nun yüceliğine teslim edemez.
İkincisi ise kendi küçüklük ve değersizliğine, başka birisi tarafından yönetilen küçük bir kul olduğunun marifetine varılmasıdır. Bu iki marifet bir araya gelince kişide Allah karşısında huşu sahibi olmak özelliği hâsıl olur. Bu özelliğin diğer bir adı ise “ta’zim” ve Allah’ın yüceliğine inanmaktır. İnsan, kendi küçüklüğünü görüp bu marifeti Allah’ın azametinin marifetiyle meczetmediği sürece kişide “ta’zim” halinin oluşması imkânsızdır.
Allah korkusu ise O’nun sonsuz gücüyle tanıştıktan, bu gücün genişliğini kavradıktan ve insanoğlunun bu sonsuz güç sahibi karşısında ne denli pervasız davrandığını anladıktan sonra oluşmaktadır. Hiç kuşkusuz yüce Allah, var olan ve var olacak olan tüm varlıkları yok edecek olursa O’nun mülkünde zerre kadar bir eksiklik meydana gelmez. Peygamberler ve onların vasilerinin hayatına baktığımızda, bir dua ile içinde bulundukları sıkıntılardan kurtulabildikleri halde sıkıntılara sabretmeği tercih etmeleri, onların taşıdıkları Allah korkusunu anlamak için yeterlidir. Kısaca insanın Allah ile ilgili marifeti arttıkça O’na karşı haşyet ve korkusu da artmaktadır.
Allah’tan ümit etmek, O’ndan ümidi kesmemek konusuna gelince: bu ümidin kaynağı Allah’ın engin rahmeti, geniş lütfu ve cennetle ilgili vaadinde sadık olduğuna yönelik marifettir. İnsan, Allah’ın, vaatlerine kesinlikle uyduğuna ve geniş lütuf sahibi olduğuna kalben inandığı sürece elinde olmadan O’nun lütfuna ümit bağlayacaktır.
Allah’tan hayâ etmek duygusu ise: Kişinin ibadetlerini kusurlu görmesi ve hiçbir zaman gerçek anlamda hakkıyla Allah’a ibadet edemediğini anlaması sonucu oluşmaktadır. Bu marifet ise kişinin kendine bakıp kusurlarını görmesi, iç kirliliğine vakıf olması, ne denli düşük bir ihlâsa sahip olduğunu anlaması, dünya isteklerine koşar adım gittiği halde Allah’a giden yolda ne denli yavaş ilerlediğini anlaması ve Allah’ın gizli saklı bütün niyet ve düşüncelere vakıf olduğunu bilmesi sonucunda daha da güçlenmektedir. İşte tüm bu marifetler bir araya geldiğinde ister istemez kişide hayâ olarak adlandırdığımız duygu doğacaktır.
[1] Muminun, 2. “اَلَّذٖينَ هُمْ فٖى صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ”
[2] Maun, 4 ve 5. “فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّٖينَ - اَلَّذٖينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ”
[3] Nisa, 43. “لَا تَقْرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْتُمْ سُكَارٰى حَتّٰى تَعْلَمُوا مَا تَقُولُونَ”
[4] Araf, 205. “وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلٖينَ”
[5] Taha, 14. “وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْرٖى”