Şia; tek ve muhtaç olmayan, doğmamış ve doğrulmamış, dengi ve eşi bulunmayan Allah'a inanırlar. Allah'ın celal ve cemal sıfatlarıyla, kemal ve yüceliği ile bağdaşmayan cisim olma, yön taşıma, mekân ve zamanla sınırlı olma, değişim, hareket, yükseliş, iniş vb. maddî niteliklerden O'nu tenzih ederler.
Ancak O'na ibadet edileceğine, hüküm ve yasama yetkisinin O'na has olduğuna ve başkasının böyle bir yetkisinin bulunmadığına, ister gizli olsun, ister açık olsun şirkin tüm çeşitleriyle büyük bir zulüm ve bağışlanmayacak bir günah olduğuna inanırlar.
Şia; Allah'a itaat eden, O'nun emirlerini yerine getiren, hayatın çeşitli alanlarında O'nun kanunlarına uyan herkesin saadet ve kurtuluşa ereceğine, sevabı ve övgüyü hak edeceğine, yüce Allah'a karşı günah işleyen kimsenin de hüsrana uğrayıp helak olacağına, kınama ve azabı hak edeceğine inanırlar.
Şia, peygamberlerin ve elçilerin sonuncusunun ve onların en üstününün Hz. Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (s.a.a) olduğuna inanır. Allah, Onu hem peygamberliğe seçmeden önce, hem de peygamberliğe seçtikten sonra, hem tebliğ konusunda, hem de diğer konularda bütün hata ve sürçmelerden, büyük ve küçük günahlardan korumuştur.
Şia; Cebrail aracılığıyla Resulullah'a (s.a.a) nazil olan ve sahabenin önde gelenlerinden oluşan bir grup tarafından bizzat Resulullah'ın (s.a.a) döneminde, onun denetimi ve kontrolü altında, onun emirleri ve yönlendirmeleriyle bir araya getirilen; ashabın da onu ezberleyip koruduğu, harflerini, kelimelerini, surelerini ve ayetlerini saydıkları ve onu nesilden nesle naklettikleri Kur'ân-ı Kerim'in bugünkü Müslümanların gece-gündüz demeden okudukları kitabın ta kendisi olarak bilir. Onun eksiltme ve artırma olmadan, tahrif ve değişime uğramadan elimize ulaştığına inanır.
Şia; nübüvvet makamının Muhammed İbn. Abdullah (s.a.a) ile son bulduğuna inanır. O, peygamberlerin ve elçilerin sonuncusudur, getirmiş olduğu din, dinlerin sonuncusudur, onun şeriatıyla bütün şeriatlar geçersiz kılınmıştır, kitabı insanlığa gönderilen son kitaptır. Ondan sonra ne bir peygamber, ne bir din, ne de bir şeriat gelecektir.
Şia; Hz. Muhammed'in (s.a.a) vefatı yaklaşınca kendisinden sonra Müslümanların siyasî önderliğini üstlenmesi, onları irşat etmesi, sorunlarını çözmesi, onları eğitmesi ve tezkiye etmesi için Ebu Talib oğlu Ali'yi (a.s) Müslümanlara halife ve imam tayin ettiğine, efendimizin bunu Allah tarafından Gadir-i Hum diye bilinen yerde, hayatının son yılında, Veda Haccı'nda kendisiyle beraber hac yapan ve sayıları (bazı rivayetlere) göre yüz binin üzerinde olan Müslümanların karşısında gerçekleştirdiğine inanır.
Şia; ümmetin olgun bir öndere ve masum yöneticiye olan ihtiyacının, Resulullah'tan (s.a.a) sonra sadece Ali'nin (a.s) hilafet ve imametiyle karşılanmayacağını, bu halkanın İslâm'ın köklerinin sağlamlaşması, şeriatın temelinin korunması, kanun ve kurallarının bütün ilâhî dinleri ve bütün Rabbanî düzenleri tehdit eden tehlikelerden güvende olması için uzun süre devam etmesini zorunlu kıldığını savunurlar. Peygamberimiz Muhammed b. Abdullah'ın (s.a.) bu sebepten ve başka yüce hikmetlerden dolayı Allah'ın emri ile Hz. Ali'den (a.s) sonra on bir imam tayin ettiğine, (Ali (a.s) ile birlikte on iki olduklarına) inanırlar.
Şialara göre sahabe ve Resulullah'ın (s.a.a) etrafında olan erkek ve kadınlar İslâm dinine hizmet etmişler, İslâm'ın yayılması ve istikrarı yolunda canlarını feda etmişlerdir. Bu nedenle Müslümanların onlara saygı duymaları, yapılan hizmetin kadir ve kıymetini bilmeleri ve onları rıza ve rahmetle anmaları gerekir.
Ancak bu, onların tümünün mutlak olarak adil olduğu, onların bazı tutum ve girişimlerinin eleştirilemeyeceği anlamına gelmez. Çünkü onlar da beşerdirler; isabetli olabilecekleri gibi hata da yapabilirler. Tarih onlardan bazılarının hatta Peygamber efendimizin döneminde saptıklarını ortaya koymaktadır. Münafikun, Ahzab, Hucurat, Tahrim, Fetih, Muhammed ve Tevbe Surelerinde bu konu apaçık bir şekilde ifade edilmiştir.
Eleştirmeden maksat da bazılarını kâfirlikle suçlamak değildir; çünkü iman ve küfrün ölçüsü apaçık belli ve daireleri gün ışığı gibi ortadadır. İman ve küfrün ölçüsü Allah'ın varlık ve birliğini, peygamberliği, namaz, oruç ve haccın farz oluşu, içki içmek, kumar oynamak ve benzeri şeylerin haram oluşu gibi dinin besbelli ve zaruriyatlarından birini kabul veya inkâr etmektir.
Şia; namaz kılar, oruç tutar, zekât ve mallarının beşte birini humus olarak verir, Mekke-i Mükerreme'deki Beytullah'ı ziyarete gider, hac yapar, ömürde bir kez farz ve daha fazlası müstehap olmak üzere hac ve umre amellerini yerine getirirler.
İnsanları iyiliğe emredip kötülükten sakındırırlar; Allah'ın ve Peygamber'in dostlarını dost tutup Allah'ın ve Peygamber'inin düşmanlarını düşman bilirler. İslâm'a karşı savaş ilân eden ve İslâm ümmetinin üzerinde egemenlik kurmaya çalışan tüm kâfir ve müşriklere karşı cihat ederler. Ticaret, kira, nikâh, boşanma, miras, eğitim, süt verme, tesettür gibi toplumsal, iktisadî ve ailevi konuları hanif İslâm dininin ahkâmına uygun olarak icra ederler. Bu hükümleri, takvalı fakihlerin içtihatları sonucu Kitaba, sahih sünnete, Ehlibeyt'ten gelen hadislere, akıla ve ulemanın icmasına dayandırırlar.
Şia; günlük farz namazların her birinin belirli bir vakti olduğuna, günlük beş vakit namazın "sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı" namazlarından ibaret olup her namazın özel vaktinde kılınmasının daha faziletli olduğuna inanırlar. Fakat öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kılarlar; çünkü Sahih-i Müslim ve diğer kaynaklarda da geçtiği üzere Resulullah (s.a.a) herhangi bir mazeret, hastalık, yağmur ve sefer söz konusu olmadan ümmete kolaylık ve hafifletme olsun diye öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kılmıştır. Tabii ki bu, günümüzde çok doğal bir hâl almıştır kendine.
Şia; toprak, taş, kaya, yeryüzünün diğer parçaları ve hasır gibi yerden biten şeylerin üzerine secde ederler; yaygı, kumaş, yenilecek, giyilecek türü şeylerin üzerine secde etmezler. Çünkü Şiî ve Sünnî kaynaklarda nakledilen birçok rivayette Resulullah'ın (s.a.a) toprak veya yere secde ettiği ve Müslümanlara da böyle yapmalarını emrettiği geçmektedir.
Üzerine secde edilecek toprağın pak olması gerekir. Onun için Şiîler yanlarında sıkıştırılmış temiz toprak taşırlar. Bu, üzerine secde edilecek şeyin temizliğine verilen önemin göstergesidir. Kimi zaman bu toprak teberrük için Resulullah'ın (s.a.a) torunu İmam Hüseyin'in (a.s) şehit düştüğü Kerbela toprağı gibi mübarek yerlerden alınır. Nitekim bazı sahabeler de yolculukta üzerine secde etmek için teberrük amacıyla yanlarına Mekke taşlarından alırlardı. Fakat Caferî Şiîler bu konuda ısrar etmez ve sürekli de böyle yapmazlar; temiz ve pak olan herhangi bir taşın üzerine secde ederler. Nitekim hiç tereddüt etmeden Mescid-i Nebi ve Mescid-i Haram'a döşenen taşların üzerine secde ederler.
Şia; Kitab, sünnet ve Ehlibeyt İmamları'nın tavsiyeleri ışığında kadına saygı duyar ve ona büyük ölçüde değer verir. Ehlibeyt İmamları'ndan nakledilen rivayetlerde ve Şia fıkhında kadının makamı, şanı, hakları, özellikle kadına karşı ahlâkî davranışlar, mülkiyet, nikâh, boşanma, dadılık, süt verme, ibadet, muamelat konusunda gözetilmesi gereken yüce hükümler söz konusudur.
Şia; zina, livata, faiz, saygın bir insanı öldürme, içki içme, kumar, ahdi bozma, hile, aldatma, kandırma, stokçuluk, ölçü ve tartıda hile yapıp eksik tartma, gasp, hırsızlık, ihanet, sahtekârlık, haram müzik, dans, iftira, şaibe, insanlar arasında söz gezdirme, bozgunculuk, mümine eziyet etme, gıybet, sövme, küfretme, yalan, töhmet gibi büyük ve küçük günahları haram bilirler, sürekli bunlardan uzak durmaya çalışırlar. Kitaplar yazarak, ahlâkî ve eğitici konuşmalar tertipleyerek, toplantı ve konferanslar düzenleyerek, cuma hutbelerinde vb. vesilelerle toplumda bu günahları önlemeye çalışırlar.
Şia; Peygamber'in (s.a.a) ve onun tertemiz soyundan olan Ehlibeyt İmamları'nın türbelerine önem verirler. Medine'de Baki Mezarlığı'nda defnedilen tertemiz soyundan olan İmam Hasan Müçteba'nın, İmam Zeynelabidin'in, İmam Muhammed Bâkır'ın, İmam Cafer Sadık'ın (a.s) kabirleri ve Necef-i Eşref'te bulunan İmam Ali'nin (a.s), Kerbela'daki İmam Hüseyin'in (a.s), onun kardeşlerinin, oğullarının, amcasının oğullarının ve Aşura günü onunla birlikte şehit olan ashabının kabirleri, aynı şekilde Irak'ın Samerra şehrinde bulunan İmam Hâdi'nin ve İmam Hasan Askerî'nin (a.s), Kâzımeyn şehrinde bulunan İmam Cevad'ın ve İmam Musa Kâzım'ın kabirleri, İran'ın Meşhed şehrinde bulunan İmam Rıza'nın (a.s) türbeleri örnek verilebilir.
Şia; Resulullah'ın (s.a.a) ve tertemiz Ehlibeyti'nin makamını idrak eden diğer Müslümanlar gibi Ehlibeyt İmamları'na saygı göstermek, onlardan ibret alma, onlarla ahitlerini yenilemek, onların cihat yapıp uğrunda şehit oldukları değerleri korumak için onların mezarlarını ziyaret etmeye büyük bir önem verirler.
Şia; günahların bağışlanması, isteklerin revası, hastaların şifası için Resulullah'tan (s.a.a) ve onun tertemiz Ehlibeyti'nden şefaat talep eder ve onları Allah'a vesile kılarlar; çünkü bunu bizzat Kur'ân emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah'tan, günahlarını bağışlamasını isteseler ve Elçi de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah'ı affedici, merhametli bulurlardı."
Şia; Hz. Resulullah'ın ve tertemiz Ehlibeyti'nin (a.s) hadislerini ihtiva eden Kuleynî'nin el-Kâfi adlı eseri, Şeyh Saduk'un Men La Yehzuruhu'l-Fakih adlı eseri, Şeyh Tusî'nin el-İstibsar ve et-Tehzib gibi kitaplarından yararlanırlar. Bunlar, hadis alanında mevcut olan değerli kitaplardır.
Ancak Şia fakihleri bunlardaki bütün hadislerin sahih olduğunu kabul etmezler. Bilakis, onlardan sadece kendi yanlarında sahih oldukları sabit olanları alır, sahih veya hasen olarak görmedikleri ya da Diraye, Rical ve Hadis ilmi kurallarına göre alınmaları doğru olmayan hadisleri terk ederler.
Şia; sürekli İslâm ümmetinin saflarını birleştirmek amacıyla herkese sevgi ve kardeşlik elini uzatır, farklı fırka ve mezhep ulemasının içtihatlarına ve hükümlerine saygı duyarlar. Şiî ulemasına göre, farklı İslâm mezheplerinin uleması, fıkıh, akait, tarih konularında görüş alış verişinde bulunmalı, günümüz Müslümanlarını ilgilendiren olaylar hakkında görüş birliğine varmalı, İslâm ümmeti arasında mantıklı bir yaklaşım zeminlerinin oluşması ve böylece istisnasız bütün Müslümanlara öldürücü darbe indirmek için fırsat kollayan İslâm ve Müslümanların ortak düşmanlarına fırsat vermemek için birbirlerine iftira ve küfretmekten sakınmaları gerekir.
Bu nedenle Şia, fıkıh ve inanç konusunda mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanların ittifakla kâfir olduğunu kabul ettiği grup hariç hiçbir kıble ehlini tekfir etmez, onları düşman bilmez, onlara haksızlık etmeye izin vermez, farklı fırka ve mezheplerin içtihatlarına saygı duyar.
(Daha fazla bilgi için Üstat Cafer el-Hadi’nin Caferi Şiileri Tanıyalım kitabına müracaat edilebilir.)