Ehlader Araştırma Bölümü



Şiiliği diğer İslam okullarından ayıran en önemli özellik, temellerinin sevgiye dayalı olmasıdır. Resulullah'ın (s.a.a) hayatta olduğu yıllarda oluşan bu okul, sevgi ve samimiyetle yoğrula gelmiştir.

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) "Ali ve onun Şia'sı kıyamet günü kurtuluşa erenlerdendir!"1 hadis-i şerifi üzerinde düşünmemek mümkün müdür? Bu hadisin buyrulduğu sıralarda Ali'nin (a.s) çevresinde ona uyan, onu pek seven, ona tutkun olan müminler vardı. Şiiliğin sevgi ve aşk okulu olduğunu söylerken tarihin biraz geçmişine ve Resulullah'ın (s.a.a) dönemine uzanmak gerekir; tarihin o sayfalarındaki tozlar silindiğinde Ali'yi (a.s) sevmenin, ona uymanın bir sevgi ve tutku okulu olduğu görülür.

Sevgi unsurunun Şiilikte vazgeçilmez bir payı vardır. Şiilik tarihi bir "serdengeçtiler" tarihidir; aşıklar, vurgunlar, tutkunlar ve fedailer tarihidir. İslam tarihinin fevkalade çarpıcı sayfalarından biridir bu: Celaluddin Siyuti, Dürr'ul Mensur tefsirinde Beyyine suresinin 7. ayetini açıklarken İbn-i Asakir'in, Cabir b. Abdullah Ensari'den aktardığı şu hadiseyi rivayet eder:Resul-i Ekrem'in (s.a.a) yanında oturduğumuz bir sırada Ali'nin bize doğru gelmekte olduğunu gördük. Peygamber efendimiz bakışlarını Ali'ye dikerek "Canımı elinde tutan Rabb'ime ant olsun ki, şu Ali ve onun Şia'sı kıyamet günü kurtuluşa erenlerdendir!" buyurdular. Bu olay, birçok İslam kaynağında teferruatıyla geçer. Bkz: Künuz'ul Hakâik: Münâvi (iki rivayetle naklediliyor), Mecme'uz Zevâid: Haysemi, Sevâik'ul Muhrike: İbn-i Hacer.

İmam Ali'nin (a.s) öyle bir kişiliği vardır ki İslam şeriatı gereğince had uygulayarak cezalandırdığı -hatta hırsızlık yaptığı için elini kestiği- insanlar bile ondan yüz çevirmemekte ve ona olan sevgi ve bağlılıklarını yitirmemektedirler. Bu çarpıcı gerçeğin, müminin hasleti olduğunu hatırlatan İmam Ali (a.s), bir hutbesinde şöyle der:"Bana düşmanlık etmesi için şu kılıçla müminin burnunu kesecek olsam, yine de düşman olmaz bana; beni sevmesi için bütün dünyayı kendisine bağışlasam da münafık kimse dost olmaz bana! Zira sevgili Resulullah'ın (s.a.a) dilinden dökülmüş bir gerçektir bu. O hazret "Ya Ali, mümin sana düşman olmaz ve münafık seni sevmez!"2

Bu fevkalade kişiliğiyle Ali (a.s), fıtratları ve insanların yapısını ölçmek için mükemmel bir mihenk taşı ve terazidir: Temiz bir yaratılış ve fıtrata sahip biri, Ali'nin (a.s) kılıcıyla kesilse bile gücenmeyecektir ona; fıtratı çirkin olan kötü yaratılışlılara ihsanda bulunulsa da sevmeyeceklerdir Ali'yi. Ali (a.s) hakikatin tezahür ve tecellisinden ibarettir çünkü! İslam tarihi bunun çarpıcı örnekleriyle doludur! İmam Ali'yi (a.s) pek seven inançlı insanlardan biri, bir gün bir anlık bir gaflete kapılıp bir hata işler. İslam'ın emri gereğince elinin kesilmesi gerekmektedir. Hükmü uygulama yetkisi Ali'nin (a.s) elindedir. Ali (a.s), Allah'ın hükmünü uygulama hususunda zerrece ihmalkârlık göstermemiştir ömrü boyunca. Nitekim dostu hakkında da ayrım gözetmez ve elini kesiverir. Adam, kesilen parmaklarını diğer eline alıp ceza mahallinden uzaklaşırken, Ali'nin (a.s) amansız düşman larından olan Hariciler güruhuna mensup İbn-i Kevvâ adlı adam sinsice yaklaşıp fırsatı değerlendirmek ister ve "Ne oldu sana, nedir bu halin? Kim yaptı bunu sana, kim kesti parmaklarını?!"der. Verilen cevap, Haricinin dehşetle irkilmesine neden olacaktır: "Cezamı veren, peygamberlerin sonuncusu ve en azizinin vasi ve vekilidir, vasi ve halifelerinin efendisi, başlar tacıdır! Kıyamet günü yüzü ak çıkacak olanların imamı, müminler üzerinde hak sahibi olmaya en layık kimsedir o!

Adı Ebu Talib oğlu Ali'dir, müminlerin emiri, inananların hidayet imamıdır! Nimet cennetlerinin öncüsü, korkusuz yiğit savaşçıların emsalsizidir; cehalette direnenlerden intikam alan, namaz kılarken zekat verendir o... Olgunluk ve kemale götüren kılavuz, kemal yolunun rehberi ve imamıdır o... Kimdir o, bilir misin? Doğruları söyleyen, sözleri sevap olan, Mekkeli cesur adam, vefa ve samimiyet timsali eşsiz insandır o!"3


İbn-i Kevvâ kulaklarına inanamayarak "Deli misin sen be adam, o senim elini kesiyor, sense halâ onu övüyorsun öyle mi!?" deyince, "Onu sevmemek mümkün mü?" der. "Hele şimdi sevgisi artık etimle, kanımla da yoğrulduktan sonra... Vallahi, sadece Allah'ın emrine uyarak kesti elimi, hak mı haktır bu verdiği ceza!"

Bu çarpıcı örnekler, tefekkür sahibi her müslümanı İmam Ali'nin (a.s) çarpıcı kişiliği ve ona duyulan bunca sevgi ve bağlılık üzerinde samimiyetle düşünmeye sevk etmekte ve bu sevginin izlerini kalıcı kılmaktadır.

İkili Güç Sahibi Hz. Ali (a.s)

Hz. Ali (a.s) de ikili güce sahip bir kişiliktir; hem çekicidir hem itici. Cazibe ve iticiliği fevkalade güçlüdür üstelik. Hiçbir asır ve zamanda onunki kadar güçlü çekicilik ve iticiliğe rastlamak mümkün olmamıştır belki de. Çok ilginç dostları vardır, tarihe mal olmuş birer kişiliktir her biri; fedakâr mı fedakâr. Onun uğruna her an ölüme atılabilen, olmadık sıkıntı ve eziyetlere göğüs geren, onun için ölmeyi iftihar bilip onun sevgi deryasında her şeyi unutan nadide insanlar. İmam Ali'nin (a.s) şahadeti üzerinden asırlar geçtiği halde bugün bile bu cazibe olanca gücüyle iyileri kendisine doğru çekmekte, insanları hayretler içinde bırakmaktadır.

Hayatı boyunca şerefli ve dürüst, dünya malına düşkün olmayan dindar ve yiğit insanlar yetiştirdi; sevgi, adalet ve fedakârlık timsali olan bu insanlar onu ölesiye seviyor, uğrunda can vermeyi şeref addediyordu. Her biri bir tarih olan bu yiğit insanlar, Muaviye ve diğer hunhar Emevi halifeleri döneminde sırf ona olan sevgilerinden dolayı takibata uğradılar, işkenceler gördüler, öldürüldüler.

Bütün bunlara rağmen onu sevmekten ve bu sevgiyi dile getirmekten çekinmediler. Dünyanın diğer siyasi liderlerinin, ölümleriyle birlikte kişilikleri de toprağın altına gömülmekte; hakikat âşıkları ise öldükten sonra gönüllerde daha bir taht kurmakta, inanç ve fikirleri daha bir parlaklık kazanmaktadır. Tarih bunun nice örnekleriyle doludur. Ölümünden yıllar, hatta asırlar geçmesine rağmen Ali'nin (a.s) sevenleri, onun düşmanlarının takibatına uğramış, olmadık eziyetlere maruz kalma pahasına onu sevmekten vazgeçmemişlerdir.

Bu tutkunun ilginç örneklerinden biri Meysem-i Temmar'dır. İmam Ali'nin (a.s) şahadetinin üzerinden 20 yıl geçtiği halde, sırf onun taraftarı olduğu için tutuklanmıştı. İdam sehpasına ilerlerken Ali'nin (a.s) fazilet ve erdemlerini haykırıyordu. Özgürlüklerin sindirildiği, feryatların sinelere gömüldüğü, kimsenin sesini yükseltemediği bir zulüm ve baskı döneminde Meysem mertçe haykırmakta ve "Gelin size Ali'nin (a.s) insani erdem ve faziletlerini birer birer anlatayım!" demektedir.

Müslüman halkın heyecan ve iştiyak ile onu dinlemeye koşması üzerine dehşete kapılan Emevi zorbaları, derhal şehit etmektedir Meysem'i. Ali (a.s) ve yarenlerinin bu tür inanılmaz örnekleriyle doludur tarih sayfaları. Bu cazibe ve tutku, şu veya bu çağa münhasır da değildir, her çağda bu cazibenin tecelli ettiği ve fevkalade derin izler bıraktığı bir hakikattir.

Arap edebiyatının pek ünlü isimlerinden olan İbn-i Sıkkit, edebiyatın devlerinden olan Sibeveyh gibi isimlerle birlikte anılır. Abbasi halifesi Mütevekkil döneminde yaşayan bu adam, Ali'nin (a.s) şahadetinden 200 yıla yakın bir zaman geçtiği halde onun Şia'sı olmakla suçlananlardandır. Ne var ki, edebiyat sahasında kendi döneminin nadir isimlerinden biri olduğu için halife, çocuklarına özel öğretmen olarak seçer onu. Bir gün çocukları, babalarının karşısında başarıyla sınavdan geçince, babaları bundan memnun olur ve İbn-i Sıkkit'ten razı olduğunu bildirir.

Mütevekkil sevinç sarhoşluğuyla veya belki de İbn-i Sıkkit'i denemek ve tepkisini ölçmek için küstahça bir soru sorar ve "Sence şu iki çocuk mu daha iyi, yoksa Peygamberin (s.a.a) torunları ve Ali'nin (a.s) oğulları olan Hasan'la Hüseyin mi?!" der.

İbn-i Sıkkit bu kıyaslamadan çok rahatsız olur, damarlarındaki kan donar ve bir an bu mağrur zatın ne derece küstahlaştığını düşünür, çocukların eğitimini almakla hata ettiğini anlar ve kendini suçlar. Bu küstahlığa gereken cevabı vermekten çekinmez. "Ant olsun Allah'a," der, "Hasan ve Hüseyin bir yana; Ali'nin (a.s) kölesi Kamber bile bunlardan ve babalarından daha iyidir benim nazarımda!"

Peygambere ve Ehl-i beytine karşı duyduğu kin ve nefretiyle tanınan Mütevekkil, hemen oracıkta bu yiğit insanın öldürülmesini emreder ve İbn-i Sıkkit'in boynu vurulur ve dili ensesinden çıkarılır.

Tarih, Ali (a.s) aşkına ve onun haklılığını haykırarak ölüme atılan yiğitlerle doludur. Böyle bir kişiliğe tarihte kolayca rastlanamayacağını söylemek abartma olmayacaktır. Görülmemiş bir cazibe, eşine ender rastlanır bir çekiciliktir bu.

Ali'nin (a.s) çekiciliği kadar, iticiliği de pek güçlüdür. Onun adını bile duymaya tahammül edemeyen yeminli düşmanları vardır. Ali (a.s) bir fert değil, bir ekoldür aslında. Bu nedenledir ki kimi insanları kendisine doğru çekmekte, kimi insanları da kendisinden uzaklaştırmaktadır. Evet, hem cazibesi, hem iticiliği güçlü olan nadir bir kişiliktir Ali (a.s).

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------


1-Kûnz'ul Hakâik: Münâvi, Mecme'uz Zevâid: Haysemi, Sevâik'ul Muhrike:İbn-i Hacer.
2-Nehc'ul Belağa, 42. hikmet.
3-Bihar'ul Envar c: 40 s: 281-282 yeni baskı. Ayrıca bk: Fahr-i Razi'nin Tefsir-i Kebir'i, Kehf suresi, 9. ayetin tefsirinde "Em hesibte..."