.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Korkunun Güzel Yönleri ve Korkuya Teşvik

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar.[1]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir.[2]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Eğer müminlerseniz, Ben’den korkun.[3]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Allah’tan korkan öğüt alacaktır.[4]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Artık az gülsünler, çok ağlasınlar.[5]

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Allah korkusuyla gözünden bir sinek kanadı kadar bile gözyaşı çıkıp da yanaklarını ıslatan kişiye Yüce Allah cehennem ateşini yasaklamıştır.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Mümin kulun kalbi Allah korkusuyla titremeğe başladığı anda aynen ağaçtan dökülen yapraklar gibi günahları (birer birer) dökülmeye başlayacaktır.

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Allah korkusuyla ağlayan kişi cehenneme girmeyecektir.

İmam Cafer-i Sadık (a.s), İshak bin Ammar ismindeki yarenine seslenip şöyle buyurdular: Ey İshak, Allah’ı görmüyor olsan bile onu görüyormuşçasına ondan kork. Allah’ın seni görmediğini düşünüyorsan, kâfir olmuşsundur. Seni gördüğünü bildiğin halde onun gözü önünde günah yapıyorsan, bu halde onu küçümsemişsindir.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Allah’tan korkan birisinden herkes korkar ancak Allah’tan korkmayan birisini Yüce Allah her şeyden korkutacaktır.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Allah’ı tanıyan kullar ondan korkar ve ondan korkan kullar dünyayı bir kenara itmek konusunda oldukça cömertleşirler.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Allah’tan korkmak bir tür ibadettir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar.[6] Yüce Allah şöyle buyurmuştur: İnsanlardan korkmayın, benden korkun.[7]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.”[8]

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Kalbinde Allah korkusu taşıyan kişi makam ve şöhret sevdası taşımaz.

Müminin ve Kâfirin Kalbi
Müminin ve Kâfirin Kalbi
İçeriği Görüntüle

İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Mümin kullar her zaman iki korku arasındalar; geçmişte yapmış oldukları ve Allah’ın ne yaptığı bilinmeyen günahlarının korkusu ve ne yapacakları belli olmayan ömürlerinin geri kalan bölümünün korkusu. Bu insanlar bütün günlerine korkuyla başlarlar ve ancak bu korku onları doğruya yönlendirir.

İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Müminler, ancak korku ve ümit sahibi olduklarında (gerçek anlamda) mümin olabilirler ve ancak korktukları şeyden uzak durarak ve ümit ettikleri yönde hareket ederek korku ve ümit sahibi oldukları söylenebilir.

Korku, ancak Allah’a peygamberine ve ona inmiş olan ahiret günü hesabına inanmakla elde edilebilir. Korkuya ulaşmak için biri diğerinden daha değerli iki yöntemden bahsedebiliriz.

Şu örneğe dikkat edin: Evin bahçesinde yalnız başına oynayan küçük bir çocuk düşünün. Yırtıcı bir hayvan veya zehirli bir yılan bu bahçeye girerse, çocuğun korkmaması ve hatta elini uzatıp da bu yılanla oynamak istemesi bile şaşırtıcı bir durum değildir. Ancak aynı çocuğun babası veya annesi yanında olursa ve çocuk, babasının bu andaki korkusunu, babasının korkuya kapılıp da kaçacak yer aradığını görürse, doğal olarak korkacaktır. Zira çocuk, babasının ancak korkunç bir şeyden korkacağını bilir. Bu örnekteki babanın korkusu, bilinç üzeredir ve bu yırtıcı hayvan veya zehirli yılanın ne denli tehlikeli olabileceğini bildiği için korkar. Ancak çocuğun korkusu sadece taklit üzeredir. Zira çocuk, babasına güvenir ve ancak korkunç bir sebepten ötürü korkuya kapılacağını bilir. Bu bilgilerin bir araya gelmesi çocuğu, bu yılanın korkulması gereken bir varlık olduğu sonucuna götürür. Ancak çocuk, yine de tam olarak neden bu yılandan korkulması gerektiğini bilmez. Bu örnekle yola çıkacak olursak, peygamberler, vasileri ve âlimlerin taşıdığı korkunun birinci türden olduğunu ve diğer genel müminlerin taşıdığı korkunun ikinci türden olduğunu söyleyebiliriz.

Korkuya ulaşmak için Kur’ân-ı Kerimin ayetlerine kısa bir göz atmak yeterlidir. Derinlemesine bakıldığında aslında Kur’ân-ı Kerim’deki ayetlerin birçoğunun korku ve tehdit içerdiği anlaşılıyor. Bu sıralayacağımız birkaç ayeti kerime dışında hiçbir ayet bu konuya değinmiş olmasaydı bile yine de bu ayetler insanın korkuya kapılması için yeterliydi.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Ey insan ve cin! Sizin de hesabınızı ele alacağız.[9]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Şu da muhakkak ki ben, tövbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.[10]

Bu ayeti kerimede, mağfiret ve bağışlanma her biri diğerinden ağır dört şarta bağlı kılınmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Fakat tövbe eden, iman edip iyi işler yapan kimseye gelince, onun kurtuluşa erenler arasında olması umulur.[11]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Allah bu sözü doğruları doğruluklarıyla sorumlu kılmak için aldı.[12]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Allah’ın azabından güvende mi oldular?[13]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

İçinizden, oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur.[14]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir.[15]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Onların yaptıkları her bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız).[16]

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.[17]

Bu surede, insanın hüsrandan kurtulabilmesi için dört farklı şart açıklanmıştır.

Hadis kaynaklarımızda şöyle anlatılır: Korkunç fırtınalar estiğinde, Hz. Peygamber (s.a.a) ilahi azap korkusundan yerinde duramaz, mübarek yüzünün rengi değişir ve sık sık odaya girip çıkardı.

Yine, hadis kaynaklarımızda Resulullah’ın (s.a.a) Hakka suresinin bir ayetini okuduktan sonra bayıldığı haberine rastlıyoruz. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Musa da baygın düştü”.[18]

Resulullah’ın (s.a.a) namaz halindeki durumuyla ilgili hadislerde, namaz esnasında, Resulullah’ın (s.a.a) mübarek göğsünden kaynar tencerenin sesi gibi bir ses duyulduğu nakledilmiştir.

Hz Davut’un (a.s) dua ederken şöyle dediği nakledilmiştir: Allah’ım hatalarımı düşündüğüm zaman, yeryüzü bütün genişliğiyle benim gözümde daralmaktır. Ancak senin rahmetini düşündüğüm zaman ruhum bana geri döner. Ey rabbim bütün noksanlardan münezzehsin. Hatalarımı onarsınlar diye bütün tabip kullarına başvurdum ve hepsi beni sana yönlendirdi. Öyleyse yazıklar olsun senin rahmetinden ümidini kesenlere.

Şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Davud (a.s) bir gün günahlarını hatırladı ve elini başına koyup bağırarak dağlara çıktı. Burada etrafına hayvanlar toplandı ve Hz. Davud onlara şöyle seslendi: Geri dönün sizi istemiyorum, sadece günahına ağlayanları istiyorum, bana ancak günahına ağlayanlar gelsin.

Hz. Davud çok ağladığı için kimi zaman insanların eleştirisine maruz kaldığında şöyle buyuruyordu: Bırakın da ağlama günü gelmeden önce ağlayayım. Kemiklerin yandığı gün ve insanın içini yakan ateş, Allah’ın hiçbir emrine karşı koymayan katı azap melekleri gelmeden önce bırakın da ağlayayım.

Şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Davut, ağlayıp da ağıt söylemek istediği vakit yedi gün boyunca yemekten içmekten kesilir, kadınlardan uzak durur ve bir gün öncesinde Hz. Davud (a.s) için bir minber hazırlanırdı. Zamanı geldiğinde Hz. Süleyman’a bütün şehirlere ulaşan, bütün dağlara ve düzlüklere ulaşan, bütün mabetlere ve tapınaklara ulaşan sesiyle şöyle nida etmesini emrederdi: Davut’un kendisi için söyleyeceği ağıtı dinlemek isteyenler gelsinler. Bunun üzerine dağlarda ve ormanlardaki hayvanlar ve bütün insanlar orada toplanır Hz. Davut’un (a.s) gelmesini beklerdi. Hz. Davud (a.s) minbere çıktığında İsrailoğulları onun etrafına toplanır, her grup kendi yerini alır ve Hz. Süleyman (a.s), babasının başucunda dururdu. Hz. Davud (a.s), Allah’ın övgüsüyle sözüne başlar ve bütün buradakiler ağlamaya boğulup gözyaşı dökmeğe başlardı. Hz. Davud (a.s) cennet ve cehennemin hallerini anlatmaya başlayınca insanlar ve hayvanların bir bölümü dayanamayıp orada can verirdi. Hz. Davud (a.s), kıyamet gününün özelliklerini anlatıp kendisi için ağıt söyleyince oradaki canlıların diğer bir bölümü bu sözlere dayanamayıp orada can verirdi. Hz. Süleyman (a.s) ölülerin çokluğunu görünce babasına şöyle seslenirdi: Babacığım seni dinleyen herkes daha fazla dayanamayıp can verdi. İsrailoğullarının bir bölümü de hayatını kaybetti. Bunun üzerine Hz. Davud (a.s) dua etmeğe başlardı ve Hz. Davud (a.s) dua ederken israiloğullarının içindeki bazı zahitler şöyle seslenirdi: Ey Davud, Rabbinin vereceği mükâfat için sabırsızlanıyor musun? Bunun üzerine Hz. Davud (a.s) bayılıp düşerdi ve Hz. Süleyman (a.s) babasının bu halini görünce hemen bir sergi getirip babasını bu serginin içine koyup sırtına alır ve yüksek sesle şöyle söylenmesini emrederdi: Burada arkadaşı veya akrabası olanlar birer sergi getirsin de yakınını götürsün. Hz. Davut’la birlikte olanları cennet ve cehennemi anmak öldürdü. Bunun üzerine kadınlar birer sergi getirip orada can veren yakınlarını götürürler ve şöyle derlerdi: Ey cehennem korkusuyla can veren, ey Allah korkusuyla can veren. Hz. Davud (a.s), kendine geldiğinde kalkıp elini başına koyardı ve ibadet evine çekilip kapıyı arkadan kilitlerdi. Hz. Süleyman (a.s) elinde bir parça arpa ekmeğiyle kapının önüne gidip izin aldıktan sonra içeri gider ve şöyle derdi: Babacığım bu ekmeği ye de yapmak istediklerin için gücün kuvvetin olsun. Bunun üzerine Hz. Davud (a.s) ekmeği alıp yer ve sonrasında insanların içine çıkardı.

Şöyle anlatılır: Hz. İbrahim (a.s) geçmişte yaptıklarını andığında bayılıp düşer ve kalbinin sesi bir mil öteden bile duyulurdu. Bu anda Hz. Cebrail (a.s) iner ve şöyle söylerdi: Allah’ın sana selam eder ve şöyle buyurur: Acaba dostundan korkan bir dost gördün mü? Bunun üzerine Hz. İbrahim (a.s) şöyle buyururdu: Ey Cebrail, hatalarımı hatırlayınca dostluğu unuttum.

Hz İbrahim (a.s) namaza durduğunda Allah’ın korkusuyla hızlı atan kalbinin sesi bir mil öteden bile duyulurdu.

Bizim gibi insanların bu konuyu daha iyi anlaması için İmamlarımızın (a.s) korkusuna, onların dua esnasındaki hallerine bakmak yeterlidir. Bizim korkmamak için bir sebebimiz var mı? Çok ibadet ettiğimiz, günahlarımız az olduğu için mi korkmamalıyız? Gaflet içinde taşlaşan kalbimiz sebebiyle mi korkmamalıyız? Ölüm gününün yaklaşması bile bizi kendimize getirmiyor. Günahlarımızın dağ misali birikmesi bile bizi harekete geçirmiyor. Allah korkusu taşıyan insanların halini görmek bile bizi Allah korkusuna itmiyor. Sonu kötü olan insanların halini görmek bile bizi uyarmıyor.

- - - - - - - - - - - - -


[1] Fatir, 28.

[2] Beyyine, 8.

[3] Âl-i İmrân, 175

[4] A’la, 10.

[5] Tevbe, 82.

[6] Fatir, 28.

[7] Maide, 44.

[8] Talak, 2.

[9] Rahman, 31.

[10] Taha, 82.

[11] Kasas, 67.

[12] Ahzab, 8.

[13] A’raf, 99.

[14] Meryem, 71.

[15] Fussilet, 40.

[16] Furkan, 23.

[17] Asr suresinin tamamı.

[18] A’raf, 143.