.
.
Bismillahirrahmanirrahim
Hz. Zeyneb-i Kübra için “Kerbela’nın Yarısı” desek mübalağa olmaz herhalde.
Bu efsane kadın, sadece kadınların değil, bütün azade ve mümin insanların örneği, önderi ve iftiharıdır. Herkesten önce de Ehlibeyt’in ve Ehlibeyt mektebinin iftiharıdır, böyle efsane bir şahsiyeti yetiştirdiği için.
Hz. Zeynep hakkında birçok açıdan bahsedilebilir. Ama Aşura sonrası bugünlerde, yani bir anlamda “Zeynep Günleri” diyebileceğimiz bugünlerde, ben Hz. Zeyneb’in Şam’da Yezid’in meclisinde okuduğu hutbeyi ele almak istiyorum.
Bu fırsattan yararlanarak bir temennimi de dile getirmek istiyorum. İki şey Ehlibeyt dostları arasında bir ölçüde ilgisiz kalmış ve hakkı verilmemiştir. Birisi Hz. Fatıma’nın (s.a) Mescid-i Nebevi’de okuduğu o muhteşem Fedekiyye Hutbesi, diğeri de Hz. Zeyneb-i Kübra’nın Kufe ve Şam’da, özellikle Şam’da okuduğu hutbe. Oysa bence Eyyam-ı Fatımiyye’nin en önemli bahis konularının başında Hz. Fatıma’nın hutbesi, Aşura sonrası da Hz. Zeyneb’in ve İmam Zeynelabidin’in (a.s) okudukları hutbeler olmalıdır. Okunmalı, şerh edilmeli ve Ehlibeyt dostlarının istifadesine sunulmalıdır.
Biz Hz. Zeyneb-i Kübra’nın hutbesi hakkında bazı açıklamaların ardından hutbenin metnini ve bazı bölümlerinin kısaca açıklamasını yapmaya çalışacağız.
1- Bu muhteşem hutbe, her şeyden önce Hz. Zeyneb’in emsalsiz şecaat ve cesaretini göstermektedir. Düşünün onca musibete maruz kalmış, günlerce eli kolu bağlı olarak şehirlerde dolaştırılmış, onca mazlum ve yetim çocukların, sahipsiz kadınların sorumluluğunu üstlenmiş birisi, onca zulmü reva görüp firavunlaşan ve her an her şeyi yapabilecek kadar azgın bir zalimin (Yezid’in) önünde, hem de onun sarayında ve zafer kutlaması yaptığı bir merasimde böylesine mucizevi, böylesine ezici, böylesine tahkir edici bir hutbeyi okumak, şecaat ve cesareti babası Ali’den ve anası Zehra’dan miras almış, bütün varlığı iman ve yakin gücüyle donatılmış birisinden beklenebilirdi sadece. Anası Zehray-ı Merziye hakkında Resulullah (s.a.a) buyurmuştu ya, “Gırtlağına kadar iman doludur.” diye. Boşuna değil ki ona da ikinci Zehra denilmiştir.
Diğer taraftan bu hutbenin içeriği Zeyneb-i Kübra’nın ne denli geniş bir ilmî zenginliğe sahip olduğunu, özellikle Kur’an’a ne kadar hâkim olduğunu göstermektedir. Öyle ki bu kısa hutbede yedi sekiz tane Kur’an ayetini delil olarak gösteriyor ve Allah’ın ayetleriyle zalimi vuruyor. Evet o, Kur’an, risalet ve velayet membaından beslenen birisidir. Boşuna değil ki İmam Zeynelabidin (a.s) onun hakkında “Alimetun bila muallime.” (Öğretmensiz alime) nitelemesinde bulunmuştur.
Yine bu hutbe Hz. Zeyneb-i Kübra’nın ne denli bir fesahat ve belagate sahip olduğunu göstermektedir; öyle ki onun benzerini ancak babası Ali’nin ve anası Zehra’nın hutbelerinde görüyoruz. Onun içindir ki Kufe’de hutbe okuduğunda Hz. Ali’nin (a.s) hutbeleriyle aşina olan Kufeliler, “Ali mi dirildi ve hutbe okuyor?!” diye şaşırmışlardı.
Evet bu olay ve okunan bu hutbe Hz. Zeynep hakkında nakledilen şu vasıfların ispatıydı adeta:
* Razîetü’l-Vahy (Vahiy kaynağından beslenen)
* Sirru Ebihâ (Babasının sırrı)
* Nâibetü’z-Zehra (Hz. Zehra’nın naibi)
* Sâniyetü’z-Zehra (İkinci Zehra)
* el-Kâmile (Kemale ermiş kadın)
* el-Fâzile (Faziletler mazharı kadın)
* Âlimetun Gayru Mualleme (Öğretmensiz âlime)
* Fehîmetun Gayru Mufehheme (Gerçekleri vasıtasız anlayan)
* el-Fasîhetü’l-Belîğa (Fesahat ve belagat sahibi)
* Sâbiretun Muhtesibe (Allah için her zorluğa sabreden)
* Betaletu Kerbela (Kerbela kahramanı)
* Lebvetü’l-Haşimiyye (Haşimi aslan)
* Akîletu Beni Haşim (Haşimoğullarının akıllı kadını)
2- Hz. Zeynep hutbeye başlamadan önce Yezit melunun zafer ve şenlik meclisini eza ve matem meclisine çevirdi. O alçağın önüne konulan Seyyidüş-Şüheda’nın mübarek başını görünce, kalpleri titreten hüzün ve kahır dolu bir ses tonuyla şöyle seslendi:
یا حُسَیْناهُ! یا حَبیبَ رَسُولِ اللهِ! یَابْنَ مَکَّهَ وَ مِنی، یَابْنَ فاطِمَهَ الزَّهْراءِ سَیِّدَهَ النِّساءِ، یَابْنَ بِنْتِ الْمُصْطَفی.
“Ey Hüseyn’im! Ey Resulullah’ın habibi! Ey Mekke ve Mina’nın oğlu! Ey kadınların efendisi Fatimetü’z-Zehra’nın oğlu, Ey (Muhammed) Mustafa’nın oğlu!”
Böylece mecliste bulunanların hepsini ağlattı, öyle ki Yezit bile şaşkınlığından dona kaldı ve bir şey söyleyemedi. Ama durumu kurtarmak ve aleyhine esen olumsuz havayı kırmak için elindeki çubukla İmam’ın mübarek dudaklarına vurmaya ve o meşhur küfür dolu şiirleri okumaya başladı.
Leyte eşyahi bi-Bedrin şehidu…
“Keşke Bedir’de ölen dedelerim görseydi intikamlarını nasıl da aldım…”
Bu durumu gören Hz. Zeynep bu sefer İlahi görevinin ikinci aşamasına geçip adeta bir bomba gibi zalimin üzerine patladı.
Besmele çekerek hutbesine başladı. Şimdi bu muhteşem hutbeyi vererek bazı pasajlarını kısaca açıklamaya gayret edeceğiz.
1- Hamd ve şükür:
الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعالَمِینَ.
“Alemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun.”
Dünyevi ve maddi anlamda rahatı yerinde olan, hiçbir sıkıntısı bulunmayan birisinin hamd etmesi, şükretmesi kolaydır elbet. Ama en zor şartlarda ve en çetin imtihanlarda Allah’ın rızasına rıza gösterip ondan şikayetçi olmamak ve ona hamd u senalar sunmak ve şükretmek herkesin harcı değildir.
Nitekim Allah-u Teâla Fecr suresinde şöyle buyurmaktadır:
فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّٖٓي اَكْرَمَنِؕ ﴿١٥﴾ وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّٖٓي اَهَانَنِۚ ﴿١٦﴾
“İnsan, Rabbi kendisini imtihan edip de ona ikramda bulunduğunda ve nimet verdiğinde, "Rabbim bana ikram etti." der. * Fakat kendisini imtihan edip de rızkını daralttığında, "Rabbim beni aşağıladı." der.”[1]
Ama en zor ve en ağır şartlarda ve imtihanlarda en güzel hamd u senayı yapmak Hüseyinlerin ve Zeyneplerin işidir. Yezidin karşısında hutbesine hamdu sena ile başlayan Zeyneb-i Kübra Kufe’de de melun İbni Ziyad karşısında o meşhur ve muhteşem cümleyi söylemişti:
مَا رَاَیتُ الَّا جَمیلا.
“Ben güzelden/güzellikten başka bir şey görmedim!”
Kulluğun, teslimiyet ve rıza makamının zirvesine çıkmış birisinden bundan başka bir şey beklenir mi?
İmam Hüseyin’in kızı Fatıma-i Suğra da esir olarak getirildikleri Kufe’de Kufelilere hitaben okuduğu hutbenin başında şöyle diyor:
الحمد لله عدد الرمل و الحصى، و زنة العرش إلى الثرى. أحمده و أومن به و أتوكل عليه، و أشهد أن لا إله إلا اللّه وحده لا شريك له، و أن محمدا عبده و رسوله.
“Kumların ve çakılların sayısı kadar, Arş-ı İlahi’den yeryüzüne dek her şeyin ağırlığı kadar Allah’a hamd olsun. Ben O’na hamd ediyor, O’na inanıyor ve O’na tevekkül ediyorum.
Evet, o öyle bir babanın elinde büyümüş ve eğitilmişti ki Aşura gecesi okuduğu hutbenin başında şöyle diyordu:
اُثْنی عَلَی اللهِ أَحْسَنَ الثَناءِ، وَأَحْمَدُهُ عَلَی السَّرّاءِ، وَالضَرّاءِ. أَللّهُمَّ إِنِّی أَحْمَدُكَ عَلَی أَنْ أَكْرَمْتَنا بِالنُبُوَّةِ؛ وَعَلَّمْتَنَا الْقُرآنَ، وَفَقَّهْتَنا فِی الدّینِ، وَجَعَلْتَ لَنا أَسْماعاً، وَأبْصاراً، وَأَفْئِدَةً فَاجْعَلْنا مِنَ الشّاكِرینَ.
“Allah’a en güzel şekilde hamd u senâ ediyorum. Zorlukta da darlıkta da ona hamd ederim. Allah’ım! Bizi nübüvvetle yücelttiğin, bize Kur’an’ı öğrettiğin ve dinde derin bilgi sahibi kıldığın, bize (hakkı duyan) kulaklar, (hakkı gören) gözler ve (hakkı idrak edip kabullenen) kalpler verdiğin için sana hamd ederim. O halde bizi şükredenlerden kıl.”
Sonra Hz. Zeynep, zalim Yezid’i ilk olarak şu ayet-i kerime ile hedef aldı:
ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذٖينَ اَسَٓاؤُا السُّٓوآٰى اَنْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَࣖ ﴿١٠﴾
“Sonra, kötülük yapanların sonu pek kötü oldu. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini yalanlayıp onlarla alay ediyorlardı.”[2]
Yani ey Yezit! Sen söylem ve eylemlerinle Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve inkâr eden birisin. Allah’ın ayetlerini inkâr edenin de nasıl birisi olduğu ve nasıl bir akıbete uğrayacağı açıktır. Görüldüğü gibi zerre kadar çekinmeden, korkmadan hakkı en çıplak haliyle zalime karşı haykırmaktadır. Aslında Hz. Zeynep Kerbela’dan sonra kardeşinin başlattığı cihadı devam ettirmektedir. Çünkü cihad sadece kılıç sallamak değildir. Hz. Hüseyin buyurmadı mı, ceddim Resulullah’tan (s.a.a) duydum ki şöyle buyuruyordu:
“En üstün cihat zalim bir sultanın/yöneticinin önünde hakkı söylemektir!”
Sonra şöyle devam etti hutbesine Haydar-ı Kerrar yadigarı Zeynep:
"Ey Yezid, esir olarak şehir şehir dolaştırmakla bu geniş yeryüzünü ve bu ortamı bize dar ettiğini, bizi Allah katında hor ve zelil, kendini de yücelttiğini ve bu olayların da senin Allah katındaki yüce makamından olduğunu mu sanırsın ki böyle övünüp seviniyorsun? Dünyayı âbad ettiğin, şenlendirdiğin için çok mu mutlusun? Her şeyin istediğin gibi gerçekleşmesine ve saltanatı ele geçirmene çok mu seviniyorsun? Yavaş ol, yavaş ol! Allah'ın "O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi, sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar; biz onlara, ancak günahları daha da artsın diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılayıcı bir azap vardır."[3] buyurduğunu unuttun mu yoksa?”
Yine bir başka ayeti bir balyoz gibi indirmekte zalimin kafasına ve onun kafir olduğunu iğrenç yüzüne haykırmaktadır!
Ve devam ediyor:
“Ey (Mekke fethi sonrasında Peygamber tarafından) azat edilenlerin oğlu!”
Bu hitabıyla Zeyneb-i Kübra bir avuç kadın ve çocuğu esir edip şehir şehir dolaştırmakla övünen alçak oğlu alçağın gururunu yerle yeksan etti ve “Bir gün siz bizim esirimizdiniz. Ama ceddimiz Resulullah (s.a.a) yücelik göstererek sizi azad etmişti.” diyerek ona kendisinin ve müşrik atalarının zillet dolu geçmişini hatırlattı ve biz öyle davranmıştık, sen de böyle?” demeye getirdi ve şöyle devam etti:
“Kendi kadın ve cariyelerini örtüp Resulullah'ın kızlarını açık yüzlerle ve örtüsüz bir hâlde düşmanlarının yanında şehir şehir dolaştırman ve her konakta oranın sakinlerine teşhir etmen, yabancıya ve aşinaya bu himayesiz esirleri göstermen insaf ve adalet midir?”
Ehlibeyt, izzet, iffet, hayâ ve hamiyet abideleri oldukları için, yapılan onca zulmün içinde onların iffet ve izzetlerinin sembolü olan tesettürlerine el uzatmaları en çok kahretmişti onları. İşte burada onların bu alçakça tavırlarını dile getirerek hem onların İlahi sınırları nasıl çiğnediklerini ortaya koymakta, hem de bütün zaman ve mekanlarda bu Zeynebî haykırışları dinleyecek olan Müslümanlara, özellikle Müslüman kadınlara ilahi bir emir olan tesettürün, iffet ve hayânın ne denli önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Ardından, geçmişleriyle övünen ve onların intikamını aldığını söyleyen soysuzun hevesini kursağında bırakmak için bu sefer şöyle devam etti hutbesine:
“Soylu ve necip insanların ciğerini ağzına alan, sonra da dışarı atan ve şehitlerin kanıyla beslenen (Hz. Hamza'nın ciğerini çiğneyen Yezid'in büyük annesi Hind'e işareten) birinden nasıl merhamet beklenebilir ki? Her zaman itiraz, husumet ve kinle bize bakan biri, elinden gelen her türlü kötülüğü neden yapmasın? Şimdi de bu yaptığıyla sanki günah işlememiş gibi, sarhoş ve mağrur bir hâlde, cennet gençlerinin efendisi Eba Abdillah'ın (Hz. Hüseyin’in) dişlerine çubukla vuruyor ve pervasızca "Bedir savaşında ölen büyüklerim, keşke burada olsalardı da bu durumu görerek çığlıklar atıp 'Ellerin dert görmesin ey Yezid!' deselerdi.” diyorsun.
Evet, niye söylemeyesin ve niye bu şiiri okumayasın ki? Sen Muhammed (s.a.a) evlatlarının kanına buladın ellerini ve yeryüzünün yıldızları olan Abdulmuttalip oğullarını katlettin. Fakat sen bununla kendi helaket ve bedbahtlığına zemin hazırladın. Şimdi de duyuyorlarmış gibi kendi kavminin büyüklerine sesleniyorsun. Ne var ki çok geçmeden sen de onlara katılacak ve ‘Keşke ellerim kırılsaydı ve dilim lal olsaydı da bunları söylemeseydim.’ diyeceksin.”
“Ey güçlü Allah'ım! Bize zulmedenlerden intikamımızı ve hakkımızı al ve gazabının ateşinde yak onları!”
Evet, gördüğünüz gibi Haydar-ı Kerrar’ın bilge ve yiğit evladı, bu muhteşem cümlelerinin her biriyle bir balyoz misali, o soysuz alçağın kibir, gurur ve itibarını tarumar ediyor ve söylediklerine bin pişman ediyordu!
Sonra darbelerini daha da hızlandırarak şöyle devam etti Zeyneb-i Kübra, büyük Zeynep hutbesine:
“Ey Yezid! Sen bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok geçmeyecek; Peygamber evlatlarının kanını dökmek ve Ehlibeytine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamber’in huzuruna çıkacaksın. O gün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır. "Allah yolunda ölenleri sakın ölüler sanmayın. Hayır, onlar Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar."[4]
“Allah'ın hükmedici, Muhammed'in (s.a.a) davacı ve Cebrail'in de ona yardımcı olacağı gün senin için yeterlidir.”
Hutbenin bu bölümünde Hüseyni kıyamın yiğit elçisi bir başka önemli hususa değinerek şöyle buyurdu:
“Seni bu makama getirerek Müslümanların sırtına bindirenler, zalimler arasında ne de kötü bir bedel seçtiklerini çok yakında anlayacaklar. Hangimizin daha bedbaht olduğunu görecekler.”
Hala bile bazı gafiller, bu işte tek suçlunun Yezit olduğunu ve başka kimseyi buna karıştırmamak gerektiğini savunmuyorlar mı? Ta o gün Hz. Zeynep Yezid’in buz dağının görünen kısmı olduğunu, Resulullah’ın emanetlerine ihanet ederek onun gibilerin ümmetin başına bela olmasına zemin hazırlayanların en az onun kadar suçlu olduğuna vurgu yapmıştır.
Hutbesinde belki de en ağır darbeyi şu cümlelerle indirmiştir zalime, izzet ve şecaat abidesi Zeynep:
“(Ey Yezit!) Sen, muhatap alınmayacak-konuşulmayacak kadar değersiz birisin benim gözümde. Ama bu durum seninle konuşmaya (bizi) mecbur kılmıştır. Ancak seni kınamak ve zemmetmek benim gözümde değerli bir iştir. Fakat gözler ağlıyor ve sineler de gam ateşiyle yanıyor. Ah, Allah ordusunun şeytan ordusunun eliyle öldürülmesi ne ilginçtir! Bizim kanımız bu ellerden akıyor ve etlerimiz ise ağızlarında çiğneniyor. O tayyib ve pak bedenler, yer üstünde kalmıştır...
Ey Yezid! Eğer bugün galip gelerek, bunu ganimet biliyorsan, yarın yaptıklarından başka bir şey göremeyeceğin gün bunun hesabını vereceksin. Allah kullarına zulmetmez. Biz de şikâyetimizi ona yöneltiyoruz. Çünkü O'dur sığınağımız.”
Hutbenin bu bölümünde büyük Zeynep, İlahi bir Sünnete vurgu yapmakta ve şöyle buyurmaktadır:
“Ey Yezid! Kendi işinle meşgul ol, istediğin şekilde düzen kur, hile yap ve çalış. Ancak Allah'a andolsun ki bizim adımızı silemeyecek, vahyimizi söndüremeyecek ve öldüremeyeceksin, işimizi bitiremeyeceksin. Alnındaki bu lekeyi de silemeyeceksin. Çünkü aklın “alil”, yaşayacağın günler az ve “kalil”dir. Münadi "Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun." diye seslendiğinde, o gün bu topluluğun dağılmış olacaktır.”
Allah bâkidir ve O’na bağlanan, O’nun rengine bürünen, onun için, onun rızası için, O’nun kelimesini yüceltmek için hareket edeni kimse ama kimse yıkamaz, yok edemez. Allah var oldukça o da var olacaktır, hedefleri de, mektebi de, yolu ve izi de ebediyyen yaşayacaktır. Kur’an buyurmuyor mu?:
يُرٖيدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ ﴿٨﴾
“Onlar, ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar; oysa kâfirler istemeseler de, Allah kendi nurunu tamamlayacaktır.”[5]
O gün bu sözü Zeynebî hançereden duyan gafiller, belki kıs kıs gülüyor ve alay ediyorlardı. Ama aradan geçen bu 14 asır, bunun açık bir ispatı değil mi? Şimdi Yezit ve avaneleri nerde, Hüseyin ve yarenleri nerde? Evet, Hüseyin Allah nurudur kimse onu söndüremez, söndüremeyecektir!
Ve son olarak bu efsane kadın, efsane hutbesini yine Allah’a hamd ve sena ve şükürle sonlandırdı ve şöyle buyurdu:
“Allah'a hamdolsun ki başlangıcımızı saadet ve mağfiret, sonumuzu da şehadet ve rahmet kıldı.”
Ve Zeynebi yakarış ve dua:
Allah'tan istiyoruz ki nimetini, şehitlerimize tamamlasın; mükâfatlarını artırsın ve bizleri de salih haleflerden kılsın. Çünkü o, bağışlayandır; şefkatlidir. "Allah bize yeter; ne de güzel vekildir O."
Ya Rabbi onun hamd ve şükrettiğini bize de nasip eyle. Bizi hak ve hakikat yolunun şehitlerinin salih halefleri kıl. Dünya ve ahirette onların nurlu, izzetli ve saadet dolu yolundan, şefaat ve refakatinden mahrum eyleme. Âmin!
- - - - - - - - - - - -
[1] (Fecr, 15-16)
[2] (Rum, 10)
[3] (Al-i İmrân, 178)
[4] (Al-i İmrân, 169)
[5] (Saff, 8)