.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Rahmetli Refik Bey'in de, çok yaşayası Mehmed'in de boynuna keffâre düşmüş. Halk, buna kefâret, hattâ keferet der. Niyetliyken oruç bozana verilen cezâ. Bu dinsel cezâ, bir köle azad etmek, altmış gün, art-arda oruç tutmak, altmış yoksulu doyurmak. Ondan sonra da bir gün oruç tutup, yediği orucu kazâ etmek. Bâzı mezheplerde bu cezâ, sıralıdır. Yâni gücü yeterse bir kul alır, azâd eder. Gücü yetmezse altmış gün oruç tutar. Buna da gücü yetmezse altmış yoksul doyurur.

Bazı mezheplerde, sıralı değildir. Bu üç den birini yapar; cezasını çeker.

Bu, yüzde-yüz böyle midir? "Buharî"den şu hadîsi okuyalım:

Tanrı Elçisiyle oturuyorduk diyor Ebû Hüreyre. Bir adam geldi; ey Tanrı Elçisi dedi; öldüm bittim. Peygamber, "Neyin var, ne oldun?" diye sordu. Adam, "Ramazanda, oruçluyken karıma yaklaştım." dedi. Peygamber, "Bir köle azad edebilir misin?" dedi. Adam, "Edemem." dedi. Peygamber, "İki ay, ulamacasına oruç tutabilir misin?" dedi. Adam, "Onu da yapamam." dedi. Peki dedi Peygamber, altmış yoksulu doyurabilir misin? Adam, "Ona da gücüm yetmez." deyince Peygamber, kalkıp evine gitti. Biraz sonra elinde bir elek olduğu halde geldi, elekte hurma vardı. Nerde o adam buyurdu. Adam, burdayım deyince, bunu al dedi; yoksullara dağıt. Adam, vallâhi dedi, bu yerde benden daha yoksul kim olmadığı gibi, evimdekilerden daha yoksul bir ev halkı da yok. Peygamber, dişleri görünecek derecede güldü de buyurdu ki:

"Al, bu hurmalarla evindekileri doyur."[1]

Görülüyor ya, Peygamber, hiç de güce koşmuyor adamı.

[1] et-Tecrîdu's-Sarîh, Mısır; Maymaniyya, Mat. 1323, c. I, s. 124-125