.
.

Ehlader Araştırma Bölümü

Kur’an dili Kur’an’ın basit kelimeleri ve kavramları düzeyinde, bir de cümleler ve önermeler düzeyinde ele alınabilir. Basit olanlar tarafında, Allah’ın dikkatimize sunduğu anlamlar ve maksatları anlatmak için Kur’an’ın lafızlarını da kendisi seçtiği temel varsayımı gözönünde bulundurulursa belki en önemli konu şu olabilir: Acaba bu lafızlar, bütün vasıflarıyla hakiki isimlendirmelere mi delalet ediyorlar, yoksa örfteki kullanımını anlamayı sağlayacak şekilde isimlendirmelere ve gerçeğe mi?

Bu soruya verilecek cevap ilk bakışta kolay görünse de mevzunun muhtelif boyutları dikkate alındığında güçlükten uzak da kalmayacaktır. Bir taraftan Kur’an, nüzulünün ve halkın arasında bulunmasının felsefesini gafleti gidermek (Kamer 17, 22, 32 ve 40), anlamalarını sağlamak (Yusuf 2, Zuhruf 3) ve insanların yücelme yolunda bilgiyi elde etmeleri (Fussilet 3) şeklinde tarif eder. Bu hedeflerin tahakkukunun, zikredilen ayetlerin değindiği ve başka ayetlerin gösterdiği gibi, muhataplarının standart anlayışıyla birlikte Kur’an’ın kelimeleri arasındaki uyum ve ahenk olduğu gayet açıktır. Ama öte yandan Kur’an’ın metni ve muhtevası incelendiğinde ve kavramları araştırıldığında Kur’an lafızlarına ilişkin yelpazenin, muhatapların bilmediği bir soyutlama eğilimi sunduğu gerçeği gözardı edilemez. Arapların zâhiren tanıdığı bu lafızlara ve onların yeni bir görüş ve kültüre duydukları inanca bakıldığında acaba bu, Kur’an’ın adeta, daha önce lugatte yer almayan ve akıllardan hiç geçmemiş tamamen yeni anlamları Arapların bildiği kelimelerin bedenine giydirdiği yaklaşımını desteklemiyor mu? Çağdaş muhakkiklerden birinin ifadesiyle, Kur’an’da “zulüm” kelimesinin anlamına bakıldığında acaba şu ayetler zulmün lafız bakımından yeniden tarif edilmesi demek değil midir:

الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُم بِالآخِرَةِ كَافِرُونَ لَّعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِمِي

“Allah’ın laneti, Allah’ın yolunu engelleyen, onu saptırmak isteyen ve ahireti inkâr eden zalimlerin üzerinedir.”[1]

Kur’an’da “bu şekildeki” kelime kullanımının çok sayıda örneğine rastlıyoruz.[2]

Nur ve zulmet, basiret ve körlük “ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ ”[3],

hayat “ أَوَ مَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا ”[4],

Allah’ın ahdi “ أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ ”[5],

Allah’la alışveriş “ إِنَّ اللّٰه اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الجَنَّةَ ”[6],

Kevser Akademi Hafta Sonu Okulu Kayıtları Başladı
Kevser Akademi Hafta Sonu Okulu Kayıtları Başladı
İçeriği Görüntüle

rızk “ قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىَ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًا ”[7], hatta iman, asalet ve takvadan tutun hâkka[8], sâhha[9], saatin şartları ve benzerlerine varıncaya kadar tüm adlandırmaların kullanımı hayat, varlık, insan vs. hakkında yeni anlamlar ve taze hakikatler içermektedir. Kur’an iman edenlere şöyle buyurmaktadır: İman edin “ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ ”[10]. Kur’an asaleti, anlamının aile soyluluğu ve cömertlik manasına geldiği bir ortamda takva ve sakınmanın karşılığı olarak kullanmaktadır:

إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ

“Hiç kuşku yok Allah katında en asil olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.”[11]

Kur’an, insanın en yakınının bile kaçacağı takati kesen ve bilinmeyen ani bir sesi haber vermektedir:

فَإِذَا جَاءتِ الصَّاخَّة يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ وَأُمِّهِ وَأَبِيهِ وَصَاحِبَتِهِ وَبَنِيهِ لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ

“Kıyamet sesi geldiğinde, o, insanın kardeşinden kaçtığı gündür; babasından, annesinden, eşinden ve oğlundan... O gün, herkesi kendisiyle meşgul eden bir gündür.”[12]

Kur’an’ın Araplar arasında yaygın olan lafızlara giydirdiği bu ileri seviyedeki hakikatler ve bu yeni, yüksek kültür acaba yeni vazedilmiş bir şey ve Kur’an’a özgü örf değil midir?

- - - - - - - - - - -


[1] A’raf 44-45.

[2] Izutsu, Toshihiko, Mefahim-i Ahlaki-Dini der Kur’an, Çev: Feridun Bedrei, s. 49.

[3] Ra’d 16 (De ki: Hiç kör ile gören bir olur mu? Hiç karanlıklarla aydınlık bir olur mu?), Fatır 20, Bakara 257, İbrahim 1, İsra 72.

[4] En’am 122 (Ölü iken hidayetle dirilttiğimiz, kendisine insanlar arasında yürüyecek bir nûr verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp, ondan çıkamayan kimse gibi olur mu?), Enfal 24.

[5] Yasin 60 (Ey Âdemoğulları, sizden, şeytana tapmayın ... diye söz almadım mı?)

[6] Tevbe 111 (Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır.)

[7] Hud 88 (Dedi ki: Ey kavmim! Şayet ben Rabbimden ispat edici bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet bana kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse...)

[8] Kıyamet

[9] Çığlık

[10] Nisa 136 (Ey iman edenler, Allah’a ve Rasülüne iman edin.)

[11] Hucurat 13

[12] Abese 33-37