Ehlader Araştırma Bölümü

İmam Musa Kâzım'ın (a.s) ilim ve davranışları Resul-i Ekrem'in (s.a.a) ve tertemiz babalarının ilim ve amelinin yansımasıydı. Bütün ilim ve kemal susamışları, onun mektebinin kaynağından susuzluklarını gideriyorlardı. İnsanları öyle yetiştiriyordu ki, onun mektebinden ders alanlar çok kısa bir zamanda ilim ve amelde çok yüce bir makama ulaşabiliyorlardı.

Yaklaşık yirmi yaşındayken değerli babası şahadet makamına ulaştı. Babasının öğrencileri ve mektebinde eğitilenlerin çoğu ona yönelerek yaklaşık otuz yıldan fazla kendisinden istifade ettiler.

Fıkıh, hadis, kelam ilmi ve münazarada İmam'ın mektebinde eğitim görenler diğerleriyle mukayese edilmeyecek nitelikteydiler; ahlâk, amel ve Müslümanlara hizmet konusunda kendi dönemlerinin örnekleriydiler. Kelam dalında üstat olanlar, onların hiçbiriyle tartışamaz, münazarada hemen yenik düşer, acizliklerini itiraf ederlerdi.

İmam'ın (a.s) bu öğrencilerinin yüce şahsiyetleri, muhalifleri, özellikle de dönemin yönetimini hayrete düşürmüştü. Halk arasında bu kadar çok sevilen ve sayılan kimselerin kıyam ederek halkı peşlerine düşürmelerinden endişeleniyorlardı.

Şimdi bu mektepte eğitim alanlardan bazılarının kısaca hayatlarına değinelim:


 İbn Ebu Umeyr

İbn Ebu Umeyr, hicrî 217 yılında vefat etmiş, üç imamı (İmam Kâzım, İmam Rıza ve İmam Cevad) görmüştür. Döneminin meşhur âlimlerinden ve Ehlibeyt İmamları'nın yarenlerindendi. Ondan, çeşitli konularda çok sayıda rivayet ulaşmıştır elimize. Onun yüce makamı Şiîlerin ve Sünnîlerin dillerinden düşmez olmuştu. Her iki kesim arasında güven duyulan bir kişi olmuştu. Ehlisünnet ulemasından olan Cahiz onun hakkında şöyle yazıyor:

İbn Ebu Umeyr her konuda döneminde tekti.[1]

Fazl b. Şazan şöyle diyor:

Bazı kişiler, hâkim sisteme İbn Ebu Umeyr'in bütün Irak Şiîlerinin isimlerini bildiğini haber verdiler. Hâkim sistem ondan Irak Şiîlerinin ismini vermesini istedi. Fakat o isimleri vermedi. Bunun üzerine elbiselerini çıkararak iki hurma ağacı arasına asıp yüz kırbaç vurdular. Ayrıca ona yüz bin dirhem malî zarar da verdiler.[2]

 Safvan b. Mihran

Safvan b. Mihran, ulemanın ileri gelenlerinin rivayetlerine önem verdikleri güvenilir ve temiz kişilerdendir. Ahlâk ve davranışlarında öyle bir makama ulaştı ki, İmam (a.s) tarafından teyit edildi.

Daha önce de değindiğimiz gibi, İmam'dan, zalimlere yardım edilmemesi ve onlara her türlü yardımdan sakınılması gerektiğini duyunca, Harun'a kiraya vermiş olduğu develeri, bu vesileyle zalime yardım etmiş olmamak için sattı.[3]


 
 Safvan b. Yahya

Safvan b. Yahya, İmam Musa Kâzım'ın (a.s) ashabının ileri gelenlerindendi. Şeyh Tusî, onun hakkında şöyle yazıyor:

Safvan, muhaddislerin yanında dönemin en güvenilir ve en takvalı insanı sayılıyordu.

Safvan, İmam Rıza'yı (a.s) da görmüş ve İmam'ın yanında yüce bir makam ve mevki edinmiş, İmam Cevad (a.s) da onu överek: "Allah ondan razı olsun; hiçbir zaman ben ve babama muhalefet etmedi." diye buyurmuştur.

İmam Musa Kâzım (a.s) şöyle buyuruyor:

Çobansız bir sürüye saldıran iki yırtıcı kurdun verdiği zarar, makam sevgisinin Müslüman'ın dinine verdiği zarardan daha fazla değildir. Fakat bu Safvan, dünya ve makama düşkün değildir.[4]

 Ali b. Yaktin

Ali b. Yaktin, hicrî kamerî 124 yılında Kûfe'de dünyaya gelmiştir. Şiî olan babası, İmam Cafer Sadık'a (a.s) kendi malından gönderiyordu. Mervan onu takip altına alınca kaçmak zorunda kaldı. Bunun peşinden eşi ile Ali ve Abdullah ismindeki iki oğlu Medine'ye gittiler. Emevî saltanatı yıkılıp Abbasî hükümetinin kurulması üzerine Yaktin ortaya çıkıp eşi ve iki oğluyla birlikte Kûfe'ye geri döndü.

Harun Reşid, Ali b. Yaktin'i kendisine vezir seçince, Ali b. Yaktin, onların işlerine iştirak etme konusunda İmam Kâzım'ın (a.s) görüşünü sordu.

İmam (a.s) şöyle buyurdu: Bir şey yapmaya mecbur kalırsan, yakınlarımızın mallarından sakın.

Ravi diyor ki: "Ali b. Yaktin bana: 'Görünüşte malları Şiîlerden alıyordum, fakat daha sonra gizlice onlara iade ediyorum.' dedi."

Bir defasında İmam Musa Kâzım'a (a.s) şöyle yazdı: "Sultanın işlerine tahammülüm kalmadı; Allah beni size feda etsin, müsaade ederseniz bu işten çekilmek istiyorum."

İmam (a.s), ona şöyle cevap yazdı: İşinden çekilmene izin vermiyorum; Allah'tan kork!

Ve yine bir defasında ona şöyle buyurdu: Bir şeyi taahhüt edersen, ben de senin için üç şeyi taahhüt ederim. Benim taahhüt edeceğim üç şey şunlardır: Kılıçla öldürülmeyecek, fakirlik görmeyecek ve zindana düşmeyeceksin.

Ali b. Yaktin: "Benim taahhüt edeceğim şey nedir?" diye sorunca, İmam (a.s) şöyle buyurdu: Bizim dostlarımızdan birisi sana gelirse, ona ikramda bulunmanı istiyorum.[5]

Abdullah b. Yahya el-Kahilî şöyle diyor:

Bir gün İmam Musa Kâzım'ın (a.s) huzurundaydım. O sırada Ali b. Yaktin İmam'a doğru geliyordu. İmam (a.s) yarenlerine şöyle buyurdu: "Kim Resulullah'ın (s.a.a) ashabından birini görmek istiyorsa, bize doğru gelen şu adama baksın!"

Oradakilerden biri: "Öyleyse o cennetliktir, değil mi?" diye sordu.

İmam (a.s): "Ben onun cennetlik olduğuna tanıklık ediyorum." buyurdu.[6] 

 Hişam b. Hakem

Hişam b. Hakem tartışma, münazara ve kelam ilminde bir dahiydi. Bu konuda diğerlerinden üstündü. İbn Nedim şöyle yazıyor:

Hişam, Şiî mütekellimlerinden olup imamet hakkında tartışmayı tüm detay ve incelikleriyle ortaya koyan bir kişiydi. O, kelam ilminde uzman ve hazır cevap biriydi. Hişam çok sayıda kitap yazmış, çeşitli din ve mezheplerin önderleriyle ilginç tartışmalar yapmıştır.

Yahya b. Halid el-Bermekî, Harun Reşid'in huzurunda Hişam'a:

Hakkın iki zıt kutupta olması mümkün müdür? diye sordu.

Hişam:  Hayır, dedi.

Yahya: İki kişi bir konuda ihtilaf edince ikisi de hak üzere veya ikisi de batıl ya da biri hak ve diğeri batıl değil midir? dedi.

Hişam dedi ki: Evet, bu konuda ancak bu üç şık düşünülebilir; fakat birinci şık imkânsızdır; çünkü her ikisinin de hak üzere olması imkânsızdır.

Bunun üzerine Yahya şöyle sordu: Bir din hükmünde ihtilafa düşen kişilerden her ikisinin de hak üzere olması imkânsızsa, o hâlde Resulullah'ın (s.a.a) mirası üzerinde ihtilafa düşerek Ebubekir'in yanına giden Ali ve Abbas'tan hangisi hak üzereydi?

Hişam: Bu konuda hiç birisi hatalı değildir, dedi. Onların bu kıssasının Kur'ân'da da örneği vardır. Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Davud'un kıssasında iki meleğin tartışarak Davud'un (a.s) yanına gelip ondan aralarındaki ihtilafı halletmesini istediler. Acaba bu iki melekten hangisi hak üzereydi?

Yahya dedi ki: İkisi de hak üzereydiler; aralarında bir ihtilaf yoktu. Onların ihtilafları şeklîydi ve bu hareketle Hz. Davud'un dikkatini bir şeye çekmek istiyorlardı.

Hişam: Ali'yle (a.s) Abbas'ın ihtilafı da böyleydi, dedi. Onların arasında bir ihtilaf yoktu. Onlar sadece Ebubekir'e yaptığı hatayı bildirmek için böyle yaptılar. Onlar böylece Ebubekir'e: "Kimse peygamberlerin mirasçısı olmaz." sözünün doğru olmadığını ve kendilerinin Peygamber'den miras aldıklarını anlatmaya çalıştılar.

Yahya şaşırarak cevap veremedi. Bunun üzerine Harun Reşid, Hişam'ı övdü.

Yunus b. Yakub şöyle diyor:

Aralarında Hamran b. A'yen, Müminu't Tak, Hişam b. Salim, Tayyar ve Hişam b. Hakem de bulunan İmam Cafer Sadık'ın (a.s) ashabından bir grup İmam'ın (a.s) yanında olduğu bir sırada İmam genç yaştaki Hişam'a: "Amr b. Ubeyd'e ne yaptığını ve ona neler sorduğunu anlatmak istemez misin?" buyurdu.

Hişam: "Sizden utanıyorum; sizin huzurunuzda konuşamıyorum!" dedi.

İmam (a.s): "Size emrettiğimiz zaman emrimizi yerine getirin." buyurdu!

Bunun üzerine Hişam şöyle dedi: Amr b. Ubeyd'in, Basra mescidinde oturup halka konuşma yaptığını duymuştum. Bu konu bana ağır geldi. Cuma günü Basra'ya gidip mescide girdiğimde Amr b. Ubeyd'in mescitte oturduğunu ve halkın da etrafını sarıp ondan bazı konuları sorduklarını gördüm. Kalabalığı yarıp onun yanına oturduktan sonra: "Ey bilgili kişi! Ben yabancı bir adamım. Müsaade ederseniz bir soru sormak istiyorum!" dedim.

Amr izin verince ben: Acaba senin gözün var mı?" diye sordum.

Amr: Ey çocuğum! Bu ne biçim bir soru? dedi. Ben böyle soracağım, dedim.

Amr: Her ne kadar aptalca bir soruysa da, olsun, yine de sor, dedi.

Ben yine sordum: Gözün var mı? Evet.

Onunla neyi görüyorsun? Renkleri ve şekilleri.
 

Burnun var mı? Evet.

Onunla ne yapıyorsun? Kokuları alıyorum.
 

Ağzın var mı? Evet.

Onunla ne yapıyorsun?
 

Yemekleri tadıyorum.

Peki, beynin var mı? Evet, var.

Peki, onunla ne yapıyorsun?
 

Onunla uzuvlarıma gelen her şeyi teşhis ve ayırt ediyorum.
 

Bu uzuvların, senin bu duyu merkezine olan ihtiyacını gidermiyor mu? Hayır!

Nasıl olur bu? Hâlbuki senin bütün uzuvların sapasağlamdır!
 

Bu uzuvlarım, bir şeyde şüphe ettiği zaman şüpheyi giderip yakin edinmek için beyin ve duyu merkezine müracaat ederler.

O hâlde Allah Teala beyin ve duyu merkezini bu u-zuvların şüphelerini gidermek için yaratmıştır, değil mi? Evet.

Öyleyse kesinlikle beyin ve duyu merkezine ihtiyacımız var, değil mi? Evet.

Allah Teala senin uzuvlarında doğruyla yanlışı ayırt edecek bir imam koymuşken, bütün bu insanları ihtilaf ve şüphe anında kendisine müracaat edecekleri bir imam olmadan kendi hâllerine mi bırakmıştır?!!

Amr b. Ubeyd sustu ve bir şey söylemedi. Sonra bana dönerek: Nerelisin? dedi.

Kûfeliyim, dedim. Öyleyse sen Hişam'sın, dedi. Sonra beni alıp kendi yerine oturttu ve ben kalkıncaya kadar da artık bir şey söylemedi. İmam Cafer Sadık (a.s) tebessüm ederek: "Bu istidlali sana kim öğretti?" diye sordu.

Hişam: "Ey Resulullah'ın (s.a.a) torunu!" dedi, "Kendiliğinden dilime aktı."

Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: Ey Hişam! Allah'a andolsun ki, bu istidlal İbrahim ve Musa'nın Suhufu'nda yazılmıştır.7

------------------------------------------------------------

[1]- Muntaha'l-Makal, s.254, taş baskısı

[2]- Rical-i Keşşî, s.591

[3]- Rical-i Keşşî, s.440 441

[4]- Rical-i Keşşî, s.503

[5]- Rical-i Keşşî, s.433

[6]- Rical-i Keşşî, s.431

[7]- Rical-i Keşşî, s.271 273; Usul-i Usul-u Kâfî, c.1, s.196